CANAVAR OKULU

By irenashephard

222K 17.7K 5.8K

"Sonsuza kadar yanındayım demiştin, hatırlıyor musun?" "Sonsuza kadar seninle yıldızları izleyebilirim demiş... More

1. Evlatlık !?
2. Kader Değiştirilemez
3.İlk Gün
4. Kâbus
5. Ceza odası
6. Parti
7. Hayvanlarla konuşmak
8. Kadupul çiçeği
9. Hapşırık
10. Otrox
11. "Seni koruyorum."
12. Kara Elfler
13. Gece Ruhları
14. Zihinsel Sınav
15. Fiziksel Sınav
16. Savaşçı
17. Vasílissa
18. Kurt
19. Kargaşa
20. Son
21. Ruh gücü
22. Saklı Boyutlar
23. Eldiven
25. Oyun
26. Öpücük
27. Kanlı Evren
28. Esir
29. Ruh Eşi
30. Part 1: İlk Randevu
30. Part 2: Kiraz Çiçeği Kasabası
31. Kapan
32. Kaçış
33. Dilek Fenerleri
34. Yıldızlar
35. Kalp Eşi
●ÇOK SÜPER ANKET●
36. Tatil
37. Yabancı Ses
38. Kıyametin Başlangıcı
39. Zindanlar
40. Kurtuluş
41. Özel bölüm - Alec
BİLDİRİ
!!Yarıtanrılar Okulu - Spoiler!!
YENİ KİTABIM YAYINDA!!!

24. Cesetler

4.2K 410 163
By irenashephard

Medya bulamadım snjsksjdnjaks

  Olağanüstü bir bölümle karşınızdayım. Bu bölümü en ince ayrıntısına kadar düşündüm, bence çok harika bir bölüm oldu. İyi okumalar birtanelerim :)

°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°•°
Bu sefer Rüya konuştu, daha sakin bir şekilde.

" Birisi senin hayatını kurtarmaya çalışıyordu, sonra Alec ve birkaç doktor çıktı odadan... Senin öldüğünü söylediler."

İşte bunu hiç beklemiyordum.

Gerçek olamazdı, olmamalıydı. Ölmek istemiyordum. Buraya gelmeden önce, tüm bu olanlar hakkında hiç bir fikrim olmadan önce gelip öleceğimi söyleseler, mutlu olurdum belkide. O zamanlar yaşamak istemiyordum çünkü.

Kimsem yoktu, yalnızdım. Ölsem, arkamdan ağlayan bile olmazdı. Ancak şimdi çok farklıydı. Sevdiklerim vardı, dostlarım ve sevdiğim adam vardı. Ölemezdim. Ölmek istemiyordum, hayatımda ilk kez yaşamak istiyordum. Doyasıya yaşamak istiyordum.

Kesik kesik nefes verdim. Bir tepki veremiyordum. Ne yapacağımı,neye inanacağımı da bilmiyordum.

Gözümden bir yaş düşmemesi için kafamı hafifçe yukarı kaldırdım.

"Eğer Kaitha olsaydı, o bana yol gösterirdi."

Ama yoktu işte. Kısa zamanda en cok alıştığım insanlardan biri de o'ydu. Ama o da terk etmişti beni,en çok ihtiyacım olduğu zamanda hem de.

"Bak Alya, gelecek her zaman doğru değildir, gelecek değişebilir."

Işıl'a kafa sallayıp yatağıma yattım. Pikeyi de kafama kadar çektim ve Işıl'ın son söylediklerini düşünmeye başladım.

Evet, belki gelecek değişebilirdi. Ama kader değiştirilemezdi.

Gözlerimi kapamadan önce artık bu konuyu düşünmek istemediğimden başka bir konu bulmaya çalıştım. Sonra aklıma Alec geldi. Onun bana eldiven giydirişi.

Bana karşı bir yakın oluyordu,bir uzak. Nedenini de bilmiyordum. Belki nedenini söyleseydi,aramızdaki buzları eritebilirdik.

Rüyamda onu görmeyi diledim.

Gözlerimi kapattım ve Alec'i düşünerek uykuya daldım.

Karanlık birsüre sonra yerini aydınlığa bıraktı.

