CANAVAR OKULU

By irenashephard

220K 17.6K 5.8K

"Sonsuza kadar yanındayım demiştin, hatırlıyor musun?" "Sonsuza kadar seninle yıldızları izleyebilirim demiş... More

1. Evlatlık !?
2. Kader Değiştirilemez
3.İlk Gün
4. Kâbus
5. Ceza odası
6. Parti
7. Hayvanlarla konuşmak
8. Kadupul çiçeği
9. Hapşırık
10. Otrox
11. "Seni koruyorum."
12. Kara Elfler
13. Gece Ruhları
14. Zihinsel Sınav
15. Fiziksel Sınav
16. Savaşçı
17. Vasílissa
18. Kurt
19. Kargaşa
20. Son
21. Ruh gücü
22. Saklı Boyutlar
23. Eldiven
24. Cesetler
25. Oyun
26. Öpücük
27. Kanlı Evren
28. Esir
29. Ruh Eşi
30. Part 1: İlk Randevu
30. Part 2: Kiraz Çiçeği Kasabası
31. Kapan
32. Kaçış
34. Yıldızlar
35. Kalp Eşi
●ÇOK SÜPER ANKET●
36. Tatil
37. Yabancı Ses
38. Kıyametin Başlangıcı
39. Zindanlar
40. Kurtuluş
41. Özel bölüm - Alec
BİLDİRİ
!!Yarıtanrılar Okulu - Spoiler!!
YENİ KİTABIM YAYINDA!!!

33. Dilek Fenerleri

3.3K 309 117
By irenashephard

Medya : Kelly (Yani şu Zach diye sevgilisi olan ve Alec'le arkadaş olan Kelly,dedim koyuyum da gözünüz şenlensin)

Merhabalaar! Çok uzun bir aradan sonra yine döndü yazarınız. Biliyorum bana kızıyorsunuz. Ancak bir aralar çok sıkıldım yazmaktan ve o aralarda size yeni bölüm gelmedi.(Aslında bundan sonraki her bölümü planlı, üşenmesem bitireceğim.)O aralarda sizin yorumlarınızı gördüm ve kendime dedim ki, bu kadar okunması olan bir kitap, bu kadar seveni varken yazar neden yeni bölüm atmıyor? 

  Bu şekilde kendime kızdım, şimdi elimden gelen en iyi şekilde hızla yazmaya çalışacağım.

Önemli
  Bu arada sizde kitap hakkında istediğiniz her türlü yorumu yapabilirsiniz. Bana beğenmediğiniz kısımlar hakkında veya istediğiniz herhangi bir konuda özelden yazabilirsiniz, elinden geldiğince cevap veriyorum.

  Neyse çenem açıldı yine, sizi bu harika bölümü okumanız için biraz tuttum :)

  Bu da küçük bir alıntı :

"Dilek fenerleriyle kaplı bu karanlık ve soğuk gölün en derininde, yanımıza gelen güzel ışıkların eşliğinde ruh eşimle ben, öpüşüyorduk."

°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°
Şimdi son kısma gelmiştim ve bundan sonrası basitti. Gözlerimi kapatıp uykuya dalmadan önce tek dileğim bir an önce Alec ile bu iğrenç yerden kaçmaktı.

  Gözlerimi açtığımda içinde bulunduğum yerin korkunç olmasını beklerdim, sonuçta filmlerde ayin yapılan yerler daima korkunç olmaz mıydı? Ancak burası tahmin ettiğimden yüzlerce, binlerce kat daha güzeldi. Ben ve Alec etrafı dilek fenerleriyle kaplı bir gölde harika bir sandalın içinde karşılıklı oturuyorduk. En sevdiğim animasyon filmindeki gibi, rapunzel filminde olduğu gibi, havaya yükselmek için bekleyen ve çoktan yükselmiş olan birsürü dilek fenerleri vardı.

 Ellerimi kendi ellerinin arasına hapsetti ve gülümseyerek bir tane dilek fenerini yakmam için elime bir tane mum verdi. Mumun aleviyle dilek fenerini yaktım ve ikimiz beraber gökyüzüne yükselttik.

  "Tıpkı karmakarışıkdaki gibi."

  Alec suratıma 'o ne' dermiş gibi bakmaya başladığında ben de ona şaşırarak baktım.

  "Yok artık o animasyonu izlemedin mi? Benim çocukluğumun filmi, kim bilir kaç kez izlemişimdir."

  Kafasını olumsuz anlamda salladığında gülümsedim. Buradan kaçınca yapmamız gerekenler listesine bir de Alec'le beraber animasyon izlemek eklenmişti. Hayali bile güzeldi.

  "Ben, çok teşekkür ederim Alec. Farketmeden de olsa hayalimi gerçekleştirdin, küçükken bu dilek fenerlerini gökyüzüne bırakma hayalini kurardım hep."

   Alec kumralımsı saçlarını karıştırdı ve genişçe gülümseyerek gözlerime baktı.

  "Daha seninle birlikte gerçekleştireceğimiz o kadar çok hayal var ki..."

  Yine güldüm. Onun yanındayken kim bilir kaçıncı kez...

  "Aslında bunları ayin için hazırlamıştım. Ayinin şartları şunlarmış; herhangi bir suyun ortasında olman gerekiyormuş, etrafın bir sürü mumlarla ve ışıklarla kaplı olmalıymış ve ayini yaparken ikimizin saçlarından bir tutam gerekiyormuş."

  Bana yaklaşmaya başladığında ben de ona yaklaştım ve saçımı kesmesine izin verdim. Oda makası bana uzattı ve bende onun saçından birazcık kestim.

