YARALASAR(Kitap Oldu)

By Maral_Atmc6

14.9M 605K 644K

"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "... More

Tanıtım
(1) Mühür.
(2) Mahkum Yankı Sarmaşık.
(3) Ensemdeki Nefes.
(4) Tesis.
(5) Yarasalar.
(6) Direniş.
(7) Uyurgezer.
(8) Sen Uyuma.
(9) Ceza ve Kriz.
(10) Kaçarsan Cezalandırılırsın.
Duyuru.
Yaralasar 2!
Duyuru.
(11) Hepsini Ateşe At.
(12) Görüşmemek Dileğiyle.
(13) Karanlığın İçinde.
(14) Beklenmeyen Rekabet.
(15) Kuralsız Oynayanlar.
(16) İhanet Dedikleri Bu Mu?
(17) İşte Benim Ekibim.
(18) İnadım İnat!
(19) Arkadaşına Veda Et.
(20) Kapana Kısılmak.
(21) Uykuda Firar.
(22) Sana Çekiliyorum.
(23) İnfaz Emri.
(24) Ajan ve Öğrenci.
(25) Sürpriz Buluşma.
(26) Kalbimin Sorunu Ne?
(27) Yarala-Sar.
(28) Okuldaki Büyük Sürpriz.
(29) Acıkanlar El Kaldırsın.
(30) Bizler Unutulduk.
(31) Sen Sevilecek Türden Değilsin.
(32) Kimseye Eyvallahım Yok!
(33) Elimi Tut.
(34) Kalbim Ellerinde.
(35) Karanlıktaki Kabus.
(36) Güven Eksikliği.
(37) Küçük Bir Bahis.
(38) Pes Etmek Yok!
(39) Neredesin Efe?
(40) Allah Senin Gibi Öcü'nün Belasını Versin!
(41) Kanlı Bir Oyun.
(42) Acıyor, Çok Acıyor.
(43) Ölmeme İzin Verme.
(44) Tebrikler Bu Sefer İyi Yerden Vurdun.
(45) Kurtuluş
(46) Bir Kadın Saçlarını Kesiyorsa...
(47)PARÇALANDIK
(49) Kırgınım Sana Ve Birçok Şeye
(50) Kedilerden Nefret Ediyorum!

(48) Bu Adam Laftan Anlamıyor!

90.9K 6.4K 6.2K
By Maral_Atmc6

Her şey hazırdı lakin ben hazır değildim. Tüm gün İshak'ın bana verdiği dosyaya çalışıp rolüme hazırlanmıştım. Aslı gittikten sonra İshak odama uğrayıp bu işin son detaylarını anlatmıştı. İshak o kanlı geceye ait tüm kayıtların Alaz tarafından yok edildiğini söylemişti. Neyse ki Arda'nın yaptığı çekimleri izleyen sadece teşkilattakilerdi. Eğer Arda çektiği videoları medyaya sızdırmazsa kimse gerçek kimliğimi anlayamazdı. İshak, benim görüntülerimin ortaya çıkmasının işim için büyük bir risk taşıdığını söylemişti. 

Ben bir ajandım ve bugünden sonra işim gereği her role bürünecektim. "Bir bakmışsın doktorsun, bir de bakmışsın bir şirkette asistansın. Bir adamı baştan çıkarırken bile bulabilirsin kendini. Evet, bu işin içindeysen her türlü pisliğe bulaşmışsın demektir. Bu yüzden gerçek kimliğin asla ortaya çıkmamalı," demişti. 

Arda'nın bize ettiği işkencenin görüntülerini medyaya sızdıracağını sanmıyordum. İshak'ın dediğine göre teşkilatta Arayıcıların içinde Arda'nın da amcası vardı. Beni deşifre etmesi, amcası Çetin'e de dokunurdu ve bunu göze alamazdı. Onun yüzünden ortaya çıkan yeni bir sorun amcasının da canını sıkardı. Tamam, yeğeninin yaptıkları için Çetin'i sorumlu tutamazdık lakin Çetin de pek masum biri değildi. 

Arda'nın üstlerdeki bağlantısı Çetin'di ve Alaz'ın hakkımda çıkardığı infaz kararını durduran da Çetin'di. Arda istediği için bunu yapmıştı. Alaz hakkımda infaz kararı çıkartarak bu bilgiye ulaşmıştı. Sürekli bir ihanetin içinde buluyordum kendimi. Yemin ederim, film çekilse gişe rekorları kıracak kadar ilginç bir hayatım vardı. 

Acaba sinema sektörüne mi atılsam? Parası iyiyse yaparım.

Hayal gücüm bile normal çalışmıyor, bu gece Allah yardımcım olsun. Saat çoktan akşamın dokuzu olduğu için boy aynasında son kez baktım kendime. Güzel görünüyordum, daha önce kendimi bu kadar güzel gördüğümü hatırlamıyordum. Üzerimdeki boynu açık, siyah elbiseyi bizzat ben sipariş etmiştim. Bel kısmına kadar dar olan elbisenin belinde ince bir kemeri vardı. Kemerden sonrası zarifçe genişliyordu. Ön kısmı dizlerimin üzerinde bitiyordu ve arka tarafı biraz daha uzundu. Belden aşağısı siyah tüllerden oluşan elbise oldukça zarifti. Ama en çok hoşuma giden sırt kısmındaki kurdele detayıydı. 

Ayakkabı olarak sivri uçlu ve topuklu bir ayakkabı seçmiştim. Aksesuar olarak ise siyah taşlardan oluşan sade bir kolye ve üçgen bir çift küpe tercih etmiştim. Elbisenin göğüs dekoltesi yoktu fakat boynum ve omuzlarım açıktı. Bu yüzden kısa saçlarımı açık bırakmak yerine tel tokalarla dağınık topuz yapmayı tercih etmiştim. Tamam, o topuzu yapmak bir saatimi almıştı ama aynaya bakınca harcadığım zamana değdiğini görüyordum. Dudağıma sürdüğüm kırmızı ruj ve hafif göz makyajımla hazırlığımı tamamlamıştım.