Önümde harika bir kasaba duruyordu. Ahşap evler öyle güzellerdi ki, gözlerimi onlardan zor aldım. Eski bir zamanda gibi hissediyordum kendimi. Çünkü kasabanın insanları eski kıyafetlerden giyinmişlerdi,ancak bu kıyafetler günümüzün kıyafetlerinden daha güzeldi.

Kadınlar renkli renkli ipek elbiseler,dantel eldivenler giyip, harika fötr şapkalar ve olağanüstü güzellikte takılar takarken, Erkekler uzaktan bile anlaşılan kaliteli kumaşa sahip takım elbiseler giyiyor, bazıları ellerinde bir bastonla,gözünde tek göze takılan gözlüklerle çok modern görünüyorlardı.

Ahşap evlerin yanlarında dükkânlar vardı. Gözlükçü, giysi dükkanı, ayakkabı dükkanı,kumaş satan bir dükkan... Bir de kıyıda meyve sebze satan bir adam vardı.

Burası çok güzeldi.

Ben hâlâ etrafa hayranlıkla bakarken sokakta koşturan bir kız gördüm. Koyu kumral saçlarını şık bir topuz yaptırmıştı ve üstünde bembeyaz ipek bir elbiseyle ayakkabıcıya doğru koştu.

Bu bendim.

Arkasından gelen ipek beyaz gömleğiyle ve altındaki toprak rengi pantolonla caddedeki herkesin ilgisini çeken kişi ise Alec'ti.

Tuhaf olan ise benimde onun da ayakkabıları yoktu.

"Benim ayakkabımı da sen seç."

Ben kafa sallayıp dükkana girdim ve biraz sonra ayağımda krem rengi sade bir babetle, elimde de şık ve spor bir erkek ayakkabısıyla çıktım.

Alec ise o sırada meyve sebze satan adamla konuşmuştu. Benim dükkandan çıktığımı görünce Alec adamla yine bir şey konuşmaya başladı. Adam ona bir armut uzattı. Uzaktan yanlış görmediysem, armutun dalının üstünde pembe bir çiçek vardı.

Dükkanın önünde elinde ayakkabılarla onu izleyen bana, armutu fırlattı. Ben şaşkınlıkla elimdeki ayakkabıları düşürdüm ama armutu yakaladım. Bana yemem için işaret veren Alec'e güldüm ve armuttan bir ısırık aldım.

Birinin omzuma dokunmasıyla uyandım ve rüyanın yarım kalmasına içimden küfür ettim.

Çok güzel bir rüyaydı ama pek anlam verememiştim.

    Herneyse, diye düşündüm içimden. En azından harika bir rüyayla uyanmıştım güne.

    Etrafıma bakındığımda ilk başta nerede olduğumu anlayamadım, ancak sonra korkutucu kara boyutta,iki katlı bir kulübede kaldığımızı hatırladım.

   Ayağa kalktım ve yatağımı düzelttim. Işıl ve Rüya daha uyanmamışlardı, muhtemelen sabahın erken saatleriydi çünkü oda çok aydınlık sayılmazdı.

   Üstümü değiştikten sonra aşağı indim. Dün biz girdiğimizde çok kalabalık olan yuvarlak koridor şuan da bomboştu ve gözüme çok geniş gelmişti.

    Aşağı indiğimde kapıyı açtım ve dışarı çıktım. Sadece bir kaç adım attım çünkü çok korkunçtu. Her yer simsiyahtı,gökyüzü, yeryüzü...

  Burası çok iğrenç bir boyuttu,kim burada yaşamak isterdi ki?

    Ormanın içine doğru baktığımda Alec'in oradan geldiğini fark ettim. Muhtemelen o da erken uyanmıştı ama ormanın içinde ne işi vardı? Yürüyüşe falan çıkmıştı herhalde.

  Yanıma geldiğinde gülümseyerek konuşmaya başladım.

"Günaydın,yürüyüşten geliyorsun herhalde?"

  Kaşları çatıldı,beni güzelce bir süzdü. Daha önce ondan bana karşı söylediğini hiç duymadığım bir ses tonuyla konuştu.

  " Seni ilgilendirmez."

  Yavaşça omzuma çarpıp içeri geçti. Solundan kalkmış olmalıydı.

   Ben de peşinden girip,kolunu tutup kendime çektim. Bana biraz yaklaştığı için az önce fark etmediğim bir şey fark ettim.

