Love Affair: Upside Down

mauvelibris tarafından

60.2K 3.8K 2.2K

Kötü günler geride kalmış, atlatılan onca şeyin ardından derin bir nefes vermişlerdi. Bu sefer çok daha güven... Daha Fazla

prolog
1.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
25.
26.
27.
28.
29.
30.
31.
32.
33.
⭐Final

2.

2.5K 151 66
mauvelibris tarafından

Keyifli Okumalar!

Diana💎

Siyah mürekkeple kağıda işlenmiş kendi el yazımı belki de ilk defa okumakta bu kadar zorlanıyordum. Şekiller birbirine girmişti ya da gerçekten Koreceyi aniden unutmuş olmalıydım. Belki de sadece ihtiyacım olan şey dinlenmek ve kendime en yakın zamanda gözlerim için dinlendirici bir gözlük satın almaktı.

Kendimi fazla yorduğumun farkındaydım. Bugünkü seanslarımın bitmesinin üzerinden saatler geçmesine rağmen kendi odamda masamın üzerine yığılmış -gerçekten pozisyonum içler acısıydı- ve danışanlarım adına tuttuğum notları inceleyip derlemekle uğraşmıştım.

Ama işlerimle meşgul olmak bana iyi geliyordu. Bunu kendimden beklemememe rağmen günlük hayatın sıkıntılarıyla iş hayatımda muhattap olmuyordum ve bu iyi hissettiriyordu. Üstelik işimi de seviyordum. Sadece günün sonunda başım fazla ağrıyordu, inkar edemezdim.

Odamın kapısının birden açılmasıyla irkilmiş ve saçma pozisyonum saniyeler içerisinde son bulurken koltuğuma geri yaslanmıştım. Afallayan suratımla karşılaşan kişi, odama izinsiz giren Namjoon'du. Tanrım, beni korkutmuştu.

"Diana?" derken endişeli adımlarını içeriye alarak masama yaklaştı. "Kaç kez tıkladım, sen cevap vermeyince... Üzgünüm, kontrol etmek istemiştim ama sanırım seni korkuttum."

Tıklamış mıydı? Harika, anlaşılan artık üç duyu organıyla idare etmem gerekecekti çünkü birini kaybettiğimi fark etmişim.

"Ah..." Alnımı ovalarken ayaklandım. "Ben duymamışım." Ardından bakışlarım, Namjoon'un açık bıraktığı kapıya kondu. "Herkes gitti mi?"

"Stajyerler gideli saatler oluyor, çalışanları da ben az önce gönderdim. Senin de artık rakip elemeyi bırakman gerekiyor. Civarda yeterince adından söz edilmiyor mu sence de? Benim danışanlarım bile senin programında boşluk olmadığı için şikayetlerini yüzüme kusuyor." Şakayla karışık kaşlarını çattı. "Ortak olduğumuzu sanıyordum."

Söyledikleri üzerine kahkaha attım. Namjoon aniden keyfimi yerine getirebiliyordu, komikti. "Namjoon-ah, saçmalıyorsun. Sadece kadınlar hemcinsleriyle kendini daha yakın hissettiğinden bazen onları tercih etme gereksinimi duyabiliyorlar. Lütfen, biz ortağız ve sen işini iyi yapan, iyi bir ortaksın."

Namjoon gülümsedi. "Pekala, o zaman kendini daha fazla yorma da hadi toparlan, birlikte çıkalım."

Onu neredeyse onaylayacaktım ki aklıma gelen şeyle aniden duraksadım. Namjoon ise heyecanla bir şeyler anlatmaya başlamıştı.

"Aslında seni götürmek istediğim muazzam bir restoran var, hani geçenlerde canının çektiği bir yemek vardı... Onu en iyi yapan restoran! Bunu nasıl daha önceden sana söylemedim? Ahh, unutmuş olmalıyım. Eğer aç hissediyorsan-"

Namjoon'un konuşmasını bölmek zorunda kalmaktan hoşnut olmasam da yüzündeki heyecanın aniden sönmesine sebep olurken, "Başka zaman mutlaka gitmek isterim, Namjoon. Birazdan Taehyung burada olacak." dedim.

Daha önceden burada olması gereken kocam, geciktiğine epey emin olduğum adam, Namjoon ile akşam yemeği yememe elbette izin vermezdi. Fakat bir başka gün öğle yemeğinde Namjoon'a eşlik edebilirdim. Zaten bunu çoğu zaman yapardık.

