Essence // Kihyuk

By meintrauma

25.7K 2.4K 2.3K

"Kokunu aklımdan çıkaramıyorum." Kihyuk × omegaverse More

0.0
0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.3
1.4 (M)
1.5
1.6

1.2

1.2K 140 107
By meintrauma

(Yazar Notu: Bir gün içinde iki bölüm attığım için bildirimi sonradan alanlarda direkt olarak bu bölüm açılabilir. Daha önce başıma geldiği ve bayağı bölüm kaçırdığım için not düşme ihtiyacı hissettim :( İyi okumalar, sizi seviyorum. ^3^)

"Benim omegam ol Kihyun."

"Dışarıda onlarca kişi varken... Neden ben?"

"Çünkü hoşlandığım kişi sensin."

"Sana... Sana güvenebilir miyim? Sana yaslanabilir miyim?"

"Tabii ki güvenebilirsin."

"O zaman söz ver... Sana yaslandığımda çekilmeyeceğine dair."

"Söz veriyorum."

Her yer bembeyazdı. Minhyuk kollarını iki yana açmış Kihyun'un kendisine sarılmasını bekliyordu. Kihyun'a söz vermişti, onu bırakmayacaktı.

İlk başta çekingen başladığı yolu koşarak tamamlayan omega kendini Minhyuk'un kollarında bulduğunda derin bir nefes verdi. Huzurluydu. Sonunda huzurluydu.

"Benim alfam..." dedi fısıldayarak.

"Ben senin omeganım, sen de benim alfamsın. Değil mi?"

Minhyuk'tan cevap gelmedi. Etrafa derin bir sessizlik hakimdi.

"Minhyuk? Min-"

Tüm vücudunu yasladığı bedenin birden yok olmasıyla beraber sertçe yere düştü. Canı yanmıştı. Ellerini kaldırdığında kanadıklarını fark etti ama yerde ellerini kesebilecek hiçbir şey yoktu.

Sızlanarak ayağa kalktı. Minhyuk gitmişti. Çevresinde bembeyaz bir boşluktan başka bir şey göremiyordu. Çaresizce koşturmaya başladı.

"Minhyuk? Neredesin? Nereye gittin? Geleceksin, değil mi?"

Hala cevap gelmiyordu. Daha hızlı koşmaya başlayacaktı ki önüne simsiyah, gölgemsi bir figürün çıkmasıyla korkup geri çekildi.

"Adama ne yaptıysa adam çekip gitti."

"Ne? B-ben bir şey yapmadım. O geri gelecek."

Diğer köşede bir figür daha belirdi.

"Yedi yıldır bunu söylüyor... Asla gelmeyecek."

"Yedi yıl mı? İyi de, daha az önce buradaydı!"

Nereye gideceğini bilmez halde endişeyle koşuştururken birkaç figür daha ortaya çıktı. Kaçışı yok gibiydi.

"Adamı aldatmış diyorlar. Sürtük... Güzele güven olmaz."

"Ben kimseyi aldatmadım!"

"O küçük orospuyla evli değillerdi zaten. Evleneceğiz diyorlardı, adam gitti. Demek ki kendi kendine gelin güvey oluyormuş. Kafayı yemiş."

"Ne evliliği?! Neler söylüyorsunuz?!"

"Ben oturduğum yerde böyle ahlaksız bir insanı istemiyorum. Marketimizden alışveriş yapamazsın. Hiçbir şey alamazsın. Kim bilir paranı nasıl kazanıyorsun... Ucuz bir omegasın."

"Değilim! Değilim, susun artık... Hyunwoo! Jooheon! Neredesiniz? Lütfen yardım edin!"

"Kimse elini tutmayacak. Sonsuza kadar yalnız kalacaksın. Kimse seni sevmiyor, herkes senden iğreniyor."

"S-sözlerinizle kendim başa çıkabilirim! Beni incitemezsiniz!"

"Yalnızsın. Yalnız. Yaşamayı hak etmiyorsun. Pislik. Herkes senden iğreniyor. İğrençsin. En yakınların bile seni sevmiyor artık. Sürtük."

Karanlık figürler çoğalarak üstüne geldikçe Kihyun geri geri kaçıyordu. Kulaklarını elleriyle kapatıp kafasını iki yana sallasa da sesler beyninde yankılanıyordu.

