YARALASAR(Kitap Oldu)

By Maral_Atmc6

14.6M 588K 627K

"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "... More

Tanıtım
(1) Mühür.
(2) Mahkum Yankı Sarmaşık.
(3) Ensemdeki Nefes.
(4) Tesis.
(5) Yarasalar.
(6) Direniş.
(7) Uyurgezer.
(8) Sen Uyuma.
(9) Ceza ve Kriz.
(10) Kaçarsan Cezalandırılırsın.
Duyuru.
Yaralasar 2!
Duyuru.
(11) Hepsini Ateşe At.
(12) Görüşmemek Dileğiyle.
(13) Karanlığın İçinde.
(14) Beklenmeyen Rekabet.
(15) Kuralsız Oynayanlar.
(16) İhanet Dedikleri Bu Mu?
(17) İşte Benim Ekibim.
(18) İnadım İnat!
(19) Arkadaşına Veda Et.
(20) Kapana Kısılmak.
(21) Uykuda Firar.
(22) Sana Çekiliyorum.
(23) İnfaz Emri.
(24) Ajan ve Öğrenci.
(25) Sürpriz Buluşma.
(26) Kalbimin Sorunu Ne?
(27) Yarala-Sar.
(28) Okuldaki Büyük Sürpriz.
(30) Bizler Unutulduk.
(31) Sen Sevilecek Türden Değilsin.
(32) Kimseye Eyvallahım Yok!
(33) Elimi Tut.
(34) Kalbim Ellerinde.
(35) Karanlıktaki Kabus.
(36) Güven Eksikliği.
(37) Küçük Bir Bahis.
(38) Pes Etmek Yok!
(39) Neredesin Efe?
(40) Allah Senin Gibi Öcü'nün Belasını Versin!
(41) Kanlı Bir Oyun.
(42) Acıyor, Çok Acıyor.
(43) Ölmeme İzin Verme.
(44) Tebrikler Bu Sefer İyi Yerden Vurdun.
(45) Kurtuluş
(46) Bir Kadın Saçlarını Kesiyorsa...
(47)PARÇALANDIK
(48) Bu Adam Laftan Anlamıyor!
(49) Kırgınım Sana Ve Birçok Şeye

(29) Acıkanlar El Kaldırsın.

174K 9.8K 8.4K
By Maral_Atmc6

Sıramda oturmuş, elimdeki kalemin arkasını çiğnerken bize ders anlatan öğretmenimizi izliyordum. Anlattığı konunun ne olduğunu bile bilmiyordum çünkü bu karışık sorulardan oluşan problemleri ilk kez görüyordum. Tahtaya yazdığı bazı işlemleri kafamdan hesaplayabiliyordum. Fakat tüm matematik deneyimim çarp, böl, topla ve çıkar olarak dörde ayrılıyordu. Onun dışında doğru düzgün okula gitmediğim için x ve y'nin ne olduğunu henüz öğreniyordum. Üstelik bunları babamdan öğreniyordum.

Tamam, itiraf ediyorum, onu burada görünce ajanların işi olduğunu düşünmüştüm. Lakin Fırat Bey kitap yutmuş gibiydi, matematik hakkında çok fazla şey biliyordu. Yine de nasıl öğretmen olduğunu ilk ders arasında öğrenecektim. Benim okulumdan başka ders verecek okul mu kalmamıştı, Allah aşkına?

"Evet." Geriye çekilerek tahtadaki problemi gösterdi. "Kim cevap vermek ister?" Sınıfta benimle Kuzey dışında herkes el kaldırınca, Kuzey ile göz göze gelmiştik. Ya soru çok kolaydı ya da biz geri zekâlıydık.

Bakışları o kadar öğrencinin üzerinde gezinip bende durunca ağlamak istedim. "Sen cevap vermek ister misin, obur öğrenci?" Sırıtarak söylediklerine karşılık ona tersçe bakıyordum. Cevap vermek istesem zaten el kaldırırdım, değil mi?

"Ben almayayım hocam." Zoraki bir şekilde güldüm. "Bu soru benim için çok kolay. Bırakalım, çocuklar cevap versin ve mutlu olsun yavrucaklar," dediğimde ekipten bir kıkırtı çıkınca gelip sırama oturdu. "Israr ediyorum," dedi. Babaya zıkkım demek günah olur mu?

An itibarıyla matematik dersinden nefret ediyorum.

