Ca Ira | yoonmin | [Türkçe Çe...

By bitterthesweet

2.7K 342 337

Gel ve tehlikeli bir yerde çık benimle yürüyüşe / Sertçe öp beni sağanak yağmurda / Sen çılgın oğlanları seve... More

Giriş
Bir
İki
Üç
Dört
Beş
Altı
Yedi
Dokuz
On
On Bir

Sekiz

119 20 13
By bitterthesweet

Galerie Dorée'i eski ihtişamıyla tekrar görmek garip, hatta tuhaftı.
Tüm şamdanlar cilalanmış ve yakılmıştı. Binlerce titreşen alev, sanki abartılı rokoko rüyası tekrar hayata dönmüş gibi uçsuz bucaksız aynalı duvarlardan yansıyordu.

Davetliler o gece için özel olarak giyinmişti – damask desenli yelekler ve dalgalanarak dans eden abiyeler, diplomatik asilzadeler ile araları dolduran birkaç devrimcinin üzerindeydi. Kalabalığın muhabbeti ürkütücü derecede neşeliydi, sönen yıldızlar ile yükselen yıldızlar politik arenada yan yanaydı.

Havaya tanıdık ve modası geçmiş olan bir koku, şarap ve parfüm kokusu hâkimdi. Eğer Jimin zihnini sadece birazcık dışarıya kapatabilse, geçmişte bir ânı yaşadıklarına ve küçük rahat baloncuklarının dışında da her şeyin yolunda olduğuna kendini ikna edebilirdi.

Ne yazık ki baloncukların ömrü kısaydı, patlaması çok uzun sürmezdi.

Jimin sırtını dikleştirdi ve bakışlarını yaldızlı koridordaki yüksek sesli partiden uzaklaştırıp önündeki karanlık bahçeye çevirdi. Arkasındaki silüet de aynısını yaptı, yanından uzaklaşamayan bir gölge gibi.

İç çekti ve nihayet konuştu, "Victoria'dan hâlâ cevap alamadın mı?"

"Maalesef, daveti yanıtlamadı ve bu akşam gönderdiğimiz elçi henüz geri dönmedi." Jin yanıtladı, bir an bekledikten sonra ekledi, "Eğer isterseniz gidip bakabilirim..."

"Gerek yok. Burada yapılacak çok şey var, kalman daha iyi olur." Jimin mırıldandı ve işlemeli pamuk gömleğinin fırfırlı kollarını düzeltti. Serin kış havası tenine değip etrafından uğuldadı.

"Belki de yoldadır, eminim yakında kendisinden haber alırız." Yaklaşıp elindeki ipek brokar ceketi Jimin'in omuzlarına yerleştirirken Jin'in sesi sakindi.

İşlemeli ceketin ağırlığı rahatlatıcıydı, Jimin'i anında ısıttı. Parmakları sol elindeki yüzüğün üstünde üstünkörü dolaştı, mücevherin cilalı yüzeyine ve köşelerine dokundu.

Bu yüzüğü en ince detayına kadar ezbere biliyordu, ama yine de o an serin balkonda yalnız bir şekilde durup bakarken, içinden bir ses çıkarıp yakından incelemesini istedi.

Soluk mavi cevher elinde parıldıyordu ve içerideki alandan gelen ışıkları uçlarından yansıtıyordu. İçine kazınmış fleur-de-lis motifine baş parmağıyla dokunurken genzinden istemsizce sessiz bir iç çekiş geldi.

"Gerçekten de bunu Rambouillet'de bırakmalıydım..." diye, kendi kendine mırıldandı.

"Önem verdiğimiz şeyleri yakınımızda tutmak bize zarar vermez." Jin'in figürü mesafeli ve saygılı duruyordu ama ses tonu yumuşak ve nazikti.

Jimin kelimelere gülümsedi. "Güzel bir sözmüş."

Aklından bir görüntü geçiverdi, annesinin soluk çehresi, ve açık avucunda duran iki yüzük. Gözleri bağlılık ve derinden gelen başka bir duyguyla daha parıldıyordu, Jimin o duygunun ne olduğunu yıllar geçmesine rağmen hala çözememişti. "Kral naibinin Umut Elması'ndan iki parça kestirildi, birisi senin için, birisi de Taehyung için. İkinize de benim hiç hak edemediğim mutluluğu diliyorum."