Namjoon belki de Kore'yi tanımamda, öğrenmemde en büyük paya sahip kişiydi. Bunu söylemek, Ha Neul gibi bir dosta ve Taehyung'a sahipken garip kaçıyordu ama öyleydi. Namjoon ansiklopedi gibi çocuktu, bununla da gurur duyuyor olmalıydı. Hiç sıkılmadan büyük bir hevesle işime yarar her bilgiyi önüme sunmaktan çekinmiyor hatta bizzat görmemi, deneyimlememi sağlıyordu.

Taehyung... O çok meşguldü. Kendisinin yaptığı işi söylersem bu çok normal gelebilirdi. Bir oyun şirketinin CEO'suydu. Evet, benim sevgilim büyümüş ve koca adam olmuştu. Kendisi CEO'ydu, üstelik işini benden çok daha fazla ciddiye alıyordu diyebilirdim. Tutkuluydu, sanki hayata gelme amacını bulmuş gibiydi. Oyun ve yöneticilik. Oyun delisi sevgilim, kendine göre meslek edinmişti fakat haliyle fazla yoruluyordu o da.

Taehyung ile nasıl olmuştu da birbirimize bu kadar az zaman ayırmaya başlamıştık anlayamamıştım. Onu yalnızca sabahları ve akşamları görmek istemiyordum. Onu günün her saatinde görebilmek isterdim ama bu mümkün olmuyordu. Belki de bu sebeple, birbirimizle az zaman geçirdiğimiz için Taehyung agresif bir insana dönüşüvermişti.

Üniversitenin son yıllarını saymayacak olursam Taehyung şu dünyadaki en anlayışlı, en pamuk sevgili olabilirdi. Yumuşacıktı, bana sesini yükselttiği anlar bile yok denecek kadar azdı. Sinirlerinin kurbanı olduğunu bizzat görebiliyordum çünkü her tartıştığımızda ve o bunu yaptığında öfkesi dinip yeniden dinginleşince gözlerindeki pişmanlığı algılayabiliyordum. Hep aynı ifade oluyordu, sonra bir şeyler söylüyordu ve ben saniyeler önce ona sıralamak üzere sinirle biriktirdiğim laflarımı unutuveriyordum. Bu yıpratıcıydı. Hissediyordum, o benden çok daha yıpranıyordu.

Bunların hiçbirini yaşamamıza gerek yoktu, gerçekten. Ona o kadar aşıktım ki, onunla o kadar mutluydum ki... Ama Taehyung olayları büyütmeye, kendisince yorumlamaya devam ediyor ve ikimizi de yoruyordu.

Umarım Ha Neul'ün dediği gibi olur, Taehyung bunu yapmanın boş olduğunu fark eder ve tüm endişelerini, kafasında kurup kendi kendine inandığı saçmalıkları gerisinde bırakırdı.

Ona cidden deli oluyordum, sonsuza dek deli olacağım tek insan da kendisiydi. Bunu beynine kazımak istiyordum ama o sanki inatla inanmak istemiyordu. Bu durumun beni ne kadar üzdüğünden haberi var mıydı? Bir nevi ona olan bağlılığımı ve düşkünlüğümü inkar ediyordu. Bir nevi bana güvenmiyordu.

Aslında tek sorun bu da değildi.

Tanrım, her neyse.

Evlilikte bu tarz sorunların, anlaşmazlıkların yaşanabileceğini başta annem olmak üzere etrafımdaki tecrübeli/tecrübesiz her insan yeterince söyleyip durmuştu. Buna hazırlamıştım kendimi zaten. Hem biz neler atlatmıştık, bu günler de geçerdi.

Taehyung benim kocamdı, birbirimize hala ilk günkü gibi aşıktık ve her zaman olduğu gibi yaşadığımız tartışmalı günlerde de elbet soluğu birbirimizin kucağında alıyorduk. Her şeye rağmen o benimleydi, benimdi. Gece yatağa girdiğimde onun soluk sesleriyle dalıyordum uykuma, burnumda onun kokusu... Sabah ondan erken uyanabildiysem gözlerimi açtığım an o suratı günümün ilk manzarası oluyordu. Buna ne kadar minnettardım, onunla her saniyem şükür sebebiydi.

Ne olursa olsun benimleydi işte, onunlaydım.

Namjoon, anlayışla kafasını sallamış ve odamdan çıkmıştı. İnsanların kalbini kırmak, yanlışlıkla kırmaya yeltenmek çok çekindiğim ve beni geren şeylerdi. Çoğunlukla Namjoon'u ekmiyorsam sebebi de buydu aslında.