Küçük el çantamı alarak odamdan çıktım. Merdivenlere yönelmiştim ki İshak'ı basamakların sonunda beni beklerken buldum. "Umarım o kadar beklettiğine değecek bir şeyler giymişsindir!" diye söylenirken giydiklerimi ve beni henüz fark etmemişti. Her zamanki gibi arkamdan sövüp sayıyordu.

"Merak etme, sert çocuk. Ben ne giyeceğimi iyi bilirim." Sesimi duyup başını kaldırınca göz göze geldik. Hadi bunu da beğenme de nasıl canına okuyorum! Bundan önce tam beş elbise değiştirdim onun yüzünden.

Elaları önce yüzümü detaylıca inceledi, daha sonra ise gözleri usulca aşağı inerek baştan ayağa beni süzdü. Bana baktıkça gözlerinde oluşan beğeni rahat bir nefes almamı sağladı. Onun gibi her şeye kusur bulan biri beğendiyse demektir ki gerçekten amacıma ulaşmıştım. Bana uzun uzun baktığı için kaşlarımı yavaşça yukarı kaldırdım. "Ne o? Sonunda bana olan duygularını açık etmeye mi karar verdin?" diyerek sabah bana söylediği şeyin bir benzerini ona iade ettim.

Güldü. "Bir şansım var mı?"

Ve güldüm. "Hayır, beni kaybettiğine yan."

İlk defa yüksek sesle güldüğünü gördüm. "Sendeki bu şeyi çözemiyorum," dedi. "Bir şekilde etrafındaki herkesi güldürmeyi başarıyorsun." Aslında hepsini ağlatmak istiyordum ama hep ters tepiyordu. Acaba palyaçoyum da bir tek benim mi haberim yok? Palyaçolardan da nefret ediyorum!

İshak yol boyunca orada ne yapacağımı ve nasıl davranacağımı anlatıp durmuştu. Alaz'ın daha önce benim için hazırladığı sahte özgeçmişi kullanacaktım, yani Yankı Sarmaşık olacaktım. Sedef olmaya çok meraklı olmadığım için bu işime gelirdi. Zaten Alaz daha önce sadece yakınlarımın Sedef Sarmaşık'ı bilmelerinin ajan olduğumu kamufle edeceğini söylemişti. Çünkü birileri Sedef Sarmaşık'ı araştırırsa bir ajan olduğum ortaya çıkardı. Fakat Yankı Sarmaşık'ı araştırdıklarında kimsesizler yurdundan firar edip sokaklarda büyümüş bir kız bulacaklardı. 

Evet, Buzdağı ile aynı fikirde olmaktan hoşlanmasam da Yankı ismi işim için kod adı görevi görüyordu. Hayatım boyunca bir parçam haline gelen bu isimden kurtulamayacaktım.  Buna üzüldüğümü fark edince başımı iki yana sallayıp kendime gelmeye çalıştım. Sedef'in varlığını çok az da olsa hâlâ içimde hissediyor olabilirdim lakin bugün her zamankinden daha fazla Yankı olmalıydım. "Arkadaşlarım nasıl?" diye mırıldandım. Sessizlik beni rahatsız ettiği için aklımdaki bir diğer konuyu açtım. Bu konuda sürekli beni bilgilendiriyordu fakat yeterli gelmiyordu.

"Yiğit aynı," dedi ve arabayı hızlandırdı. "Ailesinin evinde kalıyor, bunu zaten biliyorsun. Tedavisi hâlâ devam ediyor ama bir gelişme yok. Naz o klinikte kalmakta kararlı ve ne ailesini ne de arkadaşlarını görmeyi kabul ediyor. Kuzey, Ecrin, Hakan ve Efe de tesise dönmeyi kabul etmiyor. Siz olmadığınız için tesise dönmek istemiyorlar. O geceden sonra hiçbiri birbirini görmediği için birbirinden kopuk hayatlar yaşıyorlar. İçin rahat edecekse Sipahi'nin adamları her birini uzaktan takip ediyor. Arda dışarıda olduğu sürece hepsi hâlâ tehdit altında," dediğinde iç çekerek sustum. 

Nasıl da kopmuştuk birbirimizden. Nasıl da her birimiz çil yavrusu gibi oradan oraya sürüklenip dağılmıştık. Ama hayır, yarın ilk iş her birini ziyaret edecek ve ekibimi bir şekilde yeniden bir araya getirecektim. Biz birlikteyken tek nefestik, ayrılınca eksik kaldığımızı bana onlar öğretmişti. Tesisteki en huysuz zamanlarımda bile beni bırakmayıp her fırsatta destek olan kardeşlerimi bırakmayacaktım. Ben o takımın bir parçasıydım, onlar yoksa sadece koca bir hiçtim. 

Yankı Sarmaşık asla bir hiç olamaz.

Araba büyük ve gösterişli mekâna yakın bir yerde durdu. "Saçlarını aç," diyerek torpido gözünden çıkardığı ten rengi kulaklığı bana uzattı. "Yakından bakınca bile zor fark edilir fakat işimi şansa bırakamam," dediğinde ne istediğini anladım. Bir saat boyunca uğraşıp yaptığım saçlarımı açmamı istiyordu!

"Bu saçları yapmak için ne kadar uğraştım, biliyor musun? Üstelik hepsi o kadar inatçı ki sürekli tavus kuşunun kuyruğu gibi kabarıyor," diye karşı çıktığımda yüzünü buruşturarak kulaklıkları yerine koydu. "Böyle söyleyeceğini tahmin etmiştim," dedikten sonra siyah, kadife bir kutu çıkartıp bana uzattı. "Kadın ajanlar için yapılmış son teknoloji kulaklık," diyerek onu almamı istedi.

