tell me pretty lies, yoonmin

Par renoclein

5.4K 610 161

yoongi gitti, jimin bitti. yoongi geldi, jimin yitti. Plus

1
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19

2

453 54 15
Par renoclein

Bay Park, Min Yoongi'yi bir çivi misâli çakmıştı olduğu yere. Genç adam özenle taradığı dalgalı, siyah tutamlarını kemikli parmakları yardımıyla seri bir şekilde dağıtarak başını yukarı kaldırdı. Apartmanın boş tavanı ona bir çözüm yolu sunmayacaktı fakat birkaç saniye olsun nefes almaya ihtiyacı vardı. Üzerinde oldukça hoş duran dar gömleğin ilk üç düğmesini de takılsa da açmayı başardıktan sonra yuktundu. Adem elması ağır bir şekilde hareket etmişti aşağı-yukarı. Annesine kavuşmak istiyordu -babasının yüzünü dahi görmek istemiyordu- uzun bir aradan sonra, bir iki kahve içerler, sonra da evine giderdi Yoongi. En azından düşünceleri bu yöndeydi. Yeni bir ev almıştı Londra'dan dönmeden evvel. Bu binada pek huzurlu kalamayacağı aşikârdı. Kendine bir çeki düzen verdikten sonra işaret parmağı eskimiş kapı ziliyle buluşmuştu.

Orta yaşlı kadın, yattığı koltuktan büyük bir uyuşuklukla kalkarak kapıya doğru söylene söylene ilerledi. Pembe ev terliklerinin altı parkelere sürtüyor, pek iç açıcı olmayan bir ses çıkarıyordu. Yaşından dolayı kırışmaya başlayan eliyle kulbu kavrayıp aşağıya doğru çektiğinde, aylardır göremediği biricik oğlunu karşısında görmesiyle, aniden dolan gözleri eşliğinde ellerini yüzüne kapattı. Gerçek değildi sanki, inanamıyormuş gibi bir hâli vardı. Ellerini çekip oğlunun geniş omuzlarına yerleştirdiğinde, Yoongi elindeki çantayı yere bırakıp sıkı sıkı sarmıştı annesini. Annesine olan derin hasretini sızlayan burnundan hissediyordu. Bir tek annesine böyleydi Yoongi. Çocuklaşırdı yanında. Eskiden, Jimin'in yanında da böyleydi. O konuya hiç girmemek en iyisi.

Annesi onu içeri almadan hemen önce geri çekilmiş, yere bıraktığı el çantasını kavrayarak omuzları dik bir şekilde içeri girmişti. Babası salonda televizyon izliyordu. Onu özlememişti, emin di ki babası da onu özlememişti. Bu sebeple direkt mutfağa geçerken, Bayan Min ikisinin arasındaki buzların hâlâ erimemesine üzülüyordu içten içe.

Bunları düşünmemeliydi, içeride doyurması gereken biricik oğlu vardı.

Bay Park'ın oğlu ise tamamen yıkılmıştı. Yatağında Taehyung ile beraber uzanmışlardı, ağlaması dinse bile sızlanmaları dinmemişti. Sanki acı çeken bir köpek yavrusu gibiydi.

Ağlamaktan küçülen gözler kendi kahramanını bulduğunda, doğrularak dizleri üzerinde yatağın ucuna doğru ilerledi. Babası ne istediğini anlamış olacak ki o da yatağın uç kısmına yaklaşmış, kollarını aralamıştı. Kısa kolları güçlü bedenin boynunun etrafına sarılırken, yeniden başlamıştı ağlamaya.

"Baba..." sesi çatlamış olan siyah saçlı, sıkı sıkı sarılıyordu babasına.

Bay Park oğlunun ince beline sardığı kollarını sıkılaştırdı ve çenesini çizgili tişörtün kapattığı omzuna yasladı. Taehyung ile göz gözeydiler. İkisi de Yoongi'ye karşı büyük bir kin tutuyordu.

Jimin kendi gözyaşlarında boğulurken Taehyung biliyordu ki uzun bir gece olacaktı.

.

O iç karartıcı gecenin ardından Jimin için bazı şeyler daha katlanılabilir hâle gelmişti. Bugün tatildi ve evde oturup test çözmeyi planlıyordu. Taehyung ise sabah erkenden Jimin'in evinden ayrılmış, uzun süredir görüşemediği için oldukça özlediği genç adamla buluşmaya gitmişti. Aslında iptal edecekti fakat Jimin bunu yapmasını istemeyince el mahkûm gitmişti. Gitme deseydi, gitmezdi elbet. Jimin onun için çok değerliydi.

