Yirmi Altı (Kitap)

By mandalinagibi

1.7M 46.2K 4.2K

Bir kadının, yirmi altıncı yaş gününde alabileceği en güzel hediyeydi, Ateş. Ve İdil hayatında aldığı her bir... More

Yirmi Altı
26.1
26.2
26.3 |Birinci Kısım|
26.3 |İkinci Kısım|
26.4 |Birinci Kısım|
26.4 |İkinci Kısım|
26.4 |Üçüncü Kısım Alıntısı|
26.4 |Üçüncü Kısım|
26.4 |Dördüncü Kısım|
26.6 |Birinci Kısım|
26.6 |İkinci Bölüm|
26.7
26.8 |Birinci Kısım|
26.8 |İkinci Kısım|

26.5

69.2K 2.5K 189
By mandalinagibi

  ♪ Zayn - Drunk  ♪

Bu bölümde ATİL'e merhaba deyin; onları kucaklayın.


İDİL

Evin kapısı ardımdan kapanır kapanmaz, bir şey unuttuğum hissine kapıldım. Herhangi bir şey... Bana ait, illa yanımda götürmem gereken bir şeymiş gibiydi bu. Eksiklik duygusu, var gücüyle zihnime saldırıyor ve umursamayıp yoluma devam etmeme müsaade etmiyordu. Bir süre bilinçsiz adımlarla arabama doğru yürüdüm. Bir yandan da o unutulan her neyse sabırla aklıma gelmesini bekleyerek, düşüncelerimin kuyruğunu kovalayıp duruyordum. Parmağım, arabayı çalıştırmak için basmam gereken güç düğmesini ancak birkaç denemeden sonra bulabildi. Gitmeden önce son kez çantamı kontrol ettim. Telefon, tamam. Dudak parlatıcısı, tamam. En önemlisi, şarj aleti de tamam.

En nihayetinde boş vermeyi seçerek hareketlendim. Çalışma hayatım konusunda üzerimde hassasiyet gösterenlerden yalnızca biri olan Ahmet Amca, bahçedeki işini bırakıp ardımdan el salladı. Söylediği şeyi duymadım fakat "Allah kolaylık versin," gibi bir şey olduğuna neredeyse emindim. Bir anda herkes beni dua yağmuruna tutmaya başlamıştı. Önceden edilen, "Allah akıl fikir versin," duaları, şimdi, "Allah zihin açıklığı versin," olarak karşıma çıkıyordu.

Evin sınırları dışına çıkmama ramak kala, zihnimde bir siluet canlandı. Onu hangi ara yanımdan ayırmama kararı almıştım, bilmiyordum. Sorgulamak, var olan hissi bastıramayacaktı. Nihayet unuttuğum şeyin ne olduğunu bulmuş olmanın heyecanıyla, arabayı çalışır halde bırakarak, kendimi eve doğru koşarken buldum. Zili çalışım, tıpkı Aykız'ın kapıyı açtıktan sonraki yüzü kadar telaşlıydı.

"Ceket," diye şakıdım heyecanla merdivenleri çıkmaya başlarken. "Aykız, siyah bir erkek ceketi olacaktı odamda!"

Derlenip toparlanmış odayı didik didik aramaya başladım. Neden bilmiyorum, ayakkabı dolabımın içine dahi bakmıştım. Aykız da peşimden koşuşturup duruyordu. Hiç görmediğini, görse bile bana sormadan hiçbir şey yapmayacağı hakkında beni inandırmak için yeminler edip duruyordu.

"Acaba babamın takımlarıyla beraber kuru temizlemeye mi gitti?"

"Kuru temizlemeye yarın gidecek onlar, hanımım."

"Kahretsin ya aman! Allah bilir, akılsız kafam nerede unuttu?!"