Kutuyu alıp açtığımda içinden çıkan bir çift gösterişli küpe gördüm. Başlarda bunun nasıl kulaklık olduğunu düşünüp küpeleri inceledim. Fark ettiğim ayrıntı sayesinde bunu yapan kişilere hayran kaldım. Beyaz taşlardan oluşan gümüş küpenin bir iğnesi yoktu. Bunun yerine zarif bir kancası vardı. O kancayı kulak memesi yerine kulağın üstüne takıyorduk. Küpedeki gümüş zincirin ucundaki küçük kır çiçeği ise tam kulağımızın deliğine geliyordu. Elimle biraz kurcaladığımda bir çiçekle daha birleşik olduğunu fark ettim. 

Hafif çekiştirince çiçekler birbirinden ayrılmıştı. Zincirden bağımsız olan çiçek aslında mıknatıs görevi görüyordu. Şimdi anlamıştım, bu çiçeği de kulağımın arkasına takmam gerekiyordu. Böylelikle kulaklık olan çiçek yerinde sabit kalarak sallanmayacaktı. "Teknolojiden korkulur, azizim," diye söylenerek kulağımdaki küpeleri çıkarttım. 

Bana verdiklerini taktığımda İshak cebinden küçük bir kulaklık çıkartarak kendi kulağına taktı. "Beni duyuyor musun?" Kulağımda sesini duyup hafifçe irkilince güldü. "Güzel, işe yarıyor," dedi. Elini ceketinin iç cebine atarak ikinci bir kutuyu bana uzattı. "Etrafındaki tüm sesleri duymam için bunu tak." Beni tam teçhizat hazırlayan adama gülerek kutuyu aldım. 

Ajanlarımızın her şeyini önceden ayarlıyoruz derken abartmıyormuş.

Kulağımdaki kulaklıkla aynı çiçeklere sahip olan kolye anlaşılan setti. Eski kolyemi çıkartıp İshak'ın bana verdiği gümüş, çiçekli kolyeyi taktım. Başımı eğerek kolyeye doğru, "Ses deneme, bir iki!" diye bağırdığımda İshak bana küfrederek kulaklarını tuttu. "Seni uyarıyorum, bu iş bitene kadar sakın bağırma!" diye tısladı. Buna karşılık güldüğümde iyice çıldırmıştı çünkü bunu asla yapmayacağımı o da iyi biliyordu.

"Pekâlâ..." Sakinleşmek için derin bir nefes aldı. "Şimdi özet geçiyorum daha iyi anlaman için." Al işte, yine başlıyoruz. Acaba benden önceki ajanlarına karşı da böyle tedbirli miydi? Her detayı on defa anlatmadan rahat edemiyordu.

"İçeriye Yankı Sarmaşık olarak giriyorsun. Senin için önceden yer ayırttım, masan hemen onların yan tarafında. Adam politikacı olabilir ama iş hayatına da atılmak istiyor. Sipahi ve ekibi paravan şirketlerden birinin adını kullanarak buradalar. Güray, yeni ortaklarıyla yemekteyken onlar bir şekilde açığını arayacaklar. Bu zaman alır çünkü önce Güray'ın güvenini kazanmaları gerek ve bu, bir gecede olacak bir şey değil. Üstelik Sipahi'nin aklı hâlâ sende olduğu için her ne kadar işinde profesyonel olsa da yeterince odaklanamayabilir. Sen tam olarak bu kısımda devreye giriyorsun. Bir şekilde o masada yer alırsan Güray'ın güvenini diğerlerinden daha önce kazanabilirsin."

"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Bu konuda hiç becerim yokken nasıl diğerlerinden daha iyi iş çıkartacağımı düşünürsün?"

Sorduğum soru onu güldürdü. "Çünkü sen hiçbir rolün içine sığamayacak kadar doğalsın. Onlar kafasındaki plana göre hareket ederek ortaya kusursuz bir performans çıkartacak. Ancak bu aslında daha çok dikkat çekecektir."

"Neden?"

"Kusursuzun içinde kusur aramak, biz insanlara mahsus bir davranış."

"Hâlâ anlamıyorum."

"Onlar işini kusursuz yaptıkça Güray, hepsine karşı her zamankinden daha tedbirli olacaktır. Ama sana karşı hiç şansı yok."

"Neden?"

"Çünkü geveze, sakar, patavatsız, haddini bilmeyen ve boşboğazın tekisin. Kısacası o kadar çok kusurun var ki ona fazlasıyla sıradan fakat içten geleceksin. Bu da seni Sipahi'den bir adım öne taşır." Sustuğunda tıpkı kızgın boğalar gibi burnumdan ve kulaklarımdan dumanlar çıkarıyordum. 

Bu adam aklınca bana laf mı soktu? Hiçbir Allah'ın kulu Yankı Sarmaşık'a doğrudan veya dolaylı laf sokamaz!

Çantamı aldım ve kapıyı açmadan hemen önce başımı çevirip ona döndüm. "En azından mafya tipli, turşu suratlı ve kadın ruhundan zerre kadar anlamayan kasvetli şatonun ölü lordu değilim! Ve sosislerden nefret ediyorum!" diye bağırdığımda yüksek çıkan sesim kulağında çınladı. İkinci kez küfrederek kulaklarını tutmuştu. Bu kulaklıkları sevdim.

"Bağırma dedim sana!" Kendi sesinin farkında değildi tabii. "Ayrıca sosisle ne alakası var şimdi?" Ciddi miydi bu?

Kapıyı açarak arabadan indim. "Onu her sabah masaya sosis koyan aşçına sor!" Kapıyı yüzüne çarpınca kızmasını beklerken kahkaha atmıştı. "Aşçıyla konuşurum." Bu geceden sonra tesise döneceğim, beni bulursa aşçıyla konuşur tabii.

Mekâna doğru yürürken kolyenin mikrofon görevi gördüğünü bildiğim için konuşarak yoluma devam ettim. "Gerek yok çünkü yarım kalan eğitimimi almak için tesise döneceğim," dediğimde sertçe yutkunduğunu duydum. Ne yani, gitmemi istemiyor mu?

