Yol Hali

By nimlahza

87.7K 7.7K 3.7K

"Selamünaleyküm şu anda Yol Hali'ndesiniz. Beni tanımayanlarınız varsa tanışalım ben Yol. Bu da Halim ve bu p... More

0
1.00
1.01
1.02
1.03
1.04
1.05
1.06
1.07
1.08
1.09
1.10
2.00
2.01
2.02
2.03
2.04
2.06
2.07
2.08
2.09
2.10
2.11
2.12

2.05

3.3K 304 128
By nimlahza

Selamünaleyküm burada birkaç şeye cevap verip sonra sizi bölümle baş başa bırakacağım. 

1- Bölümlerin başında yazan cümleler benim cümlelerim, kitabın kurgusu içinde ilk kısımdakiler Gülsüm'ün günlüğünden; ikinci kısımdakiler ise yine gerçekte var olmayan bu kitabın kurgusu için Yol Hali diye adlandırdığım tamamen kurgu bir podcastten (podcastin ne demek olduğunu bilmiyorsanız önceki bölümlerden birinde bölüm sonuna yazdım. Görmediyseniz cevabı internette de bulabilirsiniz.) parçalar. 

2- Yani Yol Hali adında bir podcast ne yazık ki gerçekte yok. (İnanın ben de büyük bir hayal kırıklığı içindeyim.)

3- Yol Hali'inden alıntı yapabilirsiniz şu şartla: alıntıladığımız şey kendinizinmiş gibi davranmayın, kitabın adını ya da benim kullanıcı adımı alıntının sonuna ekleyin.

4-Merak ettiğiniz soruları bu kısımda sorabilirsiniz bir sonraki bölümde cevaplamakta sakınca görmediklerimi cevaplarım inşaAllah.

5- Yol Hali'ni -uzun ya da kısa ne kadar sürer bilmem ancak- inşaAllah bitirmeyi planlıyorum.

Şimdi huzurlarınızda yeni bölüm...


🍃

" En başta bana uymayan bir yolda düşe kalka ilerlemeye çalıştım. Benim olmayan bir yolu sanki benim gibi adımlamaya denedim. Fakat her seferinde en ufak taşlara takıldım. Her seferinde bir adım daha gitmek istemediğimden adımın nasıl atılacağını bilmez oldum.

 Arzusu olmayınca ne kendi kalbini mutmain kılabiliyor insan, ne de o halle Rabbini gerçekten razı etmeye çalışabiliyor. Fakat kendi yolundaysa insan; en çorak arazilerde gül bahçesi, en dik uçurumlarda rahat aşılacak köprüler ve en zor yokuşlarda düz yürünecek  patikalar görür.  Eğer niye var edilmiş olabileceğinize dair en ufak bir fikriniz varsa, bazen tüm engelleri aşmak için biraz cesaret yeter. Çünkü insanı yoktan var eden Allah, yolu da yoktan var edebilir. Yeter ki siz salih  bir niyetle yürümeye niyet edin..."

Yol Hali podcasti 10.bölümden

🍃

"Mahşer gününün bir küçüğü..." diye geçirdi içinden Gülsüm, etrafına şaşkınca bakınırken. Gerçekten yetmiş iki millet oradaydı. İnanılmaz bir telaş ve soluksuz bir acele vardı. Bütün vezneler, bütün kiosklar, bütün danışmalar karınca kolonileri gibi üst üste insan kaynıyordu. Her yerde sıra, her köşede kalabalık vardı. Avuçlarının arasındaki pasaportunu dalgınca okşarken çevredeki hummalı izdihama kapılmıştı. Önce parlak yeşil ve mavi karışımı saçları olan bir kız dikkatini çekti, gözleriyle onu takip ederken neden sonra onun hemen yanından geçen hindistanlı olduklarını düşündüğü sareeli üç kadına takılı kaldı. Kendi aralarında konuşup gülüşüyorlardı. Onlarla gülümserken hemen yanlarından geçen peşlerinde sürükledikleri küçük valizleri ve bire bir aynı açık mavi üniformalarıyla uçak mürettebatını izlemeye koyuldu. Hostesler ve pilotlar kalabalığın içinde yitip gittiğinde onların kaybolduğu tarafta beliren Arap olduğu belli olan kanduralı adamları incelemeye durdu. Peşinden de bakışları, havalimanının çatısını dengeleyen yüzlerce sütundan birinin dibine oturmuş kucağındaki bilgisayarda hararetle bir şeyler yapan çekik gözlü adama takıldı. 