Topuklarımı zemine sertçe vura vura, gerisin geri evden çıktım. Şirkete giden yol boyunca kendime oflayıp durdum. Eh, sorumluluk dediğimiz şey her konuda hâkimlik gösteren bir duyguydu. Mesela bana ödünç verilmiş ceketi kaybetmek, bahsettiğimiz duyguya ters düşüyordu.

Arabamı şirketin otoparkına park ettikten sonra, karşıma çıkan herkesle sohbetim oldukça kısa oldu. Babamın odasına çıkana kadar tüm iyi dilekleri yalnızca gülümseyerek kabul ettim. Çünkü o an tek derdim, bir an önce babamın odasını kolaçan etmekti.

Lale Hanım beni, "Günaydın, İdil Hanım," diyerek karşılarken, suratıma oldukça samimi bir gülümsemeyle bakıyordu. Yaşı gereği, bana bakarken gözlerindeki o anne yaklaşımını alabiliyor olmak, beni inanılmaz rahat ettiriyordu.

"Günaydın," diye seslendikten sonra vakit kaybetmeden kendimi babamın odasına attım. Lale Hanım arkamdan babamın olmayışıyla ilgili bir şeyler söylerken, "Biliyorum, sabah konuştuk. Haberim var," diyerek kapıyı ardımdan kapadım.

Bilmiyorum kaç dakika boyunca o ceketi aradım ama asla aradığımı bulamadım. Lale Hanım, beni ortalıkta deli divane koştururken buldu.

"Çay, kahve alır mıydınız diye soracaktım ama... Yardımcı olabileceğim bir şey var mı?"

"Dün burada siyah bir ceket unuttum diye tahmin ediyorum. Siz gördünüz mü?"

"Sanmıyorum, İdil Hanım. Öyle bir şey olduğunda en azından Çetin Bey'in dolabına asardım."

"Babamın dolabı mı var? Nerde?" Beni bir takım dosyaların bulunduğu kitaplığa doğru götürdü. Kitaplığı sağa doğru kaydırarak, babamın giysi dolabını gözlerimin önüne serdi. İçerisinde birçok renkte takım elbise ve bir o kadar da gömlek vardı. Gömme giysi dolabı fikri oldukça hoşuma giderken, gözüm tek bir siyah cekete takıldı. Ceketi hızla kurcalarken, "Markasını da hatırlamıyorum ki ya," diye mırıldandım kendi kendime.

"Siz erkek ceketi mi arıyorsunuz?"

"Hem de nasıl erkek ceketi, bilseniz!"

Verdiğim cevabı yalnızca benim anlamam üzerinde fazla durmadım. Ceketi burnuma götürüp koklamak daha iyi bir fikir gibi geldi. Kendi kokumu üzerinde bıraktığıma emindim. Fakat alabildiğim tek koku, o tertemiz giysi kokusuydu!

"Vallahi çıldıracağım," derken bıkkınca Lale Hanım'a bakıyordum. Çaresizce beni anlamasını beklerken, çok şey istediğimin elbette farkındaydım. Ceketin ne denli önemli olduğunu, onun için pervane oluşuma bakarak anlayabilirdi pekâlâ. Ki anlamış olacak ki, aklıma gelen bir ihtimalle parlayan gözlerime benzer bir haldeydi onunkiler de.

"Kemal Bey'in odası?"

"Ateş'in odası!" Lale Hanım'ın suratı giderek bambaşka bir hal alıyordu. Mesela kaşları şaşkınlıkla havalanırken, aynı anda dudakları muzır bir gülümsemeye tutulmuştu. Hali, ne kadar da profesyonel olmadığımı yüzüme vururken, derhal toparlanarak yerimde dikleştim. Nedendir bilmem, topuklarımı yere vurduğumda kendimi daha güçlü hissediyordum. "Evet, evet, Kemal Bey'in odası! Orada unutmuş olmam da bir ihtimal."

