CRAFTY |Jungkook| ✓

Da DiverseSisters

1.3M 99.2K 51.5K

Bangtan'ın geçici menajeri olmakta ne gibi bir sorun çıkabilirdi ki? |Tür: Komedi| Story by Divörz. Başlangı... Altro

CRAFTY -1-
CRAFTY -2-
CRAFTY -3-
CRAFTY -4-
CRAFTY -5-
CRAFTY -6-
CRAFTY -7-
CRAFTY -8-
CRAFTY -9-
CRAFTY -10-
CRAFTY -11-
CRAFTY -12-
CRAFTY -13-
CRAFTY -14-
CRAFTY -15-
CRAFTY -16-
CRAFTY -17-
CRAFTY -18-
CRAFTY -19-
CRAFTY -20-
CRAFTY -21-
CRAFTY -22-
CRAFTY -23-
CRAFTY -24-
CRAFTY -25-
CRAFTY -26-
CRAFTY -27-
CRAFTY -28-
CRAFTY -29-
CRAFTY -30-
CRAFTY -31-
CRAFTY -32-
CRAFTY -33-
CRAFTY -34-
CRAFTY -35-
CRAFTY -36-
CRAFTY -37-
CRAFTY -38-
CRAFTY -39-
CRAFTY -40-
CRAFTY -41-
CRAFTY -42-
CRAFTY -43-
CRAFTY -44-
CRAFTY -45-
CRAFTY -46-
CRAFTY -47-
CRAFTY -48-
CRAFTY -49-
CRAFTY -50-
CRAFTY -51-
CRAFTY -52-
CRAFTY -53-
CRAFTY -54-
CRAFTY -55-
CRAFTY -56-
CRAFTY -57-
CRAFTY -58-
CRAFTY -59-
CRAFTY -60-
CRAFTY -61-
CRAFTY -62-
CRAFTY -63-
CRAFTY -64-
CRAFTY -66-
CRAFTY -67-
CRAFTY -68-
CRAFTY -69-
CRAFTY -70- |Final|

CRAFTY -65-

9.6K 817 578
Da DiverseSisters






Evet... finale son 5 bölüm!

Keyifli okumalar!



ÖNCEKİ BÖLÜMDE;
Maknae sertçe dudaklarımızı birleştirirken ona daha 19 yaşına bile girmediğini; öğretmen değil anca öğrenci olabileceğini söylemedim. Onu ittirerek bir başkasının evinde olduğumuzu dahi hatırlatmadım. Sadece ellerimi boynuna doladım ve ona elimden geldiğince karşılık vererek -hergele benden daha iyi öpüşüyordu sanırım- bu anın tadını çıkarmaya çalıştım.

Çünkü artık kendimi kandıramıyordum.

Çünkü Jeon Jungkook haklıydı. Her ne kadar beni görmezden gelmesine olan öfkem hala dinmediyse de gerçekleri reddedemezdim:

Ben demek Jeon Jungkook demek; Jeon Jungkook demek Pa Do Young demekti.







"Yurda dön," Maknae dudaklarımızı ayırarak konuştu. Kullandığı emir kipinin aksine yardım diliyormuş gibi bir hali vardı. "İlk gecende bunlar olmuşken seni tek başına bırakamam."

Onu anlıyordum, benim için endişeleniyordu ama bu isteği seçenekler dahilinde bile değildi. Jung Min'in kısa süre sonra oraya taşınması gerekeceğini adım kadar iyi biliyordum.

"Hayır, maknae." Dedim. "Yurda tekrar dönmem mümkün değil."

"Neden?" Suratımı minik ve tatlı bir köpeğinkiymiş gibi avuçlarının içine aldı. Bazen beni nasıl gördüğünü merak ediyordum. "Young, yanında kalmak istiyorum."

Gerçekten çok tatlıydı. Ancak ona yeterince yüz vermiştim. Zaten birkaç dakikadır öpüşüyor ve maknaenin olur olmadık yerlere girmeye çalışan ellerini zar zor zapt ediyordum. Şu an An'ın mutfağında olmamız bile onu durdurmamıştı. Bir de aynı odada uyuduğumuzu hayal dahi edemiyordum; çünkü uyumayacağımız açıktı. Sonuçta ben de rahibe Teressa sayılmazdım.

