Kapak Modeli 🌙Yarı Texting🌙...

By __SAS__

4.3M 319K 64.3K

Kendi halimde Wattpad'de hikayemi yazıyordum. Ta ki fotoğraflarını kullandığım Amerikalı aktör, 'Ne hakla fot... More

Merhaba
Tanıtım
#1
#2
#3
#4
#5
#6
#7
#8
#9
#10
#11
#12
#13
#14
#15
#16
#17
#18
#19
#20
#21
#22
#23
#24
#25
#26
#27
#28
#29
#30
#31
#32
#33
#34
#35
#36
#37
#38
#39
#40
#41
#42
#43
#44
#45
#46
#47
#48
#49
#50
#51
#52
#53
#54
#55
#56
#57
#59
#60
#61
#62
#63
#64
#65
#66
#67
#68
#69
#70
#71
#72
#73
#74
#75
#76
#77
#78
#79
#80
#81
#82
#83
#84
#85
#86
#87
#88
#89
#90
#91
#92
#93
#94
#95
#96
ALFA YAYIN GRUBU'NDAYIM!
#97
#98
#99
Final (1. Kısım)
Final (2. Kısım)
Epilog

#58

37.1K 2.9K 465
By __SAS__

Barbekünün ikinci yarısı nispeten daha olaysız geçti. Sorgulamam bitmiş görünüyordu, kırılabilecek kalplerden bahsetmedik, Rus kadınlarını da daha fazla çekiştirmedik.

İkinci posta etler de bittiğinde Fred evine döndü, biz de barbeküyü temizleyip masayı topladık. Güneş iyiden iyiye alçalmaya başladığında gitme vakti gelmişti.

Macy ben dönmeden bir daha uğrayacağımıza söz verdirdi. 'Büyük bir zevkle' dedim. Gerginliğim geçince epey eğlenmiştim aslında. Tanışma en zor kısımdı. Yani artık uğramamamız için bir neden yoktu. Tabii uğrardık. Ben dönmeden.

****

Arabaya bindiğimizde Jimmy beni Malibu'ya götürmek istediğini söyledi. Tıka basa da yemiştik üstelik! Kumsalda bir yürüyüş iyi gelebilirdi.

Santa Monica'dan yola çıktıktan yirmi-yirmi beş dakika kadar sonra Malibu'daki Escondido Beach'e ulaştık. Arabayı park edecek yer bulana kadar bir yarım saat daha geçti fakat!

Kumsala daracık bir merdivenden nihayet inebildiğimizde yüz metre kadar solumda pahalı görünen birkaç villa buldum. Sağ tarafımda kumsalın kalan kısmı ilerideki buruna kadar uzanıyordu.

Etrafta kimseler yoktu. Dalga seslerinden başka hiçbir şey duyulmuyordu. Tabii bir de martı çığlıkları. Henüz mart ayıydı tabii. Kaliforniyalıların okyanus sezonunu açtığını sanmıyordum. Üstelik güneş de ufukta iyice alçalmıştı; o gün buraya gelen olduysa bile çoktan evlerine dönmüşlerdir diye geçirdim içimden.

Jimmy aklımı okudu sanki. "Park sıkıntı olduğundan yüksek sezonda bile çok aşırı kalabalıklar olmaz burada."

Gözlerimi kapatıp temiz havayı ciğerlerime çektim. Rüzgâr yok gibiydi. Dalgalar usul usul kıyıya vururken acele etmiyorlardı. Güneş batmak üzere olsa da hava hala serin sayılmazdı. İstanbul'da olsa asla katlanamayacağım martı sesleri bile güzel bir şarkının eşlikçisi gibi geldi bana orada. "Çok huzurlu," dedim derin bir nefes daha içime çekerken.

*Etrafta kimse yokmuş gibi yapıyoruz! 😁

"Beğendiğine sevindim," dedi Jimmy gerçekten sevinmiş görünürken.

Geldiğimden beri ne zaman mutlu hissetmeye yeltensem, hemen ardından büyük bir karamsarlık takip ediyordu. Yorulmuştum artık önce dünyanın en tepesinde, sonra en dibinde kendimi bulmaktan.