Kulağına onlarca yeni dil çalınırken içindeki hayret giderek büyüyordu. Her yer, her yer insan doluydu. Zenciler, beyazlar, çekikler... Koskoca dünyanın içindeki minicik beneklerden biriydi genç kız. Ve bunun idrakine gerçekten ilk kez o anda varıyordu.  

Aniden sağ omzunda hissettiği darbeyle hafif öne sendelerken içine düştüğü hayret çukurundan bir anda çıkıverdi. Omzunun üstünden sağına baktığında batılı olduğu her halinden belli olan adamın "Sorry..." diyerek aceleyle yoluna devam ettiğini gördü. Bu devasa mekanda ondan başka herkesin acelesi var gibiydi. Adama da suç bulmadı, zira yolun ortasında avare gibi dikilen kendisiydi. 

Şaşkınlığından iyice sıyrıldığından yolun ortasında dikilmek yerine bir köşeye geçmeyi akıl etti. Gözüne kestirdiği diğerlerinden daha tenha gibi görünen Kabil tabelalı THY bankosundaki sıranın sonuna geçti. Tam önünde biri ilkokul çağlarında, diğeri lise öğrencisi gibi duran iki oğlan, oğlanlarla aşırı derecede benzerlikler taşıyan uzun boylu yuvarlak burunlu esmerce bir adamdan oluşan bir aile duruyordu. Kendi aralarında Gülsüm'ün çıkaramadığı bir dilde konuşuyorlardı. Adam genişçe gülümseyerek bir kaç kelime edip küçük oğlanın siyah saçlarını karıştırınca küçük oğlan içten bir kahkaha attı. Gülsüm onları biraz daha izledikten sonra yine havalimanının kalabalığına dalıp gitti.

Öyle çok insan vardı ki, Gülsüm hala kendinin koca çölde bir kum tanesiyle ancak kıyaslayabileceği gerçeğine takılı kalmıştı. O kadar küçük, o kadar önemsiz... Onca rengin ve desenin arasında sıradanlığı yüzüne çarpan koca bir gerçekti. Genişçe gülümsedi yol daha ilk adımda ona hayatın gerçeklerinden parçalar vermeye başlamıştı. O anı içinde sonsuza kadar saklamak istercesine derin bir nefes aldı genç kız. Her saniyeyi hafızasına kazırcasına baktı etrafa. Sırası geldiğinde heyecanla pasaportunu uzattı, bankodaki görevli güleryüzle işlemini yapıp ona iyi seyahatler diledikten sonra genç kız ona tüm içtenliğiyle teşekkür edip sırtındaki çantası ve boynundaki fotoğraf makinesiyle bankodan ayrıldı. 

Devasa alanda bankoların gerisine doğru yöneldi ve banklardaki kalabalık bir ailenin kalkmasıyla boşalan çok sayıdaki yerden birine oturdu. Elindeki pasaportunu ve biniş kartını sırt çantasının ön gözüne güzelce yerleştirip orta gözden günlüğünü ve kalemini çıkardı. Bu seyahatinde gördüğü her şeyi yazacaktı. Hayatındaki gelmiş geçmiş en önemli anları karanlık günlerde sarılmak için kayıt altına alacaktı. Kendine doğru gerçekten attığı ilk adımların kaydını ölümüne kadar bu satırlara saklayacaktı.

Kaldığı sayfayı açıp kalemini sayfanın tepesinde öylece tuttu. Yazacağı kelimeler, kalbi ve beyni arasında şekillenmeye başladığında önce gözlerini yumdu ve havaalanının o derin uğultusunun içinden akıp geçmesine izin verdi. Milyonlarca, milyarlarca hayat hiç farkında olmadan burada birbirine dokunup geçiyordu işte. Hayatları, inançları, bakış açıları birbirinden farklı binlerce insan aynı havayı paylaşıyor, aynı yere oturuyor, aynı zamanın geçmesini bekliyordu. Gülsüm o anda etrafında var olan, yürüyen, oturan, koşan, uyuklayan her bir hayat hikayesini düşündü. Sonra da kendisini getirdi aklına ve gözlerini açıp usulca, bütün havaalanındaki telaşa meydan okurcasına yazmaya koyuldu.

.