Gülmemek için yanaklarının içini ısıran adama ölümcül bakışlar atarak ayağa kalktım ve tahtaya doğru yürüdüm. Soruyu tekrar okusam bile hiçbir şey anlamamıştım. Anladığım kadarıyla bu ortaokul öğrencilerinin seviyesinde bir soruydu. Matematik kitabını biraz inceleyince böyle yaş problemleri yerine çok daha karışık sorular olduğunu gördüm. Şimdi neden sınıfta ben ve Kuzey dışında herkesin el kaldırdığı anlaşılıyordu. Çünkü babam bana göre çok zor ama diğerlerine göre fazla kolay bir soru sorarak bilgimi test ediyordu.

Benden cevap beklediğini görünce mecburen tekrar soruyu okudum. "Bu Ayşe, Ali'den on yaş küçükse ben şimdi Ali'nin mi yaşını bulacağım? Ayrıca Ali, Oya'dan üç yaş büyük, Furkan'dan yedi yaş küçükse burada bilinmeyen Ali'nin yaşı mı? Yoksa Furkan'ın mı? Eğer yok, bilinmeyen Ayşe'nin yaşıysa bence bırakalım kızın yaşı sırrını korusun. Sonuçta kadınlara yaşını sormak çok ayıp yani. Hem Allah aşkına, bunlar kendi yaşlarını bilmeyecek kadar geri zekâlı mı da ben çözüyorum bunu?" diye isyan ettiğimde tüm sınıf bana bakarak güldü. Lakin ben gerçekten bir kadının yaşını bulmaya karşıydım.

"O soru..." Alayla konuştu sevgili babam: "İlkokul sorusu." Hadi ya, ben çıtayı biraz yükselterek şansımı ortaokuldan yana kullanmıştım.

Herkes gülerek başını sallayınca, beni rezil eden adama kınayan bakışlar attım. "İlkokulda benim zamanımda yoktu böyle sorular, hocam. Biz genelde Ali'ye topu tutturuyorduk," dedim. Ciddi anlamda sinirlerim bozulmuştu.

Dersin geri kalanı benim için tam bir facia gibi geçmişti. Anlattığı hiçbir şeyi anlamıyordum ve bana soracak diye de ödüm kopuyordu. Tabii, beş kere o tahtaya çıkıp alay konusu olunca psikolojim bozulmuştu. Zil çalar çalmaz sınıftan çıktığı için burada ne işi olduğunu öğrenmek için onu arıyordum. "Yalnız baban seni çok pis bozdu, Sakar," diyen Hakan'a öfkeyle bakarak bahçeye çıktım.

Ben bilmiyorum sanki sınıfta bana yaptıklarını.

Naz eliyle çardağı göstererek, "İşte, orada!" dedi.

Gösterdiği yöne baktığımda Aslan Bey'in de orada olduğunu gördüm. Ürkerek, "O da mı öğretmen oğlum?" dediğimde ekip kıkırdadı.

Yiğit gülerek, "Sakin ol, Kuzey'in kediciği, o öğretmen değil. Ayrıca Fırat Bey kaza geçiren bir arkadaşı yerine vekil öğretmen olarak geldi. Anlayacağın yakında gidecek," dediğinde rahatladım çünkü bir öğretmen vakası daha kaldıramazdım. Umarım o arkadaşı hemencecik iyileşir de babam bu okuldan ayrılır.

İkisi de çardakta bize sırtı dönük olduğu için bizi görmemişti. Fakat yaklaştıkça konuştukları her şeyi daha iyi duyuyorduk. Fırat Bey'in, "Aslan, bu kız bildiğin tembel! O kadar soru sordum, bir tane bilemedi. Bak, sana söylüyorum, zekâsı kesinlikle o deli anasına çekmiş," dediğini duyduğumda ben morarırken, yanımdaki çocuklar gülmemek için kendilerini zor tutuyordu.

"İlk günden ona çok yüklenmediğini söyle bana..." Neyse ki diğer babam benden yanaydı. "Sedef hiç okula gitmemiş, Fırat. Bunu bilerek kızı rencide etmedin, değil mi?" Valla bildiğin rencide etmeyi geçmiş, yerin dibine sokmuştu.

"Dokuz yaşındaki çocukların çözdüğü basit soruları bilmiyor, diyorum. Bu böyle olmaz, derhal özel hoca tutacağım. Benim kızım bir salak olamaz." Kendisi yetmedi, bir de özel hoca çıktı başımıza. Salak mı dedi o bana?

