someone's someone | minsung

By chogiwataeil

410K 41.3K 123K

[tamamlandı] "keşke sana her şey düzelecek diyebilseydim, ama düzelmeyecek. sen düzeleceksin." ••• texting... More

unknown
joseph
onun dışında herhangi biri
acıyor musun ona?
benim yüzümden
lütfen beni engelle
"çamaşır makinalarına güvenmiyorum" (ft.viski)
bedava kaldığın evde bulaşık yıkamak
hongjoong'un barında sweet chaos (cr: day6)
günah keçisi hyunjin
144
Jisung Alone çok angst bir bölüm (ft. Yukhei)
Chan Minho'ya bir şarkı yazmış
on üç yaşındaydım, on beş yaşındaydı
ilk kez öpüşmenin iyi ve kötü tarafları : mingi
aptal kertenkele ve balkon
ihtiyacım olan şey
"arkadaşlarım olmadan"
yerim'in montu ve kim kimi öldürdü polemiği (ft. chan hyung)
pankreaslardaki bir iki kara delik
ciğerler, saçlar ve mutfak
felix'in parmakları ve düşüp bayılanlar
"chan hyung olmasaydı" (aka jisung'un minho'yu öptüğü bölüm)
cennetin görüş saati (ya da öldükten sonra her nereye gidiliyorsa)
"istediğim şey"
sen ölüsün arkadaşım ama eğleniyoruz, değil mi?
**a mingi study ve hayatın içinden

yazlık ve ağzınızın tadını sikeyim

18.1K 1.8K 6.3K
By chogiwataeil

arabadan inen jeongin'i beklerken telefonumu cebime attım. ne hissedeceğimi bilmiyordum. kalbimin kırık olmasına alışıktım zaten, onun acısı geçmiyordu. ama şimdi minho'nun yazdıkları duygu bunalımımı çok farklı bir seviyeye sokmuştu. kendinden böyle bahsetmesi, değersizmiş gibi konuşması kan pompalayan küçük zavallı organıma hiç iyi gelmemişti. böyle hissetmesine dayanamazdım. chan'in ona böyle hissettirdiğini söylemesiyse beni yeniden bir kaç gün önceki psikolojime sokmuştu. chan'i yumruklamak istiyordum.

ama yapmazdım, yapamazdım. chan'in minho'yu ne kadar sevdiğini biliyordum çünkü. onun sevgisine defalarca şahit olmuştum. hatta bazen benimki onun sevgisinin yanında küçücük kalıyordu, en azından öyle hissediyordum. ama minho bunu hissetmiyor olmalıydı, eğer bana söylediklerini düşünüyorsa chan ona gösteremiyor olmalıydı.

jeongin uyuşuk adımlarıyla yanıma geldiğinde kolumu omzuna attım. hava biraz soğuktu ve jeongin titriyordu. ısınması için ellerimi kollarına sürterken changbin'in etrafında toplanan kalabalığa ilerledim.

"bakın kural sayımız üç. sevişebilirsiniz ama ses yapmayın duvarlar ince, kustuğunuzda ya da sıçtığınızda temizliyorsunuz ve son olarak, ki en önemlisi bu kütüphanenin içinde devasa bir akvaryum var. ordaki balıklara hiçbir şey olmayacak. sorusu olan?"

çoğumuz omuz silkmiştik. ama felix kafası karışmış bir şekilde changbin'e bakıyordu. elini yukarı kaldırdığında gözlerimi devirdim. felix'den bahsetiyorduk mantıklı bir soru sormasının imkanı yoktu.

"ben sevişirken bağırmayı seviyorum ama." sesi mızmızlanıyor gibi değilde gerçekten anlamamış gibi çıkmıştı. devam etmeden önce sol kaşını yukarı kaldırdı. "ses çıkarmayacaksak sevişmem."

changbin başta gülse de felix'in her geçen saniye ciddileşen ifadesiyle gülüşünü yuttu. "tamam. sadece felix ses yapabilir. başka itiraz?"

seungmin sinirlenmiş gibiydi. o da ses çıkarmak istediğini söylediğinde hyunjin'in  yüzü kıpkırmızı olmuştu. "bu adil değil. hyunjin senden daha iyi sevişiyor. hepinizden daha iyi sevişiyor. ses çıkarmayı ben hakediyorum."

chan, changbin ve minho alınmış olduklarını gizlemeden bağırmaya başladıklarında hala kolumun altında titreyen jeongin yüzünden yine gözlerimi devirdim. gerzekler seks sırasında bağırmak için kavga ediyorlardı resmen ve jeongin donmak üzereydi. üstümdeki kot ceketi hızlıca çıkarıp jeongin'in üzerine giydirdim.