Sayfalar sonra durduğunda yazdıklarına geri dönüp bakmadı genç kız. Zira deli saçması şeyler yazdığını bir kere daha okumadan biliyordu. O yüzden hızla günlüğü kapatıp kalemle birlikte çantasına yerleştirdi ve ön göze koyduğu pasaportunu içine sıkıştırdığı biniş kartıyla çıkartıp çantasını sırtına takarak ayağa kalktı. İşte şimdi, o da havaalanının tamamını ele geçirmiş gibi görünen aceleci ritimle yürümeye başlamıştı. Metrelerce devam eden kontuarlar boyunca yürüdü, yine etrafına bakınıyor fakat bu sefer gözleri öylesine değil bir amaç için çevreyi tarıyordu. Yurtdışı çıkış harç pulu veznesini gördüğünde arayan bakışları orada sabitlendi ve adımları biraz daha hızlandı. Vezneye ulaşıp pulunu alınca geriye çok şey kalmamıştı. Heyecanı bütün hücrelerinde vızıldarken yavaşça yürüyüp "Dış Hatlar Giden Yolcu- İnternational Departures" yazan ve önünde labirent benzeri dizayn edilmiş dolambaçlı yoluyla pasaport kontrol noktalarına ulaşan geniş alana doğru yürüdü. 

Sıranın sonuna girdiğinde varlığının derinlerinde usul bir sarsıntı başladı. Tüm duyguları birbirine karışırken göğüs kafesindeki baskı da artıyordu. Mutluluk, neşe, heyecan, endişe, sıkıntı, hüzün ve daha adını bile bilmediği onlarca duygu hücrelerine kadar ulaşıp zihnini tuhaf bir sisle örtmeye başlamıştı. Sıranın ilerlediği her adımda kulaklarındaki uğultu artıyordu. Demek böyle bir histi.. Demek kendini bulmaya gitmek, demek kalbinin seni götürdüğü yere gidebilmek böyle bir histi... 

Hafif bir titreme parmak uçlarından yükselip ellerine çıkmaya başlamıştı. Avcundaki bordo defteri sıkıp derin bir nefes aldı. Demek böyle bir histi... 

Sıra ilerledikçe varlığındaki sarsıntı da, ellerindeki titreme de, ruhundaki sızı da artıyordu. Demek böyle oluyordu...

Önündeki son kişi de kontrol noktasından geçtiğinde göğüsündeki kafeste öyle şiddetli bir sızı hissetti ki neredeyse nefessiz kalacaktı. Dolu gözlerinde karşısındaki pasaport kontrol noktasının camlı bölmesi ve ardındaki polis memuru buğulanırken kırık bir gülümsemeye düştü dudaklarına ve genç kız arkasını dönüp koşar adımlarla sıradaki insanları aşmaya başladı. 

O iki kişinin yan yana ancak sığabildiği dar parkurda insanları zorlukla aşarken çoğunun rahatsızlığını ifade eden değişik dillerdeki homurtularına kulak asmadı

Çoktan tuz buz olmuş kalbin bir kere daha kırılmayacağını sanmıştı oysa Gülsüm. Yanılmak böyle bir histi demek... Demek hayallerini ucundan kaybetmek böyle bir şeydi. Kendini ait hissettiğin tek yolun yürüyemeyeceğin yön olduğunu anlamak böyle bir sarsıntıydı demek...

Kimseyi umursamıyordu Gülsüm. Gözyaşları gözpınarlarında kabarmaya başlayınca onları da umursamadı. Öylece kendi hallerine akmaya bıraktı. İçi öyle bir kırgınlıkla doluydu ki küçücük bir damlayı bile tutacak, o tuzlu hüzün kırıntısını sığdıracak yer kalmamıştı. İnsanları umursamadı, yabancı bakışları, hatta acıyan bakışları bile... 

Artık açıkça yüzünü ıslatmaya başlamış gözyaşlarının arasında insan kalabalığında yersiz yurtsuz bir kimsesiz gibi savrulurken birden "Gülsüm!" diyen bir el, koluna yapıştı. Yüzünü kaldırdı genç kız. Ölü hayallerinden doğmuş kederiyle parlaklığını kaybeden gözleri Saliha Hanım'ın sımsıcak ve endişeli olan bakışlarına dokunduğunda içinde bir sızı daha peyda oldu Gülsüm'ün. Zorlukla gülümsedi genç kız ama öyle ıslak gülümsemeden kimseye hayır gelmezdi. 

Öylece hayat, insanlar, dünya etraflarından akıp geçerken birbirlerini izledi aynı yolun hayalini kurmuş olan iki kadın. Neden sonra gidemeyen gidebilene "Size hayırlı yolculuklar demek için gelmiştim..." dedi fısıldayarak. Sonra da aceleyle havaalanının kalabalığına yitip gitti. İşte o an tüm varlığı en derinlerinden parçalanmaya başladı kızın. Tam o an dünyası başına yakıldı. 

