alpha's bright star 'tk ✓

By amberias

906K 95.4K 61.3K

"Sen mi güzelsin yoksa beklemek mi? Şansın bile yok. Tabii ki beklemek. Ama yalnızca seni." Alfa Kim Taehyung... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
35
36
37
38
39
40
41
42
43
Final

34

16.2K 1.8K 1.1K
By amberias

bölüm şarkısı: Kina, get you the moon.

|"Tüm maharet dilde değil, duygularıyla şekil almış yorgun düşüncelerindeydi."

Henüz Güneş'in güçlü bir o kadar da cürkatkâr ışıkları hakimiyetini kurmamış, gecenin teslimiyetini beklerken esmer kollarındaki bedenin kirpiklerinden masumiyetini çalıyor bundan hiç utanç duymuyor, mayhoş bir tebessümün yüzünde asılı kalmasına neden oluyordu. Kirpiklerine dek taptığı adam o kadar güzeldi ki nasıl bir kalem olur da onun o eşsiz, Tanrı'nın ellerinden çıkma varlığını muhteşem bir şekilde anlatırdı?

Zihninin her bir köşesine arsız ve utanmazca kazınan ayrıntıları o parlak, kahve gözlerine özlem duyduğu zamanlarda gün yüzüne çıkıyor ve olabildiği kadar canını acıtıyordu. Özlüyordu, her geçen gün geçen zaman canından bir parça koparıyor gibiydi. Korkuyordu, olur da sevgili uyanırsa onu tıpkı eskisi gibi güçlü ve kendinden emin bir şekilde karşılayamamaktan çok korkuyordu.

Onunla geçen hayatını tıpkı bir yapboza benzetiyordu. En zorlayıcı anlar yerine teslim olurken, bir parça çıkıyor ve tüm parçaların gücünü elleri arasına alıyor diğer tüm her şeyi değersiz kılıyordu.

Jeongguk çok güzeldi. Şüphesiz, eğer ölüm ona gitseydi, bir dakika dahi düşünmeden hayatına son verirdi.

Ne önemi vardı ki? Solmuş renkleri can bulmak için çırpınan vahşice toprağa atılmış balıklara benziyordu. Umutla çıpınır, çırpınır ve en sonunda pes ederdi. Kararsızdı, pes etmek belki de hiçbir zaman bu kadar davetkâr gelmemişti zihnine. Kolay değildi, pes etmek dahi kolay değildi. Vazgeçmek onun için başka bir ölümdü.

İkinci bir ölüm.

"Ah Jeongguk, böylesine gözlerimin önünde solmuş bir çiçekten farksız yatarken nasıl olur da güçlü kalabilirim senin için? Nasıl nefes almaya devam edebilirim? Ben... Ben seni diriltmek istemiyorum artık, seninle birlikte solmak daha cazip geliyor bana. Söylesene, sen de benim kadar çaresiz bir şekilde tutunacak bir el arıyorsun orada öyle değil mi? Yeniden can bulmak için, canından oluyorsun. Pes edersem eğer çok kızar mısın bana? Biliyorum, ben senin gibi güçlü olmadım hiçbir zaman Jeongguk. Olamam, özür dilerim sevgilim. Ben senin gibi dayanamıyorum. Güçsüzüm ben, aciz biriyim."

Titreyen parmakları solmuş iki et parçasının üzerinde gezinirken dudaklarını bastırarak gözyaşlarını teslim etmişti sevdiği adama. Zira hiç kimse, Jeongguk kadar iyi saklayamazdı acılarından bir parça olan incileri.

"Kimseye gösteremiyorum güçsüz olduğumu, fakat sen... Sen her ne kadar bana güçlü biriyimişim gibi davransanda en iyi sen bilirdin benim acizliğimi. En çok da sen görürdün benim o gözlerinde kaybolurken ki çaresizliğimi. Aptalım ben Jeongguk. Varlığında yüzsüz, yokluğunda çaresiz bir aptal."

Geçmişin hatırları en güçsüz anlarında etrafını sararken pişmanlık tıpkı bir zehir gibi altın tepside önüne sunuluyor, Kim Taehyung ise onu ölüme her geçen anda biraz daha yaklaştıran zehirden, pişmanlıktan, bir yudum daha alıyordu. Onu hastalıklı bir şekilde sona doğru sürükleyen, zamanında yapılmış hatalar şimdi en çaresiz anlarında samimiyetsiz bir dost gibi yanı başına geliyordu.