"Her şeyin nedenini bilmene gerek yok, maknae."

"O zaman ben sende kalayım?"

İşte bunu beklemiyordum. Kaşlarım istemsizce çatıldı.

"Niye kalacakmışsın acaba?"

Jungkook yüzümdeki ellerini belime indirdi. "Seni koruyabilmek için."

Histerik bir kahkaha attım. "Pekala, buna kendinin bile inanmadığına eminim."

"Ya, ne demek istiyorsun?"

Anlaşılan maknae aptala yatmakta beklediğimden daha ustaydı. Benim evimde kalmayı teklif ettikten sonra buna hala nasıl devam edebiliyordu anlayabilmiş değildim. Sanki az önce göğüslerime el atan kendisi değildi.

"Her neyse..." Gözlerimi devirdim. Hiç laf anlatmaya çalışamazdım. "Sonuç olarak kalamazsın."

Maknaeyle taş zeminde debelendiğimizi hayal ettim. Hoş olmazdı. Sanırım en kısa sürede birkaç mobilya almalı; Jake şerefsizi mapusa düşene veya Amerika'ya kaçana kadar hava kararmadan evde olmalıydım. Zaten iş arayışlarına pazartesi günü sabah erken saatten başlamam gerekiyordu. Planlarım arasında erken uyanıp eski laptopumdan birkaç iş ilanına bakmak ve belki birkaç eski dostu ziyaret etmek vardı.

"Ne düşündüğünü bir anlasam, Young..."

Ne yazık ki bu mümkün değildi.

"GELEBİLİR MİYİM??" İçeriden An'ın şüphe dolu sesi geldi.

"GEL," diye seslendim. "BİZ DE KONUŞUYORDUK ZATEN."

An suratında garip bir sırıtışla mutfağa girerken "Eminim," diye karşılık verdi. Bir sonraki adım maknaenin kızararak başını eğmesiydi. Tanrım, ben utanmıyordum ama o mu utanıyordu? Bu çocuk gerçekten garipti.

Kahvaltıya devam ederken An birkaç kez polise şikayette bulunmamızı önerdi. Normal şartlarda elbette olması gereken buydu ancak An'ın bilmediği şey Jake'i gazetecilere gammazlayanın ben olduğum; bunu o şerefsizin bir şekilde öğrendiğiydi. Bu sefer bir de polise düşmesinin nedeni ben olursam her şey ortaya çıkar ve bir daha iş bulamazdım.

Yemek faslı bittiğinde Jungkook ısrarla benimle kalma konusunu açıp duruyordu. Onu reddetmekten bıkmıştım.

"YAA!! BENİM SABRIMI ZORLAMA MAKNAE!!"

An tüm planlarımı suya düşürmüş olabilirdi, hatta maknaeyle işi pişirmiş bile olabilirdim ancak bu Jeon Jungkook'a tavırlı olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.

Elimdeki kaseleri lavabonun içine koyarken 18 yaşındaki maknae hayal kırıklığıyla tezgaha dayandı. "O zaman seni eve benim bırakmamı kabul et. Bari bunu yapmama izin ver."

Derin bir nefes aldım. Maknaeye artık böyle bir şeyin mümkün olmayacağını söylersem verdiğim istifa mektubunu da açıklamak zorunda kalırdım. Bu yüzden kafamla onayladım.

"Pekala, ama programımız çakışırsa orasına ben karışmam."

"Neden çakışsın ki?" Jungkook'un gözlerinin arkamda masa silen An'a takıldığını gördüm. "Young bizim menajerimiz, değil mi An noona? Programımız uyumlu olmak zorunda."

Kendimi kaç defadır tutmaya çalışıyordum bilemiyorum ama gerçekten patlamak üzereydim. An benden 1 veya 2 yaş büyüktü sadece ve maknae ona noona noona diyip duruyordu. Bana hayatında 4 defa noona demeyen çocuk bir saat içinde 20 defa aynı kelimeyi tekrarlamıştı.

An'a dönüp şöyle bir baktığımda bu sefer tanrıya şükürler olsun ki gülümsemekle yetindiğini fark ettim.

"Ya, gitmeyecek misin sen?"