"Gerekirse kızıma ben özel hoca tutarım, Fırat. Konuşturma beni şimdi, senin de okul yıllarını biliyorum."

"Ne? Öğretmenler beni çok severdi. Üniversitede herkes beni parmakla gösterirdi, ne çabuk unuttun?"

"Doğru, profesörlerden birini ayartıp kadınla ilişkin olduğu ortaya çıkınca, herkes seni parmakla gösterir olmuştu."

"Sen zaten beni hiçbir zaman çekemedin, Aslan. Ayrıca kadın çok güzelse bu benim suçum mu?"

"Olur mu hiç? Dekana çıkıp kızıyla ilişkim olduğunu söyledin. Kendin kovulduğun yetmemiş gibi beni de kovdurdun. Ve bu kişiyle, yani seninle hâlâ arkadaş olmak benim suçum."

"Kendini her durumda haklı çıkarmaya bayılıyorsun, değil mi? Neden hep hatalarımdan konuşuyorsun? Sana yaptığım tüm o iyilikleri ne çabuk unuttun? Hatırlatırım, annen ve baban boşandığında o zor zamanlarında yanında olan sadece bendim."

"Annem ve babamın boşanmalarına sebep olduğun için olabilir mi?"

"Hadi ama Aslan, babanın sekreteriyle yaşadığı ilişkiyi annene söylememem gerektiğini bilmiyordum."

"O sekreter dediğin kadın babamın çocukluk arkadaşıydı, aynı zamanda kardeşi gibiydi! O dönemlerde bebeğini kaybettiği için babam ona destek oluyordu."

"Bana bunu şimdi mi söylüyorsun? Ayrıca sürekli sana kötülük yapmışım gibi konuşma. Senin yüzünden iki gün yoğun bakımda kaldığım günleri ne çabuk unuttun?"

"Yoğun bakımda kalan bendim, Fırat. Hani çıkardığın bir kavga yüzünden bıçaklanmıştım!"

"Öyle mi olmuştu? Bence şu an geçmişi konuşmayalım, Aslan çünkü sen ne zaman eskilerden konu açılsa sinirleniyorsun."

"Neden acaba? Fırat, ben hâlâ sana nasıl tahammül ediyorum, bilmiyorum. Geçmişte bana yapmadığını bırakmamışsın. Yetmemiş, eski sevgilimle yatmışsın. Ama yüzsüz gibi dibimden ayrılmıyorsun!"

"En iyi arkadaşım olduğun için kendinle övünmek yerine senin söylediklerine bak."

"Kusura bakma, Fırat. Tek arkadaşın olduğum için kendime üzülmekten övünmeye vakit bulamıyorum." Aslan Bey'in homurdanarak söyledikleri karşısında ben ve çocuklar daha fazla dayanamayıp gülmeye başladık.

Yazık, arkadaşından bayağı bir çekmiş.

Gülüştüğümüzde bizi fark edip kınayan bakışlarla bize bakmaya başladılar. Gülerek çardağa girip kendimize oturacak bir yer bulduk. "Bir açıklama bekliyorum," diyerek öğretmenim olan adama baktığımda sırıttı. "İnanmayacaksın ama gerçekten öğretmenim," dedi.

"Büyükbaban ölünce istifa ederek kendi köşeme çekilmiştim ama iki gün önce burada öğretmenlik yapan bir arkadaşım kaza geçirdi. Onu ziyarete gittiğimde konu nakil öğrencilerden açılınca burada olduğunu anladım. Önemli bağlantılarımı kullanarak o iyileşene kadar onun yerine vekil öğretmen olarak geldim," dedi. Ne yani, sırf bana hayatı zehretmek için yeniden öğretmen mi olmuştu?

"Şu önemli bağlantılarını bir elime geçirirsem var ya!" diye homurdandığımda Aslan Bey güldü. "O önemli bağlantısı benim." Ben kendi tükürüğümde boğulurken, diğerleri gülerek beni iyice çıldırttılar.

"Ah, öyle mi?" Aslan Bey'e küfretmediğim için kendimi tebrik ederek sırıttım. "Peki, sen de mi burada öğretmensin?"

Yüzümdeki sahte gülüşüm, vereceği cevaba göre değişebilirdi. "Hayır," dediğinde gerçekten rahatlamıştım. "Buraya rahatça girip çıkmak için müdüre rüşvet verdim."

Sanırım ağlayacağım.