Nefes alacak, bir lahza daha varolmaya devam edebilecek gücü kalmamıştı. Dış hatlardan iyice uzaklaşabildiğinde hıçkırıklarını da tutamadı, gözyaşları tüm kuvvetiyle bastırdığı vakit bacaklarında da onu taşıyacak güç kalmamıştı. Yere oturup yüzünü avuçlarına gömdü ve ağladı. 

.

Gözlerinin önünde olup bitenle kalakalmışlardı. 

"Gülsüm değil mi oğlum, şu?" Musa'nın sorusu kulaklarından beynine ulaştığında zaten aynı şaşkınlıkla kendisine bu soruyu soruyordu genç adam. Musa'nın ekipmanlarını teslim edip onun biniş kartını aldıktan sonra dış hatlar terminalinin önünde vedalaşmak için durmuşlardı fakat pasaport kontrol sırasındaki karışıklık ve sonrasında Saliha Hanım'la kısa süreli konuşup koşarak oradan uzaklaşan kız dikkatlerini çektiğinden veda etmeye ara vermişlerdi. 

"Harbiden Gülsüm..." dedi Musa kıstığı gözleri yerde zavallıca ağlayan kızı iyice incelerken. "Ne oluyoruz?" 

Tarık içinde uyanan sıkıntıyla derin bir nefes verdi. Gerçekten de birkaç metre ileride yere oturmuş hüngür hüngür ağlayan kız Gülsüm'dü. Ve çevresinde biriken kalabalığı umursamıyormuş gibi görünüyordu. Gözlerini ordan çekip pasaport kontrol noktalarının önündeki sıranın sonuna girmiş belgesel kafilesini inceledi. Saliha Hanım ne yapacağını bilmez bir şekilde bir sıraya bir kalabalığın arasında kızın kaybolduğu tarafa doğru bakıyordu. Onu göremediği ve endişelendiği her halinden belliydi. "La havle ve la kuvvete illa billah!" diye geçirdi içinden. Bu kızın her işi böyle trajik film sahnelerine dönüştürmesine uyuz oluyordu. 

Arkadaşı dirseğiyle kolunu dürtüp "Hadi!" dediğinde ona uyup yürümeye başladı. Yürürlerken Musa telefonunu çıkarıp "Ben haber vereyim." dedikten sonra kafileden birini aramaya koyuldu. 

Onun açıklamasını yarım kulak dinledi. O sırada bakışları dramatik bir filmin baş karakteri gibi havaalanının ortasında salya sümük ağlamakta olan kızdaydı. Her geçen dakikayla sinir katsayısı artıyordu. Dişlerinin arasından "Arıza mısın, kızım sen?" diye homurdandı. "Vukuat mısın?"

Bu soruların cevabından çok uzun zamandan beri haberdardı oysa. Ve şu an kendi kendine sormasında da hiçbir fayda yoktu. Kız koskoca İstanbul havalimanının ortasında tek başına bir gösteri çıkarıyordu.

Önce olup biteni görmek için adımlarını yavaşlatmış insanların arasından geçtiler ardından da iyiden iyiye kızı izlemek için duran ve önlerinde set oluşturan kalabalığı yardılar. Nihayet yanına varabildiklerinde birbirlerine kısa bir bakış attılar. Bu kısa süreli bakışmada o "Kesinlikle olmaz abi! Beni bulaştırma!" derken Musa "Ödlek olma oğlum, ben başlayınca sen de yardıma gel." diye karşılık vermişti. Tarık kaşlarını abartıyla kaldırıp "Hay-yat-ta olmaz!" mesajını verdiğinde Musa "Hay senin tabansızlığına..." dedi bakışlarıyla ama iş başa düştüğünden yere çömelip "Gülsüm..." diye seslendi birkaç kere. Nihayetinde kız ıslak yüzünü avuçlarından kaldırıp onlara baktı. 

Tarık o an burnunun ucu ve gözleri hafif kızarmış, burnu akmış kızın gözlerinde öyle çarpıcı bir hüzün gördü ki ki bir an nefesi kesilir gibi oldu. Fakat burda anahtar kelime "gibi"ydi. Çünkü tam o anda daha içinde yeni uyanan bu duygunun etkisini hissedemeden kız gürültüyle burnunu çekip en iğrendiği şeylerden birini yapınca bütün sahne anlamını yitirdi. Genç adam, kıyafetinin koluyla akmış burununu silen kızı izlerken tiksintiyle yüzünün buruşmasına engel olamadı. "Allah'tan koluna tüm gücüyle hınkırmadı..." diye geçirdi içinden yoksa kesin kusardı. 