Hep söylerim bağımlılık yaparım diye ama dinleyen kim?

"Ne o? Sesin çıkmıyor, üzüldün mü yoksa?" diyerek dalga geçtiğimde, "Senden kurtulduğum için nasıl bir parti vereceğimi düşünüyordum," dedi. Külliyen yalan çünkü üzüldüğünü biliyorum.

Mekâna doğru yürürken kulağımda yine onun sesini duydum. "Kolyedeki büyük çiçeğin kamera olduğunu söylemiş miydim? Önüne bakmazsan su birikintisinin içine düşmen kaçınılmaz," deyince yerimde kaskatı kesilip boynumdaki şeye yaratık görmüş gibi baktım. Ortadaki üç çiçekten en büyüğü bir kamera mıydı yani? Tuvalete gitmem gerekirse sürekli bunu çıkartıp takmakla mı uğraşacaktım? Önümde gerçekten bir su birikintisi duruyormuş!

"Görmüştüm ki." Söylenerek yürümeye başladığımda, "Eminim öyledir," diyen o erkeksi gülüşünü kulağımda duydum tekrar.

Bana bu topuklu ayakkabıları giydiren kişiye lanetler yağdırmak üzereydim ki bunları kendim seçtiğimi hatırlayıp sustum. Artık hangi ruh haliyle böyle bir halt yediysem yürürken diken üstündeydim. Birkaç dakikalık mesafeyi sarsak adımlarla kapattım ve merdivenleri çıkmaya başladım. Mekânın adını görünce, "Serafina mı?" dedim. Yüzümü ekşittim, bu nasıl mekân ismiydi? Hayır, niye illa yabancı isim? Türkçe isimlerin nesi vardı? Adamlar kendi memleketinden uzaklaşıp yeni şeyler görmek için buraya geliyor fakat her şeyimiz özenti olduğu için kendilerini evlerinde hissediyorlar. Hastane yerine hospital yazısını görüp çıldıran o Türk amcayı buradan selamlıyorum.

Elbisemin eteklerini tutarak hafifçe dizlerimi büktüğümde İshak'ın sesini yine duydum. "Ne yapıyorsun?"

"Tıpkı benim gibi yeniliklere kapalı olan, o eski toprak, Anadolu erkeği olan amcayı selamlıyorum."

"Hangi amcadan bahsediyorsun?"

"Bir seferinde haberlerde gördüğüm o Türk amcayı."

"Ve bunu yaparken Türk amcana yabancı dilde selam mı veriyorsun?" İyi bir yerden vurdu pislik.

Kapıdan içeri girdiğimde omuz silktim. "Ne yapsaydım yani? Kendi etrafımda dönüp Huda Huda selamı mı çaksaydım?"

"O ne, bilmiyorum ama kendi akıl sağlığım için merak da etmiyorum. Şimdi kasadaki çocuğun sana deli gözüyle bakmasını istemiyorsan konuşma. Gerçi sussan da değişen bir şey olmayacak. Senin bir deli olduğunu anlaması için sadece beş dakika yanında durması yeterli." İçeri girdiğim için kulağımdaki kaba adama uygun bir cevap veremedim.

"İyi geceler, hanımefendi." Ayağa kalkarak hafif tebessüm etti. "Rezervasyonunuz var mı?" Yukarıdaki abartılı avizeler yüzünden çocuğun yüzü aydınlıktı.

Hafif kirli sakalıyla karşımda duran çocuğa başımı salladım. "Evet, var," deyip ona adımı söyledim.

Yankı Sarmaşık ismini arayarak masadaki defteri inceledikten sonra görevlilerden birini çağırdı. "Hanımefendiye masa on altıya kadar eşlik et," dediğinde görevli eliyle bana yolu gösterdi. Onu takip ederek uzun koridoru geride bırakmıştım. Çift kanatlı kapıdan geçerek sonunda masaların olduğu yere girmiştik. Kapının hemen birkaç adım önünde durdum çünkü kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi. "Sakin ol, yüreğim. Seni öldürenin vicdanı yok," diyerek kendimi teskin etmeye çalıştım.

Tam şu anda neden arkama bile bakmadan kaçmak istiyorum?

Gözlerim tüm masaları gezinirken kulağıma gelen piyano sesleri içimi hüzünle dolduruyordu. "Bunu yapacak kadar güçlü olduğunu biliyorum," diyen İshak kulağıma cesaret verici bir şeyler söyledi.

Sinirden güldüm. "Arabada, elinde şarabınla keyfine bakarken konuşmak kolay tabii."

"Elimdeki şarap değil, dizüstü bilgisayar ve bir şey içmek yerine seni buradan izliyorum."

"Bu daha kötü ya! Sana küfretmem için şarap içiyor olman gerekiyor!" Neden kimse şarap içmiyor ki?

Yanımdaki görevlinin garip bakışlarına maruz kalınca yalandan gülümsedim. "Masamı kendim bulabilirim," diyerek ondan kurtulmaya çalıştım. Neyse ki fazla uzatmadan küçük bir selam verdi ve yanımdan uzaklaşarak gitti. Kendimi sakinleştirdiğim esnada burnuma gelen çiçek kokuları sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Bu hayatta en çok çiçeklerden ve yağmurdan nefret ediyordum. Bir zamanlar benim de yaptığım gibi elinde tepsilerle masaların arasında dolaşan garsonları gördükçe kaçmak istedim. İshak'a, "Sen onları görüyor mu..." demiştim ki köşedeki büyük masada oturanları görünce soluğum kesildi.

İşte orada, gönlümün müebbet yediği katil firarisi.