   Boynu mosmordu. Tuhaf olan kısmı ise, bu kadar morluk birisinin sıkmasıyla olurdu, ancak parmak izi yoktu. Çok tuhaftı.

   "Boynuna ne oldu?"

   Ben böyle deyince boynunu sıvazladı.

   "Dediğim gibi seni ilgi..."

  Sözünü kestim. Şu 'seni ilgilendirmez' cümlesinden nefret ediyordum. Gayet de beni ilgilendirirdi.

   "Gayet de beni ilgilendirir Alec. Bir daha o cümleyi söylemeni de istemiyorum tamam mı?"

   Kolunu çekti ve benden uzaklaştı.

    Hiç bir şey demeden arkasını döndü,en soldaki odaya girdi.

   Tamam, yanlış bir şey yapmış olmalıydım. Benim tanıdığım Alec boş yere bu kadar tuhaf davranışlar sergilemezdi. Ya da o üzücü bir haber almış olabilirdi, kötü bir kabus görmüş olabilirdi. Hemen üstüme alınmamalıydım.

    Arkamı dönüp çıkacağım sırada sağdaki odadan çıkan Edward beni görünce hiç bir tepki vermedi. Sadece,

" Alec nerede ?" diyebildi.

"Odasına girdi."

 O bana soğuk davranıyorsa, ben de ona soğuk davranırdım.

  "Odasına mı girdi?"

   Anlamıyor muydu acaba? Kafamı salladım ve az önce Alec'in girdiği odayı gösterdim.

  "İyi de Alec benimle kalıyor, orası onun odası değil."

   Bu da tuhaftı. Neden tüm davranışları tuhaf gelmeye başlamıştı?

   "Belki de karıştırmıştır?"

  "Senin Alec'i iyi tanıdığını zannediyordum. Alec çok dikkatlidir,onunla arkadaş olduğumdan beri, bir şeyleri karıştırdığını veya unuttuğunu hiç görmedim."

   Evet, ben de hiç bir zaman denk gelmemiştim bir şeyleri karıştırdığına. Gerçi Alec'i ne zamandır tanıyordum ki?

    O sırada az önce Alec'in girdiği odadan Darky ve Alec çıktı. Darky tuhaf tuhaf Alec'e bakarken Alec Edward'ın yanına gitti.

  "Ben seninle kalıyormuşum, unuttum."

  Edward ona bir şey demeden odasına girdi. Alec de arkasından gitti.

   "Onda tuhaf bir şeyler var."

  Darky'nin söyledikleri kesinlikle doğruydu.

  " Belki de önemli bir şey öğrenmiştir."

Darky bana da tuhaf tuhaf bakmaya başladı.

  " Bana, 'kusura bakma arkadaşım, yanlış odaya girmişim, kafam biraz karışık da.' dedi."

    Kendimi rahatlamış hissettim.

  "Tamam işte, o da söylemiş ya, kafası karışmış."

   " Bana Arkadaşım dedi Alya. Bizim dostluğumuzu bitireli çok oldu."

   Doğruydu. Onların ikisi kavgalıydı.

 "Sen merak etme. Ben gözümü ondan ayırmam."

   Darky'e bunları dedikten sonra merdivenlerden çıkıyorken bana seslendi. Sesi dalga geçer gibiydi.

  "Gözünü zaten ondan ayırmıyorsun ki."

  Yüzüm kıpkırmızı olurken reddettim,doğru olduğunu bilsem bile.

  " Saçmalama."

 Odaya çıktığımda Rüya da uyanmıştı. Yatağını toplayıp giyinmişti bile.

  "Bu evin hiç bir yerinde cam yok galiba. Aşağıda da yoktu,burda da yok. Oda havalansın diye açayım demiştim ama..."

   Daha yeni uyanan Işıl gözlerini  ovalayarak konuşmaya başladı.

  " Ayrıca hiç bir yerde ayna da yok. Burada da, Daisy ve Rita'nın odasında da yokmuş."

    Buna pek takılmadım. Ayna olmaması normal olabilirdi, buranın sahibi olan kişi aynalardan korkuyordu belki de.

    Ancak pencerelerin olmamasını ben de garipsemiştim. Bu boyut tuhaftı bir kere,her şeyiyle. Kara Boyut.