Çok geçmeden takılıp yere düştü. Ağlıyordu. Hıçkırarak ağlayıp çevresindekilere susmaları için yalvarıyordu ama kimse susmuyordu.

"Minhyuk... Söz vermiştin... Söz vermiştin..."

"Yaşamayı hak etmiyorsun. Hak etmiyorsun. Hak etmiyorsun. Hak etmiyorsun."

"Yalvarırım susun artık!"

Kihyun kendisine geldiğinde yatağındaydı. Nefes nefese, kan ter içinde kalmıştı. Gözleri yaşlıydı. Gerçekten çok kötü bir kabus görmüştü.

En son hatırladığı kadarıyla mavi boyalı evde Minhyuk'a sarılıyordu. Uyuyakalmış olmalıydı çünkü sonrasına dair hiçbir şey hatırlamıyordu.

Saçlarını geriye taradı ve kendine gelmeye çalıştı. Hiç iyi hissetmiyordu. Saatin kaç olduğuna bakmak için telefonuna uzandığında gözüne telefonunun altına sıkıştırılmış olan post-it ilişti.

'Uyuyakaldığın için seni eve ben getirdim. Evdeki herkes iyi. Endişelenme. Tatlı uykular ve günaydın.
Dipnot: Üstünü ben değiştirmedim, ben çıkarken yarı uyanık halde bunlarla yatamam deyip değiştiriyordun. Haberin olsun.
Dipnotun dibine not: Çok uzattığım için üzgünüm.

Minhyuk'

Kihyun post-itte yazanları minik bir gülümsemeyle okudu. Notu bulduğu yere koyup telefonundan saate baktığında çoktan öğlen olduğunu gördü. Ayaklanıp kendini hemen duşa attı.

Önceki gün Minhyuk kendisine 'omegam' demişti.
O da yanlış hatırlamıyorsa uyumadan önce ona 'alfam' diye hitap etmişti.

Şimdi de o sevimsiz kabus...

Çok kötü hissediyordu. Sıcak su vücudundan akıp giderken onun evinde geçirdiği günü hatırladı. Önceki akşam dayak yemiş olmasına rağmen onun kokusunun olduğu yatakta uyanınca çok rahatlamıştı.

Onu görmek istiyordu. Daha önceki gün görüşmüşlerdi ama yeniden görmek istiyordu işte. Gördüğü o iğrenç kabusta onun yüzünden kötü şeyler yaşıyordu ama bunları unutturabilecek tek kişi de oydu.

Kendine sinirlenerek duştan çıktıktan sonra hiddetle kahvaltı etti. Evin içinde dört dönüyordu. Minhyuk'u aramamak için direniyordu.

Bu direnişi ancak bir saat sürebilmişti. Odasına gitti, telefonunu aldı ve mutfağına doğru yol aldı. Kocaman bir şarap bardağı ve bir şarap şişesi aldıktan sonra derin bir nefes alıp rehberine girdi.

Lee Minhyuk aranıyor...

Birkaç çalıştan sonra karşı tarafın telefonu açtığı işitildi.

"Fleurs de Prairie."

"Ne?"

"Şarap. Şişesini tarif ettiğim..."

"Ah, hatırladım. İsmi tanıdık geliyor ama hiç denemedim."

"Denemelisin."

"Mutlaka."

Şişeyi açıp bardağını doldurduğu sırada ufak bir sessizlik oluşmuştu. Sessizlikten faydalanan Minhyuk sordu.

"İyi misin?"

"İyiyim. Sen?"

"Ben de iyiyim... Umarım güzelce uyumuşsundur."

"Uyudum."

Kihyun kendine engel olmak adına koyduğu şaraptan büyük bir yudum alsa da yutkunduktan sonra dilini daha fazla tutamayıp:

"Bugün boş musun?" diye sordu.

Hattın diğer ucu kısa süre sessiz kaldıktan sonra yanıtladı.

"Evet, neden sordun?"

"Buluşalım mı?"

"Tamam... Nerede?"

"Şehir çıkışındaki ormana gelebilir misin?"

"Tamam. Hangi girişine geleyim?"

"Hangi girişine... Önünde geyik heykeli olan giriş nasıl olur?"

"Mükemmel. Ne zaman?"

"Şimdi... Hazırlanıp çıksan olur mu? Ben de öyle yaparım."

"Olur. Geliyorum o halde. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Kihyun telefonu kapattıktan sonra bardağı kafasına dikti ve hızlıca odasına koştu. Üstüne en sevdiği bol, boğazlı yeşil kazağını giydi. Altına bir pantolon takıp dışarı fırladı.