O sırada arkadaşı bu sahneden hiç etkilenmeden "Gülsüm, ne oldu? Bu halin ne?" diye sordu yumuşak bir sesle. 

"Ne mi oldu?" diye sordu genç kız... Yüzü yeniden ıslanırken tuhaf bir gülümsemeyle bakıyordu onlara "Gidemedim." dedi. "Gidemedim..."

"Gidemeyeceğimi de biliyordum üstelik. Sadece gidiyormuş, gidebiliyormuş gibi yapmak istedim. Sadece gidiyormuşum gibi yapmak istedim. Gitmenin nasıl bir his olduğunu anlamak için... Ama bu kadar acıtacağını bilmiyordum... Böyle olacağını bilmiyordum..." 

Islak yüzünü eğip yerde duran pasaportunu aldı ve avuçlarının içinde sıkmaya başladı kız. Hem ağlıyor, hem burnunu çekiyordu. Bu esnada genç adamsa bakışlarını kızın kol ağzındaki grimsi parlaklıktan alamıyordu. Sümüklü böceğin izlerine benziyorlardı.

Musa'nın çaresizlikle çömeldiği yerden bacağına attığı yumrukla kendine geldi Tarık. İlk anda ne olduğunu anlayamasa da kankasının bakışlarındaki "Help!" mesajını alınca gözlerini devirdi. Bu kadar dramatize edilemezdi bir şey! Sonra derin bir nefes alıp "Gülsüm," dedi aslında sümüklü böcek de diyebilirdi tabi ama şu an için bunun vakti değildi, olabildiğince otoriter çıkmasına çalıştığı bir sesle ekledi: "yeterince sakinleştiysen yerden kalk. Millete film olmak istemezsin." 

Musa'nın dehşetle açtığı azarlayıcı bakışlarıyla karşılaştığında "Ne?!" dercesine gözlerini kocaman açıp karşılık verdi. Bereket versin ki kız aklını başına toplayıp çevresine kısa bir bakış atar atmaz yerden doğrulmuştu. Musa'ya "Bak gördün mü?" diyen bakışlar attığında umursanmadı. Dostu ona arkasını dönüp dört ablaya sahip olmasının verdiği bir anlayış ve yumuşaklıkla kızı teselli ederek kenardaki metal bankları işaret etmeye başlamıştı. Nihayet çevredeki insan kalabalığı da dağılıyordu. Rahatlayıp önden giden sümüklü böcekle tesellicisinin peşinden yürümeye başladı. 

Arkadaşı kız banklardan birine yerleşir yerleşmez ona döndü. "Vakit daraldı kardeşim, ben uçağı kaçırmayım." dedi. Tarık boş bakışlarla ona bakarken de "Allah'a emanet." diye ekledi ve omzuna dostça bir şaplak atıp dış hatlar terminaline doğru koşmaya başladı. Genç adam öylece Musa'nın arkasından bakarken kulağına ulaşan burun çekme sesiyle omzunun üstünden arkaya döndü ve epey köşeli olan jetonu güç bela düşmeye başladı. Panikle açtığı bakışlarını yeniden çaresizce Musa'ya çevirdi. Musa çoktan dış hatlar terminalinin önüne ulaşmış hatta dönüp geniş bir sırıtışla onlara el sallamaya başlamıştı bile. Genç adamın çaresiz bakışları hala üstündeyken arkasını dönüp keyifle sıraya girdi. 

.

Musa'nın pasaport kontrol noktasını geçip gümrüksüz alanda kaybolmasından sonra genç adam ne yapacağını bilmese de arkasında İçini çekerek ağlayan kıza dönmüştü. Onu hiçbir kelamın teselli edemeyeceğini bildiğinden onun oturduğu yerle arasına uygun miktarda boşluk bırakıp oturmuş ve uçuşlarla ilgili anonsları dinlemeye koyulmuştu. İstanbul'dan Kabil'e giden bilmem kaçıncı sefer sayılı uçağın son biniş için yapılan anonsun üzerinden yarım saat geçtikten sonra kızın ağlamayı iyiden iyiye bitirdiği belli olunca "Hadi." dedi. Kafasıyla kalkmasını işaret ederek "Geç olmadan dönüş biletini alalım." diye devam etti. Kendisi de kalkmıştı fakat genç kız oturduğu yerden ona ifadesizce bakıp "Olanlarla ilgili bir şey sormayacak mısın?" diye sordu. 