   Adı bile korkunçken bu boyutta kalmamız çok mantıksızdı. Bir ân önce Bay Boris'le konuşmalı, bu boyuttan hemen gitmemizi söylemeliydim. Ya da en azından bir ân önce yola çıkmalı ve bu boyutta Kara Elflerin olup olmadığını öğrenmeliydik.

    Kızlarla eşyalarımızı toplayıp odadan çıktık ve aşağıya indik. Zaten herkes aşağıdaki kapının önünde,geniş koridorda toplanmıştı.

   " Hemen yola çıkalım. Burada pek fazla kalmak istemiyorum."

   Bay Boris de fark etmişti işte. Burada tuhaf şeyler vardı kesinlikle.

  Dışarı çıktık. Simsiyah ormanla başbaşa kaldığımızda kimseden çıt çıkmıyordu.
 
  Bay Boris'in yanına gittim ve onunla beraber yürümeye başladım.

  " Bu ormanda bir tuhaflık olduğunu ben de sezdim, bence hiç dinlenmeden arayalım. Sonra da bu boyuttan gidelim."

   Bay Boris kafa salladı. Etrafa bakmaktan bana bakmıyordu ama kulağı bendeydi.

  "Haklısın Alya. Başka bir tuhaflık sezersen bana da anlatmalısın."

  Ormanın içinde yürümeye devam ettiğimiz sırada simsiyah ağaçların üstünde duran birilerini fark ettim.

    Her yeri simsiyah olan insan şeklinde dumanlardı. Ağaçlarda birsürü vardı ve hepsi bize bakıyordu.

  "Bay Boris, şunları sizde görüyor musunuz?"

   Gözlerim onlarda takılı kalmıştı. Çok korkunç değillerdi, kara elfler bu duman insanlardan daha korkunçlardı. Ama insan yine de tedirgin oluyordu işte.

   Benim onlara baktığımı fark edenlerin hepsi bana bakmaya başladı.

  "Ben orada bir şey görmüyorum Alya. Bir şeyler mi var?"
 
 O zaman bunlar, ruhlardı. Daha önce hiç böyle bir ruh görmemiştim. Ya beyaz olurdu, ya da insan şeklinde. Hatta bazen insanlarla ruhları ayıramadığım oluyordu. Ama yüzü olmayan, sadece dumandan ibaret olan ruhları ilk defa görüyordum. Bay Boris'in sorusunu cevaplamadığımı fark ettim.

  " Birsürü ruh bize bakıyor Bay Boris. Üstelik hepsi birer duman gibi. Çok değişikler..."

   Bay Boris sözlerimle telaşlandı. Benim sözüme Rita cevap verdi.

  "Onlar çok büyük günah işlemiş ruhlar, ben de görebiliyorum biliyorsun Alya. Aynı zamanda amaçlarının da ne olduğunu anlamak pek zor değil... Onların evlerinden gitmemizi  istiyorlar."

   Hepimiz Rita'yı dinledik ve daha hızlı yürümeye başladık. Ancak yürürken gözüme takılan bir şey vardı. Diğer ruhlar yukarıdan bizi izlerken aşağıda benim yanımdan gelen bir ruh vardı.

    Bu ruh diğer ruhlardan çok farklıydı. Siyah değilde, beyaz bir buhar gibiydi. Diğerleri gibi onun da yüzü yoktu ama o beyazdı.

    Rita yanıma gelip fısıldadı.

  "Sen de mi fark ettin onu?"

   Onu onayladım. Fark etmemek elde değildi ki. Diğerlerinin içinde parlıyordu çünkü.

    Akşam olana kadar yürüdük. Hiç durmadan hemde. Hava zaten siyah olduğu için akşam olduğunu kol saatlerimizden öğrendik. Evet, hepimizde kol saati, pusula ve bunun gibi birçok işe yarayan eşyalar bulunuyordu. En önemlisi kol saatlerimizdi çünkü içinde takip cihazı vardı. Birimiz kaybolduğunda hemen bulunabilirdi.

   Ormandan sonunda çıkmıştık ve yaklaşık üç saattir boş bir arazide yürüyorduk. Önümüze çıkan az katlı,enlemesine binayı gördüğümüzde hepimiz de durduk.