Tepkisine bakacak yüzüm olmadığı için uygun adım odadan çıktım. Utancımın başını ezen keyifli, kıpır kıpır bir duygusu eşliğinde, Ateş'in odasına giden koridor boyunca yürüdüm. Kapının açılacağından o kadar emindim ki, öne doğru atılınca omzumun kapıya çarpması, beklediğim son şey bile değildi. Özgüvenle kavradığım kapının kolu neredeyse elimde kalacaktı. Tekrar ama daha sert bir şekilde kapıyı açmayı denedim. Tekrar ve tekrar deniyor, zorluyor, o kapının ille de açılmasını bekliyordum.

Omzumda nazik bir el ve "İdil Hanım, kapı kilitli. Daha fazla zorlamayın," diyen temkinli bir ses...

Ancak o zaman denemekten vazgeçerek, "Biliyorum!" diye sinirle patladım. "Kapı kilitlemek ne demek ya? Şirket burası, evinin yatak odası mı?" Ben konuşmaya devam ettikçe Lale Hanım'ın yüzü şekilden şekle giriyor fakat benim yüzümün aldığı şeklin kıyısından bile geçemiyordu. Nemrut bir ifade takınarak kilitli kapıya sayıp sövüyordum. "Sanki adamın mahremi de kapı kilitliyor! İşe bak!"

"Zaten bu ilk oluyor. Normalde hep açıktır."

"Allah bilir aklından ne geçiyor," diye kendi kendime mırıldanarak gerisin geri babamın odasına döndüm. Kendimi koltuğa bırakırken, sakinliğimi de ellerimden an be an bırakıyordum. Lale Hanım kahvemi, tatlı bir gülümseme eşliğinde önümdeki siyah, cam sehpaya koydu.

Konuşmadan önceki çekinik ama bir o kadar da uslu durmaya direnen bakışları, dile dökmeyeceği birçok şeyi zaten anlatıyordu.

"Kemal Bey, bugün akşama kadar gelmez. Yeni ortaklarımızla görüşme yapmak üzere dışarıda. Bilginiz olsun istedim."

Umursamaz bir tavırda, etkiyi artırmak adına dudaklarımı büküp, omzumu silktim. "Kahve için teşekkür ederim."

Lale Hanım odadan çıkıp beni kendimle ve aklımın içinde dönüp duran kendini bilmez düşüncelerle yalnız bıraktı. Düşünceler, birçok şeyi kapsıyordu. Mesela dün şahit olduğum telefon konuşmasından, sakallı çenesinin yanağıma değmesine, çenemi kavrayan parmaklarından, aynı şekilde bana sus diyen işaret parmağına kadar her şeyi. İşte sırf bu sebepten aklımı allak bullak edip, kendini gözümde bir yapboza dönüştürüyordu. Yerleşmesi gereken eksik parçalar ise hâlâ ait oldukları yere ulaşamadıkları için beynimi didikliyorlardı. Bunun başka bir alternatif açıklamasını yapamıyordum.

Yaklaşık bir saat sonra babam geldi. Bana, Ateş'le beraber, bünyemize yeni katılacak bir bankanın kuruluş ortaklarıyla kahvaltıda olduklarını söyledi. Henüz çok taze bir girişim olduğunu ve bu bankayı ülkemize çekmeyi çok istediğini anladım. Keza Ateş'in görevinin de adamların ziyaretlerinden memnun kalmalarını sağlamak olduğunu anladım.

Babam ellerini birbirine çarparak, "oldu bu iş" dercesine ovuşturdu. "Kemal Bey holdinge güzel haberlerle dönecek, biliyorum."

"Ona çok mu güveniyorsun?"

"İdil," derken bir sonraki cümlesi için gözlerinin içinin parıldadığını gördüm. "adam işinde oldukça iyi... Üstelik referansları da gerçekten kuvvetli. Ben yaş tahtaya basar mıyım?"

"Ben sana her konuda güveniyorum, babacığım."

Babam dev ve oldukça rahat görünen koltuğundan ağırca kalkarak yanıma geldi. Eli saçlarımı ve yanağımı şefkatle okşarken, gözleri aksi bir duyguyla meydan okuyordu.