Yine de tam şu an kalbinin delicesine attığı bir gerçekti. Göğüs kafesinden fırlamayacak gibi bir hâli vardı. Derken, adımları sahilin girişinde kendisini bekleyen Jungkook'un yanına doğru iyice hızlandı. Çok özlemişti.

Dağınık kahverengi tutamları yer yer buklelenmişti. Muhtemelen sadece duş alıp çıkmıştı. Üzerinde kırmızı bir sweat ve siyah dar paça pantolon vardı. Takım elbisesi olmadan da bir şaheser gibi görünüyordu. Şu görüntünün karşısında saatlerce oturabilirdi sessiz sedasız. Tamam, belki dayanamayıp yüzüne tonlarca buse kondurabilirdi.

Kendisine yönelmiş bakışlar, dişlerini öne seren bir gülümsemeye sebep olmuştu Jungkook'un yüzünde. Taehyung yanına ulaştığında, uzanıp kirpik bitimine minik bir öpücük bıraktı. Kendisi için oldukça değerli olan esmer beden, her daim yanında olsun istiyordu ama biliyordu ki onun bir hayatı vardı. Bu sebeple düşüncesini birkaç yıl sonra dile getirmek adına zihninin kuytularına yolladı.

Elleri birleştiğinde, Taehyung utancından ayakkabısının burnuna bakıyordu. O sırada Jungkook, diğer eliyle çenesini tutup başını kaldırdı.

"Bir şey mi oldu güzelim?"

Taehyung tam ağzını açacaktı ki, henüz bir teklif almadığını hatırlayarak anında modunu değiştirdi ve yanındaki gencin elini bırakıp kollarını göğsünde birleştirdi. Biçimli kaşları çatılmıştı şimdi.

"Ben henüz bir teklif almadım. Nereden güzelin oluyorum?" Jungkook bazen ona hayret ediyordu. Çünkü alışık olduğu tavırlar değildi bunlar. Kadın ya da erkek, hangi cins olursa olsun ona asla hayır demezdi ve bugüne kadar sadece ortaokul yıllarında çıkma teklifi etmişti.

Yanlış anlamayın, Taehyung onu sinirlendirmiyordu. Aksine değişken ruh hâli kalbini sıcacık yapıyordu.

Beraber denize inen kayalıkların üzerine çıktılar Taehyung'un isteği üzerine. Elbette fazla eğimli taşlara oturtmazdı Jungkook onu. Tedbir her şeyden önemliydi. Beraber denizi rahatça görebildikleri, sağlam bir kayanın sert zeminine oturdular.

Taehyung'un zarif elleri, Jungkook'un büyük eliyle sımsıkıya kavranmıştı şimdi. Taehyung bu sefer çekmedi elini. Jungkook öyle güzel bakıyordu ki kendisine, çekemedi.

"Biliyor musun, ben tamamen şımartılarak büyüdüm. Ne istediysem alındı. Sevgi dolu bir aileye sahiptim, hâlâ öyleyim. Bunu seni üzmek ya da yarana tuz basmak için söylemiyorum Taehyung. Ben, bu zamana kadar eğlence için bir sürü kızla, erkekle sevgili oldum. Anlarsın ya, uğraş arıyordum kendime ama daha öpüşmeyi bile ilk defa seninle öğrendim. Hepsiyle sadece öylesine vakit geçiriyorduk. Seninle tanıştıktan kısa bir süre sonra, kalbimde çok farklı hisler filizlendi. Aileme, arkadaşlarıma ya da öylesine birlikte olduğum insanlara hissetmediğim şeyler. Seni görmedikçe daralıyorum, bir yanım sende kalıyor. Seni gördüğüm zamanlarda ise," hafifçe tebessüm etti Jungkook. "tıpkı şu anda olduğu gibi hiç olmadığım kadar mutlu ve heyecanlı hissediyorum. Seni kıskanıyorum. Tamam, saçmalamadan sadede geleceğim. Ben sanırım seni seviyorum." Derin bir nefes verdi Jungkook, dudaklarından yoğun bir 'huh' nidası kopmuştu.

Taehyung kendisine karşı yoğun duygular beslediği belli olan bu gence doğru yaklaşıp, avuç içlerini omuzlarına yerleştirdi.

"Öpeceğim. Kapat gözlerini." yirmi yedi yaşında olmasına rağmen sadece Taehyung ile birkaç kez öpüşmüş olan bu adam, gözlerini kapattı ve küçüğünün ilk öpücüğünü almasına izin verdi. Taehyung gözleri kapanan bedene doğru yaklaştı, dudaklarını karşısındaki kiraz rengine çalan dudaklara bastırdı. Ufak ama uzun soluklu öpücükler kondurdu. Bu kadar yeterliydi, ikisi de utanıyordu. Bugün onlar için oldukça güzel geçeceğe benziyordu.