Jimin mırıldandı, "Bizden iki ailenin de şanını taşımamızı istedi. Oysa şimdi neredeyiz, birimiz öldü, birimiz..."

Düşmanıyla gönüllü bir bağ kuruyor...

"Ben öyle düşünmezdim, efendim. Bence madam sadece siz ikinizin emin ve güvende olmanızı diledi."

Jimin zorlukla gözlerini kırptı, her bir kelimenin ağırlığını hissetti. Cevaplaması için bir müddet vakit geçti. "Umarım haklısındır."

Gecenin havasını içine çekti, karanlığını da zihnine doldurdu. O sırada kelimeler ağzından dökülüyordu, "Geride bırakmak çok zor. Bu yolda kaybettiğimiz kişiler, hepsini çok özlüyorum. Ama en çok da onu... Bunca yıl ona alıştım, birlikte kapalı kapılar ardında büyüdük,ve sanki dünyadaki tüm vakit bizimmiş gibi gençliğimizi bomboş geçirdik..."

Jin kekeledi ama nihayetinde sesi titreyerek konuştu, "Efendi Taehyung... ailenizin bir parçasıydı."

Jimin gözlerini sımsıkı kapattı ve tüm duygu selinin yüzeye çıkmasına izin verdi.

O her zaman dilediği erkek kardeş, yanında bir yoldaştı. Herkes ikisini Paris'in Prensleri olarak bilirdi. Yüksek sosyetenin altın playboylarıydılar, dokunulmazdılar. Ama tüm haylazlıklarının, şımarıklıklarının ve oynadıkları manipülatif oyunların ardında, ikisini bağlayan daha güçlü bir şey vardı. Kader ortağıydılar, doğdukları gibi soyları için yaşayacaklardı: Jimin güçlü yarı-kral, ve Taehyung da kralı destekleyen safkan prens.

Ne kadar altın olursa olsun, kafes kafesti. Ama en azından birbirlerine sahiptiler.

Ta ki, hepsi sönüp bitene kadar.

Son saatlerinde Taehyung'un yanında olmaya izni bile yoktu, sadece silahlı muhafızlar onu evlerinin yanından sürüklerken aralarında hafifçe bir bakışma geçmişti. Bir anda hepsi hayvanlar gibi kovalanmış, kafeslere tıkılmış, değerlerine göre fiyatlandırılmıştı. Jimin'in babası için yeni rejimle pazarlık yapılmış ve antlaşmalar imzalanmaya çalışılmıştı, ama Taehyung için çok geçti.

Son anında seninle olmak için her şeyimi verirdim, sırf yalnız kalma diye.

Yalnızlıktan nasıl da nefret ederdin...

Rüzgar uğuldadı, bahçedeki kurumuş çalılıkları birbirine sürterek hışırdattı. Gecenin karanlığı düşüncelerine sızıyor ve geçmişle şimdiki zamanı çamur gibi buluyordu.

Yaklaşan adım sesleri belirdiğinde, Jimin yüzüğü hızlıca parmağına geçirdi ve kederini suratından kaldırdı.

Yaklaşan figürün önünde eğilerek ilk selamlayan Jin oldu.

"Herkes senin neden burada olduğunu merak ediyor." Jimin'e yöneltilen ses resmiydi.

"Sadece hava alıyorum."

Yoongi hmm'ladı, "Sen yokken herkes için daha katlanılmaz oluyor. Sonuçta senin partin; birbirine karışmak istemeyen iki dünyanın arasındaki köprü sensin."

"Belki de kötü bir fikirdi." Jimin omuz silkti, göz ucuyla Yoongi'nin vücudunu gevşekçe saran keten gömleğin esintiyle dalgalandığını gördü.

"Hayır, haklıydın. Uzun ve boğucu bir kış oldu, insanlar sığınaklarından çıkıp biraz arkadaşçılık yapmalı ki müttefik bulabilsin."

Jimin kollarını göğsünde birleştirdi ve ona baktı. "İşte şimdi benim gibi konuştun."

Kuru bir gülme sesi. "Belki de nihayet üzerime bulaşıyordur."