   "Önce biraz dinlenelim, bir şeyler atıştıralım, sonra da o binaya gireriz. Eğer o binada da yoksa, kara elflerin bu boyutta olduklarını pek sanmıyorum."

  Herkes direk yere oturdu, boş bir arazi olduğundan, yaslanacak bir ağaç da yoktu elbette.

   Çantamdan yiyecek çıkartırken bir yandan da Alec'e bakıyordum. Yanımda duran beyaz ruhu umursamamaya çalışmak biraz zordu tabi. Alec de yemeğini yediği için onu izlemeyi kestim. Belki yemek yerken başkalarının onu izlemesinden hoşlanmıyor olabilirdi.
  
 Ben de hemen yanımda duran beyaz ruha baktım. Şuan muhtemelen beni izliyordu. Gerçi gözleri olmadığı için bilemiyordum ama kafası bana dönüktü.

  "Ne istiyorsun?"

Daha fazla dayanamayıp ona doğru bağırınca bir kaç kişi bana baktı ama sonra takmadılar. Sonuçta benim ruhları görebildiğimi biliyorlardı.

  Ruh hiç bir şey demeden eliyle Alec'i gösterdi. Ona dönüp daha dikkatli bakmaya başladım.

   Elleriyle bir işaret yapıyordu. Tabi ben anlayamamıştım. Elini yukarı kaldırıp yumruk yaptı ve bir ânda açtı. Sürekli bu hareketi tekrarladı.

  "Bak, üzgünüm ama seni anlayamıyorum. Konuşamaz mısın?"

  Bu sefer de kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.

   Yanıma oturdu ve ellerimi ellerinin arasına aldı, bir şeyler yapmaya başladı. Yine anlamadığım için tuhaf tuhaf bakmaya başladım.

    Daha bir şeyler anlatacaktı ama Bay Boris binaya girmemiz gerektiğini söyleyince yanından kalmak zorunda kaldım.

   Hepimiz binaya doğru yürürken o da bizimle geliyordu. Yanımdan bir saniyeliğine bile ayrılmıyordu. Tuhaftı, çok tuhaftı hemde.

   Binanın eski olduğu her yerinden belliydi. Eskiden krem rengi olduğu belli olan duvarları şuan kahverengileşmişti ve bazı yerleri dökülmüştü. Pencereleri kırılmıştı ve hiç bir ışık belirtisi yoktu. İçeride kimsenin yaşamadığını garanti ederdim. Ancak yine de gidip bakmalıydık.

    Binaya yaklaştığımızda kapının da kırık olduğunu gördük ve içeriye girdik. İçerisi berbat kokuyordu. Gerçekten, öyle berbat kokuyordu ki, midem anında bulunmaya başlamıştı. Anlaşılan diğerleri de bu kokuyu almıştı çünkü herkesten şikayetler yağıyordu. Bay Boris de şikayet edenlerin dışarı çıkmasını söyleyince Brenda ve arkadaşları dışarı çıktı. Beni şaşırtansa, Alec'in de onlarla birlikte dışarı çıkmasıydı.

   Şuan da moralimi bozamazdım, bu yüzden onu hiç takmadım ve ilerlemeye devam ettim. Zaten bugün çok garipti, onunla sonra güzelce konuşacaktım.

   Koku gittikçe artıyordu ve midem yeterince bulanmıştı. Yüzümün sapsarı olduğuna emindim. Gerçi şuan herkesin yüzü öyleydi ancak Işıl'ın yüzü hepimizin yüzünden daha kötüydü.

"Ben burada dinleneceğim, siz devam edin."

   Rüya, Antonio ve Çağrı yanında kalmayı teklif etti ama Işıl kabul etmedi.

  "Biraz burada oturur, sonra da dışarı çıkarım. Sadece midem bulanıyor. Siz onlarla gidin,içeride size ihtiyaçları olabilir."

   Böylece Işıl'ı orada bıraktık ve yürümeye devam ettik. Ona orada tek bırakmanın doğruluğunu sorguladığım sırada karşımıza bomboş bir oda belirdi. Odanın kapısı ve duvarları yoktu, direk bize doğru açılıyordu ve içindeki manzara binadaki kokuyu açıklıyordu.