Jimin için tam bir hüsrandı. Baekhyun ile buluşmuşlardı. Buraya kadar her şey normaldi fakat Yoongi'nin eskiden sürekli beraber geldikleri bu kafeye yeniden adımını atacağını, üstelik yan masalarında oldukça yakışıklı bir adamla randevuda olacağını bilmiyordu. Uzun boylu, gamzeli bu adam pek Yoongi'nin zevkine uymuyor gibiydi ama o kadar yakışıklıydi ki, hetero bir erkeği bile dönüp kendine baktırabilir diye düşündü Jimin.

"Baek, gitsek mi buradan? İyi hissetmiyorum."

Yoongi'nin simsiyah gözleri, Jimin'in kahverengi küreleriyle birleşti. Birkaç saliselik zaman dilimi Jimin'e birkaç asır gibi gelmişti. Yoongi derin bakışlarının ardında bir şeyler anlatmaya çalışır gibi gelmişti Jimin'e. Hayır hayır, sadece kafası karışıktı ve bilinçaltı hâlâ bir cevap aradığından kendisine oyun oynuyordu.

Baekhyun başıyla onayladıktan sonra garsona bir işaret verdi. Anında yanlarında biten siyah-beyaz giyimli garson hesabı söylemiş, ikisi de ödedikten sonra hışımla oradan çıkmışlardı.

Yoongi ise karşısındaki adam kendisine seslenesiye kadar konuşmalarına geri dönememişti.

Gün bitiminde Jungkook, Taehyung'u apartmanın önüne kadar bırakmış, sonrasında kulaklıklarını takıp evine doğru adımlamaya başlamıştı. Geçirdikleri günü düşünerek bol tebessümlü bir yürüyüş iyi gelebilirdi.

Bay Park balkonda çamaşırları asarken gördüğü görüntü üzerine sinsi sinsi sırıtıp kapıya ilerledi, çamaşırlar bekleyebilirdi. Evin kapısını araladığında Taehyung da merdivenleri yeni bitirmişti.

"Gel buraya gel, konuşacağız." Taehyung bu gülüşü çok iyi anlamıştı. Eh, kaçış yoktu. Yılın yarısından çoğunu bu evde geçirdiğinden elbet anlatmak zorunda kalacaktı.

Dakikalar birbirini kovalarken, Bay Park ve Taehyung Jungkook hakkında konuşuyorlar, çoğunlukla gülüşüyorlardı. Tabii ki de Park Jae, homofobik bir birey değildi. En büyük kanıtı ise kendi oğluydu.

"Hakkını yemeyeceğim, iyi yere kapak atmışsın. Yakışıklı çocuk."

"Değil mi? Çok yakışıklı, dibim düşüyor." ikisi gülüşmeye devam ederken, Jimin içeri girmişti.

"Ya, baba! Arkadaş mı yok sana? Benimkini niye alıyorsun?"

"Oğlum, senin benim mi var? Senin malın benim malım."

Taehyung dudaklarını büzerek kollarını göğsünde birleştirdi.

"Ben mal mıyım ya?"

Jimin ve babası aynı anda "Evet." dedikten sonra hep bir ağızdan kahkaha attılar.

Kısa boylu, arkadaşının oturduğu ikili koltuğa oturup dizlerine attı bedenini. Taehyung'un zarif eli çoktan Jimin'in siyah tutamlarını bulmuştu.

Bay Park onlara güzel bir film açtıktan sonra yalnız bırakmıştı. Eh, Taehyung'un kendi evinde kalmasını seviyordu. Onu oğlu gibi görüyordu. Bazen babalık için kan bağı gerekmezdi.

Ardından kendi odasından ikisi için ince bir pike getirdi. Hava esiyordu ve balkonun kapısı açıktı. Üşümelerini istemiyordu.

"Ben yatıyorum çocuklar, iyi geceler. Çok geçe kalmayın, ayağım kırk dört numara." Jimin ve Taehyung bunun terlik dayağı olduğunu biliyordu. Çocukken az yememişlerdi. Eğer bir annenin terliğinden daha çok acıtan bir şey varsa o da baba terliğiydi. Tanrı aşkına, kırk dört numara ev terliğinden poponuza sağlam bir şaplak yediğinizi düşünün, ya da düşünmeyin çok acıtıyor.

Taehyung ve Jimin, film bitmeden uyuyakalırken Bay Park'ın horultuları bütün evde yankılanıyordu.