Eğer Taehyung bir insanla görüşmemi istemezse görüşmesem de olurdu. Ama Namjoon, Taehyung'un kendi hislerince yorumladığı kişilikten o kadar uzak, bana o kadar yardımı dokunmuş biriydi ki sırf Taehyung'un altı boş kuruntularıyla çocuğun kalbini kırıp yaptığı onca şeyden sonra hayatımdan kapı dışarı edemezdim.

Namjoon'un gidişiyle ofladım ve masamın üzerinde duran telefonumu aldım. Hava kararmıştı, saat dokuza geliyordu ve bir mesajdan başka hiçbir bildirim yoktu ekranımda. Mesaja tıklamama gerek kalmadan yazanı okudum.

"Meleğim, seni almaya gelemeyeceğim. Evde görüşelim, olur mu? Dikkatli git."

Bir buçuk saat önce gönderilmiş bu mesaj, saniyeler içerisinde hayalkırıklığıyla bugün bir türlü kıçımı kaldıramadığım koltuğuma geri oturmama neden olmuştu. Kendimi bir anda iç çekişim eşliğinde bıraktığım koltuğumda dönmeye başlarken hayatı sorgulamak için doğru bir zaman olduğunu düşünüyordum.

Namjoon'u da boşuna reddetmiştim... Şimdi ona birlikte gidebileceğimizi söylersem, "Kocan seni ekti diye bana mı kaldın?" diye düşünmekte sonuna kadar haklıydı. En iyisi hiçbir şey çaktırmadan Namjoon gidene dek beklemeye devam etmekti.

Evde görüşürdüm kocamla. Hem eve gittiğinde beni görmezse sinirlenebilirdi. Namjoon ile yemekte olduğumu söylersem ise... Pekala, kesinlikle burada boş boş oturup Namjoon'un benden önce gitmesini bekleyecek ve sonrasında tıpış tıpış evime gidecektim.

***

Tenimde gezinen ıslaklıklar, uykunun kollarından ağır ağır çekildiğimi hissettirdiğinde gözlerimi aralamamla aslında bir başkasının kolları arasında olduğumu fark etmiştim.

Taehyung, nasıl becermişti bilmiyordum ama kollarıyla beni sarmalarken kucağında gözlerimi açmama neden olmuştu. Saçları, boynuma ve yüzüme eğilip nemli dudaklarını gezdirmekle meşgul olduğu sıralar gözlerime giriyor, yumuşak kıllar tenimi gıdıklıyordu. Her ne kadar beni sevmesi muazzam hissettirse de daha fazla dayanamadım ve huylanırken yerimde kıpırdandım. O ise amacına ulaşmış gibi gülerken karizmatik sesinin kulaklarımı uyandırmasını sağladı.

Artık tamamen uykudan arınmış ve üsten üsten bana kare gülüşüyle bakan adama kocaman gülümsemiştim.

Gözleri parıldarken alnıma bir öpücük kondurdu bu sefer. "Ahh, Diana... Hiç uyanmayacaksın sandım. Kalk da seveyim seni!"

Sabırsız ses tonu ve henüz yeni uyanmışken algılamakta zorlandığım acelesi, yeniden gülmeme neden olmuşu. Parmaklarıyla geceliğimde gezinmeye başladığında gıdıklanmış ve doğrulmaya çalışmıştım. Muhtemelen saçlarım kabarmış ve komik görünüyordum.

Taehyung, elleriyle yanaklarımı avuçlarken tipimle eğleniyor gibi görünüyordu. Ben ise kaşlarımı çatmıştım, aniden nasıl bir sabaha uyandığımı hala idrak etmekte güçlük çekiyordum.

Dün gece Taehyung cidden geç gelmişti. Yani ciddi anlamda, saat on ikiyi geçince ben onu daha fazla bekleyememiş ve uyumuştum. Bana klinikte attığı mesajdan sonra yeniden gecikeceğine dair bir mesaj atmıştı ama yine de uyumadan gelir diye düşünüp onu beklemiştim. Dün gece onu göremeden uyumak, sabah mutsuz kalkacağım demekti fakat Taehyung dün akşam kendisini görememiş olmamı telafi ediyorken kesinlikle mutlu hissediyordum.

Kendisi de suratındaki henüz inmemiş şişkinlikten ve normalinden daha kalın çıkan sesinden anladığım kadarıyla biraz önce uyanmış olmalıydı.

Aniden yüzü düşerken kafamı göğsüne bastırdı. "Özür dilerim, dün Jimin'e kalan işleri bırakacak ve yanına gelecektim ama şerefsiz işten kaytardı." Sesi sinirlendiğini belli ediyordu. "Onu bazen gerçekten kovmak istiyorum, Diana. Hiçbir işe yaradığı yok."