  Sonra bir kavanoza koydu ve elimi tuttu.

  "Şimdi yapacağımız tek şey şu leydim: sen bu kavanozu elinde tutacaksın ve bende gerekli kelimeleri söyleyeceğim. İkimiz de gölün içine gireceğiz, dibine varacağız ve sen o sırada kavanozu açıp saçlarımızı serbest bırakacaksın. Bu kadar..."

  Kafamı hızla salladım ve sandalda yavaşça ayağa kalktım. Alec kavanozu bana verdikten sonra diğer dilek fenerlerini de yakıp gökyüzüne kavuşturdu onları. Ben ise gözlerimi kırpmadan az sonra atlayacağımız suya bakıyordum çünkü tıpkı o günkü gibi karanlıktı su, fakat o günün aksine çok da sakindi. O gün dediğim, benim ve Alec'in o derin ve hırçın dalgalarda birbirimizden ayrıldığımız o gün. Neredeyse boğulacağım o gün.

  "Bugün boğulmayacaksın, tamam mı? Bugün ikimiz beraber kurtulacağız. Arkadaşlarımızın yanına döneceğiz. Tamam mı leydim?"

  Titrek bir nefes verirken gülümsedim. Ruh eşim olması, üstelik onun olması hayal ettiğimden bile güzeldi.

   Kavanoz olmayan diğer elimi tuttu ve o da benim gibi harikulade gökyüzünde parlayan dilek fenerlerine dikti gözünü.

  "Buradaki tüm ışıkların adına, bizim aşkımıza ve ruh eşliliğimize şahit olan sizlerin adına, az sonra bizi kucaklayacak olan su adına, sizden yardım istiyoruz tanrılar, tüm olimposlular. Siz şahit olun bu ayinimize ve bu iki aşığı kurtarın bu kızıl diyardan."

  Sözlerini bitirdikten sonra elimi sıkıca tuttu, ikimiz de birbirimize bakmadan, aynı anda atladık karanlık ve soğuk göl suyuna. İçimdeki korku büyürken gözlerimi bir saniyeliğine açtım Alec'i görebilmek için. O ise hemen gelip bana sıkıca sarıldı ve diğer eliyle gözlerimi kapattı.

    "Gözlerin acır."

  Beynimin içinde duyduğum sesine gülümsedim. Beni en çok korktuğum yerde bile gülümsetebilen tek şey o'ydu.
  
  İyice derine battığımızı hissediyordum, ancak burası çok derindi sanırım. En sonunda ayaklarım zemine bastığında acele ederek kavanozu diğer elimle arama aldım ve kapağını açtım. Gözlerimi açarak saçlarımızın göle karıştığını gördükten sonra tekrar yumdum.

   Birazcık bekledikten sonra hiçbir şey olmadığını fark ettim ve en kötüsü nefesim tükeniyordu. Daha fazla dayanamadım ve ağzımı açtım. Ancak ben ağzımı açar açmaz tekrar nefes almamı sağlayan şey, yanı başımda bana sarılan Alec'di.

   İstemsizce gözlerim açılırken onu gördüm. Daha önce bir kez bile görmediğim,bir çok kitapta bahsedilen şu yunan tanrılarını kıskandıracak kadar güzeldi. Saçları su yüzünden dağılmıştı, gözlerimin rengi daha da açık ve güzeldi.

   Üstelik tam şuan, ben nefessizlikten ölmeyim diye dudaklarıma tüm nefesini veriyordu. Elini yanağıma götürdü ve sanki ikimiz de son kez görüşüyormuşuz gibi doya doya öptü beni.

  Dilek fenerleriyle kaplı bu karanlık ve soğuk gölün en derininde, yanımıza gelen güzel ışıkların eşliğinde ruh eşimle ben, öpüşüyorduk.

   Hayatımın son dakikaları bile olsa umrumda değildi, çünkü bu yaşadığımız an hayatımda deneyimleyebileceğim en muhteşem andı.

   Anın büyüsü bozulmadı, birbirimize daha da sarıldığımız o dakikalarda birden ikimizde suyun yukarısına doğru hızla çekildik.

   İkimizde gölden çıktık, bunu hissediyordum ancak hemen gözlerimi açmadım. Derin nefes aldıktan sonra gözlerimi açtığımda,gözlerime inanamadım.

  Alec ve ben hâlâ sarılır bir şekilde gökyüzünde, dilek fenerlerinin arasında havada duruyorduk.

  Ben şaşırarak etrafıma bakarken, daha az önce içinde bulunduğumuz sandal ise orada duruyordu. Alec'in hâlâ hızlı nefes sesleri devam ederken o da etrafına bakıyordu. Islanmış saçları alnına dökülüyordu ve bu sefer de ayrı bir güzeldi.

   O gözlerini benimle buluşturur buluşturmaz, dudaklarımı onun sıcak dudaklarıyla buluşturdum. Daha az önce soğuk sudan çıkmamıştı sanki.

  O da bana ayak uydurduğunda tuhaf olan şey tekrar yükselmemizdi ancak ne o ne de ben bunu umursamıyorduk.

  Öpüşmemiz iyice derinleşirken nefeslerimiz bittiğinde ayrıldık ve kafalarımızı birbirine yasladık.

  Ancak beni sanki arkadan kuvvetli bir güç çekiyormuşçasına onun bedeninden çok çok uzaklaştım ve bu sadece saniyeler içinde olduğundan Alec'e bile seslenemedim. Birden etraf kapkaranlık oldu ve ben yine bilincimi kaybettim.

   ...

 "Gözlerini açıyor. Diğeri de öyle... Çabuk hayati değerlerini kontrol edin."