Taehyung sevmişti, gerçekten sevmişti. Henüz sevginin dahi ne olduğunu bunca yıllık hayatında tadamamış olmanın burukluğu, şimdiye kadar kalbini kalpsiz bir kadına teslim etmenin pişmanlığı ve yeniden kaybetmenin verdiği ürkeklikle sevmişti. Toy, beceriksiz biriydi o. Kalbi o kadar kırılmıştı ki birinin kalbini kırmak yarasının taze ve bir o kadar da zehirli olduğu anlarda basit bir eylem gibi gelmişti. Sanıyordu ki, samimi bir özürle birkaç damla gözyaşı ile her şeye yeniden başlanılır, yeniden devam edilir hayata. Kırılmışlığı her bir zerresinde hisseden beden, kendi hislerinden habersiz başkasının kalbinin kırmayı çok görmemişti. Fakat tam da düşündüğü gibi olmuştu, bunca haksızlığa, cürketkârlığa rağmen Jeongguk affetmişti. Jeongguk her zaman affederdi, işte tam da bu yüzden bu hâlde değil miydi? Eşinden ayrı, bir o kadar da eşinin yanında acılarına şahit olurken bir tebessümün, tatlı sözün başına böylesi bir kabusu saracağını bilememişti.

"Ölüm bizi bir araya getirecek mi Jeongguk?"

Titreyen parmakları onu buradan, sevgilisinin bedeninden ayıracak zehire giderken kapağını açarak gözlerini kapatmıştı.

Ve Kim Taehyung küçücük bedenine rağmen onlarca yükü sırtında taşıyan eşine ihanet etmişti.

Zira en büyük güçsüzlük, çaresizliğin kendisiydi. Tıpkı en büyük düşmanın, canlının kendi zihni olduğu gibi.

_

"Seni severek çok büyük bedeller ödedim ben Jeon. Artık seni sevmek istemiyorum, en yakın arkadaşım, kardeşim bir hiç uğruna öldü. Bunu kaldırabilir misin? Her şeye rağmen sevemeye devam edebilir misin? Kim için öldüler? Senin için! Senin için bir anne evladını kaybetti, diğer sevdiği, evleneceği adamı kaybetti! Onlar acı çekmeye devam ederken biz nasıl gülümsemeyebiliriz? Hiçbir şey olmamış gibi devam etmeye yüzün var mı söylesene!"

"T-taehyung sakin ol ben sade-"

"Ben sevmeye devam edebilirim Jeongguk ya geride kalanlar? Onlar acı çekerken sen gülümseyebilecek misin? Senin canın için iki can yok oldu, onlarca hâyâl, yarım kalmış ukteler... Sen arkadaşının, kardeşinin ölümüne izlerken elinden hiçbir şey gelmemesinin çaresizliğini hissettin mi? Ben hissettim ve lanet olsun ki tek bir gün dahi unutamıyorum."

Sarf edilen sözler birer birer sırtına saplanırken karşısındaki adamın bir kez daha kendini suçlamaktan başka hiçbir şey yapmayan eşiyle aynı kişi olmadığını anlamıştı.

Taehyung hep kendisini suçlar, Jeongguk ise bu durumda onu sadece teselli etmekle kalırdı. Yapılan hatalar, hiçbir zaman tek taraflı değildi. Suçlu karşı taraf olmayabilirdi fakat belki de en büyük suçlu küçük bir çocukken ona doğruyla yanlışı anlatamayan ailedeydi.

Annesi esmeri sonu gelmeyecek büyük bir hırs ve bir o kadar da zehirli bir öfkeyle yetiştirmişti. Kolay değildi, zira zehirin merkezi kişinin köklerinde, yeşerdiği yerdeydi fakat buna rağmen her ne kadar kısada sürse eşinin o herkesten sıyrılmış, küçücük bir çocuktan farksız hayata karşı, hissettiklerine karşı olan serzenişlerini en yakınından hissetmişti.

Birinin değişebileceğine en yakından şahit olmuştu.

Gerçekten suçlu olabilir miydi? Küçük bir parça kalbine hiç olmadık anda düşerken en büyük korkusu ile karşı karşıya gelmişti.

Suçluluk.

"Eğer bu kasabaya hiç gelmemiş olsaydım, tüm bunlar yaşanmayacaktı."

Ardı ardına tekrarlanan cümleler dakikalar boyunca kulaklarında uğuldamaya devam ederken sessizce bahçeye çıkmıştı. Soğuk hava, ciğerlerini yakmıyor aksine içinde kök salmaya başlayan zehirli fidanların kısık bir o kadar da öfkeli seslerini susturuyordu.

Saatler tıpkı bir ömür gibi gelirken soğuğu hissetmeyen bedeni ilk defa üşümüştü. Zira sıcaklığını uzun süredir arayan eşi yanında ve aynı zamanda oldukça uzağındaydı.

"İçeri gir, sen ve nezlenle uğraşmak istemiyorum."