Jimin Yoongi'nin omuzları serin havada ürperince kaşlarını çattı. Kendini ona doğru yaklaşıp çatık kaşlarıyla ceketini çıkarırken buldu, "Sacre bleu, tekrar hastalanıp Jin'i başına bakıcı olarak dikmeden önce şunu üstüne giy." Arkalarından bastırılmış bir gülme sesi geldi, ama ikisi de duymamazlıktan geldi.

Yoongi'nin vücudu temasla birlikte kasıldı, gözlerini içerideki geniş salona çevirdi, "Gösteri yapmayı bırak, herkes bize -"

"Sence de bunun için biraz geç değil mi?" Jimin gözlerini devirdi ve ceketi iyice giydirdi, zayıf omuzları örttü.

Jin yan tarafından öksürdü ve konuştu, "Ihm, ben gidip başka bir ceket getireyim..."

Yoongi Jin aceleyle içeriye girerken arkasından baktı, "Bazen bana alttan alttan laf sokuyor."

Jimin'in dudakları yaramaz bir sırıtışla büküldü, "Asla dillendirmez, ama eğer öyleyse hissediyorsan da, belki hak etmişsindir."

Yoongi homurdandı, botunu ıslak zemine sürttü, "Her neyse, buraya ait olmadığım bariz. Başka biriymişim gibi davranmanın bir manası yok."

"Değil mi, neden kendini zorlayasın, hem kim sana laf etmeye cüret edebilir ki? Sen ihtilafsız güçsün, yeni dokunulmazsın." Jimin'in sözleri keskindi ama sesi düz ve duygusuzdu.

Yoongi suratını buruşturdu, "Güçle alakası yok. Benim için bir değeri olmadığını biliyorsun. Sadece - " bir iç çekiş, "Senin doğup büyüdüğün her bir şeyle mücadele ediyorum. Cazibe, özgüven, edebiyatla ilgilenebilecek yaşam rahatlığından bu karmaşık saçma danslara kadar -" eliyle içeriyi işaret edip salondan yükselen büyüleyici müziği gösterdi.

"Bu mu?" Jimin dinledi, yavaş ve ağırbaşlı bir şarkı çalınıyordu, antika dans stiline göreydi. "Bu Sarabande, çocukken öğrenmek için çok uğraşmıştım."

"Adı o muymuş? Hmm, hepsi kulağa küstahça geliyor ve akılda tutması imkansız." Yoongi yorgunca suratını ovaladı, ve Jimin onu gömleğinin kolundan tutunca şaşkınlıkla baktı.

"Zor değil, çok sayıda hareket var ama aslında basit. Eğer istersen sana öğretebilirim?"

Yoongi'nin gözleri titreşti, ve sanki bir kirpiye dokunmuş gibi hemen geriye çekildi.

Onun gözlerinin büyümesini, gergince dudaklarını dişlemesini seyretmek Jimin'e kendini beğenmiş bir memnuniyet veriyordu. General basit bir danstan korkuyordu, birileri duysa kendisine katılırdı.

Jimin ona kaçma şansı bırakmadan Yoongi'nin kolunu tuttu ve diğer elini de sırtına yerleştirdi. "Bak, önce selamlama ile başlarsın. Sırtını dik tut ve ellerini yukarıda bir tarafta alkış pozisyonuna getir."

Yoongi homurdandı ve elini çekti, ama sonra ağırdan alarak ellerini kaldırdı ve göğsünü dikleştirdi. "İyi. Sonra?"

Jimin onaylayıcı bir şekilde kafasını eğdi, ve devam etti, "Ve sonra ritmi sayarsın, sonra da sağındaki noktaya hafifçe zıplayıp göğsünü öteki tarafa çevirirsin. Bak -" çaba harcamadan zıpladı ve işaret etti, "- basit."

"Basit." Yoongi gözlerini devirdi, ama aynısını tekrar etti. Dudaklarını sıkıca kenetlemiş ve gözlerini odaklanarak kısmıştı.

"Fena değil. İki adım daha at, sonra kollarını kaldır ve küçük bir jest yapmak için eğil, şu şekilde." Jimin gösterdi ve Yoongi hareketini taklit ederken düzeltti, "Hayır hayır, kollarını daha yukarı kaldır, buraya-" ona doğru hızla ilerledi ve kollarını alttan kaldırmak için destekledi.