Şoka girmiş gibi, "Bunu gerçekten yaptın mı?" diye sorduğumda güldü. "Birinin sana ve Fırat'a göz kulak olması gerekiyordu. Özellikle de Fırat'a. Kızımın psikolojisini bozmasını istemediğim için bu izbe yere büyük bir bağış yaptım." Fırat Bey ve ben homurdanırken, Aslan Bey keyifli bir şekilde arkasına yaslanmıştı.

"Yirmi yaşındayım baba, kendi başımın çaresine bakabilirim. Ama az önce duyduklarımdan sonra, Fırat baba konusunda haklısın." Ona baba dediğimde gülüşü büyümüştü. İçtenlikle bana bakması tebessüm etmemi sağlamıştı.

"Buradaki tuhaflığın sadece ben mi farkındayım?" Kuzey, ensesini kaşıyarak onları gösterip bana döndü. "İkisine de baba dediğinin farkında mısın, Kedicik?"

Afallamış hali o kadar komikti ki güldüm. "İkisi de benim babam." DNA testi istemiyordum çünkü ben her ikisini de öz babam olarak sevmiştim. Bir test onlara olan hislerimi değiştiremezdi ama o testte yazacak olanlar ikisinden birini çok kötü üzecekti. Restorandaki gecede bir şeyi çok iyi anlamıştım, bu iki adamın bana ihtiyacı vardı.

"Birimiz baban, diğerimiz amcan. O yüzden şu testi en kısa zamanda yaptırıyoruz." Bu huysuzluk çıkartan Fırat Bey'di.

"Seninle konuşacak çok şeyimiz var ve hangimizin baban olduğunu öğrenirsek kaybettiğimiz zamanı telafi etmek için uğraşırız," dedi.

Aslan Bey, onu onaylayarak başını salladı. "Nerede yaşadığını bile bilmiyoruz, Sedef. Senin ajan olduğunu söyleyen bir ekip var ve şu Yarasalar saçmalığını anlamıyoruz. Neden biri peşinde? Kimse bize bir şey anlatmıyor. Baban olarak üzerinde hak iddia etmemiz için DNA testini geciktirmememiz gerekli. Böylece sana zarar vermek isteyen herkesin yasal yollarla cezalarını çekmelerini sağlayabilirim."

Aslan Bey'in sözlerine Fırat Bey güldü. "Ya da diğer yollardan onların cezasını kesebiliriz." Aslan Bey'in kaşlarını çatmasından kesinlikle etkilenmemişti. Biri kurallara bağlı, diğeri ise kurallara aykırıydı. Evet, bu ikisi çok zıt karakterlere sahipti.

Tebessüm ederek ayağa kalktım. "Tamam. Bu hafta içinde gidip test yaptırırız." Her ikisi de buna memnun kalınca test yaptırmak kaçınılmaz bir hal almıştı.

Ben, birini mutlu ederken diğerini üzmekten korkuyorum.


***

Sonraki ders ilkine göre benim için çok zor geçmişti ve ondan sonraki derslerin hepsi de. Bu okulda öğrettikleri şeyi anlamıyordum. Derslerle ilgili altyapım zayıf olduğu için pek verimli olamıyordum. "Hey, millet!" Biz sınıfta boş boş otururken bir çocuk bağırarak içeri girdi. "Fırat Hoca ve Kadir Hoca bahçede top oynayacak. Takımı bizim sınıftan kuracaklarmış çünkü son iki dersimiz beden eğitimi. Herkes orada. Hadi, biz de gidelim!" diye coşkuyla bağırdığında herkes gülerek dışarı koşmaya başlamıştı.

Bu babamı nasıl zapt edeceğimi bilmiyorum. Yemin ederim, çocuk gibi iki dakika yerinde durmuyor!

"Yankı, hadi." Bana seslenen kızın adı sanırım Selda'ydı. Evet, Kuzey ile aynı sırada oturan şu kız. "Fırat Hoca senin baban ve o çok sempatik" Babama mı asılıyor bu kız?

"Kadir Hoca da öyle. Ay, ikisinin maçını çok merak ediyorum." Kız heyecandan çığlık atarak dışarı koşunca ne düşüneceğimi bilemiyordum. Evet, Fırat baba, Aslan babama göre daha karizmatik ve ilgi çekiciydi. Lakin adamın ilerleyen bir yaşı vardı ve küçük bir kızdan bunları duymak beni rahatsız etmişti.