Yüzü bana dönük bir şekilde oturuyor ama bana bakmıyordu. Onu gördüm ya, ne yanında oturan arkadaşlarını ne de karşısında oturan adamları gördü gözlerim. Farklı görünüyordu, farklı ve hâlâ dikkat çekiciydi. O kahve tutamları daha bir uzamıştı sanki, biraz da zayıflamıştı. Üzerindeki siyah gömleğinin kollarını hep sevdiğim gibi toplamasına ne demeliydi? Peki, yorgun bakan o gözlerinde neden usanmışlık vardı? Orada değil gibiydi, sanki bedeni orada ama ruhu farklı bir yerdeydi. 

Göz altlarındaki o hafif karaltılar morluk muydu? Neden? O da benim gibi her gece kâbus mu görüyordu? Ona da mı uykular haram olmuştu? Ama artık lüzumu yoktu çünkü ben hâlâ, "Kızı öldür," dediği yerde kalmıştım. Beni bir katilin ellerine bırakıp peşimden gelmediği yerdeydim. Ben hâlâ o depoda onun vur emriyle göğsüme kurşun yiyordum. Öldüm ya ben, öldüm. Var mı ötesi?

"Ya-yapamam," dedim. Başımı her iki yanıma sallayıp bir adım atmıştım ki bir rüzgâr esti arkamdaki kapıdan ve eteklerim uçuştu. İşte tam bu esnada başını hızla kaldırdı ve beni gördü.

Alaz varlığımı hissetmiş gibi daha ben kaçmadan beni görmüştü. Önce bir hayal görmüş gibi gözlerini yumdu. Sanki geçen zamanda olur olmadık her yerde benim hayalimi görüyormuş gibiydi bakışları. Fakat hemen sonra gözlerini usulca açtığında işte o zaman gördüm yutkunuşunu. "Sedef?" diye çıkan fısıltısını dudaklarını hareket ettirmesinden anladım.

Varlığımı inkâr edercesine bakıyordu. Ben burada değildim ve o, yine benimle ilgili düşler görüyordu. Elinde tuttuğu su bardağı hafif hafif titrerken tüm bedeni kaskatı kesilmişti. Bana baktıkça kahve hareleri değişiyor, o gözlerde yoğun bir özlem beliriyordu. Yalnız özlem yoktu gözlerinde, bir duygu daha vardı; daha önce hiç görmediğim yoğun bir duygu. Kalbimi kendisine esir alacak yabancı bir duygu misafir olmuştu o gözlere. Bu da neydi şimdi? Bu adam daha önce bana hiç böyle bakmamıştı. 

Gözlerindeki adı konmamış bu şey nefesimi kesmeye yetmişti. Alaz Altuğ Sipahi'nin duygusuz gözlerinde tek bir şey vardı; bana olan saf aşkı... Ne yani, bana âşık olduğunu anlaması için illa göğsüme kurşun yemem mi gerekiyordu? Ben bunu zaten daha önce ona söylememiş miydim? 

Ama yok, Yankı kim ki sözü geçsin!

Öfkem yeniden duygularımın önüne geçince kendimi toparladım ve gözlerinin içine baka baka korkusuzca yürümeye başladım. Bakışları hâlâ üzerimdeydi ama sanki ayağa kalkacak gücü kendinden bulamıyordu. Bir kırılma sesi geldiğinde başımı hafifçe çevirdim ve elindeki bardağı yere düşürüp kıran Yosun'u gördüm. Şoka girmişti ve bakışları bende olduğu için masadaki herkes hatta şu bakanın yerinde gözü olan adamlar bile dönüp bana baktı. Kimseye bakma tenezzülünde bulunmadan kibirli bir şekilde hemen yanlarındaki o boş masaya oturdum. Umarım yanlış masaya oturmamışımdır, yoksa büyük rezillik çıkacaktı.

Ve buraya kadar hiç sakarlık yapmadan geldim, hani bana alkış?

Hâlâ onun bakışlarını üzerimde hissederken, yanıma gelip bana menüyü kibarca uzatan garsona tebessüm ettim. "Ben sadece bir su alayım," dediğim an kulağımda İshak'ın, "Bu dikkat çeker çünkü öyle bir yere kimse su içmeye gitmez. Bu gece kendini şımartmak istiyorsun," dedi. Yine beni kızdırmayı başarmıştı. Kendimi şımartmak için neden böyle pahalı bir yere gelip tüm paramı harcayayım ki? Zaten param olsa buraya gelmek yerine gider kendime bir ev alırım. En azından tüm bu kaos bittikten sonra başımı sokacağım bir evim olur.

Garsona bir dakika işareti yaparak onu beklettim. Çantamdan telefonu çıkardıktan sonra rastgele biraz kurcalayıp kulağıma koydum. "Ne zaman geleceksin?" diyerek biriyle konuşuyormuş gibi davrandım ama asıl konuştuğum kişi İshak'tı. "Yine geç kaldın ve sen olmadan hiç iştahım olmuyor." Nasılsa beni duyuyor diye onu aramadım, umarım aç olmadığımın mesajını almıştır.

Ben aç değilim uzun zamandır, bu kıyamet alameti başlangıcı değil de nedir?

"İştahın umurumda değil, o menüden bir şeyler sipariş et!" diye beni azarlayınca dişlerimin arasından, "Allah senin de belanı versin!" dedim ve telefonu sertçe masaya koydum. "Sen bana menüdeki her şeyi getir en iyisi," dedim. İshak'ı kızdırmak için her şeyi istedim. Garson afallasa da sonunda işini yapmak için gitmişti.

Bir türlü susmayan İshak, "Kendini bir şekilde onların masasına davet ettir," deyince ağlamak istedim. Allah aşkına, nasıl olacaktı bu iş? Elimdeki menüyü incelermiş gibi yaparken iyice yüzüme yaklaştırdım. "Bunu nasıl yapacağım?" dedim kısık bir sesle. İshak'a kızarken içinde bulunduğum durumun farkında değil gibi davranıyordu. Hiç tanımadığım insanların masasına geçmekten bahsediyordu. Tamam, eğitmenleri tanıyordum ama hedefimizdeki adam bunu bilmiyordu.