Genç adam muhabbet edecek havasında değildi. Kolundaki saate kısa bir bakış atıp yeterince geç kaldığını görünce kızın sorusuna yönelik olarak kısaca "Beni ilgilendirmez." dedi. Havalimanına gelmesinin tek nedeni Musa ve kafileden birkaç arkadaşı ile onların teknik ekipmanlarını arabayla getirmekti. İşi bittiğine göre de planladığı gibi Ankara'ya yatsıdan önce dönmek istiyordu. 

"Hiç merak etmiyor musun?" diye sordu Gülsüm inatla. 

"Hayır." dedi Tarık sakalını sıvazlarken. Sabahtan beri yolda olmanın verdiği sabırsızlıkla bir an önce Gülsüm'den kurtulup arabaya dönmek ve bir an önce geri dönmek istiyordu.

Kızın kendi kendine homurdandığı şeyleri kulak aradı edip havayollarının veznelerinin olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. En erken Ankara uçuşlarından birine bilet istedi ve görevli yolcu bilgilerini sorduğunda olayı genç kızın yönetimine bırakıp bir adım geri çekildi. Çoktan kafasında plan yapmaya başlamıştı, Gülsüm'ü bindirip Ankara'ya dönecek ve iyi bi gece uykusundan sonra yarın editlemesi gereken kayıtları düzenleyecekti. Düzenlediklerini Musa'ya internetten gönderecek ve onun fırsat ve imkan bulduğu zaman kontrol edip geri dönmesini bekleyecekti. 

Önünde bir hareketlenme olunca düşüncelerinden sıyrılıp ona doğru çekingenlikle yaklaşan kıza baktı. "Şey..." dedi kız. O duraksayınca arkasındaki görevli adam sabırsızca "Hanımefendinin bakiyesi yetersiz." diye araya girdi. Duyduklarına inanamayan Tarık önündeki kıza keskin bir bakış attı. Evden kaçarken insan hiç olmazsa yanına yeteri kadar para alırdı! Kafasını bıkkınlıkla sallayıp Gülsüm'ün yanından geçerek vezneye yaklaştı.  Üstündeki antrenman ceketinin cebinden cüzdanını çıkartıp "Ne kadar?" diye sordu. Kağıt para bölmesinden banknotları çıkarmaya başlamıştı ki "İki yüz altmış yedi lira." diyen görevlinin sesiyle duraksadı. "O zaman bize müsaade..." deyip arkasını döndü, peşinde Gülsüm'le yürümeye başladı. Kızın çok fazla olanları umursamadığı ve hala önceki üzüntüsüyle dalgın olduğu ortada olduğundan iş onun omuzlarına düşmüştü. O yüzden görev bilinciyle diğer havayolu şirketinin veznelerine yöneldi. Hepsinde de benzer fiyatlarla karşılaştılar. Her seferinde umutları üstüne yakılan adam bir kenara geçti ve geriye kalan tek çareyi uygulamaya koydu. 

İlkin cüzdanın kıyı-köşe bütün gözlerini karıştırarak güç bela yüz elli dokuz lira seksen beş kuruş buldu. Sonra aynı işlemi genç kızın da tekrarlamasını istedi. Ne yazık ki Gülsüm'ün yirmi lira haricinde nakiti yoktu. Bu sefer de Gülsüm'ün banka kartındaki bakiye akıllarına geldi. Mobil banka uygulamasından hesabı kontrol ettiklerinde doksan bir lira otuz sekiz kuruşları daha olduğunu gördüler. 

Tarık bütün rakamları toplayıp iki yüz yetmiş bir lira yirmi üç kuruşlarının olduğunu hesaplayınca "Heyt bee!" diye haykırıp yumruğunu sevinçle salladı. Oturduğu yerden hışımla doğrulup "İşte şimdi bizi görsünler." dedi. Ve ilgisizce çevreyi izleyen kızı da yanına katıp ilk veznedeki kendini beğenmiş adama gitti. İçten içe keyifle bakiye yetersizliğini göstereceğini düşünürken vezne sırasındaki son kişi de işini bitirince sıra onlara geldi.