Jungkook'un kaşları çatıldı. "Beni kovuyor musun?"

"Fazla bile kaldığın bir gerçek, maknae."

Ona göre oldukça dengesiz davrandığımın farkındaydım ama elimde değildi. Bir şeyler yolunda gittiğinde ya ergen gibi davranıyor ya da sinir bozucu şekildi ısrarcı oluyordu. Ben de sinirli bir insandım tabi. Bir kere kuyruğuma basıldı mı kolay kolay sakinleşemiyordum.

Öfkeyle ağzını açıp kapaması bir oldu. Bir şey söylemek istediği ama kendini tuttuğu belliydi.

"Ağzındaki baklayı çıkar," dedim. "Çekinme."

"Çok kaba birisin."

Suratıma çarpık bir gülümseme oturttum. "Sen de bana karşı her zaman bu kadar düşünceli değildin sonuçta."

"Ah, ben sizi tekrar yalnız bırakayım..."

Gergince kapıya yanaşan An'ı "Hiç gerek yok," diyerek durdurdum. "Maknae zaten gitmek üzere."

Jungkook bana daha önce hiç bakmadığı kadar soğuk baktı. Ki hakkı vardı, onu resmen kovuyordum. Neden bu kadar acımasız olduğum hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. O gözlerinin haline rağmen içimde onun canını yakmak isteyen bir dürtü vardı.

"Pazartesi akşamı seni şirketten alırım. Dikkat et." Kapıya doğru ilerlerken An'la 'noonasıyla' da kısaca vedalaştı.

Jungkook'un evi terk ettiğini belirten kapı sesi geldiğinde An tehditkar bir şekilde kollarını birleştirmiş, bön bön suratıma bakıyordu.

"Ne var?" dedim. "Abartmıştı."

"Öyle mi? Çocukla yarım saat önce yiyişiyor sonra onu evden mi kovuyorsun?"

Bu kadar açık sözlü olmasını hiç beklemediğim bir gerçekti.

"Y-ya, sen bizi mi izledin??"

"Bir ara yanlışlıkla içeri daldım diyelim. Ama ikiniz de ruhu duymadı."

Pekala, daha önce böyle bir konuda kimseyle konuşmamıştım ve gerilmem oldukça normaldi ancak... Tanrım! An'ın maknaeyle beni kendi evinde o halde görmesi gerçekten hiç hoş değildi. Çok düşüncesizce davranmıştım.

Utana sıkıla "Pardon," diye mırıldandım. "Mutfağında uygunsuz hareketler sergilemememiz gerekirdi."

An gülerek kafasını iki yana salladı. "Sorun o değil Young. Sorun bazen gerçekten çok kaba olman. Çocuğu kovmanın manası neydi hiç anlamadım. Tek istediği seni korumaktı."

"O önce kendini korusun," diye tısladım.

"Woah," Karşımdaki bu sefer bir kahkaha patlattı. "Gerçekten çok inatçısın."

Gülümsemeye çalıştım ama aklım başka bir yere çoktan kaymıştı. Daha önce maknae de dahil birçok insandan kaba lafını işitmiştim. Bana kaba, kurnaz, inatçı ve hatta pinti demişlerdi. Şu ana dek hiçbirine doğru düzgün alındığım söylenemezdi. Ama An söylediyse biliyordum ki bir manası vardı.

Gerçekten kaba biri miydim?

Maknaeye gereğinden fazla mı yüklenmiştim?

Min An sanki neler düşündüğümü okumuş gibi konuştu. "Bence Jungkook'un gönlünü almalısın."

Omuzlarımı umurumda değilmişçesine silktim. Ama haklı olduğunu biliyordum. Planlarımın arasına bunu da ekledim: Hafta sonu bitmeden evimi tekrar yaşanabilir hale getirecek; yeni bir iş bulmaya çalışacak ve maknaenin gönlünü alacaktım. Ki pazartesi beni eve bırakacağını söylediğine göre de çaba sarf edip bir buluşma ayarlamama gerek yoktu; kendisi çoktan ayarlamıştı.

Yarım saat sonra evden ayrılmıştım. Yorucu bir gün olacaktı.