Zamanımız ne kadar kısıtlı, ne kadar değerliydi oysaki. Her zaman kafamızın bir köşesinde yazılı duran bu gerçek en çok o akşamüstü koydu bana.

Jimmy'nin sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. "Buraya sörf yapmaya geliyorum arada. Malibu'da paparazzilerin fazla uğramadığı yerlerden. Hele de bu mevsimde."

"Sörf yapıyor musun sen?"

'Bu da soru mu? Sen de!' der gibi yüzüme baktı. Sırıttı. "Ben Kaliforniyalıyım."

Buruna doğru yürümeye başladığımızda villalar arkamızda kalmıştı. "Sörf Türkiye'de çok popüler sayılmaz."

"Yüzmeyi öğrendiğim günden beri bir sörf tahtam hep oldu." Omzuyla omzuma dokundu hafifçe. "İstersen sana da öğretebilirim."

"Çok geç değil mi benim için?"

"Elli yaşındaymışsın gibi konuşma lütfen. Pek çok sörfçü senin yaşlarında başlıyor. Ayrıca elli yaşında olsan da fark etmez. Sörf öğrenmek için hiçbir zaman geç değil."

Düşündüm. Koca koca dalgaların üzerinde oyuncak gibi görünen sörfçüler ve tahtaları. "Bana hep çok zor bir spor gibi görünmüştür..."

"Önemli olan birkaç nokta var. İyi bir yüzücü müsündür mesela?"

Herhalde yani. İzmirliydim ben! "Evet."

"O zaman sorun yok." Vücuduma şöyle bir baktı. Her zaman olduğundan daha farklı, daha profesyonel bir gözle. "Biraz güçlenmen şart tabii. Sörf tahtasının üzerinde dengeni sağlayabilmen lazım. Pek çok kez sörf tahtasından düşeceksin öğrenirken ama sonrası bisiklete binmek gibi. Hayatta unutmazsın."

"İzmir'de rüzgâr sörfü oldukça popüler. Aslında genel olarak tüm Ege kıyılarında. Pek çok okul var."

Gözleri ilgiyle parladı. "Gerçekten mi?"

"Evet. Ama öğrenmek hiç aklımdan geçmedi. Üşendiğim için muhtemelen."

Üşengeçliğim karşısında kafasını iki yana salladı gülerken. "Deneyebiliriz. Doğal yeteneksen bir günde bile öğrenebilirsin."

"Ben biraz şüpheliyim ondan!"

"Ben sana inanıyorum, kendini bile şaşırtacaksın eminim. Amerikan futbolunda ne kadar yetenekli olduğun ortada!" Elleri ceplerinde, ayakkabısını yürüdükçe yere sürterken kumda benimkilerden daha derin izler bırakıyordu. Afacan bir çocuk gibi. "Bugün tam planladığım gibi gitmese de," dedi gözleri uzaklarda. "Seni sevdiler."

"Emin misin?" diye sordum biraz tedirgin. Teyzesi sonradan yumuşamış görünse de annesi bence tam bir kara kutuydu!

"Annem normalde konuşkan değildir. Ama seninle uzun uzun konuştu. Ve sıkılmadı. Sevdi seni. Ve teyzem seni sevmeseydi emin ol açıkça belli ederdi bunu."

"Nedense ondan hiç şüphem yok!"

"Sadece çok konuşur ama özünde iyi bir insandır."

"Söyledim sana. Teyzenin ve hatta Fred'in endişelerini anlayabiliyorum. Teyzen seni çok seviyor. Ve benim senin kalbini kıracağımı düşünüyor. Beni uyardı."

Hiç şaşırmadı nedense. "Uyarmıştır eminim.*" Yandan bir bakış attı bana dudaklarının yanında yine o iki çizgi belirdiğinde. "Ama kıracaksın değil mi?*" (*I'm sure she did. **But you're going to break it anyway, right?)

Durdum. "Neden ailecek böyle düşünüyorsunuz siz?"

O da tam karşımda durdu. "Çünkü sen tam da öyle birisin. Teyzem zeki bir kadın,*" dedi gururla. (*Cos you're just the type. My aunt is a smart woman)

Yüzümü yalandan buruşturdum. "Zavallı Jimmy K. Simpson. Kalbi kırılacak." (*Poor Jimmy K. Simpson. He'll have his heart broken.)