"Bir şekilde onun dikkatini çekmelisin, bu senin için zor olmamalı." Sesindeki o kinayeyi fark edince menüyü sertçe masaya bıraktım. Düşündüğü gibi girdiğim her ortamda dikkatleri üzerime çekmiyordum! Gerçi Alaz'ın dikkatini fazlasıyla çektiğime emindim ama hedefteki o değildi.

Kısa bir süre sonra tam dört servis arabası masama yaklaşınca İshak'a küfredesim geldi. Garsonlar tüm masayı donattığında masada boş bir yer kalmamıştı. Etraftaki tüm müşterilerin garip bakışlarını üzerimde hissederken bu yemekleri nasıl yiyeceğimi düşünüyordum. Kabul ediyorum, normalde olsa hepsini bitirirdim. Hayır, abartmıyorum, gerçekten hepsini bitirirdim. Fakat iştahım ve ben şiddetli geçimsizlikten ayrılmışken, tüm yalvarmalarımı yok sayıp dönmüyordu vicdansız! Ya ben ona âşığım, onun hastasıyım, neden durduk yere beni bıraktı ki? Oysaki şu yirmi yılda aramızdan su sızmayacak kadar iyi bir ikiliydik. 

Kapanmak bilmeyen iştahım sayesinde her şeyi yiyebiliyordum ama o, beni bırakıp gitti. Bu zamansız ayrılığa hiç hazır değildim. Masadaki onlarca yiyeceğe bakan garsonlardan biri, "Afiyet olsun," deyince kaşlarımı çattım. Aklınca benimle dalga mı geçmişti bu şahsiyet? Yiyemediğim şeylerin nesi afiyet olsundu? Menüde bu kadar çok çeşit olduğunu bilmiyordum. Diğer yönden bakarsak bunca yemeği sipariş ederek bir hayli dikkatleri üzerime çekmiştim. İshak'ın da istediği tam olarak buydu, dikkat çekmem.

"Haydi bismillah," diyerek derin bir nefes aldım. Kaşığı elime alınca sadece yemeklere bakmak bile midemi bulandırıyordu. Burnuma gelen yemek kokuları öğürme isteğimi getiriyordu. Acilen dışarı çıkmalıydım. Son bir haftadır yemek gördükçe kusuyordum.

Hemen masadaki telefonu alarak kulağıma koydum. "Bunları yiyemem," dedim. Eğer kusmak istemiyorsam hemen buradan uzaklaşmalıydım.

"O kadar çok şeyi yemek zorunda değilsin, birazını bitirsen yeterli."

"Anlamıyorsun!" diyerek tısladım. "Bir lokma bile yiyemem, midem bulanıyor."

"Sence de bu bulantılar biraz garip değil mi?" Ne demek istediğini bilmiyorum ama bu durumda öğrenmek de istemiyorum.

Daha fazla dayanamayıp gelen öğürme isteğiyle hemen masadan kalktım. Lavaboya gitmek için aceleyle birkaç adım atmıştım ki topuklu ayakkabılarım yüzünden tökezledim. "Dikkat edin," diyen yabancı bir sesle başımı kaldırdım. Alaz'ın tam karşısında oturan adamın bana baktığını gördüm. Sana ne be adam! İster dikkat ederim, ister etmem. Sanki keyfimin kâhyası.

İshak tam, "Yankı bu..." demişti ki gözlerimi kısarak adama döndüm. "Pardon da size ne kardeşim benim dikkatimden?" dedim. Bu gecenin stresini ondan çıkarmak ister gibi başımı yukarı kaldırdım. "Ne yani, siz söylemeseydiniz ben dikkat etmeyi bilmiyor muyum?" Bozuk midem yüzünden sinirlerim altüst olmuştu ve görev falan umurumda değildi. Resmen sataşacak yer arar olmuştum.

Ve İshak yüz kızartıcı bir küfür savurdu.

Ellili yaşlarının sonunda gibi görünüyordu. Boyu benden birkaç santim uzundu, ilerleyen yaşından dolayı bu normaldi. Saçları koyu siyahtı fakat bu, doğal rengi değildi. Beyazlaşan saçlarını gizlemek için onları boyadığı belli oluyordu. Yeşil gözlerinin çevresini saran kırışıklıklar ilerleyen yaşını açık ediyordu. Verdiğim ukala karşılık yüzünden gözlerini büyüterek bana bakıyordu. Giydiği lacivert takım elbisenin içinde çok şık duran adamın oval bir yüzü vardı. Sabah tıraş olmuş gibi pürüzsüz çenesi uzun ve erkeksiydi. İtiraf etmek gerekirse ilerleyen yaşına rağmen fena değildi. 

Ancak bu, benim ilgimi çekmiyordu çünkü ilgilenmem gereken bir midem vardı. "Sizin sinirleriniz bozulmuş küçük hanım," diyerek uzlaşmacı bir sesle konuşması öfkemi yatıştırdı. "Ben sizi daha fazla meşgul etmeyeyim," deyince başımı salladım. Benim de istediğim buydu, kimse karışmadan lavaboya gitmek.

Başımı hafifçe eğerek gitmek için bir adım attım lakin yine ayakkabılar yüzünden tökezledim. Kimseyi umursamadan eğilip ayakkabıları çıkardım. Düşüp rezil olmak yerine ayakkabıları çıkarmak daha mantıklıydı. Ayakkabıları sandalyemin üzerine bırakınca o adamın dudakları usulca kıvrıldı. "Topuklu ayakkabılardan nefret eden bir kadın, işte bu ilginç." Ne var canım? Ecrin de hiç sevmezdi bunları giymeyi. Ayrıca o hâlâ neden önüne dönmedi?

