Beş

178 24 47
                                    

Daha Jimin kendisine Belhomme kelimesini gelişigüzel bir şekilde söylediği an, bunun her ikisi için de hayra alamet olmayacağını biliyordu.

Hayır demeli ve bu saçma fikri alevlendirmeden söndürmeliydi.

Yoongi yavaşça nefesini bırakmaya çalıştı ve yıllanmış uzun ceketini çekiştirdi. Jimin yanındaydı, aynı derecede yıpranmış ve mütevazı kılık içerisindeydi; her ne kadar çenesi her zamanki gibi dimdik ve duruşu gurur dolu olsa da.

Ev şehir duvarlarının kenarında, döküntü binaların yanında yer alan tekin bir yapıydı. Gecenin karanlığında başlarının üzerindeki gökyüzü, siyahın her tonundaydı ve loş ay ışığı ara sıra kayan bulutları aydınlatıyordu. Uzun tahta kapıların yarısı açıktı, içerisi de karanlık gözüküyordu. Yoongi avucunun içiyle pürüzlü yüzeyi ittirirken, Jin'in uzaktaki sokağın kenarından gözüken figürünü düşündü.

Eğer işler yolunda gitmezse yardım çağıracak kişi, demişti Jimin öylece açıklayarak. Yoongi de gözünü devirmekle yetinmişti.

Ne yardımı çağırılacaktı? İşte buradaydılar, ikisi de unvanlarını örtecek kılıkta pejmürdece giyinmişti; nemli avuçları ve güm güm atan kalpleriyle bilinmezliğe doğru adım atıyorlardı. Yoongi bu küçük çılgın plana askeri bir ekip hazırlayarak bir karmaşa çıkarmayı göze alamazdı. O yüzden, onlara yardım edecek kimse yoktu. Yalnız ve birlikteydiler. Bu kadar.

Lanet olsun.

Yoongi derin bir nefes çekti ve her zamanki soğukkanlı ifadesini suratına oturttu. Kapı gıcırdayarak ağır bir şekilde açılırken gözlerini kıstı ve karanlıkta görmeye çalıştı. İçeride hiçbir şey yoktu.

Boş bir lobideydiler; önlerindeki merdivenin ve yüksek tavandan sarkan yanmayan avizelerin hayal meyal şekilleri gözüküyordu. Bulanık karanlığın içerisinde boğuk sesler duyuluyordu, fısıltılar, öksürük ve diğer anlaşılmayacak sesler. Yoongi suratına çarpan pis havayla - rutubet ve çürük kokusu karışımı - burnunu kırıştırdı ve arkasından yakınındaki Jimin'in varlığını hissetti.

Koridorun aşağısına doğru bir ışık titredi ve dikkatini çekti, yumuşak bir parıltı kendilerine doğru yaklaşıyordu. Yoongi yavaşça gözlerini kıstı ve pozisyonunu hazıra geçirdi. Oysa daha o kendilerine yaklaşan figürün suratını çıkaramadan, bir ses karanlığı keserek yankılandı.

"Siz ikiniz kötü bir şeyler olmadan buradan toz olsanız iyi edersiniz. Burası pek yanlışlıkla girmek isteyeceğiniz bir yer değil."

O yanıtlamadan önce, Jimin'in sesi arkasından miskin miskin konuştu, "Pension Belhomme, değil mi? Korkarım tam da olmak istediğimiz yerdeyiz."

Bir kıkırtı. "Pekala. Bu teşrifi neye borçluyuz bakalım?"

Ellerindeki kandiller suratlarını aydınlattığında nihayet Yoongi onları seçebildi. Lambayı tutan gençti, parlak gözlü ve züğürt ifadeli cılız bir çocuktu. Yanından konuşan kişi ise iri ve kamburdu, pörtlek gözleri çatılmıştı ve elinde eski bir çakmaklı tüfek tutuyordu.

Yoongi uzun adama doğru konuştu, "Burada tutulan birini arıyoruz. Bu hanenin gardiyanı sen misin?"

Adamın dudakları soğuk bir sırıtışla büküldü, sesi tersti, "Aynen - gardiyan, müdür, doktor, hangisini tercih edersen. Şu aradığınız kişi, hasta mı mahkum mu?"

"Mahkum olmalı. Adı Namjoon, entelektüel biri, temmuzdan beri buradaymış diye duydum?"

Çocuk adama baktı ve kulağına fısıldadı, "Üçüncü katta, bir sürü kitabı olan teğmeni diyorlar Bay Belhomme..."

Ca Ira | yoonmin | [Türkçe Çeviri]Where stories live. Discover now