Üzerine gelişigüzel atılan pikeyle birlikte neredeyse saatlerdir oturduğu ahşap sandalyeden kalkarak huysuzca kaşlarını çatan eşinin yanından geçerek içeri girmişti.

"Nerede uyuyacağım ben?"

Birkaç saat önce sarf edilen can yakıcı sözler etkisini kaybetmiş gibi davranması oldukça garip gelsede bunca yaşanılan olaydan sonra sağlam bir psikolojide olacağını hiçbir zaman düşünmemişti.

Cevapsız kalan sorularına karşın pes ederek eskiden kaldığı odasına doğru ilerlemeye başlamıştı. Onula yapamamak fakat onsuz da yapamamak içten içe benliğini ve neredeyse yok olmak üzere olan gururnu zamanla köklerinden soldurmaya devam etmişti. Taehyung, kendisinden defalarca kez ödün vermesine sebep olan biriyken hâlâ peşinden koşması eşine, evine ulaşmanın vereceği mutluluktan ziyade yaşadığı yorgunluk hâyâllerinin önüne geçmiş durumdaydı, artık yorulmuştu.

"Taehyung."

Dudakları, her bir zerresi büyük bir sadakat ile eşinin adını sessizce zikrederken tek bir ses dahi duymamıştı kırgın umutlarla can bulmuş sesi haricinde. Belki de artık sevgiliye duyulan hasretin önüne onlarca kez dikilip, fakat tekrardan yıkılan yorgun duvarları, umutları, bu kez temeline dek yıkılmış olanların en büyük başdüşmanı olmuştu.

Güneş bir kez daha doğmak istememişti, gökyüzü bir kez daha maviye boyanmamış teslimiyetini yaratıcıya sunmuştu. Griydi, her yer ışığa muhtaç, fakat aydınlıktan korkar bir şekilde çaresizce bekliyordu.

Ağladı, gökyüzünden dökülen her bir damla gözlerine dek ulaştı ve yorgun bedenini yakmaya başlamıştı. Neden söndürmüyordu? İçinde bitmek bilmeyen savaşın çıkardığı yangınları söndürmek yerine neden daha fazla alevlendiriyordu? Parmakları tutunacak bir el ararken gözleri parmağındaki yüzüğüne değmişti. Dudaklarını ondan kalan hatıralara tutunmak istercesine üzerine bastırırken sessiz bir çığlık kopmuştu içinde. Bu kez konuşabiliyordu, öyleyse neden hâlâ tıpkı onlarında dediği gibi dilsizdi?

Konuşmasının işe yarayacağını, tüm her şeyin suçlusu tutulan diliymiş gibi gördüğü her düşüncesinden bir kez daha utandı. Zira önemli olan konuşmak değildi, önemli olan anlatabilmekti.

Tüm maharet dilde değil, duygularıyla şekil almış yorgun düşüncelerindeydi.

Ayakları tıpkı yabancı birine ulaşmak ister gibi odasına dek ilerlerken tam da kapının önüne geldiğinde pes etmişcesine durmuştu. Titreyen elleri ürkekçe kulpa giderken gözlerini kapatarak bu odada yaşanan yüzlerce anısının tam da bu anda etrafını sarmasına izin vermişti. Tenini ezberlediği adamın her bir zerresi, öyle yabancı öyle soğuk gelmişti ki bir anlığına hissettiği mahcubiyeti tüm sözlerini susturmuştu.

Şimdi, üzerinde henüz toy bir çocuğun ürkekliği aynı zamanda da merakı ile sessizce kapıyı açarak birkaç adımda içeriye girmişti. Özlem duyduğu koku, tenine karışırken gökyüzüne teslimiyetini veren güneş hakimiyetini eline alarak ahşap pencerenin ardından usul usul eşinin üzerine süzülüyordu. Yüzündeki çocukluğundan kalma masumiyeti ışıl ışıl parlarken yanı başına oturarak ellerini yavaşça saçlarında gezdirmeye başlamıştı. Dakikalar öncesinde tıpkı onu bir yabancı gibi gören düşüncelerinden utanç duyarak başını eğmişti.

"Beni hiçbir savaşta yalnız bırakmayacağını söylemiştin Taehyung. Şimdi... Şimdi hem mücadelemde yanımda, aynı zamanda da karşımdasın sevgilim. Hem desteğim, hem yanı başımdaki düşmanımsın."

Dudakları yavaşça saçlarına ulaştığında elini usulca yanağına indirerek okşmaya başlamıştı. Bu ten, bu koku onun en büyük hasretiydi. Onca şeyden sonra Taehyung nasıl olurda beyaz kokabilirdi?