   Gözlerimi açmıyordum, açmaya çalışıyordum ve her seferinde de başarısız oluyordum. Kulağımda sanırsam doktorun sesi gelirken, gözlerimi tıpkı bir yarasanın gün ışığına çıktığında olduğu gibi açmaya çalıştığını tahmin edebiliyordum. Yani kısacası şuân muhtemelen çok komik görünüyordum ancak bu umrumda değildi.

 "Alec? Neredesin?"

  Sözlerim doktorları şaşırtmış olmalı ki odada tık çıkmadı.

  "Buradayım. Sen de mi gözlerini açamıyorsun?"

  Gözlerimi açamasam da ayağa yavaşça kalktım ve sesini duyduğum kısıma doğru ilerledim.

  Ellerim önümde olduğu için onun kafasına değdi ve onun Alec olduğunu anlar anlamaz sarıldım.

  "Kurtulduk..."

  Alec'in sesi yanı başımdan gelirken onu onayladım. Kurtulmuştuk, ikimizde.

  "Hanımefendi, bacağınız hâlâ sargılı. Yerine oturmanızı rica ediyorum."

  Bir adam bana yardım etti ve az önce geldiğim yere taşıdı.

  "İyi ama ben hiç acı hissetmiyorum, sanki acıdan çok ufak bir sızı gibi..."

  Az önceki kibar adam cevap verdi. "Üstün merhemlerimiz ve büyücülerimiz sayesinde. İlk başlarda çok kötüydü, nasıl olduğunu anlamadık ancak odada hiçbir şekilde ateş olmadığından da emindik."

  Şuân her şeyi bu doktorlara anlatmak yerine kardeşlerime anlatmak istiyordum. Sahi, onlar neredeydi?

  "Savaşçılar nerede acaba? Benim için onlardan Işıl'ı ve Rüya'yı çağırabilir misiniz?"

  Gözlerim hâlâ açılmadığından ortaya doğru konuştum heyecanla. Heyecanlıydım çünkü sonunda her şey normale dönecekti.

  "Onlar daha dönmediler efendim,ancak dönmelerinin yakın olduğunu işittim çünkü Kara Elflerle barış ilan etmişler."

   Gerçekten şaşırmıştım çünkü bu beklemediğim bir şeydi. Üstelik çok mutlu da olmuştum çünkü eğer onlar bir şekilde Kara Elflerle barış antlaşması imzalamasalardı biz iyileşir iyileşmez boyut boyut gezmeye devam edecektik ve ben gerçekten kendimi gerçekten veremezdim. Bu kadar aksiyonun üstüne bir tatili tüm savaşçılar haketmişti.

  Gözlerim yavaş yavaş açılmaya başladığında artık bana aşırı tanıdık gelen revire baktım. Sahi, ne de çok uğramıştım buraya. Anısı çoktu. Sanırım Alec'de benimle aynı şeyi düşünüyordu ancak suratı fazlasıyla asıktı.

   "Alec, bir şey mi oldu?"

  Alec kafasını olumlu anlamda sallayınca içimde boyutu büyük bir korku oluştu.

  Kafasını diğer hemşirelerin giydiği yeşil kıyafetin aksine beyaz giyinen adana çevirdi.

  "Bizi biraz yalnız bırakabilir misiniz?"

  Adam hiç ikiletmeden tamam dedi ve hemşirelerle birlikte odadan çıktılar. Ben ise hâlâ Alec'e bakıyordum çünkü bu kadar şeyi atlattıktan, bu kadar güzel haberler geldikten sonra ne gibi sorun olacağını çözemiyordum.

  "Benim ne zamandan beri söylemem gereken bir şey var Alya... Buraya gelince hatırladım ve bunu bilmek senin hakkın b-"

 Ben Alec'in ağzından çıkan her kelimeyi dikkatle dinlemek için yanına gidecekken birden kapı pat diye açıldı ve sözcükleri yarım kaldı.

  İçeri giren Rüya ya da Işıl olmasaydı Alec'e konuşmasına devam etmesini söylerdim ancak onlar benim dostlarımdı. Ne zamandan beri görmediğim, konuşmadığım, nasıl olduklarını bilmediğim dostlarım. O yüzden bu konuşmayı Alec'in daha sonra da yapabileceğini düşündüm ve ayakta duygulu bir şekilde bana bakan, daha doğrusu sargılı bacaklarıma bakan ikileye doğru yavaşça yürümeye başladım. Sonuçta daha Alec'le geçirecek çok vaktim vardı.

 Gözlerimden bir damla yaş akarken onlara sarıldım. Şuan aşırı derecede duygulanmıştım çünkü onları gerçekten çok özlemiştim. Ancak birden duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilemedim ve ağzımdan şu kelimeler döküldü :

  "Size anlatacağım çok şey var."

  İkisi de kıkırdadı, Işıl harika koyu sarı saçlarını düzeltti ve bana dönüp gülümsedi.

  "Bizimde sana!

...

 Gözlerim şaşkınlıkla kız yurdunun ve erkek yurdunun arkasında takılı kaldı. Kızlar beni buraya getirmişlerdi ve bizim odamızın camının boş manzarasında şuan iki tane iki katlı, hoş,minik ve tatlı evler duruyordu.
  
 Birisinin dışı beyaza boyanmıştı,kapısı ve pencerelerinin kenarları toz pembeydi. Bu şirin ev kız yurdunun arkasında kalıyordu. Diğeri, harika bir renge boyanmış olan ev, sanırım kum rengiydi, erkek yurdunun çaprazında kalıyordu ve kapıları ile pencerelerinin kenarları da koyu kahverengiydi.