"hyung üşürsün." ceketi iterken beni azarlamaya çalışıyordu ama bir işe yaramayacağı çok açıktı.

"üşümem ben bilmiyor musun? hadi giy, hasta olacaksın." saçlarını karıştırdığımda hala sinirli gözüküyordu. ama yumuşak kalpli biriydi jeongin, kızmak yapısında yoktu. bu yüzden ceketin kenarlarını açıp kollarını bana doladı. ikimizi de soğuktan korumak için biraz daha bana sokulduğunda kıkırdadım ve kollarımı ceketin altından ona doladım.

"bak kendini beğenmiş muşmula, avusturalyada doğmuş olman daha iyi sevişiyor olduğun anlamına gelmiyor."

"ben de avusturalyada doğdum ve söyleyebilirim ki biz süper sevişen bir milletiz. changbin destekle beni."

konuşmanın nereye gideceğini asla anlamıyordum ve açıkcası dinlemiyordum da. canım acıyordu, minho'nun söyledikleri beni çok etkilemişti. benim neredeyse tapacağım kadar mükemmel birinin kendiyle ilgili böyle konuşması beni etkilemişti.

jeongin mızmızlanmaya başlarken kollarımı ondan ayırıp yeniden altılıya döndüm. "sizin ben beyninizi sikeyim zaten hepiniz sevişiyor olacaksınız birbirinizi duymayacaksınız ki! olan bana ve jeongin'e olacak aynı şu an olduğu gibi."

herkes sustuğunda jeongin kafasını sallayıp beni onayladı. "üşüdüm ben. içeri girelim artık, yaptığınız ses umrumda bile değil."

chan hızla yanımıza geldi. ikimizi de kolları arasına alıp ısıtmaya çalışırken changbin de kapıyı açıyordu.

"özür dilerim, üşüyeceğinizi düşünemedik."

"sorun değil hyung."

ben de jeongin'in söylediğine küçük bir baş sallamasıyla katılmıştım. changbin kapıyı açtığında jeongin aramızdan sıyrılıp hemen içeri girdi. bense en iyi arkadaşıma neden kızdığımı hatırlamaya çalışıyor ve duyduğum suçluluğun altında eziliyordum.

chan çok sevgi doluydu. hep böyleydi. hepimizle tek tek ilgilenir, bir arkadaşın ya da kardeşin bile yapmayacağı şekilde yanımızda olurdu. her düştüğümde beni chan kaldırmıştı. ve metafor da yapmıyorum şu an. ilkokulda parkta düştüğümde ve ayak bileğim kırıldığında beni sırtında taşımıştı. on iki yaşımdayken annemin babamı aldattığı ortaya çıktığında ve ikisi de çekip gittiğinde chan koşarak kapıma gelmişti, babam sakinleşip haftalar sonra eve dönenene dek benimle uyumuştu üstelik. iki yıl önce matematik ödev teslim tarihimi kaçırmak üzereydim ve chan ertesi gün üniversiteye girişinin çok büyük bir kısmını belirleyecek bir sınavı olmasına rağmen sabah kadar uyumayıp benim ödevimi bitirmişti. bunlar sadece o an aklıma gelenlerdi. ben ne yapmıştım peki? beni herkesten çok koruyup kollayan bu insanın sevgilisine aşık olmuştum.

düşüncelerimden sarsılmamı sağlayan kafasını omzuma yaslayan chan oldu. evin girişindeki salonun koltuğu arkadaşlarımla dolmuştu bile. seungmin, hyunjin'in dizlerinin dibine oturmuş karşısındaki koltukta changbin kucağında oturan felix'le konuşuyordu.

jeongin kanepeye uzanmıştı ve kafasını minho'nun dizlerine koymuştu. chan ve ben yanlarına gittiğimizde diğerlerinin konuştuğu konuya dahil olmaya çalıştım.

"acıktığımı söylediğimde bana yemek alman gerekiyor. erkek arkadaşın işi budur."

"erkek arkadaşın işinin seni sevmek olduğunu sanıyordum."