"Herkesi ağına düşürüyorsun bir bir. Sanırım Fred bile bir hayranın artık!"

"Sona doğru ısmarlama gelinlerden bahsetmeyi bıraktı gerçekten."

"İyi bir işaret." Elini uzatıp parmaklarını parmaklarımın arasına geçirdi. Kenetlenmiş ellerimize bakarken "Zaman akıp gidiyor," dedi sessizce. "Anın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Düşünmemeye çalışıyorum ama kimi kandırıyorum ki? Tek düşünebildiğim şey bu."

Benim de tek düşünebildiğim şey buydu. "Böyle olacağını biliyorduk," diye mırıldandım Jimmy'nin geride bıraktığı ayak izleri dalgalarla usul usul silinirken. (*We knew it would come to this.)

"Böyle olacağını biliyor muydun cidden? Ben bilmiyordum. Böyle hissedebileceğime dair hiçbir fikrim yoktu." (*You honestly knew it would come to this? I didn't. I had no clue I could feel like this)

"İçten içe korktuğum buydu benim galiba." Ama buradaydık işte. Derin bir iç geçirdim. "Neden bu kadar zor Jim?"

Elleri omuzlarımı buldu. "Çünkü her şey bir yapbozun parçaları gibi yerine oturdu. Şimdi de onu parçalamaya çalışıyoruz." (*Because everything fit just like a puzzle. And now we're trying to tear it apart.)

"Parçalar tekrar bir araya gelebilir ama..."

"Ben de öyle umuyorum," derken elini uzatıp yanağımı okşadı.

Sonra birden geri çekildi, tişörtünü çıkardı. Pantolonunu indirmeden yetiştim. Elini yakaladım. "Ne yapıyorsun?*" (*What are you doing?)

"Ne yapıyorum gibi görünüyor? Suya giriyorum." (*What does it look like? I'm getting in.)

Kaliforniyalılar düşündüğümün aksine sezonu erken açıyordu galiba!

"Aklını mı kaçırdın sen? Hava yirmi dereceden sıcak olamaz!*" (*Are you insane? It can't be more than 20 degrees)

"Eminim hava sıcaklığı çok daha yüksek!*" (*I'm sure it's a lot more than that!)

Gözlerimi kıstım. "Celsius cinsinden!*" (*In celsius!)

Kime söylüyorum ama ben? An itibariyle üzerinde yalnızca boxer'ı kalmıştı.

Dalmadan hemen önce "Senin başka bir gezegenden olduğunu unutup duruyorum!" dedi. (*I seem to forget you are from another planet!)

Uzunca bir süre suyun altından ilerlediğini gördüm hayal meyal. Sonra metrelerce ötemden çıkıp saçlarını geri savurduğunda su damlacıklarından oluşan bir yay omzundan arkasına doğru belirip kayboldu.

Bir cesaret sandaletlerimi çıkarıp ayaklarımı suya sokma gafletinde bulundum. Boş bulunup "Siktir," dedim can havliyle. Türkçe. Parmak ucumdan saç diplerime kadar ürpermiştim.

"O da neydi öyle?*" diye sordu Jimmy. Bir şeyi de kaçır be adam. (*What was that?)

"Hiçbir şey," dedim hızlıca.

"Kulağa bir şey gibi geldi.*" (*It sounded like something.)

"İlla bilmen gerekiyorsa küfür ettim. Türkçe.*" (*If you must know. I swore. In Turkish.)

"Tekrar eder misin?*" (*Can you repeat that?)

"Etmemeyi tercih ederim." (*I'd rather not.)

Gözlerini açıp kaşlarını kaldırarak "Sit-tir?" diye sordu hatırladığı kadarıyla.

Her Türk bu zevki bir gün tadacaktır.

Kendimi hiçbir zaman bir yabancıya Türkçe küfür öğretecek pozisyonda bulmamıştım daha önce. "'Siktir' aslında,*" dedim sıkıntıyla. (*Sik-tir to be exact)

Kaşlarını çatıp güzide küfrümüzü büyük bir dikkatle telaffuz etti. "Sik-tir." Anlamını kendisi bulacakmış gibi derin düşüncelere daldı bir an. "Ne anlama geliyor?" diye sordu bulamayınca.