Tarık bütün hazinelerini sırayla tezgahın üstüne dizdi. Sonra da bakışlarını kaldırıp kendinden emin bir sırıtışla "İşte..." dedi, "Banka kartında doksan bir lira ve şu da yüz yetmiş dokuz lira. Toplamda iki yüz yetmiş liramız var. Bileti almaya geldik."

Veznedeki görevli başını sallayıp konuşmaya başladı. "İstediğiniz uçuşta son bir koltuk kaldı ve fiyatı üç yüz elli beş lira ancak isterseniz gece birde olan uçuşumuzdan bir yer bakabilirim." 

Genç adamın sırıtışı yüzünde sokarken omuzları düştü. Koltuk sayısı azaldıkça bilet fiyatlarının arttığını teorik olarak biliyordu ancak o an pratikte de tecrübe etmişti. Bütün parayı son kuruşuna kadar toparlayıp kartı da alınca "O saat bize uygun değil." dedi ve vezneden ayrıldı. Gülsüm olayın vahametinden bihaber ruh gibi yanında ilerlerken Tarık yorulduğunu hissetti. Kızı birdeki uçağa bindirse, saat iki civarında Ankara'da olurdu ve o saatte eve gitmesi dertti. Üstelik tahmin ettiği gibi evden kaçtıysa ailesinin haberi olmadan dönmesi gerekiyordu, gecenin ikisinde havalimanında ne yaptığını açıklayamazdı.

Oturulacak bir yere kendini bırakıp kafasını geriye attı Tarık. Diğer ulaşım biçimlerinden birini kullanması gerekecekti. Telefonunu çıkarıp TCDDnin sitesine girdi, beklediği gibi tek bir bilet kalmamıştı. Sıkıntıyla yüzünü sıvazlayıp bakışlarını kıza çevirdi. 

Gülsüm kendi halinde ayakkabı uçlarına bakarak bir uçtan bir uca hayali bir çizgide yürüyor, belli bir yere gelince geri dönüyor ve böylece aynı yerde volta atıp duruyordu. Dalgın hali adamın iyice canını sıkarken kızı omuzlarından sarsıp "Kendine gel!" diye bağırarak azarlamak istedi. Fakat bunun bile yeterli olmayacağı açıktı. Gülsüm sanki bir rüyalar aleminde özünü kaybetmişti de geriye kalan kabuğu öylece ortada kalmış gibiydi. Durumun ciddiyetini; eve elindeki parayla dönebilmesi için yeterli vaktinin olmadığını, uygun vakitte dönebilmesi için de yetecek parasının olmadığını farketmiyordu. Her geçen dakika ailesiyle yaşayacağı sorunların arttığından bihaberdi. Oysa şimdi her şeyden çok bunu düşünmesi gerekiyordu. Genç adam bile Sevim Hanım'ın atölyesinde karşılaştıkları kısıtlı süre içinde son dönemdeki maceraları yüzünden ailesiyle sorunlar yaşadığını biliyordu. Üstüne kalkıp ta İstanbul'a geldiğinden haberleri olursa bütün sıkıntıları daha da katmerlendirecekti.

Önündeki kendi içinde kaybolmuş kızı birkaç hafta evvel stüdyoda biyometrik fotoğrafını çektiği kızla mukayese etmekten kendini alamadı. Aralarında öyle büyük bir fark vardı ki, ikisinin aynı insan olduğu gerçeği inanması güç bir gerçekti. Biri öyle hayat doluyken biri neredeyse bir ölüydü. Biri her şeyle savaşmaya and içmiş gözü kara bir savaşçıyken öteki kendi yenilgisini ilan etmiş, kendi elleriyle teslim olmuş bir zavallıydı. 

Ona çok şey söylemek istedi Tarık ama nasıl söyleyeceğini bilemedi. Üstelik anlar mıydı ondan da emin değildi. Sıkıntıyla derin bir nefes aldı.  İstemediği sorumlulukların ağırlığı omuzlarına iyice binerken başka türlü bir adam olsaydı şansına küfrederdi lakin başka türlü bir adam olmadığından Rabb'inden sabır ve yardım diledi.

"Otobüs..." dedi birden genç kız. "Evet, evet otobüs..." Bakışlarını kaldırıp baktığında adam gözlerindeki sisin biraz açıldığını düşündü. "Sağ ol her şey için. Ama daha fazla yardım etmene gerek yok. Ben halledebilirim bundan sonrasını." 

Kız önünden geçip çıkışın aksi istikametinde yürümeye başladığında biraz uzaklaşmasına izin verdi. Sonra da her geçen saniyeyle tek başına bırakalamayacağını tekrar tekrar ispat eden kızın ardından yüzünü sıvazlayarak kalktı ve yürüdü. 