***



Tüm haftasonum iş ilanlarını inceleyerek ve geleceğe dair umudum kadar boş olan evime yatak, döşek, oturma grubu ve birkaç daha temel eşyayı arayarak; en ucuzunu ve kalitelisini sipariş etmeye çalışarak geçti. Bunu bilinçli bir tüketici olduğum için yapmıyordum; gereksiz harcayabileceğim beş kuruşum olmadığı için yapıyordum. Fakat es geçmemem gerekti, ilk defa şansım yaver gitmiş ve ev sahibim ahjumma tarafından satılan tüm eşyaların ikinci el de olsa bedeli ödenmişti. Bana dürüst davranıp davranmadığını bilmiyordum fakat bunu sorgulayacak durumda da değildim. Cebime giren fazladan 5 kuruş için dünyaları yakabilirdim.

Bugün pazartesiydi. Küçük evimin tüm temizliği baştan sona halledilmiş; mobilyacılar ve beyaz eşyacılar her şeyi yerine monte etmişti. Eve giren biri öncekinin aksine içinde bir çift atın yaşadığını değil; insanın yaşadığını gayet net anlayabilirdi ki bu benim için şimdilik yeterli bir gelişmeydi.

Elimdeki market poşetlerinden birkaçını yere bırakarak çantamdaki telefonumu çıkarmak için üstün bir çaba sarf ettim. Sorun şu ki maknaeye güvenip havanın yavaştan kararmaya başlamasını umursamadan alışveriş yapmıştım. Çünkü beni eve güvenle bırakacağının sözünü vermişti. Fakat şimdi ne onun ne de kaslı bacaklarının geldiğine dair bir işaret vardı.

Jeon Jungkook'u üçüncü defa çaldırışımın sonunda onun değil benim sormam gereken bir soruyla karşılaştım:

"Nerdesin?"

Kaşlarım istemsizce çatıldı. "Asıl sana sormalı, maknae. Evin ordaki marketin önünde seni bekliyorum ama ortalıkta yoksun."

"Şirkette buluşacağımızı sanıyordum?"

Ah, anlaşılan verdiğim -ve Si Hyuk'un arayıp sormamasından da kabul olduğu anlaşılan- istifa mektubumdan haberi yoktu.

"Planda değişiklik oldu," dedim. "Madem gelmiyorsun seni daha fazla bekleyip kendimi tehlikeye atamam. Ben eve geçiyorum, görüşürüz."

Vereceği cevabı beklemeden telefonu suratına kapattım. Gerçekten budala gibiydim. Onca telaş içerisinde buluşma yerimizin BigHit olduğu aklımın ucundan bile geçmemişti. Üstelik şirketin önünden bile geçmek istemezken neden oraya tamam demiştim ki? Beynim gün geçtikçe işlevini yitiriyor gibiydi.

Telefonu tekrar çantama tıkıp poşetleri elime alırken kendimi yüreklendirdim. Sokakta hala birkaç insan vardı ve hava tam kararmamıştı. O Jake şerefsizinin beni sıkıştırmayı göze alabileceği bir ortam yoktu. Bu onun sonu olurdu.

Ama o yaşananlardan sonra yine de içim bir türlü ferahlamıyordu. Geçen 3 geceyi An'ın mutlu yuvasında sıfır sorumluluk alarak geçirmek iyi gelmişti ancak şimdi gerçek hayatıma geri dönmüştüm. Yorucu bir gün geçirmiştim ve Jake tarafından tehdit edilip tartaklanmayı bir kez daha kaldıramazdım. O yüzden etrafıma karşı çok temkinliydim. Bakışlarım fıldır fıldırdı ve sık sık arkama dönüp beni takip eden birilerinin olup olmadığını kontrol ediyordum. Hatta karşı yoldan gelen birkaç kız benim bu paranoyaklığımı fark edip kıkırdamışlardı. Normal şartlarda olsa o kıkırdayan dillerini kesmemek için büyük bir çaba sarf etmem gerekirdi fakat şimdi onlardan yana bakasım; dikkatimi 1 saniyeliğine bile onlara kaydırasım gelmiyordu.