"Benim de sana her konuda güvenmemi istiyorsun, değil mi, güzel kızım?"

"Elbette!"

"O zaman artık aylaklık etmeyip, derhal işinin başına geçmeni rica ediyorum senden. Gözlem," derken işaret parmağını yüzüme sallıyordu. "Gözlem her şeydir. Ayrıca Kemal Bey'in bugün seninle ilgilenmesi olası değil. Bugün tek başınasın."

Topuklarımı yere vurarak hızla ayağa kalktım. Arkama sivri topuklularımın gücünü almış olmanın verdiği güvenle, "Ben gayet kendi başımın çaresine bakabilirim," dedim. "Kimseye ihtiyacım yok."

Ama ona var gibi hissediyordum.

Babamın yüzü güneş gibi aydınlanınca, zaten kaçmış olan keyfim, biraz olsun yerine geldi. "Aferin benim güçlü kızıma!"

Sonrasında beni odasından kovalayarak yapayalnız bıraktı. Gerçi kızamıyordum da, o kadar meşgul bir adamdı ki benim babam, daha çok canına üzülüyordum.

Akşama kadar muhasebe departmanında elbette duramadım. Çünkü bir süre sonra onları takip etmek, canımı inanılmaz sıkmıştı. Sürekli bilgisayarlarının başında anlamadığım programlara giriyor, çalışıyor olduğumuz her şirkete ayrı birçok fatura çıkartıyorlardı. Yegâne görevim etrafa boş bakıp kenar süsü olmak denebilirdi. Dolayısıyla proje teknik ekibinden, teknik koordinatöre, hukuk, satış pazarlama ve arge departmanına kadar kapısını çalmadığım oda neredeyse kalmadı. Akşama doğru tüm vaktimi ise genel müdür yardımcısı olduğunu öğrendiğim Turgay'la geçirdim. Komik bir adam olmasının yanı sıra, oldukça flörtöz olduğunu söyleyebilirdim. Beni rahatsız etmemekle beraber, biraz olsun keyfimi de yerine getirmiyor değildi.

Saat akşamüzeri dört buçuğa gelirken, girer girmez bir köşeye attığım çantamı almak için babamın ofisine çıktım. Babamın çoktan gitmiş olduğunu, odaya girmeden önce Lale Hanım'dan öğrendim. Küçük el çantamı alıp çıkmadan, üzerime yapışan kum rengi elbisemi ait olduğu boya getirmek için çekeledim. Saçlarımın omuzlarımı ve göğsümü kapatmasına asla müsaade etmeyerek, geriye doğru savurdum. Odadan çıkarken çantamdaki minyatür parfüm şişesini el yordamıyla buldum ve kulaklarımın arkasına birer kez sıktım. Bileklerimi de aynı vanilya kokusuna bulamak isterken, koridorun sonundan tanıdık bir ses duydum. Ses, ben adım attıkça daha da neşeli gelmeye başlıyordu.

Lale Hanım, Ateş'in yanında, tüm gün boyunca arayan, soranları ve bilmesi gereken şeyleri, elindeki not defterinden genel müdürüne okuyordu. Henüz ne renk giydiğini bile ayırt edemeden, onu gözümden kaçırdım. Bir yandan parfümü bileklerime uygun uzaklıktan sıkıyor, bir yandan da açılmasını beklediğim kapıya bakarak koridorun ortasında öylece bekliyordum. Lale Hanım nihayet odadan çıktığında, yeşil topuklularım avına saldırmaya hazır bir yılan gibi atıldı. Yürüdüğüm yol boyunca ayakkabılarıma ses veren mermer, muhtemelen geliyor olduğumu Ateş'e çoktan duyurmuştu.