  İkisinin de kapısının önünde üç basamak merdiven vardı ve ikisinin de çatısı koyu griydi. İki villanın arası kız yurdundan ve erkek yurdundan daha yakındı, aralarında beyaz çitler vardı ve bu çitler sadece arasında değildi, ikisinin de etrafını kaplıyordu. Ayrıca kız yurdundan veya erkek yurdundan bakan birisi bu villaları görürdü ancak çok detaylı da göremezdi çünkü uzaktı.

 Baya bir incelememe izin veren kızlardan tek çıt çıkmamıştı ancak beni buraya neden getirdiklerini sanırım anlamıştım. Rüya'nın sözleri de bunu kanıtladı ve benim neredeyse sevinçten havaya uçmama sebep oldu.

  "Savaşçılar olarak artık bu villalarda kalacakmışız, bizim için yapılmış. Kızlar şunda, erkekler de bunda."

 Dediğim gibi sevinçten havaya uçtum, çünkü bu minik evler çok güzeldi ve burası benim evim olacaktı. Artık üçümüz küçük bir odada değilde bir evde kalacaktık, bizim evimizde.

 "Gel hadi, kura çekeceğiz ve odalarımızı belirleyeceğiz. Böyle minik olduğuna bakma, göründüğünden fazla oda var içinde."

  Işıl'ın sözleriyle birlikte yürüdük ve beyaz çitlerin yanına gelince çitlerin arasında olan kapıyı Işıl açtı ve arkasından da biz girdik. Çiçeklerle dolu bahçe az önce baktığım yerden gözükmemişti ancak buradan çok net görünüyordu ve köşede duran beyaz banklar ve bu harika çiçekler bahçeye mükemmellik katıyordu. Birde beyaz bir dolap kapının girişinde duruyordu, muhtemelen ayakkabılıktı.

  Üçümüz de beyaz kapının önünde durduk ve kapıyı çalıp beklemeye başladık. Evine adım atacağım şu dakikalarımın mutlu olması gerekiyordu, ancak kapıyı açan yüzle birlikte mutlu dakikalarım sona erdi.

 "İnanamıyorum! Ben bu deve suratlının bizimle kalacağını unutmuşum."

  Birden türkçe söylediğim kelimlerle birlikte, ki bu kapıda duran Brenda yüzündendi, kızlar gülmemek için tuhaf sesler çıkarmaya başladılar. Aslında belki de arkadan gelen tanıdık ses ve türkçe sözcükler olmasaydı gülmemizi tutabilirdik. Ancak dediğim gibi olmasaydı.

  "Hakikaten çok iyi benzetme."

  Aslında dediği şey sadece buydu ancak bizim birden patlamamız da bu kelimeler yüzünden oldu.

  Hepimiz, tabiri caizse anıra anıra,  karnımızı tuta tuta gülmeye başladığımızda bize Çağrı da katıldı. Bir süre sonra kahkahalarımız biraz da olsa azaldığında Brenda konuştu.

  "Ne diyorsunuz be? Dive soğrat ne?"

  Zaten iğrenç ingilizcesine birde bizim dediğimiz sözcüğü saçmasapan söylenişi eklenince bu sefer az öncekinden daha yüksek tonda gülmeye başladım. Gözlerimden yaş geliyordu ve karnım feci şekilde ağrıyordu ancak kendimi durduramıyordum. Aynısı kızlar için ve Çağrı için de geçerliydi, hepimiz anırarak gülüyorduk.

  Üstüne üstlük tam gülmem kesilecekken, onların güldüğünü gördükçe kendimi durduramıyrodum ve daha çok gülüyordum.  Bir ara Brenda'nın kapıyı çarptığını duydum, Işıl'ın gülmekten yere yatışını, Rüya'nın evin duvarına tutunuşunu.

  En sonunda hepimiz sakinleştiğimizde derin bir nefes aldık. Ben gidip banka oturdum ve hala az önceki yaşadığımız şey yüzünden yüzümde oluşan sırıtışla kızlara bakmaya başladım.

  Aslında az önce yaşadığımız şeyi bir başkası görse bize aşırı dercede komik bir şekilde bakabilirdi. Bizi yargılayabilir ya da dalga geçebilirdi ancak biz buna aşırı dercede gülmüştük, özellikle ben hayatımda hiç gülmediğim kadar çok gülmüştüm.

  Bunun nedeni birazcık benim söylediğim komik kelime, biraz Çağrı'nın bunu şaşkın bir dille kabul etmesi, birazcık da Brenda'nın bunu taklit etmesi olabilirdi. Ancak biliyordum ki bu büyük kahkahanın büyük kısmı yaşadığımız onca şeyden kaynaklanıyordu.

 Bir çok şey anlatmıştık, kendimizi zorlamıştık, yaşamak için veya arkadaşlarımızı kurtarmak için. Bu kahkahada atlattığımız bu kadar olayın ve kendimizi aşırı derecede sıkmamızın eseriydi. Üstelik her şey sona ermişti, her şey normaldi, artık beraberdik, kimse ölmemişti, üstüne birde hepimizin harika bir evi olmuştu ve bunun sonucunda üzerimize kocaman bir rahatlama çökmüştü.

  Eh, bunun üzerine de büyük bir patlama kaçınılmaz olmuştu ve kendimi şuan aşırı derece harika hissediyordum. Bence herkes bir çok zorluğu atlattıktan sonra bu patlamayı yaşamalıydı, müthiş bir şeydi. Çağrı bana dönüp gülümsedi.

 "Hoşgeldin Alya."