Yoongi kızardı, "Anladım. Tamam, sadece acele et ve içerideki her bir kişi bize bakmadan önce bitirmeye çalış, lütfen."

"Sorun yok, ne zaman bakmıyorlar ki."

Tüm hayatı boyunca Jimin spot ışığının altında olmuştu, çeşitli rollere bürünmüş, cemiyetin fısıltıları arasında yaşamıştı. Ama o an düşünceleri başından savdı, geçmişi unutup anın tadını çıkarmaya çalıştı.

Canlı hissetmek ne kadar mükemmeldi, kış gecesi yıldızların altında, onu gülümseten ve rahatlatan biriyle dans etmek.

"Biliyor musun, ben dans etmeyi öğrenirken öğretmenimin elinde hep ince bir sopa olurdu. Papanın izniyle tabii ki." Aynı hatayı yapmaması gerektiğini öğrenmeden önce sadece birkaç kez cezasını tatmıştı.

Yoongi bunun üzerine durdu, "Sırf dans dersleri için bir prensin böyle katı davranışlara maruz bırakabileceğini bilmiyordum."

"Sen de biliyorsun ki, Lamballe Prensi bir titre de courtoisie – yasal gücü olmayan prestijli bir unvan. Soyumuzun meşruiyeti önceden kaldırılmış olsa bile, gerçek bir du sang hanesi olarak unutulmazız." Jimin omuz silkti, adımlarıyla tembelce müziğe uyuyor ve hareketleri bilinçdışı yapıyordu. "Bizim diğer herkesten daha iyi olmamız gerekiyordu, Victoria ve ben, ki kimse bizimle açıktan alay edemesin. Papa bu konuda bize kolaylık sağlamadı, ama bir şekilde, bizi yüzleşmemiz gereken şeylere hazırladı. Sanırım buna minnettar olmalıyım."

Son kelimelerini zorlukla çıkardı, heceler dilinden sökülerek geceye karıştı.

"Yine de bir prenssin." Yoongi'nin sesi çok yakından geliyordu, neredeyse konuşurken nefesinin yumuşak vuruşlarını ve bakışlarının sıcaklığını hissedebiliyordu. Yoongi devam etti, "Hepimiz çok şey geçirdik... Sokaklarda yaşayan bir çocukken bu sarayın yanından bir çok kez geçtim. Bir dönem kapıda bekçi köpekleri vardı, değil mi? Onları hiç unutamıyorum... O ana dönmeyi hiç istemem..." elleri gömleğinin yakasına gitti, bilinçsizce altındaki yara izlerine dokundu.

Jimin bu sözlerle aralarındaki havanın gerginleştiğini hissetti. Sorular dilinin ucuna kadar geldi ama takıldı, saniyeler birbirini kovaladıkça ağırlaştı.

Yoongi iç çekti ve devam etti, "Artık bir önemi yok, hiçbirinin yok. Biz neysek oyuz – geçmiş, gelecek, hepsi kadere bağlı. Eskiden çok saftım, eski rejimi yıkınca bir şey değişmedi. Kendimizin düşmanlarıyız, suçluluk duygusundan ve hırstan asla kurtulamayacağız..."

Bakışları buluştu, ve Jimin aniden tüm zaman boyunca birbirlerine çok yakın durduklarını fark etti. Bedenleri senkronize olmuş bir şekilde ritimle hareket ederken, sadece ikisi, duygularını birbiriyle paylaşıyordu.

Aslında ilk tanıştıkları andan beri dans ediyorlardı; birbirlerinin adımlarını tahmin ediyor, takip ediyor, anlamaya çalışıyorlardı. Dünya arkaplana düşene, nefretleri tanıdıkça soluklaşana ve yalnızlıkları savunmalarını zayıflatana kadar.

Jimin uzandı ve dikkatle elini Yoongi'nin kolunda bekletti, "Hey, düzelecek. Kış yakında bitiyor."

Yoongi Jimin'in parmağında parlayan mavi yüzüğe bakarken, gözleri uzaklardaki kandil ışıklarının yansımalarıyla parladı. Dudakları aralandı, cevabını vermesi için tüm gücünü kullanmış gibi gözüktü. "Ben acı sona kadar bu karışıklığın içinde kısılmış olabilirim, ama senin için durum farklı. Belki şehrin duvarlarıında nihayet seni bekleyen bir hayat vardır, sonunda özgür olabileceğin bir yer. Bu kadarını sana borçluyum..."