Kapıyı şöyle bir tıklatarak, cevap vermesini beklemeden içeri girdim. Elleri klavyede, ceketi sandalyesinin arkasında, gözleri ise tam benim üzerimdeydi. Odanın girişinde öylece dikiliyor olmanın garip olduğunu fark ettiğimde hareketlenerek tam karşısına oturdum. Tam o an, sağ omzunun hizasında duran ceket askılığından bana korkusuzca bakan emanetimi görebilmiştim. Benim, aslı Ateş'e ait olan ceketim, sahibinin odasında, onun askılığında gövde gösterisi yapıyordu. Bunu ona yaptıran ceketin sahibinin tavrı olsa gerekti. Gözlerimi temkinlice gözleriyle buluşturdum. Çok şey anlatıyordu. Dile dökmeyeceği birçok şey. Cüretkârdı, sakin ama tek hamlede hırçınlaşacak kadar da dengesizdi. Ceketi aracı kullanarak çevirdiği oyun yüzünden, gözleri eğlenceli pırıltılarla bakıyordu yüzüme.

"Buyurun, İdil Hanım."

Sandalyesine iyice yaslandığında gerilen beyaz gömleği bile bana meydan okuyordu. Ben sustukça yüzüne yerleşen o tatminkâr gülümseme, içimdeki alfa kadını kızdırıyordu. Kraliçe tahtından kalkıp pelerinini ve asasını bir yana nazikçe koyarak, savaş tulumunu giyiyordu. Savaş tulumu elbette deri ve siyahtı. Üstelik savaşçı kraliçe, kırmızı rujunu sürmeden de asla savaşa hazır hissedemezdi.

"Bir maruzatınız mı olacaktı?"

"Odanızın kapısı neden kilitliydi, Kemal Bey?"

Yüzüme birkaç saniye ne söylediğimi anlamamış gibi baktıktan sonra, "Bunun sizi alakadar eden yanını öğrenebilir miyim?" diye sordu. Diyaloglarımız gayet profesyonellik çerçevesinde ilerliyordu. Öyle tutmaya çabalıyordum. Gerçekten.

"Hayır, öğrenemezsiniz." Arkama yaslanarak, siyah, deri tulumlu savaşçı kadından aldığım özgüvenle bacak bacak üstüne attım. Yapacaklarımı sorgulamayan yanımdan çekinmeyen bir insana bakıyordum. "Ben sorumun cevabını öğrenebilecek miyim?"

"Hayır, öğrenemeyeceksiniz."

Gözlerim, kontrolüm dışında sürekli arkadaki siyah cekete takılıyordu. Bu yaptığına ancak meydan okuma denirdi! Ben gözümü alamazken, onun orada bir şey yokmuşçasına davranması beni çileden çıkaracaktı! Nasıl yok sayabilirdi ki? Cekete sinen kokum vardı be!

O ceketi asla ondan isteyemeyeceğimi çok iyi bilerek atıyordu adımlarını. O sebeptendir ki, gözüme sokmak istercesine odanın başköşesine koymuştu. Bazen şu inadımdan nefret ediyordum. Mesela o bazen, tam şu andı!

"Bana bak, küçük hanım, işimi gücümü bıraktım. Ve hâlâ bana bir şeyler söylemeni umut ederek bekliyorum." İyi de tüm söyleyeceklerim ceketle bana oyun oynamandan önceydi. "Yüzüme bakacak mısın artık?"

Ancak sabır dilercesine çıkan bu cümlesinden sonra, gözümü arkasında duran emanetime kilitlediğimi fark edebildim.

"Eğer söyleyecek bir şeyiniz yoksa çıkmanızı isteyeceğim sizden. Daha yeni anlaşacağımız banka için yapılan sözleşme şartlarını gözden geçirmem gerekiyor. Malum, iş!"

"Haberim var, Kemal Bey! Sandığınız kadar uzak değilim malum işe."

Dudaklarına tatlı bir gülümseme yerleşirken, "Buna bile gelişme gözüyle bakabilirim," dedi. "Gün boyu aylaklık mı ettiniz yoksa kayda değer veriler mi biriktirdiniz?"