   Yere dizilmiş birsürü ceset. Kimisi iskelet olmuştu, kimisi daha yeni öldürülmüştü. Ve yerde kanlar vardı ve bazı cesetlerin üstünde fareler geziyordu. Berbat bir görüntüydü. Rüya daha fazla dayanamayıp arkasını döndü. Ölülere bakmayı sevmiyordu,gerçi kim severdi ki. Ben de gözlerimi kapattım.

  "Derhal çıkıyoruz!"

  Hepimiz Bay Boris'in sözünü bekliyormuşuz gibi geldiğimiz yöne doğru firladık. Baya bir koştuktan sonra dışarı vardığımızda hepimiz soluklanmaya başladık.

   Ben içeride gördüğümüz cesetleri aklımdan atamazken Çağrı'nın ve Antonio'nun sesi düşüncelerimi böldü.

 "Işıl yok!"

  Herkes etrafına bakınmaya başladı.

  "Onu bıraktığımız yerde değildi, bende dışarı çıkmış olabileceğini düşündüm..."

  Antonio'nun gözünden yaşlar akarak söylediği cümle hepimizi telaşlandırmıştı. Eğer Işıl içerideyse bu dünyanın en kötü şeyi olurdu,çünkü içeride gördüğümüz cesetlerin bazıları yeniydi. Bu da burada daha yeni cinayet işlendiğini kanıtlıyordu. Işıl içeride tehlikedeydi.

   "Bay Boris onu orada bırakamayız... Onu kurtarmamız gerek."

  Çağrı'nın sözlerini onayladım.

  "Şuan hiçbirinizin oraya girmesini istemiyorum. Sabah olduğunda..."

  Bay Boris'in sözünü hızla kestim. Burada arkadaşımın, dostumun canı söz konusuydu.

  " Şuan ya da sabah fark etmez, burası daima karanlık Bay Boris. Ancak şuan gitmemiz gerekiyor çünkü dostum içeride tehlikede."

   Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım ve sakinleşmeye çalıştım. Eğer birgün ölürsem, ölümümün stresten olacağını düşünüyordum. Öyle çok stres yapıyordum ki şu sıralar.

 "Şimdi, gönüllüler benimle gelsin, gelmeyen de sizinle birlikte kaldığımız kulübeye gitsin Bay Boris. Bugün gidemeyeceğimize göre,yarın yola çıkarız."

   Bu sözlerimden sonra Bay Boris yine ısrar etmeye kalktı ama benim bakışlarımı görünce vazgeçti ve kafa salladı.

   Yanıma önce Çağrı geldi. Sonra hemen Rüya ve Antonio geldi. Ardından Eric, Rita,Daisy ve Darky.

   Alec yine gelmedi. Edward da onun seçimine katıldı. Zaten Brenda'nın ve onun arkadaşlarının gelmesini beklemiyordum ama Marie geldi. Brenda'nın arkadaşı olan büyücü kız. Bana gülümsediğinde ben de ona tebessüm ettim. Marie'nin bize karşı kötü bir davranışını hiç görmemiştim zaten. İyi bir kızdı ve Işıl'la da iyi anlaşıyordu. En son olarak da Zach ve Kelly gelmek istedi, ancak Alec Zach'in bileğini tuttu. Böylece o ikisi de gelemedi. Alec'e ne olduğunu cidden anlamıyordum.
   
   Sinirle, üzüntüyle ve stresle karışık ruh hâlimle içeri girdim. Arkamdan geldiklerini duyabiliyordum ancak arkamı dönüp kontrol etmek istemiyordum. Gözümden yaşlar akıyordu çünkü, benden izin almadan akıp gidiyorlardı. Yanımdaki beyaz ruh da beni takip ediyordu,beni görüyordu ama umursamadım.

  "Aptal Alec." diye fisıldıyordum bir yandan da.

 Gözyaşlarımı sildim ve şuan ağlamamam gerektiğini hatırlattım kendime. Şuan Işıl'ı kurtarmalıydık.

   Düz ilerleyince cesetlerin olduğunu bildiğimden bu sefer sağ taraftaki yolu seçtim. O sırada Çağrı yanıma gelmişti.

  "Nereye gittiğini bilmiyorsun değil mi?"

  Onaylar bir mırıltı çıkarttım bir yandan da yürümeye devam ederken.

  "Ona bir şey olmamıştır değil mi?"