Gülerken göğsüne dayadığım burnumla onu koklamayı kestim. "Öyle deme, Tae. O senin arkadaşın. Yani bizim arkadaşımız."

"İşte bu yüzden kovamıyorum ya..." Derin bir iç çekince kafam da göğsüyle birlikte hareket etmişti. "Neyse, bugün biraz geç gideceğim. Ne yapmak istersin?"

Şaşkınlık ve heyecanla doğruldum. "Ah, cidden m-"

Sözlerimi bastıran şey, Taehyung'un dudakları olmuştu. Benimkilere yasladığı dudaklarını çektiğinde gülümsüyordu. "Benim yapmak istediğim şeyi biliyorsun..."

O kadar güzel gülümsüyordu ki... Saatlerce izleyebileceğim gülüşünü, donup kalmamdan dolayı endişelenip bozmasıyla kendime geldim ve bakışlarımı güzel dudaklarından çekerek gözlerine odakladım.

"Diana?" dedi, ismimi en güzel söyleyenin o olduğunu bir kez daha hatırlattı bana.

Kendime gelirken gözüme ne kadar yakışıklı göründüğünü bir kenara bırakıp biraz önce ne dediğini hatırlamaya çalıştım. Yapmak istediği şey... Ah, tabii.

Bakışlarım aniden değiştiğinde Taehyung'un da parıldayan gözleri aynı hızda sönmüştü.

"Tae..." dedim ciddi bir ses tonuyla, yavaşça. "Çocuk için vaktimiz var mı sence?"

Taehyung, sanki bu anı beklemiş gibi belki de günlerce çalışıp hazırladığı cevapları teker teker sıralamaya yeltendi. "Yapma aşamasından bahsediyorsan sana yemin ederim, öğrencilik hayatımda asla gösterememiş olduğum performansı buna çalışırken gösterebilirim. Hatta işe gitmem, bir şekilde hallederler ya da ne bileyim Diana... Sonsuza dek-"

"Tanrım!" diye yükselirken Taehyung'un ağlamaklı bir sesle peş peşe sıraladığı yüksek sesli kelimelerini durdurdum.

Gerçekten, bunu her şeyden çok istediği her halinden belli oluyordu. Ama hazır değildik... Değildik işte. O baba olmayı çok istediğinden göremiyordu belki. Belki de çok derin düşünemiyordu, sadece yoğun bir hevesi vardı. Ama henüz hazır değildik.

Büyük, kocamaaan bir sorumluluktu bebek.

Ben ise ayaklarımı uzatıp dinlendirebildiğim anların hayalini kuran bir iş kadınıydım. Taehyung da çoğu zaman eve gelmesi gece yarısını bulan bir iş adamıydı. Peki ya bebeğimiz? Sürünürdü yavrucak, perişan olurdu.

Ayrıca tek bu da değildi mesele. Belki bunu bir şekilde hallederdik ama... Öncesinde Taehyung ile daha iyi anlaşmamız gerekiyordu. Sağlıklı ebeveynler olmalıydık. Boşuna o kadar sene psikoloji okumamıştım, çocuk için hazır bir ortam yoktu ve çocuk istemiyordum işte.

"Hayatım," derken Taehyung'un kalbini kırmamak için çabalıyordum. Onun ellerini aramadan kendisi benimkileri buldu ve narince kavrarken okşamaya başladı. "Senin baba olduğunu hayal edince bile kalbim hızlanıyor, bir anda hayran hayran uzaklara dalıveriyorum. Belki de en çok sen hak ediyorsun baba olmayı. Elbette olacaksın, seni bundan mahrum edeceğim falan yok tabii ki de. Hem ben de isterim çocuk. Minik minik, ikimizin hamurundan... Aslına bakarsan ortaya neyin çıkacağını çok da merak ediyorum. Biliyorsun, senle ben..."

Taehyung, güldü. "Benzersiz çocuklarımız olurdu. Çekik ama seninkiler gibi kocaman gözlü, kesinlikle ikimizin esmerliğini almış çikolata gibi... Senin kadar güzel..."

Taehyung'un sesi aniden kesildiğinde bakışlarını kucağına indirmişti. Gözleri mi dolmuştu onun?

"Taehyungie~" Ellerimle suratını kaldırıp bana bakmasını sağladım.