Sorusunun cevabıyla arama giren, telefonundan gelen mesaj bildirim sesi oldu. "Affedersin," diyerek mesaja cevap yazmak için izin istedi. Cevabı her ne ise oldukça kısaydı. Telefonu kenara bırakarak tekrar bana dikkat kesildi. Ellerini birbirine kavuşturup öne doğru eğilerek, ilgisini belli ettiğini anlayabiliyordum. "Lütfen, devam et."

"Şirkette gün boyu, çalışanlar üzerinde araştırmalar yaptım. Birçoğuyla tanıştım."

"Hmmm," derken parmaklarıyla hafif sakallı çenesini sıvazlıyordu. "Nasıl bir sonuç çıkardın peki?"

"Çoğu yalaka. Bunu öğrenmiş olmak, benim standartlarıma göre verimli bir sonuç olduğunu gösteriyor."

Sert girizgâhımı ayıpladığını, kafasını hafifçe aşağı doğru eğmesinden anladım. Dudakları bir cambazın havada gergin duran ipini anımsatıyordu. Fazla gergin ip elbet kopardı. Fakat Ateş, her şeyi dozunu ziyadesiyle ayarlamayı bilen bir adamdı. Bana kuracağı cümlelerin bile.

"Bu çok normal değil mi? Sonuçta patron sensin."

"Patron babam."

"Ama şirket senin?" Ne demeye çalıştığını öğrenmek için sorgular gözlerle baktım. Hadi söyle. "Bana böyle söylemiştiniz, İdil Hanım. Burası sizin şirketiniz."

Demek ki dünde takılıp kalan yalnızca ben değildim. Eve gidip başını yastığa koyduğunda, aklından benim söylediklerim mi geçiyordu? Onun her kelimesi için içimde binlerce farklı departman açtığımı bilmemesi, ne büyük talihsizlikti! Eh, iş kadını hadiseleri işte!

Dün yaptığım vurgudan bu denli rahatsız olacağını tahmin etmemiştim. Sinirlenince kendime sorgulama fırsatı vermeden yaptığım ve söylediğim tüm şeylerden sorumlu tutulmamayı talep ediyordum!

"Sizin ağızdan çıkan her kelimeyi ciddiye alma, irdeleme gibi bir huyunuz mu var, Kemal Bey?"

"Hangi ağızdan çıktığına bağlı, İdil Hanım."

Bulunduğumuz odanın havası bir anda ağırlaştı. Sanki nefesim boğazımda düğümleniyor, gri, yağmurlu bir havada dışarıda kalmışım gibi hissettiriyordu. Sesi çok başka şeyler ima eder gibi tok ve güçlüydü. Benimkisinin aksine...

"Yani benim ağzım-"

Lafımı bıçak gibi kesen bir bildirim sesi... Asıl, en çok gözlerimi ayırmayı sevmediğim mavi kürelerin dikkatini benden çekmesi, beni bıçak gibi kesmişti. Ayağımın acısı neydi? Lafımı bıçak gibi kesmenin acısı neydi?

Değişti. Sinirlendi. Siniri öfkeyle yer değiştirdi. Alnı kırıştı. Parmakları dokunduğu ekranı kıracaktı. Beni unuttu. Nerede olduğunu birkaç saniyeliğine de olsa unuttu. Yavaşça şu an olduğumuz ortama geri dönüşüne şahit oldum. Yüzü çok kötü haberler almış gibiyken biraz evvel, şimdi ağır ağır rahatladığını görebiliyorum. Yüzündeki her bir derin çizgiye temiz nefesler doluyordu sanki.

"Affedersin," dedikten sonra telefonu kulağına götürdü. Bir bacağının kontrolsüzce sallandığını görebiliyordum. Gergindi, gerildim. Parmakları arasına hapsettiği kalemi, aklımın almadığı bir profesyonellikle çevirirken beklediği telefon sonunda açıldı.