"Fuck demek. Ama çok amaçlıdır. İngilizcedeki gibi. Kızgınken üzgünken ya da şaşırdığında söyleyebilirsin."

"Anlaşılan üşüdüğünde de?"

Omuz silktim. "Öyle görünüyor."

Hafif bir gülücük çıktı dudaklarından. "Çok kullanışlıymış."

"Öyledir."

"Bana başka kötü kelimeler de öğretmelisin," dedi yapmaması gereken büyük bir keşif yapmış gibi yaramaz.

"Dil okulundaki ergen erkekler gibi mi? Birbirlerine kendi anadillerindeki küfürleri öğretmek genelde ilk aktiviteleri olur."

"Dil okuluna hiç gitmedim. Ama çok eğlenceli bir aktiviteymiş bence!"

"Küfür etmek benim özellikle eğlenceli bulduğum bir aktivite değil."

"Hadi yanıma gel o zaman," dedi cesaret verici bir sesle.

Suyun içindeki ayaklarımı hatırlayınca yeniden ürperdim. "Parmaklarımı hissetmiyorum. Buz gibi."

"Biraz hareket etmen gerekiyor tabii."

"Böyle iyi bence."

"Hadi ama." Bir kez daha dalıp çıktı. Saçlarını savurdu. Ah. "Canım sıkılmaya başladı burada tek başıma."

Can sıkıntısı değildir bence o! Bozuntuya vermiyordu ama bence içten içe takırdıyordu. "Ben böyle iyiyim. İşin bittiğinde geri dönebilirsin."

"Su harika. Ne kaçırdığını bilmiyorsun!"

"Ayaklarım suyun içinde. Yalan söylediğini biliyorum!"

"Tamamen girdikten sonra çok daha iyi. Yemin ederim."

"Mayom da yok."

"Ve benim var?"

"Sen erkeksin."

"Bunun benim erkek olmamla ne ilgisi var? Bazen cidden mantığını anlayamıyorum."

Boğaz'da her yaz görüyorduk biz ne ilgisi olduğunu. "Erkekler iç çamaşırlarıyla denize ya da," Okyanusu gösterdim işaret parmağımla. "Bizim durumumuzda okyanusa tabii, girmekten özel bir zevk duyuyor gibi. Yazın İstanbul'da iç çamaşırıyla denize giren yüzlerce adam görebilirsin."

"Sanırım bazı şeyler değişmiyor. Nerede olursan ol."

"Erkekler her yerde aynı."

Yüzünde yaramaz bir gülümseme vardı şimdi. "Aslında ben çıplak olmayı tercih ederdim. Ama sen dehşete düştüğün için boxer'ı çıkarmadım.*" (*I'd prefer naked. But you were so appalled that I had to keep the boxer.)

"Çok şükür.*" (*Thank God.)

Sabırsız bir homurtu çıkardı. "Sadece şu üzerindekilerden kurtulacaksın işte. İstersen tamamından. Ben kolay kolay dehşete düşmem."

"Senin aksine kamusal alanda çıplaklık benlik bir şey değil.*" (*Unlike you public nudity isn't my thing)

"Tüh.*" (*Shame)

"Bunca zaman nasıl oldu da kıçını Twitter'da paylaşmadılar merak ediyorum!*" (*I wonder how you managed not to have your ass posted on Twitter for so long.)

"Ne zaman soyunmam gerektiğini bilirim.*" (*I just know when to get butt naked.)

Gözlerimi devirdim.

"Hadi ama. Lütfen. Yanıma gelir misin artık?"

Tam ikna oluyordum ki üzerimdekileri çıkaramadan yeniden dondum kaldım. "Bekle bir saniye. Peki ya köpekbalıkları?"

"Ne olmuş onlara?"

"Köpekbalığı yok mu?"

"Tabii ki var," dedi makulce.

Yine dehşete düşüyordum işte ama! "Hiç endişelenmiyor musun?"

"Genelde ölümcül olmuyorlar."

"Genelde?"

"Tüm Kaliforniya'da son yüz yılda en fazla on-on beş ölümcül saldırı olmuştur. "

"Epey rahatladım," dedim alayla.

"Boğulma ihtimalin daha yüksek. Emin olabilirsin."