Tanrım, ama böyle yaptığında ona kıyamıyordum ve oturup saatlerce onu ne kadar sevdiğimi söylemek istiyorum. Bu çocuk hala benim lise yıllarımdan kalan duygusal bebeğimdi. Kocaman adam olmuştu ama hala çocuk gibi duygusal bir yüreğe sahipti. Hala istedikleri konusunda çok hassas, çok ısrarcıydı.

"Tae..." Şu surat ifadesini yapmayı kesmesini emrediyordu ses tonum. Öpmeye başladım suratını, dudaklarımın yetiştiği her yeri.

"Tamam," derken geri çekildi. "Yani istemiyorsun."

Derin bir nefes verdim. Üç yaşındaki bir çocuğa laf anlatmaya çalışıyormuşum hissi üzerime çökünce gözlerimi birkaç saniye yumup yeniden açtım.

"Henüz vakti var, sevgilim. Birazcık beklememiz gerekiyor." dediğimde her ne kadar bu konuyu yeniden ve yeniden açacağını bilsem de kafasını sallayıp en azından şu anlık konuyu kapatmasıyla yetinerek gülümsedim.

Dört senedir çocuk yapmamış olmamız Taehyung için tahammül edilemez bir durumdu. O gerçekten, çocuk hastasıydı. Şansa balayında geçirdiğimiz hızlı günlerimizde hamile kalmamıştım. Daha sonra da korunmuştuk işte... Her neyse.

"Ama bu.." derken üzerime doğru eğilirken geceliğimin açıkta bıraktığı omuzlarıma sert öpücükler kondurmaya başladı Taehyung. "Seni sevmeyeceğim anlamına gelmiyor." Bir anda üzerime çıkmış, sırtımı yatakla buluşturmuştu. "Yani sevmek derken... Derinden sevmek."

Gülerek kollarımla onu engellemeye çalıştığımda bileklerimi kavramış ve beni etkisiz bırakırken köprücük kemiklerimi nemlendirmeye başlamıştı bile. Yavaş yavaş aşağı iniyordu ve ben, saniyeler sonra geceliğimin çıkarılacağını biliyordum. Ama Taehyung, bunu yapmadan önce kısa bir anlığına doğrulup üzerindeki beyaz tişörtü çıkardı öncesinde.

"Omo!" dedim ellerimle ağzımı kapatırken. "Bu kaslar..."

Her gördüğümde aynı şekilde etkilenip aynı şekilde şaşırdığım bu manzaranın sahibinin cevabı da her seferinde yine aynı oluyordu:

"Hep göbekli kalacağım mı sandın? Geçti o günler."

Ve bu cevap beni her seferinde saniyelik bir travmayla baş başa bırakıyordu. O küçük göbeği artık yoktu, Taehyung vücudunu sıkılaştırmıştı.

Jungkook ile ikisi düzenli olarak spora gidiyorlar ve kas çalışıyorlardı. Taehyung'un böyle şeylerle pek işi olmazdı, Jungkook'un kocamı nasıl etkilediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yaklaşık iki senedir Taehyung, Jungkook'un spor arkadaşı olmuş ve o minik göbeğine veda etmişti.

Yani şey... Vücudu, nefesimi kesiyordu. O yüzden travmam saniyelik sürüyor, hemen sonrasında kendimi bu çocuğa teslim ederken acayip iyi hissediyordum.

Askılıklarım, Taehyung'un dişleri arasına sıkışırken omuzlarımdan aşağı doğru ağır ağır çekilmişti.

Taehyung, kikirdeyişlerim arasından dudaklarımı yakalayabildiğinde öpüşüne karşılık veremeden duraksadım. Telefonum çalıyordu.

Gözlerim açılmış, sesin geldiği yeri ararken Taehyung ise dudaklarını çekmek istemiyordu. Telefonu umursamıyor gibiydi. Vücudumda gezinen elleri, şu anı bölmemem için irademi zorlasa da Taehyung'u durdurmuş ve üstümden kalkmasını sağlamıştım.

Aynalı masanın üstündeki telefonuma koştuğum sırada Taehyung, sinirle tısladı. "Aishhh, hangi or-"

Etmek üzere olduğu küfürün, yanındaki varlığımı hatırladığında devamını getirmemişti. Küfürden hoşlanmadığımı biliyordu.

Kimin aradığına bakmayı unutup telefonu kulağıma götürdüğümde o an bunu fark edip karşı taraftan herhangi bir ses bekledim.

"Diana?"

Ah, benim pamuk şekerimdi.

"Ha Neul-ah, günaydın!" dedim derin bir nefes verirken. Az önceki pozisyonumdan anında sıyrılmak nefesimi kesmişti.