Apartmanın giriş kapısını açarken arkamı, sağımı, solumu; hatta apartmanın içine denk düşen önümü bile defalarca kontrol ettim. Maknae ne yazık ki evimin adresini bilmiyordu. Suratına telefonu kapadığımdan mütevellit geçen dakikalara rağmen hala aramamıştı ve onu An'ın evinden kovduğum için bana hala tripli olduğunu biliyordum. Kısacası başıma gelmesi muhtemel bir Jake vakasında bu sefer ucuz kurtulamayacağım ortadaydı. Temkinli olmalıydım.

Kendimi poşetlerle birlikte apartmanın içine savururken sokağı yaklaşık 3 defa kontrol ettim; çelik kapının kapandığından iyice emin oldum. Asosyal değildim; filmlerde karakterlerin başına gelen çoğu olayın tam kapanmayan giriş kapılarından kaynaklandığını bilecek kadar çok sinemaya gitmiştim.

Artık göze gayet dolu gelen minik apartman daireme girdiğimde tamamen rahatlamış ve kendime saygı duymuştum. Jake Williams tehditine karşı bir kere daha hayatta kalmayı başarmıştım. Ve evet; muhtemelen hayattaki tek başarım da buydu.

Sebzeleri kaşla göz arasında dolaba tıkıp aldığım hazır ramenin üstüne eklemek maksadıyla kettlea su doldurdum. Bangtan'a yaptığımın aksine karnımı doyurmak için saatlerce yemek pişiremez, sebze doğrayıp haşlayamazdım. Tanrı biliyor ya, o veletlere çok emek harcamıştım. Yemeyip yedirmiştim ama onlar ise yaptıklarımın arada bir altını yakıyorum diye burun kıvırmışlardı. Ödeyecekleri çok şey vardı ya neyse.

Telefonum çantamın içinde son ses çalmaya başladı. Arayanın içten içe kim olduğunu biliyordum, ya maknae ya da Jimin'di. Jeon Jungkook zaten numaramı ezberlemişti, buna şüphem yoktu fakat Jimin de özellikle bu hafta sonu haddini aşarak oldukça çok 'hatırımı sormak için' aramıştı ki artık nedenini merak etmeye başlamıştım. Bir yandan beni Kim Jung Min'e satışlarını idrak ettiklerini düşünüyor; diğer yandan ise bu kadar zeki olmadıklarını biliyordum. Durumu bir türlü çözememiştim.

Ekrandaki yazı Pis Bebek Suratlı'ydı. Tahminlerim yine doğru çıkmış fakat bu beni hiç mi hiç sevindirmemişti.

Telefonu kulağıma götürdüm. "Ne var?"

Karşı hattan bir kıkırtı yükseldi. Ayrıca arkadan kısık sesli birkaç diyalog duyuluyor gibiydi fakat emin olamadım.

"Yine dünyaya pozitif enerji yayıyorsun, noona. Tebrik ederim."

Göremeyeceğini bile bile gözlerimi devirdim. "Bakıyorum sen de poşet sektoründe işe başlanışsın, Park Jimin. Asıl ben tebrik ederim."

Ufak bir sessizlik oldu.

"Anlamadım."

Gülümsedim. "Ona şüphem yok. Her neyse; yine halimi hatrımı sormak için aramadın umarım? Çünkü öğlenkinden pek de farkı yok."

"Yoo, sadece kapıyı açar mısın diyecektim."

Gülümsemem suratımda resmen donup kaldı.

"Hangi kapı?"

"Aish, hangi kapı olacak-" Kesik kesik gelen bir bağırış olduktan sonra cümleye bambaşka bir ses devam etti. "YAA, BİZ GELDİK NOONA!! APARTMANIN ALTINDAYIZ, ARTIK AÇAR MISIN ŞU KAPIYI?!!"

Hoseok ve Jimin veleti aynı anda evime girmeyi düşünüyordu ve benim buna izin vermem bekleniyordu.

Hayatta olmazdı.

"YA, NERDEN BULDUNUZ EV ADRESİMİ?" Kettleın içinde kaynamış olan suyu hazır ramene eklemek için tekrar mutfağa girdim. Karnım açtı ve doyurmama o ikisi asla engel olamayacaktı. "VE KİM DEDİ SİZE GELİN DİYE?"

"Şirket bilgilerinde hala eski ev adresinle kayıtlısın, noona. Bulmak pek zor olmadı. Ayrıca bu bir konsey kararı."