Daha da rahatlamıştım şimdi! "Düşük bir ihtimal de olsa diyelim ki köpekbalığıyla karşılaştık. O zaman ne olacak?"

"Küçükler zaten zararsızdır. Olur da büyük beyaz köpekbalığı görürsen burnuna yapıştır bir tane. Afalladığında kaçacak kadar zamanın olur tahminen."

"Harika!"

"Evet. Bekliyorum?" dedi sabrı tükenirken. "Biraz daha beklersen ben oraya geleceğim."

Her türlü ıslanacaktım anlaşılan. Acısız bir kerede halletmeliydim bunu. Ağda gibi. Bandı yapıştırıp cart diye çekecektin bir kerede.

Ya şimdi ya hiç.

Üzerimdekileri çabucak çıkarıp – iç çamaşırı hariç – köpekbalıklarını ya da delici soğuk suyu düşünmeden, gözümü karartıp balıklama daldım.

Kafamı yüzeye saniyeler sonra çıkardığımda üst çenem alt çeneme çarpmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu. "Sen tam bir yalancısın!" diye bağırdım Jimmy'ye.

O buna karşılık "O kadar da kötü değilmiş değil mi?" diye sordu gevşek gevşek.

"Donarken öyle bir his geliyormuş sonradan," diye söylendim. "Ölmeden hemen önce."

Yüzü su damlalarıyla ışıl ışıldı. Mavi okyanusun yansıdığı gözlerinde muzip bir gülüş vardı. Beyaz dişleri pırıl pırıldı. "Sen de biraz huysuzsun. Bana sürekli birini hatırlatıyorsun!"

Ellerim iki yanımda, bacaklarımı öne arkaya savurdum. Hava hızlıca kararmaya başladığından suyun dibini seçmek imkânsızdı artık. "Köpekbalıkları için çok kolay avlarız. Geldiklerini bile fark etmeyiz burada."

"Onlar genelde dipteki ufak balıklarla besleniyor. Onları kışkırtmadığın sürece seni o kadar ilginç bulmayacaklardır."

"En favori yemekleri olmadığıma çok sevindim doğrusu!"

Etrafımda döndüm birkaç kez. Diğer opsiyon dondurucu suyun içinde kaskatı kesilip dibe çökmekti.

Sonra bir şey fark ettim! Harika bir şey!

"Biliyor musun ilk kez okyanusta yüzüyorum!*" (*You know this's my first time swimming in the ocean!)

Jimmy dudaklarını büktü. "Ve neredeyse başaramayacaktın.*" (*And you almost didn't make it.)

İleri atılıp sırıtırken omzuna ıslak bir şaplak patlattım. "Gıcıklık yapma!" (*Don't be a jerk!)

Omzu acımış gibi geri çekildi bir an. "Dayanamıyorum...*" Sonra birden havadaki elimi tutup beni kendine çekti. Karşı koymadım. Suyun içinde sessizce süzüldüğümde vücudu hafifçe vücuduma değdi. "Bunu ilk kez deneyimlediğinde yanında olan kişi olduğum için mutluyum,**" dedi yavaşça. (*Can't help it... **I'm glad I'm the one beside you as you experience it for the first time)

O an gözlerine saplanıp kaldım. Bakışları öyle sıcak, öyle gerçekti ki. Elim ben beynime komut gönderemeden çenesini, oradan yanağını buldu. Baktık sadece birbirimize. Onu bilmiyorum ama ben bu anı, belli belirsiz birbirine değen buz tutmuş vücutlarımızı, belimdeki elini, gözlerindeki bakışı beynime kazımaya çalışıyordum. Binlerce kilometre uzakta olduğumda gözümü kapadığım zaman bu anı yeniden yaşayabilmek istiyordum.

"Gözlerini annenden almışsın,*" dedim sonunda fısıltıyla. (*You have your mother's eyes)

Dudaklarında hafif bir tebessüm belirdi. "Başta bunun iyi bir fikir olup olmadığını bilmiyordum ama tanıştığınız için seviniyorum." Bir an tereddüt etti. "Sanki şimdi onlarla da tanıştığına göre, benden ne kadar uzakta olursan ol ailemi tanıyorsun. Bu bir şey ifade ediyor değil mi?" (*At first I didn't know whether this was a good idea. But now that you've met them, no matter how far away you will be, you've met my family. That's gotta mean something, right?)