Heyecanlıydı. Aklından geçen ilk yer o orman olmuştu ve orayı söylemişti işte. Orası tenha olurdu, ayrıca çevre yolundan gidildiğinden fazla trafik de olmazdı.

Yarım saat olmadan büyük geyik heykelinin önüne varmıştı. Heykelin dibine oturdu ve kazağının bol gelen kollarıyla oynayıp Minhyuk'u beklemeye başladı.

Çok değil, yaklaşık on beş dakika sonra Minhyuk da gelmişti. Yine siyahlar içindeydi ama bu defa siyah deri ceketinin altında bordo bir kazak vardı.

Kihyun'u görür görmez yanına koştu. Kihyun da o gelince ayaklandı.

"Çok bekletmedim umarım."

"Hayır... Çok olmadı."

"Güzel. İçeri girecek miyiz?"

"Ah... Evet. Girelim."

Yan yana ormana girdiklerinde Minhyuk çok heyecanlıydı. Kihyun kendisini görmek istemişti. Önceki günkü sıcak sarılmasının ve tatlı sözlerinin üstüne bu çok iyi hissettiriyordu.

Kihyun onu aradığında eli ayağına dolanmıştı. Çıkabildiği kadar hızlı bir şekilde evden çıkmış ve oraya kadar kalbi ağzında gelmişti.

Sessizlik sinirlerini bozduğundan ufaktan konuşmaya başladı.

"Hava biraz serin. Eğer üşüyorsan ceketimi-"

"İyiyim... Kazağım kalın."

"Peki. Şey... Hah, dün vermeyi unutmuştum."

Siyah saçlı elini ceketinin cebine attı ve parlayan çakmağı çıkartıp Kihyun'a uzattı.

"Çakmağın, dün düşürmüştün. Sen gittikten sonra bankın altında buldum. Oynarken içimi garip bir his kapladı ve sana getirmek için geldim. Sonrası olaylar..."

Kihyun çakmağı alırken Minhyuk'un gözlerinin içine şefkatle baktı. Birbirine değen parmak uçları adeta kavruluyordu. Minhyuk onun ufak ellerini avuçları arasına almamak için kendisini zor tutuyordu.

"Hissetmişsin... Bir şey olacağını."

"Galiba."

Omega gözlerini kaçırdığında yürümeye devam ettiler. Turuncu, kırmızı ve sarının tonlarıyla yerleri süsleyen yapraklar etrafı inanılmaz güzel gösteriyordu. Çok fazla ağaç olduğundan her taraf yapraktı. Toprak kokusu ikilinin ciğerlerini şenlendiriyordu.

"Seni buraya neden çağırdığımı merak ediyorsundur."

"Sebebi varsa dinlemek isterim. Yoksa da sorun değil, böyle yürürken mutluyum."

"Ben... Ben seni görmek istemiştim. Ama şimdi ne yapsak bilmiyorum."

"B-beni görmek mi istedin?"

"Evet."

"Güzel oldu. Birbirimizi görmek."

"Bence de."

Minhyuk her saniye bir öncekine kıyasla daha pozitif ve enerjik hissediyordu. Bunu dışarı vurmak istiyordu ama Kihyun'u ürpertmek istemiyordu. Bir çözüm düşünmeye başladı. Düşündü, düşündü...

Aniden aklına gelen bir fikirle Kihyun'un yolunu kesip önünde dikildi. Kihyun meraklı bakışlarla onu izlerken onun yüzünde güller açıyordu.

"Hey, burada kurt formuna dönüşmek illegal değildi öyle değil mi?"

"Evet, değil diye biliyorum. Neden sord-"

"Yakala beni."

Kihyun daha ne olduğunu idrak edemeden Minhyuk birkaç adım atıp kurt formuna bürünmüş ve koşmaya başlamıştı.

"Hey, beni bekle! Hey!"

Omega da kendi beyaz kurduna büründüğünde kovalamaca başlamıştı. Minhyuk gerçekten çok hızlı koşuyordu ve onu yakalamanın zor olacağı belliydi. Ama bu şekilde koşuşturmak kesinlikle çok eğlenceliydi.

Özgür hissettiriyordu. Bastıkları yaprakların çıtırtıları, hızla koşarlarken rüzgarın kulaklarında yaptığı uğultu, küçük bir göletin yanından geçerken duydukları kurbağa sesleri...