"sadece aptallar böyle düşünür."

seungmin, hyunjin'e bağırırken jeongin, minho'nun dizlerinden kalkmıştı. minho'nun odadan çıktığını gördüğümde chan'e döndüm. sırıtarak yerinden kalktı. büyük ihtimalle mutfak ya da banyo gibi bir ortak kullanım alanında sevişeceklerdi. diğerleri gözlerini devirirken ben kendiminkilerin dolmaması için büyük bir savaş veriyordum. hyunjin elini omzuma koyana kadar da iyi gidiyordum aslında. ona söylediğim için pişman mıydım emin değilim. çünkü şimdi gösterdiği destek sadece ağlama isteğimi arttırıyordu. ama diğer tarafından bakacak olursam elini çekmeyeceğini biliyordum, beni bırakmayacaktı.

olanlar kesinlikle stabil olmayan zihinsel sağlığıma ağır geliyordu. üstelik saatlerdir sigara da içmemiştim. vücudumun nikotine ve ağlamaya duyduğu ihtiyaç beni de yerimden kaldırdı. hafifçe elimi hyunjin'inkine bastırıp salondaki kapıdan arka bahçeye çıktım. zaten hyunjin dışında kimse de kalktığımı farketmemişti.

gözlerim verandaya açılan camdan sürgülü kapıyı kapattığım an bir kaç damla yaşı serbest bırakmıştı. arka cebimde duran büzüşmüş paketi hızlıca çıkarıp bir dalı dudaklarımın arasına koydum. çakmağı da çıkarıp sigaramı yaktığımda yaşlar boynuma ulaşmıştı. aldığım ilk nefes bütün tüylerimi diken diken ederken başım hafifçe dönmeye başlamıştı. bütün gün hiçbir şey yememiştim ve bu saatlerdir içtiğim ilk sigaraydı, başımı döndürmesi normaldi. büyük ihtimalle oturmalıydım ama bunu yapacak gücüm yoktu. zaten kalbim tam bu bulunduğum yere yığılıp kalmamı istiyordu.

yaşlarım durmuyordu ama hiçbir ses de çıkarmıyordum. uzaktan gören biri, çok uzaktan da değil belki sadece salondakiler bile şu an yalnızca sigara içtiğimi düşünebilirdi. akan yaşlarım dışında hiçbir belirti yoktu ağladığımla ilgili.

derin bir nefes daha aldıktan sonra kapının açıldığını duydum. ellerim hemen gözyaşlarımı silmek için yanaklarıma çıkmıştı ama tanıdık ses beni durdurdu.
"jisung?"

hyunjin yanıma geldiğinde ağladığım için şaşırmış gibi değildi. derince iç çekip elimdeki yarısı bitmiş sigarayı aldığında mızmızlanacak gücüm bile yoktu. sigarayı yere atıp ayağıyla ezişini izlerken yutkundum. hemen ardından da beni kollarının arasına aldı zaten.

o saçlarımı okşarken ben hala hiçbir ses çıkarmadan gözümden akan yaşlara izin veriyordum. "biliyorum bunu duymak istemiyorsun ama böyle devam edemezsin. bu seni öldürür jisung, her seferinde minho'nun chan'e koşmasını sağlamaya devam edemezsin."

kafamı aşağı yukarı salladım. başım göğsüne gömülüydü ve ellerim öylece iki yanda sallanıyordu. diyecek bir şeyim yoktu, birlikte kalmaları için her şeyi yapacaktım. hyunjin de bunu bildiği için cevap vermemi beklemiyordu zaten.

"sizi ikinci kez gizlice sarılırken yakalıyorum. umarım bunun açıklaması birlikte olduğunuz değildir çünkü seungmin'in hapise geri dönmesini istemiyorum."

felix dalga geçerken ikimiz de gülmeye başlamıştık. hyunjin benden ayrılınca da hep beraber içeri döndük. minho ve chan tabi ki orada değillerdi.

"acıktım."

jeongin tekrar mızmızlanıyordu. hyunjin yanımdan ayrılıp kollarını en küçüğümüze dolayarak kanepeye yayıldığında ben de changbin'in dizinin dibine gitmiştim. yerde bağdaş kurmuştum, felix'in de seungmin'in yanına geçtiğini gördüm.