Kaşlarım mümkünmüş gibi daha da çatıldı. Neden istifa dilekçemi vermeden önce bilgileri değiştirmek aklıma gelmemişti ki? "YA, NE KONSEYİNDEN BAHSEDİYORSUNUZ SİZ?"

Karşı hatta tekrar bir arbede yaşandı ve bu sefer o kızımsı ses tonuyla Park Jimin konuştu. "KEŞKE ŞU KAPIYI AÇSAN DA DERDİMİZİ İNSAN GİBİ ANLATABİLSEK."

Saçını turuncuya boyattığından beri bir haller olmuştu bu velete ya neyse. İkisinin de bir kereliğine mahsus evime girmelerine izin verebilirdim, tabi ayakta durdukları sürece. Oturup yepyeni mobilyalarımı kirletmelerine göz yumamazdım.

"YA!! AĞLAMA, AÇIYORUM."

Neyin peşinde olduklarını bilmiyordum ama içimden bir ses pek de hoşlanacağım bir şey olmayacağını söylüyordu.

Kapı hemen yanında bulunan düğmeye basmamdan 1 dakika sonra çaldığında tek elimde hazır ve enfes ramenim vardı. Onu elimden bırakmayı düşünmedim. Malum, 4 gündür Bangtan yurdundan uzaktaydım ve hepsinin ne kadar aç birer ayı olduğunu unutmuştum. Ama keşke unutmasaymışım. Çünkü kapı açıldığı an radar gibi rameni direkt fark eden Jung Hoseok; ayakkabısıyla evime dalma cesaretini göstererek elimdekini kendi koymuş gibi kaptı.

"Ne kadar aç olduğumu bir anlığına hatırlayamamıştım, teşekkür ederim noona."

"Y-YA!! ELİNDEKİNİ- HAYIR HAYIR AYAĞINDAKİLERİ HEMEN ÇIKAR!"

Bağırdığıma bakmayın, tam olarak şok olmuş bir şekilde peşinden bakakalmıştım. Tanrıya şükürler olsun holü geçip salona girmemişti fakat ben veledi koltuğa bile oturtmamayı hesap ediyorken o, evime ayakkabıyla adım atma cesaretini çoktan göstermişti.

"Çok pardon~"

Bangtan'ın umudu geri gelip spor ayakkabılarını çıkarırken Park Jimin, suratıyla tezatlık oluşturacak derecede kaslı kollarıyla beni sardı.

"Woah, seni bu kadar özleyeceğimi hiç düşünmezdim, noona. Kim demiş sadece 4 gün geçti diye. Tabi bizim yarışmanın bitmesinin de etkisi var."

"Y-YA NELER OLUYOR?" Jimin'den kurtularak ikisini de göz hapsine aldım. "NASIL EVİME BU ŞEKİLDE GİREBİLİRSİNİZ? ÖLMEK Mİ İSTİYORSUNUZ??"

"Aşk olsun!" Hoseok ben komaya girmek üzere olduğumdan dolayı doğru düzgün hareket dahi edemezken yanağıma bir öpücük kondurdu. "Sadece seni çok özledik, noona."

Tanrı aşkına... Bu uçarı sevgi gösterisi de neyin nesiydi? Bu ikisi her zaman diğerlerinden daha sıcak kanlı olmuştu -gerçi Tae'yi de unutmamak gerekiyordu-, bu bir gerçekti ama böyle bayram seyran varmış gibi davranmaları da hiç normal sayılmazdı.

Koyu mavi koltuklarıma oturma amacı güden her halinden belli olan Jimin'in koşarak önüne geçtim.

"Ya! Burası yasak. Oturamazsınız."

Bebek suratlı idol, dünyanın en saçma şeyini duymuş gibi gülümsedi. "Ama orası koltuk ve oturmak için var."

Onu taklit ederek sırıttım. "Ama burası yeni bir koltuk ve sadece benim oturmam için var."

"Ne yani?" Açık kalan kapıyı örten Hoseok şaşkınlıkla gülüyordu. "Oturmamıza izin vermeyecek misin? Bizi ayakta mı tutacaksın?"

Hafifçe omuz silktim. "Çok kalmayacağınız için hiçbir sıkıntı yok."