"Günaydın, bebeğim. E saat kaç oldu, seni bekliyorum." dediğinde anında hafızamın derinlere gömdüğü şeyi hatırlarken şaşkın bir ses çıkardım.

"Ahhh, tamamen unutmuşum! Neulie, ben biraz önce uyandım. Hazırlanıp hemen geleceğim." diye kısa bir açıklama yaptım ve Ha Neul'ün azarla karışık onayıyla telefonu hızlıca kapattım.

Taehyung'a döndüm, yatakta komik bir suratla gözleri dalmış bana bakarken az önce Ha Neul ile aramda geçen saniyelik konuşmanın ne anlama geldiğini çözmeye çalışıyordu büyük ihtimalle.

Gülerek gidip suratını ellerim arasına aldım ve alnının çatına güçlü bir öpücük kondurup kafasının sarsılmasına sebep oldum. Hala bakışlarını bozmamıştı.

"Ha Neul'le halletmemiz gereken bir iş vardı. Kız kıza... Aklımdan çıkmış, bu sabah alarm da kurmuştum oysa ki." diye açıklama yaparken bir yandan da kendime söylenmiş bulunuyorum.

Taehyung'un yüzündeki kaslar hayalkırıklığıyla aşağı büküldü. "Ama biz..."
"Sonra, hayatım."

Taehyung oflayıp ayaklandı. "O sabah çalan sinir bozucu şey bu yüzden miydi?" dediğinde dolabımıza yönelmiş ve kendine kıyafet seçmeye başlamıştı.

"Sen mi kapattın alarmı?" dedim hayretle kendisine bakarken.

Omuz silkti. "O saatte kim bu densiz, müzik çalıyor diye düşündüğümü hatırlıyorum ama ben kapatmadım." Bana döndü ve yüzünü buruşturdu aniden. "Alarm sesini ne zamandan beri kpop şarkısı yaptın? Sana inanamıyorum. Sabah o sese uyandığında nereye geldik anasını satayım, demiyor musu-"

"Yah!" Taehyung'un koluna vurdum hızla. "Ne biçim konuşuyorsun?"

Taehyung, toparlanıp bana sarılmaya çalıştı. "Aah, özür dilerim sevgilim~"

Gözlerimi devirmekle yetinip ondan ayrıldım. "Bu sabah uyanamayacağımı bildiğimden coşkulu bir şey yapmak istemiştim, normal alarm seslerinden daha yardımcı olur diye düşünmüştüm ama ben her zamanki gibi hala hayvan gibi derin uyuyan bir kızım." Sinirle omuzlarımı silktim birkaç kez. "Yeter artık, bu kadar derin uyumak zorunda mıyım? En azından senin beni uyandırman gerekirdi, duymuşsun."

"Bebeğim, dışarıdan geliyor falan sandım. O ne ya, televizyonda müzik şovu kanalı açık kalmış gibiydi. Alarm olduğuna falan hiç ihtimal bile vermemişim ne bileyim."

Haklıydı çocuk, herhalde sessiz kalmalıydım. Böylelikle çok da haklı hissetmezdi.

Evlilik, insanı şöyle küçük planlar yapmaya mecbur kılıyordu. Maalesef ki aşk, tek başına mutlu bir evlilik için yeterli olmuyordu. Daha sonradan bu alarm olayının farklı yerlerden karşıma çıkmaması adına konuyu kapatmalıydım. Aksi takdirde asla anlam veremeyeceğim bir anda bile herhangi bir tartışma anında önüme serilebilirdi.

Taehyung, sessiz kalmamla kıyafetlerini seçme işini halletmiş ve ben giyinirken beni izlemeye başlamıştı. Onun bakışlarını yakaladığımda, kendisine dik dik bakmaya başladım.

"İşin yok mu, giyinsene?" Eteğimin sıralı düğmelerini ilikliyordum.

"Aslında yoktu. Hatta seninle vakit geçiririz diye düşünüyordum ama görüyorum ki evden gitmek için can atıyorsun." diye konuştuğunda, ses tonundaki tribi üç bin kilometre ötedeki insan bile hissedebilirdi.

"Taehyung-ah, akşama zaten planımız vardı." dediğimde çizgi halini almış gözleriyle kınarcasına bakmaya devam ediyordu.

"Baş başa olmayacağız ki? O şerefsiz Jimin olacak, Jungkook ve Ha Neul de."

Jimin'e kötü davranıyordu Jungkook'la bu ikisi. Halbuki biz Ha Neul ile Jimin'e bayılmıştık. Acayip uyuşuyordu kafamız, birlikte akşama kadar oturup dedikodu yapsak sıkılmazdık. Jimin, bizimle iyi anlaşıyordu. Belki de Taehyung ile Jungkook'a fazla yaramazlık yaptığındandı, nedense hep küfür yiyordu çocuk.