Jimin kaşlarını çattı. Tam itiraz etmek üzereydi ki, içeriden bir kargaşa duyuldu. İkisi de döndüklerinde Jin'in kendilerine doğru Victoria için gönderdikleri ulakla beraber koştuğunu gördüler. Nihayet yanlarına geldiklerinde, Jin'in suratındaki çöküklük Jimin'in kalbini anında sancıttı.

Hayır, lütfen...

"Efendiler, Prenses Victoria – ah –" Jin nefes nefese kekeledi.

"Ne oldu, söyle çabuk." Yoongi Jimin'e doğru yaklaştı.

Ulak alnındaki teri sildi, ve mağlup bir ifadeyle konuştu, "Prenses Victoria şehir polisleri tarafından tutuklandı, Conciergerie'daki zindana götürüldü. Tuileries Sarayı'nın arka girişinde duran bir fayton vardı. Şoför kral ve kraliçeyi Paris'in dışına çıkarma planı olduklarını itiraf etti. Destekçilerden biri olarak özellikle Prenses'in adını verdi..."

Dehşet anında Jimin'in kalbine doldu, duyularını köreltti, zihni donuklaştı. Anında ulağa üst üste sorular yağdıranYoongi'nin bakışlarındaki sertliği gördü. Salondan çıkan kalabalığın etrafına doluşup şok içinde fısıldaştığını duydu.

Zihninde bir ses dolanıyordu, sessiz ama ısrarlıca, uzun zamandır bunu bekliyormuş gibi:

En başından böyle olacağı belliydi, ne kadar ertelemek istersen iste. Değer verdiğin her şey yok olacak, ve artık kaybettin.

Gece saatleri bulanıkça kayıp gitti, Jimin hızına yetişemedi bile. Fakat aynı zamanda o her an gücünü kaybederken, dakikalar işkence çektirecek derecede yavaş ilerledi.
Parti kalabalığı dağılalı ve uşaklara etrafı toparlamaları emredileli çok olmuştu. Jimin odasındaydı, bilinçsizce pencereden bakıyor, kalbi düzensizce atıyordu.

Kapıdan hafif bir tıklanma sesi geldi.
Jimin neredeyse onu geri çevirmek istiyordu, ama Yoongi'nin getirebileceği haberler olabilir düşüncesiyle vazgeçti.

Bir şey, herhangi bir şey. Şu noktada en ufak bir umut kırıntısına bile ihtiyacı vardı.

Sessiz adımlar. Tanıdık zayıf figür içeri girdi, omuzları sıkı ve bakışları kayıtsızdı. "Zindanda olduğu kesinleşti, özel bir hücrede."

Jimin kelimelerle irkildi, ve içindeki derin endişeyi gömmeye çalıştı, "Onu çıkarabilir misin?"

Yoongi kafasını salladı, ve ona doğru yürüdü, kısa bir an duraksadı. "Paris'teki herkes olup bitenleri şimdiye kadar duymuştur. Meclis onu ve kraliyeti ibretlik yapmak istiyor, şu noktadan sonra hepsi kadere bağlı."

Elbette, korku insanları kontrol altında tutan ve onlara gücün kimde olduğunu gösteren şeydi.

"En azından aleni mahkemeye çıkarılmasını sağlayabilir misin?"

Bir tereddüt sonrasında Yoongi nihayet konuştu, "Sanmıyorum. Bu olayın ne kadar suç içerdiğini benim kadar iyi biliyorsun – kraliyet ailesi dıştan meclisle işbirliği yapıp arkalarından kumpas kurmuş. Şoför olayı Normandiya'da, Prens Conde'nin hükümranlığında bile itiraf etmiş. Victoria'nın açıkça bu olayla alakası var, delillerdeki diğer isimlerle birlikte, ve mahkemeye çıkması meclis için sadece bir utanç olur."

"Tabii ki..." Jimin'in kelimeleri sönükleşti, sıkılı ellerini iki yana bıraktı.