"Evet," dedim. "Bir şey ifade ediyor..."

"Güzel. Yoksa teyzem asla peşini bırakmaz," dedi hain hain.

Gülmem gerekirdi belki ama benim gözlerim doldu. Boynuna sıkı sıkı sarıldım. "Seni seviyorum, Jimmy," dedim titrek dudaklarım kulağına değerken.

Kolları belime dolandı. "Sonsuza kadar beni sevdiğini söylemeni dinleyebilirim..."

Mümkünse daha da sıkı sarıldım. Cidden boğulma ihtimalimiz artık daha yüksekti! İkimiz de okyanusun dibini boylayacaktık. Az kalmıştı. "Seni seviyorum. Çok fazla. O kadar çok ki göğüs kafesime sığmıyor kalbim." O an yüzüne bakıyor olsam kurduğum cümlelerin yarısını kuramadan kitlenir kalırdım. Ben hiç böyle cümleler kurmamıştım çünkü. Ama kafamdan geçen her şeyi söylemek istedim. Gözleri öyle bakan bir adamın bilmesi gerekirdi. "Buradan ayrıldığımda bir parçam sende kalacak. Evimde de olsam yarım kalacağım. Hissediyorum. Nasıl böyle bir şey mümkün olabilir hiçbir fikrim yok."

"Bana sorma. Benim de hiçbir fikrim yok," diye mırıldandı alnı omzumun üzerinde.

Boynunu rahat bırakıp geri çekildim. İçimi acayip bir korku kaplıyordu. Elimde değildi. "Gittiğimde beni hemen unutmazsın değil mi?"

"Seni unutmak mı?" Alaycı ama hüzünlüydü gülüşü. "Sanki mümkün öyle bir şey..." Elleri çenemi kavradı. Gözlerimin en içine baktı uzun uzun. "Seni seviyorum, Kübra. Bu dünyadaki her şeyden çok seviyorum. Her şeyi yapabilirim. Her şeyi. Nasıl böyle bir şey mümkün bilmiyorum. Belki bu yüzden huysuzluğum. Ama nerede olursan ol hatırla bunu. Eğer ellerimi tutmaya devam edersen asla bırakmam seni." (*Forget about you? As if something like that could be possible... I love you, Kübra. I love you more than anything in this whole wide world. I'd do anything. Anything. Now I don't know how this is possible. Maybe that's why I'm so cranky about this whole thing. But wherever you are remember this. If you keep holding my hands I'll never let go.)

Beni açmış, susuz kalmış gibi öpmeye başladığında, tuzlu dudaklarında okyanusun kalbini buldum sanki. Teni tenime değdiğinde binlerce günden kalma güneş huzmelerini hissettim.

Üşüdüğümü unuttum. Nerede olduğumu unuttum. Kendimi unuttum kolları arasında. Dakikalar mı geçti? Yoksa saatler mi?

Kıyıdaki evlerin ışıkları bir bir yandı. Ay yükseldi, yıldızlar etrafında parlamaya başladı.

Ama en parlağı benim parmaklarımın ucundaydı.

Yetiştim! 😎 Birazdan canlı yayında görüşmek üzere! 😍😘🎈

Instagram: @sezen.aksin

Continue Reading

You'll Also Like

3.1K 553 136
Kapak @Esranurer7'e aittir. Hani bir eksi bir artıyı götürür ya matematikte, Senin her gidişin ne var ne yok götürüyor benden. Bir daha gelmesin, sev...
Hocam+18 By B.

Short Story

78.4K 812 13
Öğrencisine takıntılı olan bir öğretmen ve hiç bir şeyden haberi olmayan o kız..
94.9K 10.4K 22
Yanlış hissetmek diye bir şey yok. Belki o senin hislerini paylaşmıyor olabilir ama bu senin yanlış hissettiğin anlamına gelmez. Büşra Köprü
3.9K 314 6
Tüm hayatını mesleğine adamış Bir Komutanın ve Tüm hayatını o Komutana adamış bir Kadının hikayesi bu. Barlas Oktayın Şehit haberi geldiğinde onun be...