"Asıl siz hoşgeldiniz.."

 Hepimizin suratları hâlâ komikti, dördümüzde sırıtıyorduk. Işıl ve Rüya kalkıp kapıyı tekrar çaldılar. Bu sefer kapıyı Rita açtı ve koşarak gelip bana sarıldı. Beni çok özlediğini söyledikten sonra kalkmam için yardım etti ve Çağrı'yla vedalaştıktan sonra ayakkabılarımızı bahçedeki beyaz dolaba yerleştirip içeri girdik.

 İçerisi tahmin ettiğimden de güzeldi. Beyaz duvarların üstünde, bir kısmında çiçekler vardı. Çiçekler pembenin tonlarındalardı ve miniklerdi, çok güzel görünüyorlardı.

 Koridor çok uzun değildi, girişten hemen salon görünüyordu çünkü salonun kapısı yoktu. Önü baya açıktı,tüm salonu görecek kadar. Salona girmek için üç basamak merdiven vardı ve bu merdiven uzundu, salonun girişinin tüm kısmını kaplıyordu.

 Salondaki eşyalar beyaz ve toz pembeydi. İki tane beyaz berjer pencerenin yanına dizilmişti, arkasındaki pembe çiçekli perde camı örtüyordu. Yine toz pembe koltukların ortasında cam ve dikdörtgen bir sehpa vardı ve üstünde güzel, koyu pembe bir vazo ve vazonun içinde de mor sümbüller vardı. Koltukların üstünde de pembenin bir çok tonunda süslü ve sade minderler vardı.

 "Yahu biz prenses miyiz de her yer pembe? Gören de asla savaşçıların evi sanmaz."

 Işıl'ın yorumu da bir bakıma haklıydı gerçi. Rüya elimi çekiştirerek beni koridorda hemen yanımızda bulunan büyük, sürgülü, beyaz kapıdan içeri sürükledi.

 Burası mutfaktı ve mutfak beklediğimden çok daha güzeldi çünkü kırmızı,bej ve siyah renginde dizayn edilmişti. Kırmızı asla cırtlak ve kötü bir kırmızı değildi, koyuydu ve parlaktı, üstelik mutfak dolaplarında harika durmuştu.

 Tezgah siyah, duvarlarda bejdi ve kesinlikle çirkin durmuyordu. Tezgah tuhaf bir u şeklindeydi ve u'nun bir ucu uzundu. Uzun kısmı mutfağın ortasına geliyordu ancak asla kötü durmuyordu. Geniş tezgah olması bizim için iyiydi, daha kullanışlı olurdu böylece.

Tezgah mutfağın sol kısmında kalıyordu, sağ kısmının en gerisinde,karşı duvarda, cam bir balkon kapısı vardı. Kapının önünde uzun, dikdörtgen bir masa vardı ve balkon kapısının ilerisinden başlıyor, beyaz sürgülü kapının yanında kalan bej duvara kadar uzanıyordu. Duvara yaslı siyah masa tezgahla uyum sağlıyordu. Sırt kısmı ve oturma kısmı kırmızı deriyle kaplı, diğer kısımları şeffaf siyah olan ve bar sandalyeleri gibi duran sandalyeler de bu uzun masaya yan yana düzenli bir şekilde dizilmişti.

 Mutfak çok güzeldi. Tezgahın üstünde duran bir çok mutfak eşyasına ve meyve tabağına güldüm. Gerçekten güzeldi. Rüya'nın yine elimden çekiştirmesine izin verdim ve önde biz, arkada Işıl balkon kapısından çıktık. Burası arka bahçeye çıkıyordu.

  Arka bahçeyi görür görmez çok sevdim, sağ tarafında güzel, açık kırmızı bir sallanan sandalye vardı ve en az dört kişi sığardı. Sol tarafta da yuvarlak, şeffaf beyaz bir masa vardı ve yine şeffaf sandalyeler etrafına dizilmişti. Masanın ortasından beyaz ve demir sopa çıkıyordu çünkü üst kısmında kocaman, kırmızı ve beyaz benekli bir güneşlik vardı. Daha doğrusu büyük bir şemsiye gibi duruyordu ve çok güzeldi.

   "İnanamıyorum."

 İnanamıyorum, çünkü hayallerimin evi olsa gerek. Bu kadar hoş bir yer olduğu dışından da belli oluyordu gerçi.

  "Hadi hadi, daha oturma odası var, diğer odaları gezeceğiz ve kura çekeceğiz."

  Rüya heyecanla yine beni çekiştirdi ve bu sefer mutfaktan çıkıp koridora geldik. Koridorun sonunda beyaz, dönemeçli bir merdivenin yanındaki kapıdan içeri girdik ve takımımın kızlarıyla karşılaştık. Burası oturma odası olmalıydı, salona kıyasla küçüktü ancak bir o kadarda hepimizi içine alacak ve üstüne boş alan bırakacak kadar da büyüktü. Buranın koltukları çok güzel bir yeşildi. Biraz koyuydu ve tonu çok güzeldi. Üzerlerinde desenli ve kavun içi minderler vardı, ancak çok belli olmuyordu çünkü kızlar üzerindeydi. Buranın berjeri daha sporcu ve minderlerle aynı renkti.

  Hoştu. Tabi üstünde Brenda oturmasaydı. Ben de Koltukta oturan Kelly'nin yanına oturdum. Kelly gerçekten çok güzel bir kızdı. Bunu onu ilk gördüğümde de düşünmüştüm. Ayrıca Zach'le çok yakıştığı da kesindi. Acaba bizde Alec'le öyle görünüyor muyduk?