   Çağrı'nın bu sözleri ona bakmama sebep oldu. Bazen Işıl'la tartışıyorlardı, özellikle Işıl Antonio'yla sevgili olunca daha çok tartışmaya başlamışlardı ama onu çok seviyordu. Gözlerinden belliydi kardeşini çok sevdiği.

  "Merak etme, onu bıraktığımız gibi bulacağız."

   Çağrı'ya böyle demiştim, böyle olmasını istiyordum çünkü. Onu o odadaki cesetler gibi bulmak aklımın ucundan bile geçmemişti. O yüzden oraya bakmadan direk buraya dönmüştüm ya.

   "İyi olacak."

 Kendi kendime fisıldayarak cesaret veriyordum. Fısıldarken, binadan çok şiddetli bir sesin gelmesiyle sesin olduğu yere doğru koşmaya başladım. Diğerleri de arkamdan koşuyordu.

   Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Çünkü sesin silah sesi olduğundan öyle emindim ki.

  Az önceki koridora geldiğimizde hiç durmadan devam ettim. Diğerleri biraz arkamda kalmıştı. Eğer az önce sola dönseydik,bu sesi durdurabilirdik. Belki de...Aklımdan geçen kötü düşünceleri yok ettim ve bir kaç dönüşten sonra karşıma çıkan görüntüye bakakaldım.

  Işıl, vücudundan vurulmuştu ve kanlar içinde yerde yatıyordu. Her yerin titrerken yere çöktüm. O... O ölmüştü.

   Ben onu kurtaramamıştım, onun ölmesi benim suçumdu.
  
    Çağrı gelip bana sarılana kadar ne çığlık attığımın ne de saçlarımı çekiştirdiğimin farkında değildim.

   "H-hepsi, benim suçum."

   "Onu kurtaramadım."

   "Özür dilerim Çağrı."

   Ve özür dilerim Işıl, beni affet, seni kurtaramadım.

   Gözlerimi açtığımda ormanda olduğumuzu fark ettim. Başımda Çağrı ve diğerleri vardı.

  " B-ben, I-Işıl..."

   Olanlar tekrar aklıma geldiği sırada hiç beklemediğim bir şey oldu. Işıl gelip bana sarıldı. Onun ruhu olmalıydı,o zaman onu nasıl hissedebiliyordum ?
 
 "Sakin ol Alya, ben iyiyim. Hepsi büyüydü."

 O cümleler öyle iyi geldi ki, üstümden büyük bir yük kalkmış gibi hissediyordum.
 
  " N-neden..."

  Hâlâ kekeliyordum ve gözümden yaslar akıyordu. Az önce çok korkunç bir şey atlatmıştım, şükürler olsun gerçek değildi.

  "Ben siz gitmeden önce, bir adamla karşılaştım. Adamın elinde silah vardı ve beni o odaya kadar götürdü. Kaçmaya yeltendiğimde ondan başkaları da olduğunu söyledi. Ben de fırsatı bulur bulmaz adamı vurdum, muhtemelen sen onu duydun. Ondan sonra da ilizyon büyüsü yaparak kendimi ölmüş gibi gösterdim çünkü başka adamlar gelirse benim öldüğümü sanacaklardı. Eğer cesedimi almaya kalkışırlarsa da onları hiç beklemedikleri bir ânda vurabilirdim."

   Bu çok mantıklıydı. Tüm bunları düşünememiş olmam çok normaldi.
 
  " Sonra bizim geleceğimizi tabi ki de tahmin edemedi, bu yüzden de sen o görüntüyü gördün."

    Çağrı'nın bu görüntüyü görmemiş olmamasına sevinmiştim.

   "Aslında o görüntüyü hepimiz gördük ama Marie bunun bir ilizyon büyüsü olduğunu söyledi. Zaten sonra da Işıl sesimizi duydu ve büyüyü kaldırdı."
  
   Duyduklarımın etkisinden çıktığımda, Bay Boris'in ve diğerlerinin yanına gitmek için yine uzun bir orman yürüyüşü yapmamız gerekti. Sonunda siyah kulübeye vardığımızda, hiç beklemediğim bir manzara daha karşıladı beni.

    Kulübenin yanında Alec ve Brenda vardı. Alec, Brenda'yı kendine çekmişti. Birbirleriyle öyle yakınlardı ki. Kalbimin durduğunu sandım, yanlış görmüş olmayı diledim. Ancak öyle değildi işte. Birbirlerine öyle yakınlardı ki, Brenda çok az öne gitse, Alec'i öperdi.
 