.

"Gülsüm çıkış o tarafta değil." 

Sağ yanından gelen sesle duraksadı. Beyninin içi öyle gürültülüydü ki adamı nasıl duyabildiğine şaşırdı. Aslında çıkışın yerini önemsediği de yoktu ama yine de adama dönüp "Er ya da geç fark ederdim." dedi. 

"Fark etmezdin ama diyelim ki fark ettin, çıkışı bulunca ne yapacaksın?" 

Adamın cevabı gayet açık bir soru sormasına sinirlenecek gücü yoktu o yüzden hiç direnmeden cevapladı: "Otobüs terminaline gideceğim."

Cevabının yeterli gelmesini ve rahat bırakılmayı umuyordu. Bütün varlığı tonlarca ağırlıkta bir hayal kırıklığının altında ezilirken tek istediği rahatça bir köşede unutulmaktı. Fakat insanın isteklerine genelde ulaşamayacağını çoktan anlamış olması gerekirdi. Adam inatla onu yalnız bırakmıyordu.

"Nerde olduğunu, nasıl gidildiğini biliyor musun?"

Tabi ki bilmiyordu. Ömründe İstanbul'a ayak basmışlığı yoktu ki nereden bilecekti terminalinin yerini.

"Sorar öğrenirim."

"Öğrenip ne yapacaksın?"

"Gideceğim!"

"Gidip ne yapacaksın?"

Genç kız sabrının üstündeki son bağın da koptuğunu hissettiği an hışımla sağına döndü. "Sence ne yapacak olabilirim Tarık?! Söyler misin ne yapacak olabilirim?" diye çıkıştı. Artık içindeki bütün olumsuz duygular bir öfke patlamasıyla dışarı çıkıyordu. Eğer biraz daha kendini kaybetse önündeki adama tüm gücüyle vurur, onu mahvedene kadar da bırakmazdı fakat henüz o kadar delirmemişti.

"Paran yok Gülsüm." dedi tüm sakinliğiyle karşısındaki adam. "Bütün hepsini bana bırakıp beş kuruşsuz otobüse binebileceğini sanmıyorum." Cebinden çıkardığı nakit parayı ve banka kartını gösteriyordu.

O an Gülsüm son kalan akıl sağlığı kırıntısını da kaybetti ve gülmeye başladı. Bir yandan ağlıyor ve bir yandan gülüyordu. Artık ne yapacağını, nasıl yaşayacağını karıştırmıştı. Hiçbir şey umrunda değildi. Gitmek de istemiyordu, kalamazdı da...

"Gülsüm, bak." dedi adam olabildiğine nazikçe. "Ben de bu durumda olmak istemiyorum ama şu anda yapabileceğimiz en mantıklı ve güvenli iş, senin benimle gelmen. Şu halinle otobüsle Ankara'ya gidip sağ sağlim eve varacak kafada değilsin. Ben de Musa'nın arabasıyla tek başıma aynı yolu gideceğim, en azından Allah'ın izniyle seni selametle evine ulaştırırım." 

Gözyaşları hala yüzündeyken başını onaylarcasına salladı. Artık düşünmek istemiyordu. Zaten doğru düşünebildiği de söylenemezdi. Kafası allar bullakdı. Buraya gelip, bugün yaptığını yaparsa içinin hafifleyeceğini en azından biraz olsun teselli bulacağını sanmıştı ama yanılmıştı. İçi her adımıyla daha da korkunç bir kaosa sürüklenmiş, kendini toptan kaybetmişti. 

Tarık'ın peşinden otoparka doğru yürürken akan burnunu ve yüzünü koluna silip bakışlarını gökyüzüne kaldırdı. "Demek..." diye geçirdi içinden "Demek bir hayal son nefesini böyle veriyormuş..."


Continue Reading

You'll Also Like

1M 30.7K 31
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...
2M 87.8K 23
Yetişkin okurlar için uygundur! Bir Mahalle Hikâyesi... Çok daha fazlası... ✨ "Bak bana," diye fısıldadı. Dudaklarının arasından çıkan sıcak nefesi b...
221K 10K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
61K 3.5K 18
❝ Konserdeki Sevgilim: Mine, üç ay. Konserdeki Sevgilim: Sadece üç ay çıkıyormuş gibi davranacağız. Konserdeki Sevgilim: O kadar. Siz: Üç ayın sonun...