  Kelly'nin siyah düz saçları vardı ve onu ilk gördüğümde beline uzanan saçları şuan kulağının altına geliyordu ancak ona kısa saç daha çok yakışmıştı. Onunla tanışma fırsatım hiç olmamıştı, çünkü o ve Zach asla ayrılmıyorlardı.

  Bu odada tanışamadığım bir diğer kız da Brenda'nın en sevdiği kankası Raina'ydı. Onun da kendine özel bir havası vardı, açık pembeye boyalı saçıyla ve burnundaki piercingi ile çok havalı ve hoş görünüyordu.

   Odada toplam dokuz kişiydik. Ben, Işıl,Rüya,Rita,Daisy,Kelly,Brenda,Marie ve Raina. Savaşçılar takımının tüm kızları bu odada toplanmıştı. Aslında bu odada Brenda dışında anlaşamadığım kimse yoktu çünkü ya tanışmamıştım ya da zaten seviyordum çoğu kişiyi. Marie, Brenda'nın arkadaşı ve büyücü olan turuncu ve kıvırcık saçlı kız konuşmaya başladı. Marie'yi birazcık tanıyordum. Işıl'la iyi anlaştığına bir kac kez şahit olmuştum ve bana kalırsa iyi birisiydi.

  "Aslında tüm odaların yatakları aynı ama bir iki oda diğer odalardan biraz daha büyük. Bu yüzden kavga etmemek için en başından adil bir kura çekelim dedik. Geçmiş olsun Alya, aramıza dönmene sevindim."

  Sözünün sonunda bana dönüp gülümseyerek konuştu. Doğrusu, parlak yeşil gözleri de onunla aynı kelimeleri söylüyordu ve içten olduğuna emindim. Gülümseyerek teşekkür ettim. Odadaki kızlar Brenda dışında, Daisy,Kelly ve Raina da bana geçmiş olsun dediler. Brenda bunun üzerine Raina'ya sert sert bakın akla yetindi.

   Marie ayağa kalktı ve odada bulunan kocaman ve pahalı televizyonun önünde bulunan güzel bir kutuyu aldı ve benim yanımda oturan Rüya'ya ve Işıl'a uzatmaya başladı.

  Onlar aldılar, sonra ben aldım derken tüm kızlar aldı. Kağıdın içinde harf yazıyordu ve aldığım kağıtta 'A' yazıyordu. Aklıma hemen Alec gelirken şimdiden onu özlediğimi fark ettim. Herkes yukarı kata çıktı. Yukarıda uzun bir koridor vardı ve koridor kapılarla doluydu. Koridor sağdan sola doğru uzanıyordu ve merdivenden çıkar çıkmaz karşımıza bir sürü bavullar çıkıyordu. Işıl kulağıma eğilip fısıldadı.

 "Senin bavulunu da getirdik, eşyalarına dokunmamıza kızmasın değil mi?"

  "Hayır tabi ki, teşekkür ederim bebeğim."

  Işıl kolunu omzuma attı, diğer taraftan da Rüya gelip sarıldı. Birbirimizi özlemiştik, bugün gıybet gecesi yapmazsak yerimizde duramazdık.

  Rüya yanımızdan gidip üçümüzün bavulunu aldı. Sonra da yanımıza gelip bana siyah bavulumu verdi.

  "Benim harfim F, sizinki?"

  "Benimki de J, seninle biraz yakınız ha Rüya?"

  Bundan sonra herkes odalarına girdi. Odaların üstüne yapıştırılmış postitlerden anladık. Benim odam A olduğu için sağ kısımdaki koridorun en karşısında kalıyordu. Odamın sağında iki oda ve solunda da bir oda vardı ve onlar da B,C ve D harfleriydi. Işıl'la Rüya'yla odalarımızın arasında baya bir vardı. Onlar sol koridordalardı ve en azından ikisi biraz da olsa yakındı. Ben sağ koridorda kimin kaldığını bilmiyordum çünkü en son gelmiştim.

  Odama girip kapıyı kapattım ve bundan sonra yaşayacağım odaya göz attım. Oda aşırı büyük değildi, eh buda normaldi toplam dokuz oda vardı ve yine de buna kıyasla gayet de büyük bir odaydı. Sağ kısımda tek kişilik olmasına rağmen biraz büyük bir yatak vardı ve yatağın başlığı beyazdı.

 Odanın ortasında, girer girmez göze çarpan büyük bir pencere vardı ve beyaz benekli bir perdeyle kapatılmıştı. Odanın duvarları da, çalışma masası da beyazdı ve çok ferah görünüyordu bundan dolayı. Yerdeki halı açık mavi çiçeklerle kaplı beyaz bir halıydı ve çalışma masasına yaslı duran açık mavi sandalyeyle uyum sağlıyordu. Birde çalışma masasının yanında iki kapaklı beyaz bir gardolap vardı, çok modern duruyordu. Gardolap ve çalışma masası da solda yer alıyordu.

  Oda bunun dışında bomboştu, ancak benim odam olduğu için istediğim gibi dizayn edebilirdim ve zaten bunun için bomboş bırakılmış gibiydi. Valizimi yatağın üstüne koyup açtım ve eşyalarımı yavaş yavaş yerleştirmeye başladım. Önce okuma kitaplarımı çalışma masasının üzerindeki boş rafa yerleştirdim. Sonra okul eşyalarımı da masanın çekmecesine ve birazcığını da masanın üstüne yerleştirdikten sonra kıyafetlerimi yerleştirdim.

  İşim bitince odadan çıktım ve yan kapıdan çıkan Rita'yla karşılaştım. Bana gülümsedi ve sarı at kuyruğu saçlarını omzundan sırtına atıp konuşmaya başladı.