"Nerdesin? Tamam, ben en geç iki saate gelirim. Döndüğümde evde göreyim seni, ona göre."

Başka hiçbir şey demeden telefon konuşmasını sonlandırdı. Hâlâ tam olarak rahat hissedemediğini görebiliyordum. Sanki üzerindeki rahatsızlık hissini atmak ister gibi, hoplarcasına koltuğuna yerleşti. Aramıza dağılan o his, şimdi benim tenime yapışıyordu. Ona, "Kiminle konuşuyorsun?" diye sormadan rahatlayamayacak olmam da cabasıydı!

Konuşmadan önce toparlanmak adına derince iç çekti. "Nerde kalmıştık?"

Gözleri de aklı gibi odağını ve ilgisini kaybetmişti artık. Aklı evdeydi, aklı evde kim varsa ondaydı. Benimle konuşurken başka birini düşünüyor olmasını kendime yediremediğim için anında ayaklandım. Küçük çantamı koluma asarak, tüm sinirimi günahsız eteğimden çıkarırcasına aşağı doğru çekiştirdim.

"Ben sizi daha fazla meşgul etmeyeyim." Küçük bir baş eğmeyle odadan çıkmak için hareketlendiğimde, Ateş'in otoriter sesi beni olduğum yere mıhladı.

"İdil Hanım!"

Omzumun üzerinden ona bakmak için başımı çevirdiğimde saçlarım kendi rüzgârıyla savruldu. Görüşümü kısıtlayan saçlarım bir perdeyi anımsatırken, Ateş'e hep böyle engellerin arasından bakabildiğimi fark ettim. Bu görünen bir engeldi. Asıl olay, henüz bilmediğim bir başka engelin var olmasıydı. Ağırlığı yadsınamaz ama elle de tutulamaz.

"Çok güzel bir ağzın var. Ama ben, o güzel ağızdan çıkacak, güzel cümlelerin peşindeyim, küçük hanım." Bu açık sözlülüğünü yalnızca dikkat dağınıklığına vermiş olsam da, heyecanlanmadan edemedim. Bakışları, cümlesinin arkasında duruyordu. "Umarım derdimi anlatabilmişimdir." Söylediklerinin beni ağırlaştırarak uyutmaya başladığını fark eder etmez, toparlanıp kendimi odadan dışarı attım.

Az konuşuyor, çok fazla şey söyleyebiliyordu. Allah aşkına, nasıl yapabiliyordu? Belki çenemi doğru yerde kullanmayı öğrendiğim gün, onun olmamı istediği İdil Akat olabilirdim. Peki ya ben bunu istiyor muydum?


HAHAHAH İdil'le oyun oynayan Ateş ifadesi bu!!!

Umarım bölümü beğendiniz? Dilerim ki öyle olmuştur.

Aralarındaki gerilimin sesini duyabiliyor musunuz? CızZz ediyor!

Katlanarak büyüyebilir, ters de tepebilir. Bir ters köşeler düşünüyorum aslında. 

Bir sonraki bölümde görüşür müyüz?

İLETİŞEBİLMEMİZ İÇİN:

Instagram: mervenilya - nilyanindunyasi

Twitter: mandalinagibi

Facebook Grup: Merve Akıncı'dan

Continue Reading

You'll Also Like

2.2K 247 6
Başımı çevirip ona baktım.Gözlerimiz çarpıştı, her şey yitti.Nasıl mı soyundu anılarımız birbirine? Patlamak üzere olan bir trenden sağ çıkmayı başa...
1.2M 27.5K 52
Babasının geçmişte bıraktığı acılarla, kendini bir savaşın ortasında bulan Zeynep'in şimdiki savaşı ise annesi içindir. Yenilmezlik maskesini suratın...
3.4M 124K 69
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
2.1M 88.3K 66
©Tüm hakları saklıdnır. Sen benim cesaretimsin Arel. Sen benim, bir insanın boğulmadan önceki son çırpınışlarında hissettiği umudumsun. Keşke bunun i...