Ne yazık ki yılanın başı onlardı. Maknaenin beni görmemesi kayıt kabininde bulunduğu ve ortam loş olduğu için bir nebzeye kadar kabul edilebilirdi. Fakat geriye kalan diğer BTS üyelerinin hiçbir açıklaması yoktu. Hepsi beni görmüş ve işitmişti. Özellikle Jin ve Tae; onlar benimle konuşmuştu bile. Bilemiyordum belki de o yüzden şu an burada yoklardı.

"Bizi geldiğimiz an kovdun mu, yoksa bana mı öyle geliyor?" Jimin'in suratı az biraz düştü.

"Sosyal zekanın kuvvetli olması beni sevindirdi, Park Jimin." Kendimi yumuşacık koltuğa bir patates çuvalı misali bıraktım. "Tanrı birinden alıp diğerine veriyor işte."

Jimin hoşnutsuzlukla kollarını göğsünde birleştirirken Hoseok araya girdi. "Biz aslında özür dilemek için gelmiştik, noona."

Kaşlarım merakla yukarı kalktı. Yaptıkları puştluktan mı bahsediyorlardı acaba?

"Biliyorsun, bazen çok düşüncesiz olabiliyoruz." Jimin ellerini af dilercesine birleştirdi. Tatlı bir puppy gibi bakıyordu. "Yaşananları unutabilir miyiz?"

Bacak bacak üstüne attım. Evet, muhtemelen beni Jung Min'e sattıklarını geç de olsa fark etmişlerdi ve bu kahpelikleri yüzünden nesne belirtmek istemiyorlardı. Ancak biraz kıvranmaları lazımdı. Onurumu kırmalarının bedeli o kadar da hafif değildi.

"Hangi yaşananlar? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum."

Suratım ise söylediklerimin aksine "Biraz daha sürünün," der gibiydi.

İkisi de gergince birbirine baktı.

"Şey..." Hoseok beceriksizce gülümsemeye çalışıyordu. "Cuma günü çok dalgındık, noona. Biliyorsun hem haftanın yorgunluğu hem Jung-"

Ani gelen bir öfke kriziyle ayağa fırladım. "YA! HATIRLAMIYORUM DİYORUM SİZE, DAHA NE UZATIYORSUNUZ??"

Sorun şu ki üyelerden birinin ağzından Kim Jung Min denen menajerin adını duymak dahi istemiyordum. Çünkü bunun beni daha çok yaralayacağını adım kadar iyi biliyordum. Bangtan'ın ona olan sevgisi çok farklıydı. Bana önem vermiyor, çoğu zaman sözümü dinlemiyor ve arkamdan iş çeviriyorlardı. Jung Min'in ise ağzından çıkan her kelimeye tanrı tarafından indirilmiş bir kitapmış gibi harfi harfiyen uyuyor; etrafında pervane oluyorlardı. Kabul ediyordum, adam benden çok daha başarılı bir menajerdi. Bangtan'ın bu kadar yükselmesinde emeği büyüktü fakat neden her seferinde dış kapının dış mandalı ben oluyordum?

"S-Sakin ol," Jimin gerildikçe gerilmişti. "Biz gerçekten üzgünüz, noona. Çok ayıp ettiğimizin farkındayız. Affedemez misin?"

Aptala yatmaya devam ettim. Kendimi yalancı çıkaramazdım. "Söylediğim gibi, neyden bahsettiğinizi bilmiyorum."

"Yoksa onu kıskanıyor musun?"

Jimin'in -lanet olası- bebek suratına şok içinde baktım. Gözlerim duyduğum cümle karşısında adeta pörtlemişti. Bu nasıl bir küstahlıktı? Noonasına böylesine bir iftirada nasıl bulunabilirdi?

"Ne dedin sen?"

"Jung Min hyungu kıskanıyor musun, noona?"

Beynime sıçrayan kanı tüm iliklerime kadar hissettim. Park Jimin'in ya ağzından çıkanı kulağı duymuyordu ya da böyle bir küstahlık yapmasına yetecek kadar yürek yemişti.

Oldukça sakin davranmaya çalışarak ayağa kalktım ve ikisinin de ne olacağını kestiremediğini bariz bir şekilde ortaya seren mimiklerine buz gibi bir bakış attım.