Doğa tamamen canlıydı ve onlar da o an doğanın bir parçasıydı.

Minhyuk bir süre sonra göz ucuyla arkasına baktığında Kihyun'u göremedi. Tam kafasını önüne çevirmişti ki pofuduk beyaz beden kendi kurt bedeninin üstüne çullandı.

Beraber küçük bir tepecikten aşağıya, bir ağacın altındaki yaprak yığınına yuvarlandılar. Nihayet durduklarında birbirlerine sarılıyorlardı ve kahkahalar içindelerdi.

"Hile yaptın! Çevremden dolaşmışsın!"

"Hey! Bana kızamazsın! Sen de hile yaptın, benden çok önce başladın!"

"Tamam, tamam... Sen kazandın."

Nefes nefese gülüşürlerken Kihyun'un yumuşak kahkahaları Minhyuk'un kulağına adeta güzel bir şarkı gibi geliyordu. Gülmekten toparlayamadığı nefesi, koşmaktan kızarmış yüzü, kendisine dolanmış kolları...

Ani bir hareketle tek elini vücudundan çekip yüzüne yaklaştırdı. Güzel gözlerini örten saçlarını bir kenara itip yanağını avuçladı ve baş parmağıyla okşamaya başladı.

Minhyuk kendini onu sevmeye kaptırmıştı. Dalgın gözleri Kihyun'unkileri bulduğunda aniden ciddileşti. Omeganın badem gözleri dolmuştu, hüzünlü gözüküyordu.

"Kihyun? İyi misin? Düşerken bir yerini mi incittin? Ne oldu?"

"Minhyuk..."

"Efendim?"

"Sen... Benim alfalardan neden nefret ettiğimi bilmiyorsun değil mi?"

"Bilmiyorum... Ama anlatmak istersen dinlerim."

Kihyun derin bir nefes aldı. Gözyaşlarını tutmuyordu ve bakışlarını Minhyuk'un gözlerinden çekmiyordu.

"Ben... Benim annem bir omegaydı ve... Gençliğinde birini çok sevmiş. Onun da kendisini sevdiğine inanmış. Adam çok iyi birisiymiş. Anneme hep onu çok sevdiğini söylermiş... Onu asla bırakmayacağını... Evlenip mutlu olacaklarını... Özür dilerim, çok duraksıyorum."

"Olsun, devam et."

"Bahsettiğim adam benim babam. Annem bana hamile kalmış... Ona söyleyecekmiş ama... Babam birden kayıplara karışmış. Annemi hiç aramamış, o arayınca telefonlarını açmamış... Annem ben doğduğumda yalnızdı."

"Sonra?"

"Annem uzun süre onun geleceğine inandı. Beni sürekli 'o gelecek' diyerek büyüttü. Ben de onunla bekledim babamı. Hakkımızda çok kötü şeyler söylüyorlardı. Özellikle anneme... O yaşlarda anlam veremesem de çok kötü sözler işitti benim annem. Bana da kötü şeyler söylüyorlardı ama ben anlamadığım için onlar da annemi kırıyorlardı."

"Zalimce..."

"Evet. Kimsemiz yoktu. Çocuklar benimle oynamazdı. Ben de sessiz sedasız babamı beklerdim. Bir gün annem bana babamı bulduğunu söyledi, onu getireceğini söyledi. Ama eve geldiğinde babam yoktu. O ağlıyordu. Beni tanımıyor gibi yaptı diyordu. Çok üstüne gittiğimde de bana tokat attı diyordu. Anlatacak kimsesi yoktu. Ben anlamazdım. Bana anlatırdı. Sonra..."

"Sonra?"

"Her şey daha da kötüleşti. Annem artık her zaman ağlıyordu. Benimle bile mutlu değildi. Mahallemizdeki bakkal bile onu kötüleyip bize bir şeyler satmıyordu. Hatta bir gün bisküvi almaya girdiğimizde bizi dışarı atmıştı. Ben... Ben ona az da olsa iyi geliyorum sanmıştım."

Minhyuk onun yanaklarından süzülen gözyaşlarını sildikçe yenileri ekleniyordu. Genç alfa ne yapacağını şaşırmıştı.

"Dayanamadı Minhyuk... Bana bir çizgi film açtı. Balkonda çamaşırları asacağını söyledi. Bir daha içeri girmedi... Her şeyi gördüm... Her şeyi..."