  "Yan yanayız ha?"

  Rita'yla sohbet ede ede merdivenlerin başına geldim ve onunla ayrılıp Işıl'ın odasına doğru ilerledim. Sol koridora daha önce hiç gelmemiştim,burada küçük bir koridor daha vardı ve koridorun sonunda balkon kapısı vardı.
 
  Bir süre sonra balkona çıkmaya karar verdim, çünkü kapılardan harfleri sökmüştük ve ben onların odalarını bilmiyordum. Şimdi bir de akşam olmuşken başkalarını rahatsız etmek de istemiyordum.

  Balkon kapısını açıp dışarı çıktım ve soğuk havanın bedenimi ele geçirmesine izin verdim. Balkon ne çok genişdi, ne de çok dardı. Aşağıdan gelen tanıdık seslerle birlikte beyaz demirliklere tutunarak eğildim.

   Buradan arka bahçe tamamen görünüyordu ve Işıl'la Rüya büyük, güzel ve kırmızı sallanan sandalyede yanyana oturmuş konuşuyorlardı.

   "Ya bilmiyorum işte, Antonio bir tuhaf şu sıralar."

  Üstelik muhabbet de baya koyuydu ve bunu bensiz yapıyorlardı. Biraz dalgaya alarak konuştum ve ikisinin de bana bakmasını sağladım.

  "Vay vay vay, Alya'sız da nasıl güzel muhabbet dönüyormuş..."

  Rüya koyu kahve saçlarını kulaklarının arkasına tıkıştırdı sanki beni daha net görmek istermiş gibi.

  "Alya gerçekten odanın hangisi olduğunu tahmin edemedik, aslında Işıl tek tek bakalım dedi ama ben insanları rahatsız etm-"

 Normalden çok daha hızlı konuşan Rüya'yı susturdum. Normalde çok daha sakin konuşurdu ve insanın pür dikkat ona odaklanmasını sağlardı.

 "Tamam Rüya, açıklama yapmana gerek yok bende aynı sebepten dolayı burdayım. Hemen geliyorum yanınıza."

  Bu kadar ufak bir şeyden dolayı canım arkadaşlarıma küsecek bir insan değildim.

  Balkondan çıkıp hızla merdivenleri indim. Mutfağa girip oradaki kapıdan arka kapıya çıktım ve gidip Rüya'nın yanındaki boş yere oturdum. İkisi de sakin sakin bakarken, bu sadece bir dakika sürdü çünkü ondan sonra hararetli hararetli bana dönüp ikiside konuşmaya başladı. Eh, bende onlara katıldım ve böylece tüm gecelik dedikodumuzu başlatmış olduk.

  Ben artık uykusuzluktan Rüya'nın dizine yatmıştım ancak hâlâ konuşuyordum.

  "Öyle işte. O kadar çok acıdı ki bacaklarım koptu sandım. Gerçi kopsa daha az acırdı herhalde."

  O anın acısını tekrar hissetmiş gibi bacaklarımı tutarak yüzümü buruşturdum.

 "Hadi yaa, devam et nasıl kurtuldunuz?"

Şuana kadar yaşadığım çoğu şeyi anlatmıştım, yani baya bir özet geçmiştim çünkü detaya girmeye çok da gerek yoktu. Onlar da ajanı nasıl bulduklarını, kara elflerle barış imzaladıklarını anlatmışlardı ve tabi ki de Antonio'dan ve Darky'den de konu açılmıştı.

 Uykulu uykulu nasıl kurtulduğumuzu da anlattım, ancak öpüşmemiz sayesinde oradan kurtulduğumuzu söylerken uykum tamamen açılmıştı ve utançtan yüzlerine bakamıyordum.

  "Ay, siz ruh eşisiniz ya, ondan öyle şey olmuştur.."

  Işıl biraz dalgaya alarak konuştuğunda daha da utandım. Biraz sonra hepimiz ayağa kalktık ve içeri girdik. Birbirimize odalarımızı gösterdikten sonra odalarımıza girdik.

  Ancak odama girer girmez boş olması gereken yatak doluydu ve üstünde Alec vardı. O kadar korktum ki az kalsın çığlık atıyordum. Beni görür görmez ayağa kalkıp yanıma geldi.
  
"Alec? Nasıl korktum haberin var mı? Ne yapıyorsun burada?"

  Dağılmış açık kumral saçları ile yorgun bal rengi gözleri uykusuz olduğunu açıkça belli ediyordu. İster istemez ellerim saçlarına gitti, az önce sinirli olan ses tonum sanki bir çocukla konuşuyormuşçasına yumuşadı.

  "Sen uyumadın mı? Gözlerinin hâli ne böyle?"

  Elinden tutup beni yorganı açık olan yatağıma doğru çekiştirdi. Tek eliyle elini hâlâ tutarken diğer eliyle de küçük bir çocuk gibi gözlerini ovuşturuyordu. Onu yeme isteği çık aklımdan. Kalbim sende yerinde sabit durur musun?

"Seni özledim. Birde senden ayrılmaya çok alışkın değilim, uyuyamadım. Beni uyutur musun Leydim?"