"yemek söyleyelim abi. şu an asla kalkıp bir şeyler hazırlayamam."

changbin'i onaylamak için kafamı salladım ve telefonumu çıkardım. iki bildirimim vardı. aslında açmak istiyordum çünkü bildirimler minho'yla konuştuğum hesaptan gelmişti ama şimdi açarsam birilerinin görme ihtimali vardı. suratımı asıp telefonu masaya bıraktım. çocuklar gene saçma bir tartışma içindelerdi.

"pizza yiyelim. dışardan söylenen en mantıklı yiyecek pizzadır."

"hyunjin kafanı sikeyim tavuk söyleyelim diyorum, niye dinlemiyorsun beni?"

"ben dondurma istiyorum amına koyayım."

"dondurma yemek mi gerzek?"

"ne bağırışıyorsunuz abi yine?"

chan kolunun altındaki minho'yla içeri girdiğinde minho'nun suratının biraz asık olduğunu farkettim. normal şartlar altında olsa zevkle katılacağı yemek tartışmasını dinlemiyordu bile.

chan jeongin'in boşta kalan yanına oturmadan önce dudaklarını hızlıca minho'nun saçlarına bastırdı. sol tarafımda hissettiğim hafif sızı yüzümü istemsizce buruşturdu. chan jeongin'in yanına yerleşip saçlarıyla oynarken minho da benim yanıma gelip yere oturdu. başını omzuma yaslamıştı. elimi saçlarına attım. onu rahatlatmak istiyordum ama kendimi suçlu hissetmeden bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. o bana bir abi gibi yaklaşıyordu ama ben ona kesinlikle kardeş gibi yaklaşamıyordum. şu an bile parmaklarım içimdeki aşk yüzünden titriyordu. en kötü tarafıysa chan'in tam karşımda oturuyor olmasıydı. o diğer arkadaşlarıyla takılıyor ve endişelenmiyordu. endişelenmiyordu çünkü bana güveniyordu. minho'ya duyduğum sevginin saflığına güveniyordu. iç çektim.

"tavuk o zaman."

"iyi, tavuk olsun. sizin ağzınızın tadını sikeyim."

hyunjin sessizce küfretmişti ama chan yine de duymuştu. hızla kafasına vururken bir yandan da söyleniyordu.

"lan düzgün konuşun artık. kimden öğrendiniz bu kadar küfürü amına koyayım?"

"nerden öğrendik harbiden amına koyayım?"

felix'in sarkastik cevabı hepimizi güldürmüştü. chan hariç tabi ki. o abartılı bir şekilde felix'in taklidini yapıyordu.

minho da kıkırdamıştı ama kafası hala ellerindeydi. nesi olduğunu merak ediyordum. kötü hissettiğini sadece ben farketmiş olamazdım aslında. ama herkes kendi halindeydi. chan ayağa kalkmış ve changbin'le telefondan yemek söylemeye çalışıyordu. seungmin ve jeongin kendi telefonlarında bir şeyler izliyordu. felix ve hyunjin de felix'in iguanasını aralarına almış yürütüyorlardı.

kimse kimseyle ilgilenmiyordu. bundan cesaret alıp yerimde hafifçe doğruldum. minho kafasını omzumdan kaldırmış ve bana dönmüştü.

"neyin var senin?"

omuzlarını silkti ve dudaklarını yaladı. bu minho'nun dilinde konuşmak istemiyorum demekti ve eğer üstelersem gerçekten sinirlenirdi. sinirlenmesini istemiyordum, çünkü hem çok korkunç oluyordu hem de, şey bunu söylemem doğru değil ama çok seksi oluyordu. nasıl olsa hazır hissettiğinde konuşacaktı bu yüzden kafamı aşağı yukarı sallayıp changbin ve chan'e döndüm. tavuk siparişini vermişlerdi.

jeongin ve felix video oyunu oynamaya, hyunjin ve seungmin de yiyişmeye başladığında ben changbin'le arka bahçeye çıkmıştım. minho ve chan'in çocukların oynadıkları oyunu izlerken sarıldıklarını görebiliyordum.

changbin ve ben bahçedeki salıncağa oturmuştuk. yemeyi söyleyeli çok olmamıştı. hyunjin elimden aldığı için bitiremediğim sigaram biraz ilerimizden bana bakıyordu. changbin çıkardığı paketi bana uzattığında gülümseyip bir dalı aldım.