"Toplanacağız işte fena mı?" Bluzümü üstüme geçirip elimle düzelttim ve kollarının bileklerime kadar inmesini izledim.

Taehyung da o sıra dibimde bitmiş, enseme güzel bir öpücük kondurduktan sonra mırıltıları eşliğinde burnunu sürtmüştü.

"Evliyiz ve ben sana hala doyamıyorum," dediğinde kolları, belimi çevrelemişti. "Aynı evdeyiz, benimsin ama ulaşamıyorum sanki. Niye böyle uzak kaldık Diana?"

Aniden ortamın atmosferini değiştirmiş, durgunlaşmamı sağlamıştı. Kastettiği şey belliydi. En çok canımı yakan, hatta son günlerde fazlaca düşündüğüm meselelerden bahsediyordu işte.

Sessiz kalmış, iç çekmekten başka bir şey yapmamıştım. Verecek bir sürü cevabım olsa da Taehyung ile bu konuda anlaşamıyorduk. Birbirimize ne dersek diyelim, birbirimizi anlamayacaktık. Öyleyse cevaplar kendimde kalabilirdi.

Dakikalar sonra birbirimizden ayrılmış, Taehyung'un son hatırlatmasından beri ikimizin de modu aniden düşmüştü. Pek konuşmadan işlerimizi görmüş ve aynı anda evden çıkmıştık. Beni Ha Neul'ün yanına bırakacağını söylemişti.

Akşam toplanacağımız için geç kalmaması gerektiğini kaç kez tembihlediğimi hatırlamıyordum, en sonunda daha fazla aynı şeyi duyarsa hiçbir yere gitmeyeceğini söyleyip sinirlendiğinde susmuştum.

Ha Neul'le buluşmuş, çok şirin bir bahçesi olan kafede oturmuş çaylarımızı yudumluyorduk. Elindeki kurabiyeden koca bir ısırık aldıktan sonra gözleri mutlulukla kocaman açıldı ve hemen bana uzattı kurabiyeyi. Bu, çok lezzetli olduğu ve mutlaka tadına bakmam gerektiği anlamına geliyordu. Gülerken minik bir ısırık aldım. Gerçekten lezizdi.

"Yani şimdi diyorsun ki, boşuna kalabalık yapmayalım öyle mi?" diye sorduğunda, ona önceden söylediğim şeyi yeniden onayladım.

"Evet, o kadar kişiye gerek yok. Hem kaç yaşına girdi demiştin? Gürültüyü kaldıramaz ki o."

Ha Neul, güldü. "Abartma, Diana. Kadını kırk ettin. Bizden yalnızca beş yaş büyük. Yani otuz bir yaşında. Daha doğrusu bir hafta sonra girecek işte."

"Kore yaşıyla mı? Kafam karışıyor. Aishh, buranın hesabı..."

Bu sefer daha güçlü bir kahkaha attı. "Hayır canım, Kore yaşıyla otuz üç derdim ben."

"Her neyse, yaşlanmış işte." dediğimde çayımdan bir yudum daha aldım.

"Biz de göreceğiz o yaşları, otuzuna yeni girmiş kadın. Neresi yaşlı hem?" Ha neul, iş arkadaşını bana yedirmek istemiyor gibiydi.

Güldüm. "Şimdi düşünmeyelim bunu." Açıkçası biraz tırsmıştım.

Ha Neul, bir süre sessiz kalıp kurabiyelerini bitirmeye çalışırken onu izlemiştim. Ah, zaman nasıl da geçiyordu. Yemekhanede karşımda yemek yediği anları hatırlıyordum. Kaç sene öncesi... Hala yine karşımda bir şeyler yiyordu. Sanırım izlemeyi sevdiğim görüntülerden biriydi.

Bazen onu çok özlediğimi fark ediyordum. Yani zaten görüşüyorduk ama onunla o kadar uzun süre aynı evde kalınca sanki ailemin yanından kopup Taehyung ile ayrı eve çıkmışız gibi hissediyordum. Ha Neul yıllar boyu ben ailemden uzakken benim ailem olmuştu. Ablam, kardeşim olmuştu ve bu çok güzel bir histi. Bazen duygusallaşıyordum işte.

"Sen niye öyle bakıyorsun bana?" dediğinde ağzı dolu doluydu.

Toparlanıp hemen ciddileştim. "Hiç, bir şey düşünüyordum." Muhtemelen aşkla bakıyor olmalıydım.