Ertesi günün sabahı, Jimin herkesten önce uyansa da diğerlerine daha fazla uyuma fırsatı vermeden gür sesiyle bağırdı.

"Uyanın ev halkı! Sıkıldım!"

Bay Park elinde terlikle odasından çıkarken, arkası dönük olan oğlunun kalçasına sağlam bir şaplak atmıştı.

"Eşek sıpası, sana demiyor muyum beni uyandırma diye?"

"Ya baba! Acıdı."

"Kaşınmasaydın benim güzel oğlum." Jimin alt dudağını bükerek Taehyung'un yanına giderken babası yanağından hafif bir makas alıp mutfağa geçti. Beslemesi gereken yavru kedisi ve minik(!) bir kaplanı vardı.

Taehyung da zar zor uyandıktan sonra hep beraber güzel bir pazar kahvaltısı yapmışlardı. Daha sonra da Jimin ve Taehyung, biraz eğlenmek adına dışarı çıkmışlardı. Hafta sonları ders çalışmayı sevmiyorlardı fakat elbette akşam güzelce çalışacaklardı. İkisi de başarılı olmak istiyorlardı. Bunun için yan gelip yatmak yerine, ders çalışıyorlardı. Elbet kendilerine ayırdıkları bir zaman vardı fakat bunu öyle çok abartmazlardı.

Beraber şehir merkezine inip kitapçılara bakmaya karar verdiler. Test kitapları oldukça azalıyordu ve dışarı çıkmaları onlar için iyi bir fırsattı.

Çoğunlukla indirim olan bir mağazaya girdiklerinde, fiyatların oldukça düşmüş olduğunu fark ettiler. Bu da fazladan bir derse ait test kitabını alabilirler demekti.

Kitapçıdaki işleri çok geçmeden bittiğinde elindeki poşetlerle caddede ilerliyorlardı. Yoruldukları için en yakındaki kafeyi dinlenme merkezi olarak seçtiler ve içeri girip kendilerine birer limonata sipariş edip cam kemarında bir masaya oturdular. Klimadan dolayı içerisi oldukça güzel esiyordu.

"Jimin, iyi olacaksın değil mi? Onun yüzünden matematik dersindeki verimini azaltma, çok iyisin çünkü." kendisini düşünen arkadaşı için tatlı bir tebessüm bıraktı gözlerinin içine doğru.

"Merak etme Taehyung, onun derslerimi etkilemesine izin veremem. Geleceğim söz konusu. Hem belki de tamamen unutmanın zamanı gelmiştir, ne dersin?"

"Jimin, bak samimi söylüyorum. Onunla konuşmayı denesen olmaz mı? Belki bir sebebi vardır." iç çekti esmer olan, arkadaşı için en iyisini istiyordu.

"Öyleyse bile, ilk adımı atan ben olmayacağım. Bu sefer olmaz."

"Jimin, Yoongi'nin şu an içeriye girmiş olma ihtimâli yüzde kaç?"

"Ne?" arkasını dönüp giriş kapısına baktığında, beyaz sweatinin içinde adetâ parlayan Min Yoongi, kendisine bakıyor, bir yandan da siparişini veriyordu. Jimin, anında bakışlarını kaçırıp Taehyung'a bakarken, utanmıştı. "Beni takip ediyor olamaz değil mi? Dün de Baekhyun ile gittiğimiz kafeye gelmişti ama yanında biri vardı. Sevgilisi mi acaba? Böyle, derin gamzeleri olan esmer bir adamdı."

Taehyung ufak bir kahkaha atarken, bir elini ince tutamlarından geçirdi.

"Saçmalama yâhu, Namjoon hyung o. Ayrıca kendisi Yoongi'nin en yakın arkadaşı. Senin bilmemen doğal, Daegu'dan buraya yeni taşındı." Jimin kıskandığını kabullenmek istemediğinden konuyu çevirmeye çalışırken, Taehyung ise onun bu hâline gülmeden edemiyordu.

Yoongi, dünden beridir sanki tek tatili şu iki gün değilmiş gibi Jimin'i takip ediyor, varlığına alışmasını sağlamaya çalışıyordu. Bir şekilde yakınlaşıp onunla konuşmayı denemesi lazımdı. Kendine şekersiz sütlü kahve aldıktan sonra birkaç adım ilerisindeki masaya oturdu. Spor ayakkabıları, tahta verandada gıcırtıya sebep oluyordu. Kemikli parmakları fincanı sıkı sıkı kavradığından beyaz elindeki damarlar belirginleşmişti. Eskiden, küçüğü elini avuçlarına alır ve hayranlıkla bu görüntüyü izler, Yoongi damarlarını oynattığında ise çocuksu kıkırtılar sunardı kendisine.