çok sigara içmezdi changbin. felix'i rahatsız ediyordu kokusu ve sürekli dibinde olan bir insanın içmesini istemiyordu. benim de içmemi istemiyordu zaten bu yüzden. ayrıca chan de sigara konusunda çok hassastı, sağlığımızı bizden çok düşünürdü. hatta beni ilk kez yakaladığında bana neden sigara içmemem gerektiğini anlatan  neredeyse bir saatlik bir sunum yapmıştı. ama bazen changbin çok gerildiğinde, ya da aklını kurcalayan bir şeyler olduğunda sigara içerdi. şimdi yanında paket taşıması bir sorunu olduğu anlamına geliyordu.

o kendi sigarasını yaktıktan sonra çakmağı alıp kendiminkini yaktım. "anlat."

konuşmadan önce derin bir nefesi içine çekti. "sence felix ve ben iyi bir çift miyiz?"

kafam karışmıştı ve bu hafif bir kaş çatılmasıyla yüzüme yansıdı. sigaramdan bir nefes aldıktan sonra changbin'e döndüm.

"nasıl yani?"

"sadece, garip hissediyorum. felix'e yetemiyormuşum, o benden sıkılmış gibi."

ses tonu çok donuktu. şu an aşık olduğu kişiyle ilgili konuşuyorduk ama changbin sanki banyodaki fayanslardan bahsetiyormuşuz gibi duygusuzdu. "nerden çıkardın bunu?"

"öyle davranıyor. benimle değil. sürekli beni ekiyor ve yan yana geldiğimizde de kavga ediyoruz."

"seni seviyor."

sigarasının ucunda birikmiş külü düşürmek için hafifçe filtreye vurduğunda kıkırdadı. buruk bir kıkırdamaydı, sanki inanmıyormuş gibi.

"seviyor mu?"

bunu nasıl düşündüğünü anlamamıştım. felix, changbin'i ilk gördüğünden beri aşıktı ona. bunu hiç gizlememişti bile.

"tabi ki seviyor. sadece... o felix. o bir deli, hep böyleydi. belki de biraz gergindir. onunla konuşmayı denedin mi?"

kafasını iki yana salladı. hiçbir şey söylememişti. elimi omzuna koyup gülümsedim. "kuruntu yapıyorsun changbin. onunla konuş, sorun olmadığına eminim."

"tamam. konuşacağım."

gülümsemesine karşılık verdim. sigarasını bitirip küllüğe attı ve salıncaktan kalktı.

"içeri geçiyorum. hızlı iç, chan görmesin."

"merak etme görmez."

gittiğinde telefonumu elime aldım. bildirimler hala ordaydı. kalbim heyecanla çarpmaya başlarken bildirimin üstüne tıklayıp gözlerimi kapattım.

minho :
bak beni yanlış anlamanı istemiyorum
ama gerçekten konuşacak birine ihtiyacım var
sana kimseye söylemediğim şeyler söyledim
beni dinler misin, lütfen?

unknown :
ben seni her zaman dinlerim
ama chanle konuşmalısın biliyorsun değil mi?

minho :
yapamam
beni anlamayacak
ve diğerlerini de doldurmak istemiyorum
sonuçta chan onların arkadaşı
bu kadar dürüst davrandığım tek kişi sensin

unknown :
evet bunu biliyorum
ama neden ben

minho :
bilmiyorum
sana güveniyorum

unknown :
neyin var minho

minho :
ben
ben bilmiyorum
hiçbir şey bilmiyorum
ne hissedeceğimi ne yapacağımı
çok yorgunum tek bildiğim bu

unknown :
ben de sana nasıl yardımcı olabileceğimi bilmiyorum
özür dilerim tek yapabileceğim seni dinlemek

minho :
beni neden seviyorsun

unknown :
sen hiç kendinle tanıştın mı?
seni sevmemek mümkün değil güven bana denedim

minho :
bu soruyu az önce chane sordum

unknown :
ne dedi peki

minho :
bir şeyler
karakterimden bahsetti
yüzümden
kalbimden
beni ben olduğum için seviyormuş
her parçamla

unknown :
ama sen bu parçalar sana ait değilmiş gibi hissediyorsun

minho :
beni tanıyor gibisin
birini hatırlatıyorsun
galiba bu yüzden güveniyorum

unknown :
seni tanımıyorum
sen de beni tanımıyorsun

minho :
pekala

unknown :
minho chan seni seviyor
nedenine ne gerek var

minho :
böyle hissetmiyorum
onu özledim

unknown :
yanında değil mi?