"Kihyun..."

"Bu kimsenin aslını araştırmaya yeltenmediği bir cinayetti. O ölmek istemedi. Onu dedikodular, iftiralar, çirkin lakaplar ve en başta da babamın verdiği sahte sözler öldürdü. Şimdi neden sevmiyorum anladın mı? Neden güvenmiyorum anladın mı?"

Minhyuk'un da gözleri dolmuş, boğazı düğümlenmişti. Küçük Kihyun'un yaşadıkları dayanılmazdı. Elbette ki nefret edecekti, elbette ki güvenmeyecekti.

"Ama şimdi sen varsın. Kafamı karıştırıyorsun. Seni hayatımdan çıkaramıyorum. Bugün iğrenç bir kabus gördüm ve bak, seni çağırıp seninle sakinleşmeye çalıştım. Bana benden hoşlandığını söylüyorsun. Sana ben hoşlanmıyorum diyemiyorum, git diyemiyorum, kötü şeyler söyleyemiyorum. Annem gibi olmak istemiyorum, korkuyorum."

"Kihyun... Şu an sana ve gücüne bir kez daha hayran kaldım. Ben senin gibi kalabilir miydim bilmiyorum... Mükemmel birisin öncelikle bunu söyleyeyim."

"Gerçekten mi?"

"Gerçekten. Bak... Geçmişte kötü şeyler olmuş, zalimce şeyler olmuş. Eğer izin verirsen hayatında sözlerini tutan ilk kişi olmak isterim. Sen rahat hissedene kadar buna bir isim koymayız olur mu? Sana tüm sevgimi veririm ama senin istediğin kadar yakın olurum. Madem birbirimizi bırakmak istemiyoruz, izin ver birbirimize alışalım ve endişelerini yok edelim. Olur mu?"

Kihyun cevap vermedi. Ama gittikçe azalan, hatta akması duran gözyaşları her şeyin iyi gittiğine işaret gibiydi.

"Öp beni."

"Ha?"

"Öp beni Minhyuk. İlk olacak, özel olmalı. Tam şu an olsa özel olur."

"Dur, ilk mi olacak? Sen daha önce-"

"Evet."

"Ama partide az kalsın beni öpüyordun."

"O da ilk olacaktı. Ne yani, her konuda kendi kendime yeterim kafasında olan birinin hiç öpüşmemiş olmasını mı garipsiyorsun?"

"Sadece şaşı-"

"Öpecek misin?"

Minhyuk az daha hızlanırsa ağzından düşecek olan kalbine aldırmayıp yavaşça yaklaştı. Kafasını eğdi, gözlerini kapadı ve dudaklarını birleştirdi.

Yavaş hareketlerle dudaklarının arasında kendisine uyum sağlamaya çalışan yumuşak dudakların keyfini çıkarıyordu. Ne ara oraya çıktıklarını anlamadığı küçük ellerin boynunda ufak ufak hareket ettiğini hissedebiliyordu.

O an gerçekten çok özel ve büyülüydü. Yeri komforlu kılan rengarenk bir yaprak yığınının üzerinde, birbirlerine yavaşça dokunarak öpüşüyorlardı. Yalnızca ikisi, açığa vurulan anılar ve hislerle yeni ilişkilerinin temelini atıyorlardı.

Bir süre sonra geri çekilip gözlerini araladıklarında Kihyun ağlamıyordu. Minhyuk onun kızaran yanağını okşayıp sevgi dolu bakışlarını yüzünde gezdiriyordu.

"Sevdin mi?"

"Evet."

"O halde bunu sık sık yaparız."

"Tamam."

"Seni seviyorum."

"Minhyuk..."

"Efendim?"

"Ben acıktım."

"Ben de."

"Yemek yiyelim."

"Tamam."

"Arabaya yürürken elimi de tut."

"Büyük bir zevkle."

Continue Reading

You'll Also Like

148K 13.4K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
102K 8.7K 29
Üniversitesinin serseri çocuğu jungkook, kız arkadaşını rahatlatmak için kayda aldığı inlemelerini yanlışlıkla yeni atanan rektörü Kim Taehyung'a ata...
The 42 By kachow

Fanfiction

52.5K 7.6K 17
"Bizden ne komşu, ne düşman, ne de arkadaş olur." university & dorm au! ! 15.01.2024
36.7K 4K 21
"MİNHO EZ BENİ"