Aklına gelen anılarla alt dudağını dişledi. Bir nefes kadar yakınlardı oysaki, neden kilometrelerce uzakmış gibi hissettiriyordu? Şimdi kalkıp küçüğünün yanına gitmesine engel olan sebepleri birer birer yıksa ne olurdu ki?

Yapamadı. Min Yoongi tam bir korkaktı ve bunu artık kabullenmişti. Zaten bütün bunlara sebep olan şey korkaklığı değil miydi, kim bilir?

Jimin, bu durumdan rahatsız olduğunu anladığı zaman Taehyung'a kaş göz işareti yapıp, fısıltıyla hesabı ödemesini istedi. Onların arasında senin paran benim param gibi kavramlar yoktu.

"Tamamdır sen de poşetleri alıp gel." Taehyung hızla kasaya doğru adımlarken Jimin de poşetleri alıp ayağa kalkmıştı. Yoongi'nin masasının yanından geçeceği sırada ileriden gelen araba dikkatini çekmişti, bir o yana bir bu yana savruluyordu ve birkaç araca teğet geçtikten sonra kafenin verandasına doğru son hız ilerliyordu. Bu sırada telefonuyla ilgilenen Yoongi her şeyden habersizdi.

Jimin tereddüt etmeden poşetleri kafenin iç kısmına doğru fırlattı ve oturan bedene kıyasla küçük kalan elleriyle kolundan kavrayıp kendine doğru çekti. Yoongi'nin sandalyesi geriye doğru savrulurken kontrolünü kaybeden araba verandaya dalmıştı. Yoongi, ne olduğunu anlamadan Jimin kendisini arkaya doğru hızla çekmiş, bu sırada kaybolan dengesi yüzünden sırtüstü yere düşmüştü. İnsanlar çığlık çığlığa kafeden ayrılırken Taehyung verandaya doğru koşmuş, Jimin'in adını haykırmıştı.

Sonrasında bakışları arabanın yanında, yerde yatan iki bedene doğru kaydı. Arabanın kendilerine değmediği belliydi fakat Jimin Yoongi'nin altında kalmıştı.

Jimin kollarını sıkı sıkı doladığı bedene bir şey olmadığını gördüğünde, korkudan dolayı dolan gözlerindeki yaşları serbest bıraktı. Yoongi onun bu yaptığına inanamazken, hızlıca üzerinden kalktı ve Jimin'i de ayağa kaldırıp iki eliyle omuzlarından kavradı. Yüzünde her zamanki donuk ifadesinden eser yoktu. Korku vardı. Küçüğünü iyice kontrol ettikten sonra göğsünde iki el hissetti kendisini geriye doğru savuran.

Jimin hiçbir şey demeye kalmadan Taehyung tarafından sarmalanmıştı.

"Aptal! Ne diye koşup kaçmıyorsun? Çok korktum. Haberin var mı?" Biliyordu ki canından çok sevdiği dostu bu konuda çok hassastı. Sıkı sıkı sarıldı ona, kokusunu içine çekmesine izin verdi. Taehyung her zaman için Jimin'in kokusuyla rahatlardı.

"Ne bakıyorsun? Gitsene!" kızaran gözleriyle Yoongi'ye baktı. Genç adam bir şey diyemedi. Haklıydı. Taehyung'a hiçbir şekilde kızmaya hakkı yoktu. Jimin kendisi yüzünden çok tehlikeli bir şey yapmıştı.

"Teşekkür ederim, sen olmasa-"

Yoongi yokmuş gibi davrandı. Bu da sözünün kesilmesine sebep olmuştu. Onu dinlemeyerek Taehyung'a sırtının acıdığına dair bir şeyler sızlanıyordu. Taehyung ona güzel bir azar çektikten sonra yere dağılmış poşeri toparlayıp kafenin çıkışına ilerledi. Birazdan polis ve ambulans burada olurdu. Bunlarla uğraşacak vakitleri ve istekleri yoktu. İkili ağır adımlarla kafeden çıkarken, Yoongi bugün o kafeye geldiği için çok pişmandı.

Yoongi, her zamanki gibi korkaklığı yüzünden bir şeyleri kaybetmişti.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

228K 20.2K 42
Hyunjin, engelli doğan çocuğuna bir bakıcı arar. Paraya ihtiyacı olduğu için iş arayan üniversite öğrencisi Felix, duyduğu gibi hemen bu işe talip ol...
274K 21.9K 15
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
229K 21.9K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
124K 5.1K 33
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!