minho :
hayır içerde oyun oynuyor

unknown :
hadi yanına git
ihtiyacın var ona

minho :
tamam
teşekkür ederim

unknown :
ben ne olursa olsun senin için burdayım
✔️✔️

telefonumu kapatıp çimenlerin arasına fırlattım. canının yanmasına dayanamıyordum. bir yanım chan'i yumruklamak istiyordu, o beyinsizi kendine getirmek istiyordum. sahip olduğu şeyin ne kadar özel ve değerli olduğunu görmesini istiyordum. diğer tarafımsa aslında sorunun chan olmadığını biliyordu. emindim ki minho onu neden sevdiğini sorduğunda chan ona tanıklık edenlerin gökkuşağı kusmasına sebep olacak bir cevap vermişti. minho inanmıyordu sadece. sevilebilir olduğuna, birinin onu tüm kalbiyle sevebileceğine inanmıyordu. bana sorarsanız bu dünyanın en saçma düşüncesiydi. minho eşi benzeri olmayan biriydi, onunla olmak için ölüp biten tonlarca kadın ve erkek vardı. kendimi saymıyorum bile, ben onun kolları arasında olabilmek için her şeyi yapardım. her şeyi.

sürgülü kapının gıcırtısıysa ağzımın yerle buluşmasını sağladı. minho üstündeki siyah tişörtü ve koyu renk kotuyla bana bakıyordu. yumuşak kahverengi saçları hafif esintiyle dalgalanıyordu ve her ne kadar aramızdaki mesafe nedeniyle imkansız olsa da onlardan süzülen minho'ya has koku ciğerlerime doluyordu.

ben ağzımı açamadan o konuşmaya başladı. "ne yapıyorsun burada?"

neden buradaydı? sadece saniyeler önce onu chan'e göndermiştim ben. omuzlarımı silkmek verebildiğim tek tepkiydi.

"sigara içmiyorsun değil mi?"

bu sefer sol kaşını kaldırmıştı. yutkundum. bu konu da çok katı olan bir diğer arkadaşım da minho'ydu. kendisi bırakmıştı ve vücuduna neler yaptığını görmüştü bu yüzden sigara içmemizden nefret ederdi. kafamı iki yana salladım.

"güzel..."

kelimesinin sonunda doğruca oturduğum salıncağa yöneldi. yanıma oturduktan sonraysa ani bir şekilde kollarını belime sardı. tüm vücudum kasılıyor ve aynı anda da gevşiyordu. minho'nun bana sarılması çok ilginç bir histi. aynı anda hem bu kollara aitmişim, hem de asla olmamam gereken bir yere zorla giriyormuşum gibi hissediyordum.

"hyung?"

"konuşmak istemiyorum."

çenesini kafama yaslamıştı. içimde minho'yla arasında bir şey olabileceğine inanan bir jisung'dan bahsetmiştim ya, o şu an mutluluktan ağlamak üzereydi. ben ona chan'e gitmesini söylemiştim ama o buradaydı. benimleydi. iyi bir dost olmam gerektiğini söyleyen realist tarafım beynimi susturmaya çalışıyordu.

"merhaba?"

bahçenin girişindeki beyaz çitlerin önünde kahverengi saçlı bir çocuk duruyordu. eli havadaydı ve bizimle konuşuyordu. minho kafasını kaldırdı. şüpheci bakışları hemen yüzünü ele geçirmişti, sol kaşı da hafifçe yukarı kalkmıştı. çocuğu süzdükten sonra bana döndü.

"bu kim şimdi?"

bilmediğimi söylemek istercesine omuzlarımı silktim. çocuk bahçeye girip yanımıza gelmişti. yorgun gözükmesine rağmen gülümsüyordu.

"merhaba! hoşgeldiniz. ben sangyeon, changbin'in arkadaşları olmalısınız."

"evet."

minho hala havada duran kaşıyla konuşuyordu. kabalaştığımızı düşündüğüm için ayağa kalktım. karşımda duran benden uzun çocuğun elini sıkarken gülümsüyordum.

"sen de öylesin galiba. ben jisung, bu da minho."