Sessizlik. Saniyeler birbirini kovalıyordu, şafak ufukta doğmaya başlamıştı. O anda Jimin karanlığın sonsuza kadar sürmesini istedi, ne kadar boğucu ve ne kadar aciz olsa da; kız kardeşinin hayatı her an sona erebilirken günün göz yakan parlaklığından iyiydi.

Petit canard'ı, geçmişinden kalan tek güzel şey... Şimdiye kadar tanık olduğu idam sahneleri Jimin'in zihninden ışık hızıyla geçti – o umutsuzluk kokusu, kabullenemeyişler, cansız bedenlerin ölüme doğru yorgun argın yürüyüşü. Giyotinin düştüğü an her zaman gerçekdışı olurdu, kişisel olmayan ve mutlak finalin korkunç görüntüsü.
Ama hiçbir zaman tek hamlede giden olmazdı, zihinlere kazınan kadife kırmızısı ile verilen son nefes gecenin sessizliğinde duyulup yankılanırdı. Ve ölüm asla tek başına gitmezdi. Yaşayanları esir alır, pişmanlıklarıyla hatalarını hatırlatır, yakalarını bırakmazdı.

"Hey, tamam. Derin bir nefes al, bu şekilde ona yardım edemezsin." Sırtında hissettiği hafif dokunuş Jimin'i düşüncelerinden çekip çıkardı.

"Başka bir yolu olmalı. Denemediğimiz bir şey, konuşmadığımız birisi. Pes etmeyeceğim, pes edemem - ben -" Jimin uzaklaştı ve titreyen ellerini sıktı, doğru kelimeleri dile getiremiyordu.

"Muhakkak, deneyebileceğimiz başka alternatifler vardır. Ama –"

"Ama ne?" Jimin hızla dönüp Yoongi'nin suratına baktı.

Yoongi kafasını eğdi ve yanıtlamadı. Jimin sessizlikle ürperdi, "Söyle işte, ne düşünüyorsun?"

"Biliyorsun, şu an tehlikede olan tek kişi Victoria değil." Yoongi yavaşça ceketini gevşetti, omuzları sarktı, "Ben burada olduğum için henüz meclis sana karşı bir hamle yapmadı. Ama beni çağıracaklar, bugün ya da yarın, sadece an meselesi. Ve bir şekilde beni yoldan çektiklerinde, sen ve baban tutuklanacaksınız."

Jimin elini saçlarından geçirdi ve itiraz etti, "O zaman hala bir günümüz daha var. Bir yolunu bulacağım – tüm aile mirasımız, mülkler, mücevherler, kraliyet bankasının neredeyse yarısını kaplayan o kadar para – eminim biraz daha müzakere zamanı satın almaya yarar..."

"Dur. Meclis için bir şey değişmeyeceğini biliyorsun. Onların gözünde hiçbir hakkı olmayan kişilere asla müzakere vermezler." Yoongi yakınlaştı, ve devam etti, "Bitti. Hala yapabiliyorken çıkıp gitmelisin. Belki güneş doğmadan önce seni sınırdan gizlice geçirebilmenin bir yolu-"

Jimin'in gözleri genişledi, "Benden kaçmamı mı istiyorsun? Ailemi terk edip korkakça kaçayım mı?"

Yoongi offladı, "Bunun duygularla, hislerle bir alakası yok. Yenilgiyi kabullenmeli ve kendini korumalısın, ailenin soyunu korumanın tek yolu bu. Ve ben hala buradayım. Babana tüm ünvanlarını koruyup son yıllarını Rambouillet'de yaşamasına yardım edeceğim. Daha yumuşak bir hapis şekli olacak, meclis onu yeterince zararsız olarak görebilir."

Jimin çenesini kaldırdı ve sesini yükseltti, "Onları terk etmeyeceğim, asla. Bana en çok ihtiyaç duydukları zamanda hiç değil. Bunca zaman, hep uzak durdum ve diğer insanlar birbiri ardına katledilmesini izledim. Hiçbir şey yapmadım, Taehyung idam edildiğinde bile-" kesik bir nefes aldı ve kendini yatıştırmaya çalıştı, "Benim için değerli olan herkesi kaybedeceksem kendimi korumamın ne anlamı var? Ve bütün bunlardan sonra sana kim bilir ne yapacaklar? Bizden bağını nasıl koparacaksın?"