Ayakkabılardan kurtulunca biraz rahatladığım için ona önüne dönmesini söylemedim. Masadan uzaklaşmak istedim lakin adımımı fazla hızlı atınca serçe parmağı masanın ayağına çarptı. "Ahh!" Dudaklarımda firar eden küçük çığlığım başıma gelen en kötü şey değildi. Parmağımı çok kötü çarptığım için acıdan tek ayak üzerinde zıplayıp duruyordum. 

Ne zaman ki dengemi kaybedip düşecek gibi oldum, işte o vakit destek almak için masayı tutmak istedim. Ancak kaderin kötü bir cilvesi olmalı ki düşerken masanın kenarına tutmak isterken masa örtüsünü kavradım. Peki, sonra ne mi oldu? Zıplarken az önce oturduğum sandalyeye âdeta savrularak düştüm. Lakin düşerken dengesizce oturduğum için sandalye arkaya düştü. Sandalyeyle birlikte ben de düştüm ve o esnada tuttuğum masa örtüsü yüzünden masadaki her şey yeri boyladı. Ve bütün bunlar sadece üç saniye içinde olmuştu.

Şaka gibi bir gece yaşıyorum!

Sırtüstü yere düştüğüm için sırtımda sandalyenin yaslandığım rahatsız edici başlığı vardı. Ayaklarım yukarıda sallanırken, masadan dökülen yemeklerin çoğu üzerime fırlamıştı. Göğsüm hızlı hızlı aldığım soluklar yüzünden inip kalkarken müzik durmuş, burayı bir sessizlik almıştı. Üzerime bazı yemekler sıçramıştı ve ben şoka girmiş bir şekilde tavandaki avizeye bakıyordum. İshak'ın kıkırtısı kulağıma geliyordu ama bu gecenin sonunda ona yapacaklarımı bildiği için bir şey söylemeye cesaret edemiyordu. 

Yanağımdaki şeyi çekip aldığımda bunun bir marul yaprağı olduğunu gördüm. "Marul istediğimi hatırlamıyorum," diyerek sızlandım. Keşke sipariş vermeden önce menüyü inceleseydim.

Başımı yavaşça çevirince az önceki adam dehşete kapılmış gibi bana bakıyordu. Tabii, ayakları yukarıda ve yattığı yerden sandalyeye oturan birini ilk kez görüyordu. Eğitmenler gülmemek için dudaklarını birbirine bastırarak bana kaçamak bakışlar atıyordu. Alaz ise sakarlığımı bile özlemiş gibi yüzündeki tebessümü gizlemeden beni izliyordu. Ve ben, berbat bir pozisyondayken kalkmaya bile yeltenmiyordum çünkü içten içe sinir krizleri geçiriyordum. Birkaç garsonun tepemde dikildiğini üzerime eğilen kafaları sayesinde gördüm. 

"Hanımefendi, iyi misiniz?" dedi içlerinden birisi. Başımı sallayarak tavandaki avizeyi gösterdim. "Avize seçiminiz mükemmel, bu konuda sizi kutlarım." Garsonlar şaşkın bir şekilde birbirine bakarken etraftan birkaç kıkırtı duyulmuştu.

Garsonların yardımıyla ayağa kalkıp üzerimdeki yemek atıklarını silkeledim. Kıyafetim batmıştı ama bu, şu anda düşüneceğim son şey bile değildi. Yere saçılmış yemekler daha çok midemi bulandırırken rezilliğim umurumda değildi. Kendime çekidüzen verince lavaboya gitmek istedim lakin yere dökülen yemekler yüzünden ayağım kaydı. Bu sefer de öne doğru tökezleyince hemen yan masamda oturan o kumral adam ayağa kalktı. Neyse ki ben yine düşmeden ayağa kalktığı gibi belimden tutarak beni kurtardı. Yaşadığım aksilikler yüzünden nefes nefese kalmış bir halde belimi tutan adama bakıyordum. 

"Be-ben," deyip sustum. Artık bir skandalı daha kaldıracak gücüm olmadığı için gözlerim sızlarken dudaklarım titredi. "Tek istediğim lavaboya gitmekti," dedim. Ağlamaklı sesim kısık çıkıyordu, her an hıçkırıklara boğulabilirdim.

Belimi bırakmayan adamın yüzünde anlayışlı bir gülümseme oluştu. Gözleri az önce olanlar yüzünden beni ayıplar gibi bakmıyordu. "Dilerseniz size eşlik edebilirim," deyince rahat bir nefes aldım. Birkaç dakika önce bunu teklif etseydi hayır derdim ama bir rezilliği daha kaldıracak gücüm olmadığı için kabul ettim. "Çok sevinirim," diyerek onayladım. Kendi başıma gitmeyi bir türlü başaramıyordum.

Bana gülümseyip belimi bırakınca ben de kollarını bırakmayı akıl edebildim. Evet, düşerken beni tutmuştu ve kollarına yapıştığımı yeni fark ediyordum. Bana kolunu uzattı ve koluna girdiğim esnada gözlerim Alaz'ı buldu. Tıpkı vahşi hayvanlar gibi burnundan soluduğunu söyleyebilirdim. Kaşlarını çattığı için alnında kırışıklıklar oluşuyor ve buna rağmen mümkünmüş gibi daha çok kaşlarını çatıyordu. Gözleri öfkeden kahvenin en koyu tonuna bürünürken, insanın içine saldığı korku, azımsanamayacak kadar şiddetliydi. Dişlerini çok fazla sıktığı için çenesi sinirden seğiriyor, boynunda beliren damarlar kendisini zor tuttuğunu gösteriyordu. 

Delici bakışları bana kolunu uzatan adamın üzerinde yoğunlaştıkça daha bir korkutucu oluyordu. Elimi bu adamın koluna koyunca bir hışımla yerinden kalkmak üzereydi ki son anda Atalay omuzunu tutarak onu engelledi. Ters bakışları Atalay'ı bulunca zavallı adam yutkunup sessizce bir şeyler söyledi. Ne söyledi, bilmiyordum ama onu durdurmaya yetmişti. Masadaki elleri yumruk olmuştu ve ateş saçan gözlerle bana bakıyordu. Ona sırtımı dönerek bu yabancıyla yürümeye başladığımda yakıcı öfkesini tenimde hissediyordum.