   Gözlerim buğulandı,önümü çok net göremeden kulübeye doğru koştum. Merdivenleri hızla çıkıp, odaya girdim.

   Kendimi yatağa atıp tavanı izlemeye başladım. Gözümün önünden gitmiyordu o görüntü. Ben artık ne yapacağımı bilmiyordum. Bugüne kadar Alec'e olan sevgim asla bitmemişti, bitmeyecekti de. Ama hiç bir zaman acaba Alec de beni seviyor mu diye düşünmemiştim. Eğer bugüne kadar onu yanlış anladıysam, m yapacağımı bilmiyordum.

   Tavandaki gözlerimi çekip ayağa kalktım ve peçeteyle gözlerimi silmeye başladım. Gözlerimi silerken yanıma gelen beyaz ruhla, korkudan yere düşüyordum.

   Bu ruh beni tüm gün boyunca takip etmişti ve buraya kadar gelmişti. Bir bu eksikti.
  
   "Ne istiyorsun? Söylesene!"

  Hiç bir şey demeden öylece durdu.

"Tabi ya! Sen konuşamıyordun değil mi?"

   Sinirlerim bozulmuştu, öyle ki ruhla kavga edecek seviyeye bile gelmiştim. Daha çok ağlamaya başladım ve yere oturdum.

   "B-ben, N-neden böyle oluyor bilmiyorum."

   Gözlerim kapalı ne kadar ağladım bilmiyorum, gözlerimi açtığımda ruhun elleriyle masayı gösterdiğini gördüm. Oflayarak ayağa kalktım.

  "Yeter ki git başımdan."

  Onun derdini dinleyecektim, böylece artık beni rahat bırakabilirdi.

   Ayağa kalktım ve boş bir kağıt bulup harfleri yazmaya başladım. Aralarında boşluk bırakıp büyük büyük yazıyordum. Bitirdiğimde ona baktım ve elimle işaret ettim. Beni anladığında ilk olarak 'H' harfini gösterdi.

   Böyle geçen bir kaç dakikanın ardından kenarda yazdığım harflere baktım. Onun söylediği harflere. 'Help me'

   "Yardım et."

  Yazıyordu. Yardım etmemi istiyordu. Sabahtan beridir kavrayamamıştım ama bu ruh cidden bir şeyler anlatmak istiyordu.

   Eliyle 'A' harfini gösterdiğinde bu sefer daha hızlı ve daha dikkatli yapmaya başladım. Kelimeler ortaya çıkmaya başladıkça daha da şaşırdım.

    'Ben Alec bana yardım et Alya."

   Gözlerim yerinden çıkacakmış gibi bir kağıda bir de ruha bakıyordum.

Bu imkânsızdı.

■□■□■□■□■□■□■□■□■□■□■□■

Nasıldı?

Harika değil miydi ama ehehehhehehe

Yazarınız baya bir coşturdu evet.

♢Hadi kabul edin hiç birimiz o ruhun Alec olduğunu tahmin edemediniz değil mi?

♢Peki nasıl olmuş olabilir?

Bu kadar harika bir bölüm oylanmayı hak ediyor bence.

Neys.

Sizi seviyorum bays.

  

  

  

  

  

  
  
  
 
  

Continue Reading

You'll Also Like

89.7K 3.8K 31
Bir berdel hikayesidir.. Havin sevdiğinden ayrılırken nerden bile bilirdi evleneceği adamın kuzeni olduğunu herşeyden habersiz berdeli kabul etmişti...
542K 41.5K 90
Şiddete maruz kalan bir kızın yaşadığı kötü bir günün ardından intikam almak istemesi ve aldığı intikamdan sonra herkesin intikamını almak isteyerek...
189 52 3
Bir mucizeyi ve o mucizeyi ona getirenin hikayesi. Aşk üçgenin en güzel hali... Camına defalarca taş atıp kaçan çocuklara bile razıydı Şuan belki ama...
2.5M 105K 27
Psikiyatrist, karanlık kadar çekici ve zeki bir adam... Şizofren, öldürücü güzellikte bir kadın... Her şey çok normaldi ta ki kadının aslında şizofre...