çocuk elimi içtenlikle sıkmıştı. güzel gülümsemesi dudaklarındaydı. yakışıklı biriyidi, üstündeki sıradan kot pantolon ve beyaz kapüşonluya rağmen bir prensi andırıyordu.

"tanıştığıma çok sevindim. changbin'in geleceğini biliyordum ama sizden bahsetmemişti."

"izin mi alması gerekiyor?"

minho saldırırcasına sormuştu. arkamı dönüp ona uyaran bir bakış gönderdim. bu kadar sert olmasına gerek yoktu, daha yeni tanışmıştık üstelik. ama minho, bunu ya da beni umursamamış ve tüm pasif agresifliğini göstererek omuz silkmişti.

"sadece şaşırdım. bir şeyi böldüysem özür dilerim."

"bölmedin-"

"böldün. bir daha yapma."

ben daha cevap veremeden minho yine beni susturmuştu. kollarını çaprazlayışı ve  dudağının kenarında hafifçe beliren gülüşü sinirlendiğini gösteriyordu. nedenini anlamamıştım sadece.

sangyeon'a tekrar dönmeden önce minho'yu yine gözlerimle uyardım, beni ciddiye almıyordu ama elimden de bir tek bu geliyordu.

sangyeon'un yaşından emin değildim ama benden büyük duruyordu. büyük ihtimalle chan'le yaşıt falandı.

"bölmedin hyung. istersen içeri geçelim, eminim changbin seni gördüğüne sevinir."

minho'nun isyankar inlemesini duymuştum ama ona tekrar dönmedim. sangyeon hyung beni onaylamıştı ve beraber içeri geçmiştik. yani ben ve sangyeon hyung yan yanaydık ve minho da arkamızdaydı.

içeri girdiğimizde hala herkes kendi halindeydi. jeongin ve felix hala tekken oynuyorlardı. seungmin ve hyunjin yiyişmeyi kesmişlerdi ama seungmin hyunjin'in kucağından kalkmamıştı, galiba bir şeyler izliyorlardı. chan'se jeongin ve felix'in oynuna odaklanmıştı. changbin'i görememiştim ama dış kapıdan gelen zil sesiyle mutfaktan çıktığında rahatladım.

kapı zili herkesin dikkatini dağıtmıştı. sangyeon hyunga yemek söylediğimizi söylemek için kulağına yaklaştım. minho aramızdan sertçe geçip kapıya doğru ilerledi. isteyerek bu kadar sert davrandığını farketmiştim ama nedenini anlamamıştım. içimdeki minho'yla bir şeyler yaşayabileceğine inanan jisung'sa şu an hiç düşünmemesi gereken şeyler düşünüyordu.

minho ve changbin ödeme yaparlarken sonunda oyunla ilgilenen tayfa bize döndü. hepsi ayağa kalkmıştı ve zaten bir kaç saniye sonra changbin ve minho ellerinde yemeklerle salona gelmişlerdi.

"sangyeon hyung?"

changbin'in dudaklarında büyüyen gülümsemeyi gördüğümde ben de gülümsedim, sangyeon hyung sevdiği bir arkadaşı olmalıydı.

odadaki herkesin dikkati sangyeon hyung'a dönmüştü. herkes sessizce onu izlerken changbin koşup kollarını sangyeon hyung'un boynuna sardı. ikili bir süre sonra ayrıldıklarında hala birbirlerine gülümsüyorlardı.

felix tek kaşını kaldırmış olayları izliyor, bir yandan da joe'nun başını okşuyordu. minho önce changbin'e daha sonra da felix'e bakıp gözlerini devirdi ve kendini yere atıp chan'e sokuldu.

chan'in çenesinden tutup dudaklarına yapıştığında benim acıdan kıvranmam gerekiyordu aslında ama o an farkettiğim şey vücudumdaki varlığından hiç hoşlanmadığım başka bir jisung'u uyandırdı, chan'i yumruklamak isteyen jisung'u. çünkü chan, dudakları minho'nunkilerle bitişikken sangyeon'a bakıyordu.

•••

Continue Reading

You'll Also Like

38.9K 8.2K 25
kim taehyung, intiharın eşiğindeyken jeon jungkook ile tanışır. agust d - so far away
569K 64.3K 40
çapkın bir omega olan kim taehyung, kızgınlıklarını geçirmek için gözüne alfa jeon jungkook'u kestirir
143K 5.9K 33
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
70.4K 3.1K 27
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...