"Hmm, pekala." derken sonunda yeme işlemine bir son verip boğazını ıslattı çayla. "Düşündüğün şeyleri bana söylemeyeceksen düşünemezsin."

Dudaklarımı kıvırdım. "O da ne demek?"

"Yani dökül, sinirlerimi bozmaya başlıyor şu düşünceli hallerin. Benim suratımı gördüğün an düşünmeyi kes, anlatmaya başla."

Güldüm. "O zaman komik olurdu."

Ha Neul de biraz düşününce benim gibi hayal etmiş olmalıydı ki gülmeye başladı. "Doğru," dedi. "Önce halimi hatrımı sor, sonra anlatmaya başla."

"Seni düşünüyordum, Neulie." derken gülümsüyordum. "Yanımda olmanı, hep dostum kalmanı... Ne bileyim işte. Zaman nasıl da geçti, yine karşımda aynı kız ve aynı bakışlar. Hep sıcak, evimdeymişim gibi bir his."

"Aigooo!" Ha Neul birden ayaklanıp yanaklarımı canım yanana dek çekiştirip geri hop diye yerine oturdu. "Ya ama ben çok duygulanırım... Deme öyle."

Sesi hafiften içine kaçmaya başladığında dediği gibi de olmuştu cidden. Ama aldırmadan devam ettim.

"Teşekkür ederim, Ha Neul-ah. Pamuk şekerim olarak kaldığın için." Gülerken bu sefer ben onun yanaklarını sıktım.

Parmaklarımdaki sululukla şaşkınlıkla yükseldim. "Yah! Sanki ne dedik..."

Ha Neul, büzdüğü dudaklarıyla küçük bir civcivi okşuyormuş gibi çenemin altını okşayıp geri çekildi. "Aigoo seni seviyorum Diana~"

"Ben de seni, Ha Neulie~"

Huzurlu hissediyordum. Son lise senem karanlık ve tüyler ürpertici geçmesine rağmen yarattığı travma haricinde bana büyük şeyler de katmıştı.

Ha Neul ile dostluğumuz çok daha sıkı bir hal almıştı, o seneyi hatırlıyordum da... Resmen birbirimizin annesi olmuştuk.

Taehyung... O karanlık sene, benim güneşim olmuştu. Belki de kaybettiğim tüm o şeylere rağmen Taehyung'u kazanmak her şeye değerdi.

Bana iki insanın birbirine olan güvenini, desteğini, sevgisini en derinden hissettirebilmeyi öğretmişti o yıl. Görünmez ama koskocaman bir enerjiyle nasıl birbirimize tutunabileceğimizi öğretmişti.

Belki çok şey almıştı benden o sene, ruhumda derin yaralar açmıştı. Ama hepsini sarabilecek insanlar kazandırmıştı aynı zamanda. Her gördüğümde o yüzleri, biraz daha siliniyordu geçmişteki yaralar.

İşte bu yüzden şükrediyordum. Kötü günler, sonucunda güzel günlerin geleceğinin habercisiydi aslında.

Eğer bu bir döngüden ibaretse ve birbirini kovalayıp sonsuza dek sürecekse, güzel günler biraz daha uzun sürsün istiyordum.

Biraz daha böyle kalsak...

~~~

Ta daaaa!!

Yine ben Viscaceae

Öykü'nün mekanını sahiplendim, bu profilindeki ikinci hikayemiz:")

Love Affair'i çok sevdiniz, biz de sizi çok sevdik, hikayemizi zaten aşkla yazıyorduk, sonra da buralara kadar gelmişiz vee işte Love Affair'in devam kitabı!

Upside Down'da işlerin nasıl tepetaklak olduğunu görecek, bunu okuyacaksınız. Karakterler üzerindeki değişiklikler sizi korkutmasın, buna alışın aksine. Çünkü size aynı şeyleri okutmaya niyetimiz yok.

Keyifle okumuşsunuzdur umarımmm, siz heyecanla beklemeye devam edin yerimizde duramıyoruz yine kaos getirdik:)

Öptüm

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

437K 35.8K 27
Melez Kaplan Taehyung, Melez Tavşan Jungkook ile sevgili olmak istiyordu Ha birde onu altında inletmeyi... [texting+düz yazı] #3 - taekook [13.08.202...
146K 15.4K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
84.9K 7.4K 44
Sevdiği kızın ölümü üzerine ona mektup yazan Taehyung o mektupları mezarın yanı başına koyar. Bir gün mezarda mektuplarına cevap bulması ile başlayan...