  İçimdeki tüm organlarım sanırsam yerlerini değiştirdi, tüm damarlarındaki kan yüzüme çıktı ve ben sadece bakakaldım. Başkası onun çok güçlü kocaman bir adam olduğunu düşünebilirdi, ancak o benim gözümde babasının iğrenç davranışlarına rağmen ayakta dimdik durabilmiş, annesinden sevgi görmemiş ama daima görmeyi bekleyen dünyanın en şirin ve en iyi kalpli çocuğuydu. O annesinden veya babasından görmesi gereken sevgiyi görmemiş olabilirdi, hatta sevginin ne olduğunu bile öğretmemiş olabilirlerdi ona, buna rağmen beni öyle çok seviyordu ki bunu kalbimin en derinliklerinde hissedebiliyordum. Sevgiyi öğretmemiş birisinin beni sevebileceğine nasıl mı inanmıştım? Ben nasıl seviyorsam onu, onunda beni öyle seveceğine inanmıştım çünkü Alec ve ben aynıydık. Bende sevgi görmemiştim, annemin hayatta olduğu zamanlar dışında banada kimse öğretmemişti sevgiyi. Belki de bu yüzden harika bir sevgili adayı değildim belki de. Ancak öğrendiğim tüm sevgiyi Alec'e vermeye hazırdım. En önemlisi de bu değil miydi zaten? Sevgi paylaştıkça çoğalır lafı yanlış değildi. Biz sevgimizi paylaştıkça aramızdaki sevgi büyüyordu ve kocaman oluyordu.

  Ben tüm bunları düşünürken Alec çoktan yatağa yatmıştı ve bana bakıyordu. Bende onun yanına yattım ve tavana bakmaya başladım. İlk defa onunla yatıyordum ve bu çok tuhaf ama bir o kadar da aşırı heyecan verici bir durumdu.

  "Alec, hatırlıyor musun bilmiyorum ama çok önceden bana geçmişinde çok merak ettiğin bir şeyi görmek istediğini söylemiştin."

  Aslında bu sözlerimle demek istediğim şuydu, 'Bana istediğin zaman söyleyebilirsin,ben hazırım."

"Biliyorum, ama şuan olmasa? Sadece sana sarılıp uyumak istiyorum şu ân."

   Gülümsedim ve ona sarıldım.

  "Peki şu bana anlatmak istediğin önemli şey neydi? Hani şu revirde söylemek istediğin ama fırsat bulamadığın."

Çenesini başıma yasladı ve mırıldandı.

"Onu da sonra söyleme hakkımı kullanmak istiyorum."

  Böyle söyledi. Belki de bu konuyu aklıma getirmemem gerekirdi. Çünkü ona temas ediyordum ve bu yüzden onun bana söylemek istediği o şey gözlerimin önüne geldi. Belki de bunu onun söylemesi gerekiyordu, ben yanlışlıkla da olsa görmüştüm ve ilk defa bu gücüme lanet ettim. Çünkü gözümün önüne gelen görüntü, dünyanın en rahat yerinde olmama rağmen sabaha kadar meraktan uyuyamadım sağlayacak kadar tuhaf bir görüntüydü.

  Benim kötü gece ruhu Diana'dan korktuğum o zaman, neredeyse bayılacakken halisünasyon olarak tanımladığım o şey, Alec'in sarışın ve uzun boylu bir çocuğa dönüşmesi gerçekti. O gözlerimin önünde dönüştü ve beni kurtardı. Aklıma onunla yaptığım o tatlı diyalog geldi.

"Sevgilin var mı ?"

  "Y-yani şey, senin gibi güzel bir kızı boş bırakmazlar herhalde. "
 
   "Sevgilim yok."

   Çocuk arkasını dönüp koltuğa doğru yürümeye başladığı sırada ben sordum bu sefer.

  "Senin ?"

   "Sevgilim yok ama sanırım sevdiğim birisi var. "

   "Sanırım mı ?"

  Koltuğa uzandıktan sonra kolunu başının altına koydu ve bana döndü.

  "Daha emin değilim. Karışık."

  "Anladım."

  "Çok bekletme derim."

İşte bu tüylerimin diken diken olmasına sebep oldu.

   Şuan yanında yattığım, sarıldığım çocuk aslında kimdi?

□■□■□■□■□■□■□■□■□■□■□■□

Evvettt, bu bolum için baya ozendim.

  Biliyorum şu evi tanıtma yerlerinde çok sıkıldınız, ama tanitmam gerekiyordu çünkü ilerki bölümler full orada geçecek.
  
  ●Genel olarak bölümü sevdiniz mi?

  ●Alec hakkında ne düşünüyorsunuz?

  ●Sizce Alec aslında ne olabilir?

   Sizi seviyorum, bu uzun, 4300 kelimelik bölümü oylamayı, aşağıdaki minicik yıldıza basmayı unutmayın olur mu? Çünkü normalden 1300 kelime daha fazla yazdim.

   Sağlıcakla kalın, özzellikle şu zamanlarda kendinize dikkat edin bebeklerim:)♡
 
 

 

  

  

 

 

Continue Reading

You'll Also Like

538K 41.3K 90
Şiddete maruz kalan bir kızın yaşadığı kötü bir günün ardından intikam almak istemesi ve aldığı intikamdan sonra herkesin intikamını almak isteyerek...
550K 47.5K 36
《2019 Fantastik #2 》 Bundan uzun zaman önce, büyük bir krallığın küçük bir köyünde başladı hikayemiz. Dünya yeni âşıkları tarihe kazırken şiirler ya...
122K 1.7K 24
En yakın arkadaşımla kocamı bastığım andan beri alevler içindeydim. "Daha hızlı aşkım," diye inleyerek dans eden bedenlerini seyrettim kapıda. Sevgi...
187K 12.7K 62
DÜZENLENECEKTİR!!! Dünya baştan koymuştu kuralı. Vampirle Elf yan yana bile gelemezdi. Olmazdı. Vampirler Elflere yasaktı, Elfler Vampirlere. Peki na...