"Bizim için savaşmaktan bir gün dahi pes etmeyeceğim. Bakma sen benim dediklerime. Pes etmeyeceğim Taehyung, ben asla vazgeçemem senden, kokundan, sevginden. Biliyorum, bir gün güneş bizim için doğacak, çiçekler bizim için açacak kuşlar aşkımızı, sevgimizi fısıldarken biz bir köşede sessizce özlemimizi gidereceğiz öyle değil mi? Ben seni sevmiyorum Taehyung, bu sevgiden de öte. Sen beni o çukurdan, en çaresiz anımda karanlık kelepçelerden koparıp alan kişisin, benim kurtarıcmsın. Şimdi sıra bende, sen bana mücadele etmeyi öğrettin sevgilim. Şimdi sıra bende kendimi, bizi, bu çukurdan çıkaracağım."

Dudakları bu kez kirpiklerine ulaştığında bir damla gözyaşı habersizce gözlerine ulaşmıştı. Korkuyla geriye çekilmek istediğinde bileğine sarılan ellerin sahibi bedenini kendine doğru çekerek başını yastığa koymuştu.

"T-taehyung uyandırdım mı seni? Üzgünüm, ben... Ben rahatsız etmek istememiştim."

"İstiyorum Jeon."

Sabahın ilk saatlerindeki mahmurluk esmerin yüzünde can bulurken gözleri anlamsızca gözlerinde takılı kalmıştı. Anlamıyordu. Devam etmesini beklerken dudaklarında hissettiği sıcak baskıya karşın gözlerini kapatarak neredeyse hazırda bekleyen gözyaşlarının dudaklarının arasından kayıp gitmesine neden olmuş ve şaşkınlıkla suratına bakmaya devam etmişti.

Saatler öncesinde sözleriyle kendisini paramparça eden adamdan, eser kalmamış gibi yüzünde anlam veremediği bir merak ve hüzünle ikinci kez birleştirmişti dudaklarını.

Elleri küçüğün saçlarını okşarken dudaklarını son kez küçük bir buse kondurarak gözlerini açmıştı. Anlatılması, açıklanması gereken birçok şey vardı fakat Taehyung kendinde böyle bir gücü bulamamış, yorgunlukla gözlerini kapatarak düşüncelerini toparlamaya çalışmıştı. Çabuk parlamasının verdiği pürüzler, düşüncelerini törpülerken içinde bir yerlerde hâlâ eşine özlem duyan o adamın sesini bu kez susturamamış, yenilmişti.

"Bana masumeyetini ispatla Jeongguk. Öyle bir ispatla çektiğim tüm acılar kapalı bir kutu ardında sığınsın, bir daha çıkmasın gün yüzüne yalvarırım acılarıma son ver. Sana ve aşkına inanmak istiyorum. Seninle olmuyor Jeon, fakat... Fakat sensiz de olmuyor."

-

Esmer, ellerinde yer edinen zehrin kapağını titreyerek açarken sıvı dudaklarına ulaşmış onu bu dünyadan, canından koparmak için tek bir hamle beklemişti.

Öyle de olacaktı Taehyung yalnızdı, öyle ya en büyük düşman yalnızlıkken aylardır yanı başında duran eşinin solgun bedeninin başucunda etrafını sarıp sarmalayan yalnızlığı çaresiz bir bekleyişin en adi düşmanı olmuş büyük bir hataya itmişti onu.

Dakikalar geçmişti, esmer en sonunda elini eşinin ellerine teslim ederek yanına uzanıp gözlerini kapatmıştı. Tek bir hata onu bedeninden, benliğinden ayıracakken aniden hissettiği sıcaklıkla gözleri şaşkınlıkla aralanmış elleri arasındaki zehir hızla yere düşerek derin sessizlikte tiz bir tıkırtı bırakmıştı.

Aylardır öylece bir cansızdan farksız yatağında yatan sevgilisinin gözlerinden sessiz bir gözyaşı yanaklarından süzülüp boynunda imzasını bırakmıştı.

-

ben geldim! Saat biraz geç ama hazır tatilin sonlarındayız çoğunuz gece kuşusunzdur diye tahmin ediyorum.

tatiliniz nasıl gidiyor bakalım?

hikâyeye uygun şarkılar önerir misiniz?

sizi seviyorum, mavi kalın💙🌿

Continue Reading

You'll Also Like

350K 34.8K 48
"Zira hesaba katmamış olmalıydı seni yaratırken tanrılar, güzelliğinin etkisine Afrodit'in bile kapılacağını." Daddy Issuses...
1.1M 86.4K 40
O kadar konuşmasından sonra tek sorduğum soru şuydu. "O kim?" Üçü de bunu cevaplamak istemiyordu bunu anlamıştım.Ve bu kadar şey anlatıldıktan sonra...
218K 21.7K 32
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
203K 21.3K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️