"Bir yolunu bulurum, illa vardır."

"Öyle mi? Ya da hiçbir zaman buradan kaçmayı planlamadın, her zaman bu şehirde öleceğini kabullendin, ya kraliyet ya da kendi meclisin tarafından."

Yoongi'nin dudakları aralandı ama ağzından bir şey çıkmadı.
Jimin burnundan tısladı, "Kendini korumakmış... Sen ikiyüzlünün tekisin. Ben kalıyorum, beni de Victoria'nın zindanına atsınlar, bana uyar."

Yoongi'nin gözündeki ışıklar titreşti, "İnatçılık yapmayı kes. O zindanda hayatta kalabileceğini mi sanıyorsun, sırf hınçlarını almak için işkence yaptıkları yerde? Yoksa kız kardeşinin yanında çürümesini mi izleyeceksin, yemek için sıçanlarla kavga edişini, gardiyanların oyuncağı olmasını? Bir hayvan gibi muamele görmenin ne demek olduğunu hayal bile edemezsin, çünkü hiç yaşamadın. Er ya da geç ikinizi de mahvedecekler. Kahramanca davranmaya çalışmak asil falan değil."

Jimin direndi, ama yine de kelimeler kalbinde buz kesti. Yoongi'ye baktı, ifadesiz yüzünden neler hissettiğini anlamaya çalıştı.

Yoongi pencereden uzaklaştı ve arkasını döndü. Titreşen mum ışığının altında silüeti solukça aydınlanıyordu. Jimin alay etti, "Beni korkutmaya çalıştığını biliyorum. İşe yaramayacak, bu kadar kolay değil. Başka neyin var, hmm? Hepimiz son konuşmamızı yapmadan önce kartlarını masaya diz."

Yoongi tekrar konuştuğunda, sesi ürkütücü derecede sakindi. "Taehyung, Orléans'ın ilk prensi, sana çok yakındı değil mi?

Jimin nefesini çekti, sanki tüm hava bir anda göğüs boşluğuna dolmuştu. Zorlukla onayladı.

"Onu hatırlıyorum çünkü o gün benimle özel olarak konuşmak istemişti. Çok aptalca bir şey yaptı, çok tehlikeli ki neredeyse hayatına mal oluyordu."

Kelimeler patır patır döküldü ama Jimin algılayamadı. Bir sisin içine dalıyor gibiydi, görüşü kapanmıştı ve karşısına ne çıkacağından emin değildi. Kalbi gümbürdüyordu. "Ne demek istiyorsun? Taehyung öldü. Sen - sizden biri onun idam emrini verdi..."

Yoongi bakışlarını çevirdi, anıyı anlattı. "Kaçmak için şansı vardı, saraydaki bir hademe onu uşakların çıkışından gizlice çıkaracaktı. Ama o geri geldi ve benimle görüşmek istedi, bana kraliyet ailesinden bildiği her bir şeyi tek tek söyledi - kaçış tünellerinin açık haritası, ihanetine karşı devlet sırdaşlarının kaçış noktalarını, iki asilzadenin nasıl idamdan kaçırıldığına kadar anlattı. Bütün bu bilgiyi gönüllü olarak verdi, sadece karşılığında başka bir tutsağı daha çıkarıp korumamı istedi, kuzey taraftaki bir viskontu."

Hepsi bir rüya gibiydi, aniden içine düştüğü bir kabus, ve Jimin damarlarına yayılan şokla boğuluyordu.

"Yani bana onun son anda hayatta kalmayı başardığını mı söylüyorsun?"

Yoongi kafasını salladı, "Bana mahkum tutulan soyluların sayısını azaltma emri verildi ve eğer onu öldürsem işime gelecekti, sonuçta kaçmaya çalışmıştı. Ama yapamazdım. Onu elime kanı bulaşan diğerlerinden ayırt eden şey neydi bilmiyorum ama o anlık sadece yapamadım. O başka bir hayatı kurtarmak için kendisini riske atmışken, bu kadar fedakarlık yapmışken..."

"Yani gömülen ceset ona ait değildi..."

"Hayır, sadece tanınmaması için parçalanmış bir kadavraydı. Bir daha asla Paris'e dönmemesi ve adını kullanmaması karşılığında, gitmesine izin verdim."