Yemek alanından çıkarak koridora girdiğimiz esnada başını çevirip bana baktı. "Henüz tanışmadık, değil mi?" dedi. Tam ona, buna gerek olmadığını söylemeye hazırlanıyordum ki İshak'ın kulağıma söyledikleri beni durdurdu. "Sakın onu tersleme! Güray Bademci'nin dikkatini çekmek için harika bir fırsat!" deyince şansıma küfrettim. Hedef bu adam mıydı? Güray denilen o politikacı bu muydu? Neden bana verdiği o saçma dosyada adamın bir fotoğrafı yoktu? O kadar iyi gidiyordum ki hedefin dikkatini kendimi rezil ederek çekmeyi başarmıştım!

Sakin ol, Yankı. Sakın bela okuma!

Sonra o belalar dönüp dolaşıp yine benim kapımı çalıyordu. Ne var canım şantajcı bir pisliğin kolunda emin adımlarla yürüyorsam? Başta bu adam olmak üzere Allah beni bu işe bulaştıran herkesin belasını versin inşallah!

Kadınlar tuvaletinin önünde durduğumuzda soğukkanlı bir tavırla kolundan çıktım. "Bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Sanırım bundan sonrasını tek başıma halledebilirim," diyerek gülümsedim. Yalandan gülmekten yanaklarım isyandaydı.

Bana içten bir şekilde gülümsedi. "Benim için zevkti," dedikten sonra elini bana doğru uzattı. "Güray Bademci."

Sırf İshak'ın gazabına uğramamak için elimi onun avuçlarına bıraktım. "Yankı Sarmaşık," diyerek rolüme devam ettim. Sıkmak yerine elimin üzerini başparmağıyla hafifçe okşadı ve elimi yukarı kaldırarak öptü. Az kalsın öptüğü o yerden başlayıp elimin tersiyle ağzının ortasına bir tane çakacaktım. Ondan kibarlık isteyen mi var? Sırıtmaya devam et kızım.

Elimi usulca bırakınca geriye çekildi. "İçeride görüşürüz," dedikten sonra neyse ki gitmişti. Giden adamın arkasından tuttuğum nefesi rahatlayarak verdim. "İçeride görüşürüz mü?" Sinirden homurdanırken İshak'ın gülen sesini duydum. "Her ne yapıyorsan aynen böyle devam et, onun ilgisini çekmeyi başardın."

"Tamam ya, ben içeride birkaç masa daha deviririm. Ne de olsa rezil olmak koymaz bana!" O gülerken ben ona söylenerek hızlı adımlarla lavaboya girdim. Ne yapıyorsan devam etmiş! Yaptığım tek şey kırıp dökmek!

Hemen bir kabine girerek klozetin üzerine eğildim ve midemdeki her şeyi çıkardım. Bir elimle boynumdaki kameralı kolyeyi tutuyordum çünkü üzerine kusmak istemiyordum. İshak öğürme seslerimi duyduğu için ne kadar iğrenç olduğumdan bahsedip duruyordu. Boş bir mide gerçekten rahat bir nefes almamı sağlamıştı. Kabinden çıktım ve musluğu açarak elimi yüzümü yıkadım. Daha sonra bol suyla ağzımı çalkaladım çünkü midem hâlâ bulanıyordu. Bu daha iyi hissetmemi sağlamıştı fakat elbisemdeki yemek lekeleri hâlâ duruyordu. Elbisenin rengi siyah olduğu için temizlemek daha kolaydı. 

Bir peçete yardımıyla göze çarpan lekelerden kurtulmayı başardım. Aynaya bakınca bozulan saçımın berbat halde olduğunu gördüm. Sırasıyla saçlarımdaki tüm tel tokaları çıkartıp çöpe attım. Açık saçlarım omzumun hizasında dururken elimle onları düzelttim. Kapının ansızın gürültüyle açılması yüzünden korkarak başımı kaldırdım. Öfkeden delirmiş gibi görünen Alaz içeri girince nutkum tutulmuş bir halde öylece kalakaldım. Kapıyı hışımla kapatıp içeriden kilitleyince, burada onunla tek başıma olduğumu bilmek aklımı başıma getirdi. "Bu da ne demek?" dedim. Tuvalet dışında beni kilitleyeceği başka yer mi kalmamıştı? 

Biri bu adama bunun hiç romantik olmadığını söylesin.

Yakıcı bakışlarını benden çekme zahmetine girmedi. Tehlikeli adımlarla üzerime yürüdüğünde korktum. "Konuşacağız Sedef, ama önce..." deyip tam karşımda durunca şaşkın bir halde ona baktım. Bir anda belimi kavradığı gibi beni göğsüne çekince şoke oldum. Yüzümü ellerinin arasına alıp üzerime eğilince hissettiğim şeyleri anlatacak kelime bulamadım. "Bunu yapmalıyım!" dedi ve konuşmama izin vermeden dudaklarıyla beni susturdu. Bu adam beni öptü mü? Hem de dudaklarımdan! Yeter artık ya! 

Gelen öpüyor, giden öpüyor, arada şamar oğlanına döndüm! 




Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allah'a emanet olun canlarım. 💙

Continue Reading

You'll Also Like

1M 41.4K 36
İnsan ne dilediğine dikkat etmeli, zira kalbinden geçen iyi ya da kötü hiçbir dilek gerçekleşmeden peşini bırakmaz, derler. Ben, ölüm diledim. Bir ö...
1K 459 6
Mısralarin dansina ritim tutmak isteyenlere...
84.3K 2.1K 31
15 yaşında babam tarafından bir bara satıldıktan sonra hayatım değişmişti. Kim bilebilirdi 6 yıl sonra birinin beni oradan kurtaracağını? Nereden bil...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

73.4K 2.6K 37
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"