"Çıkabilirsiniz."

"Ne?" Bu Hoseok'tu. "Ama daha yeni geldik."

İşaret parmağımla kapıyı işaret ettim. "Kapı orada, çıkabilirsiniz."

"Noona-"

Jimin'in kulağıma korkutucu derecede tiksinç gelmeye başlayan sesine sabrım bu kadardı. Onu daha fazla dinlemek istemiyordum.

"YA!!! SİZE DEFOLUN DEDİM!!"

Bangtan'ın iki üyesi şöyle bir birbirlerine baktıktan sonra sessizce evimi terk ettiler.

Koltuğa geri oturdum. Derdi neydi bu Jimin'in? Bana nasıl böyle bir cümle kurabilirdi? Nasıl utanmadan hyungunu kıskanıp kıskanmadığımı sorabilirdi? Bu kadar mı düşüncesizdi?

Evet, barışmaya gelmişlerdi. Bunun büyük bir adım olduğunu biliyordum fakat sonuç ortadaydı: yine bir şekilde onurumu kırmayı başarmışlardı.

Tanrıya yeminim olsun artık onlara bağırıp çağırmak istemiyordum. Bundan hem ben yorulmuştum hem de artık eskisi kadar kolay sindiremediklerini fark ediyordum fakat kendimi tutamıyordum. Sinir hastası olma ihtimalim var mıydı emin değildim ancak öyleyse kesinlikle şaşırmazdım. Üstelik aşırı takıntılı olduğumu da yavaş yavaş kavrıyordum. Üyelerin daha yeni tanıştığımız zamanlar ettikleri laflar hala aklıma gelip duruyor; fol ve yumurta yokken sinirden delirmeme sebep oluyordu. Özür dilemelerine rağmen affedici olamıyordum.

Belki de kötü biriydim.

Jung Hoseok'un sehpaya bırakmış olduğu rameni somurtarak elime aldım. Hala sıcacıktı ve leziz görünüyordu. Ama açlığım da en az ruhum kadar bir ruh emici tarafından sömürülmüş gibiydi.

Birkaç dakika önce koltuğa fırlattığım telefonum canımı sıkacak bir şekilde -çünkü şu an kuş uçsa canım sıkılabilirdi- çalarken başımı uzatıp yazan isme baktım.

Bang Çirkin Hyuk.

Ben de hayatımda ne eksik diyordum. Anlaşılan eksik olan şey Bang Bang tarafından maruz kalacağım 736272. azarlamaydı. Ve artık sonsuza dek de eksik kalmasını istiyordum.

Onlarca kez çalan telefon sonunda sustu ve bir dakika sonra mesaj yollandığını belirten o baloncuk sesi geldi. Ekrana bakmak için son bir kez daha eğildim.

Bang Çirkin Hyuk
Bu sana verdiğim son şanstı, Pa Do Young. İstifan kabul edilmiştir.

Maknae bana bozuktu, ne halde olduğumu öğrenmek için aramamıştı bile. Jimin ve Hoseok'un -özellikle Jimin'in- benden neredeyse nefret ettiğine emindim ve şimdi de resmi olarak işimden olmuştum.

Başımı iç çekerek geriye yasladım.

Artık Bangtan'ın menajeri değildim. Artık bir menajer bile değildim. Ve gelecek ayki kiramı ödeyebilmek için acilen yeni bir iş bulmam gerekiyordu.

Continua a leggere

Ti piacerà anche

750 100 30
Tüm benliğimle size geldim. Olmayan tüm benliğimle.
182K 8.3K 40
KLASİK BİR GERÇEK AİLE/ABİ KİTABI (Küfür yok) Berbat bir hayat yaşayan İlgi başka bir kızla karıştığını öğrenirse ve tek kız olursa ne olur?
398K 21.8K 45
Siz: Selamünaleyküm beyefendi Hayırlı Doktor Kısmet: Aleykümselam, kimsiniz? Siz: Teravihte annenizin numaranızı verip, doktor oğlum diye övdüğü kişi...
18.3K 604 21
Mina:bak aşk diyorumm Mina:yanaş diyorumm Mina:kime diyoruuuummm