Bu haber içini rahatlatmak yerine bir boşlukla doldurmuştu. Jimin umutsuzca yanındaki masaya dayandı, nefesleri kesikleşti ve gözleri karardı.

Hissettiği acı dayanılmazdı. Göz yaşları kontrolsüzce firar etmeye başladı, gömleğini ıslattı, "Bunca zaman, bana söyleyebilirdin, acımı dindirebilirdin..."

Yoongi sessizce fısıldadı, "Sahte bir idam düzenlediğimi anlatamazdım biliyorsun. Gerçeği bilmek seni sadece riske atardı."

O zaman neden şimdi söylüyorsun? Neden her şeyi kaybettiğim anda, pes etmeye hazırken bana umut veriyorsun...

"Seni hiçbir zaman affetmeyeceğim, bu hiçbir şeyi değiştirmez." Jimin yorgun ama öfkeli bir şekilde dedi, onu incitmek için mi yoksa kendisini yarıştırmak için mi dediğinden emin değildi. Ve karşılığında bir yanıt gelmedi, ne bir laf, ne buz gibi bakışlar.

Jimin'in kesik iç çekişleri dışında sessizlik aralarını doldururken Yoongi sadece Jimin'in yanında dikilmeye devam etti. Sonunda, Yoongi'nin eli hafifçe Jimin'in omzuna kondu. Ne kadar inkar etmeye çalışırsa çalışsın, hafif dokunuş anında iyi gelmişti. "Ama artık, buradan çıkmak için bir sebebin var."

Jimin kafasını kaldırdı, ve Yoongi'nin bakışlarındaki yumuşak parıltıyı fark etti. Soluk teni loş ışığın altında ince bir terle kaplanmış gözüküyordu. "Çık ve onu bul, her zaman için umut vardır. Senin hayatın hiçbir zaman içinde yaşadığın dünya olmadı, hep sevdiğin insanlar oldu, derinden umursadığın kişiler. O yüzden git ve onu bul, hala şansın varken tüm bunları arkanda bırak."

Yoongi'nin sesi durgundu, elini tüy hafifliğiyle Jimin'in omzunda tutuyordu. Onu gülümserken görmek ne kadar da garipti, ve aralarından birinin bu kör talihten kaçabileceği gerçeğiyle kahverengi gözlerine yansıyan rahatlama.

Aralarından biri.

Hayır...

Jimin nefeslerini düzene soktu ve kafasını kaldırdı. Yoongi bakışlarını çevirip elini omzundan kaldırdığında hafif bir özlem duygusu hissetti.
Taehyung'un hala hayatta olduğunu öğrendiği için mutlu olmalıydı, ama kalbinde bir parça çok huzursuzdu.

Elinin tersiyle gözlerini sildikten sonra, zorlukla mırıldandı, "Değer verdiğim herkesin güvende olduğunu görmediğim müddetçe hiçbir yere gitmiyorum."

Bir itiraz gelmediğinde, şaşırdı. Onun yerine mum alevi titredi ve gecenin serinliği bir kez daha kendini hissettirdi.

Yoongi'nin fısıldayışı karanlığın içinden düştü, Jimin'in hayal ettiği yanıt şeklinde. "O zaman kalıp birlikte göreceğiz."

Continue Reading

You'll Also Like

73.8K 4.1K 40
jeon jungkook ögretmeninden feci halde etkileniyordu. Ama onun evine gittiğinde olucaklardan habersizdi. Bay Kim çok tehlikelisiniz~ 18/04/2022
100K 8K 47
ıslak rüyalarında jimin'i gören yoongi, bu gerçeği jimin'e kimliğini gizleyerek söylemekten çekinmez. ↝texting, düz yazı, tamanlandı!
14.6K 1.3K 21
━ 𝐭𝐚𝐦𝐚𝐦𝐥𝐚𝐧𝐝ı ━ Genç ona ilk gün ki gibi değilde , sanki hiç bırakmayacakmış gibi bakıyordu. Jimin ise heyecan , ve utançtan ne yapacağını bi...
247K 34.3K 50
Geçmiş hayatınızı yaşama şansınız olsaydı ne yapardınız? On yıllık ilişkisi büyük bir ihanet ile son bulduğunda Eda artık bir gerçeği kabul etmek zor...