"Kalksana lan." Kuzey gerçekten beni deli ediyor. "Lan" nedir Allah aşkına? "İzleyelim, eğlenceli olacak." Ona baygın bakışlar atarak yürümeye başladım. Onun babası öğretmeni çıkmadığı için rahattı tabii.

Bahçeye çıktığımızda bizim sınıftaki herkes eşofmanlarını giymiş bir halde buradaydı. Ders programını daha bugün aldığım için benim dışımda herkes eşofmanını getirmişti. Yarasalar bile üzerlerine rahat bir şey giymişken, ben üniformam ile duruyordum. Kadir Hoca ve babam ceketlerini çıkarıp, gömleklerinin kollarını toplamış bir halde gülerek sohbet ediyordu. Tüm sınıfın burada olduğunu görünce sohbetlerine ara verip bize döndüler. "Her ikimizin de dersi yok. Biraz eğlenelim mi çocuklar?" Herkes gülerek babama tezahüratlar yağdırırken ben kaçmanın yollarını arıyordum.

"O zaman takımları seçelim." Kadir Hoca hepimize baktıktan sonra, "Kuzey" deyince, Kuzey gülerek onun yanındaki yerini almıştı. Babam ise sırıtarak bana bakınca bir küfür savurdum. Hayır, beni seçmesin!

"Yankı? Buraya gel kızım." Herkes bana gülerken somurtarak onun yanına gittim. Ajanlar babalarıma gizli görevimizden bahsetmemişti. Anladığım kadarıyla bana burada Sedef yerine Yankı demeleri için onları bir şekilde ikna etmişlerdi.

Takımda bizim sınıftan henüz yeni tanıştığım birkaç kişi daha vardı. Yarasalardan Efe, Yiğit ve Hakan bizim gruptaydı. Kuzey ve kızlar da karşı gruba düşmüşlerdi. Topu havaya atıp başladıklarında benim için asıl işkence daha yeni başlıyordu. "Dizlerimdeki yaralara yenileri eklenecek!" Kendi kendime isyan ederek oyuna başladım. Belki bugün şans benden yana olurdu da hiç düşmezdim.

***

Kendi ayağıma takılıp yine yere düştüm. Herkes gülerken düştüğüm yerde çığlık attım. "Oynamıyorum ya ben!" Sürekli düşmekten hemen hemen ağlayacak kıvama gelmiştim. Neyse ki üniformam şorttu da düşünce bir yerlerim görünmüyordu.

"Bir kurşun mu döktürsek?" Fırat Bey resmen şoka girmişti. "Bu, sakarlıktan öte bir durum. Neredeyse her dakika başı yerdesin." Yarama tuz basan adama ters ters bakmaktan kendimi alamıyordum.

"Sakar değilim ben, sadece yerde çok fazla taş var." Bu yalana kendim bile inanmazken onun da inanmasını beklemiyordum.

Maç tekrar başlayınca Naz'ın ayağındaki topu almak için ona sırıtan Yiğit, "Kız Nihale, yüzündeki o şey sivilce mi?" deyince, Hakan ve ben gülerek birbirimize baktık çünkü an itibarıyla o top Yiğit'teydi.

"Ne?" diye bağıran Süslü, elleriyle yüzünü kapattı.

Naz yüzünü gizlemeye çalışırken, "Bakma! Kimse beni böyle görmemeli, ders arasında baktığımda bir şey yoktu ama!" dedi ve Yiğit tek bir hareketle topu onun ayağından aldı. "Kandırdım, geri zekâlı." Kahkaha atarak top ile koşturunca Naz arkasında küfürler yağdırmaya başlamıştı.

Kuzey onun karşısına çıkınca, ben ve Hakan onunla aynı hizada koşuyorduk. "Kuzey'in kediciği, yakala!" Yiğit bağırarak topu bana gönderdi. Biri bu çocuğa ismimin Yankı olduğunu söylesin.

Top bana ulaştığı an karşımda Ecrin'i görünce topu Efe'ye fırlattım. Ancak top Efe'nin yüzüne çarpınca, "Acıdı," diye sızlanan Efe, oturup ağlamaya başlamıştı. Gerçekten harika bir takımdık, daha önce böylesi görülmemiştir.

"Yine mi, abi?" Hakan koşarak topu karşı tarafa geçmeden aldı. "Maçın başından beri Sakar düşer, Ağlak ağlar, bu ne oğlum!" Sanki biz bu durumdan zevk alıyormuşuz gibi konuşması yok mu, beni deli ediyordu.

Topu biraz ilerletti fakat iki kişi yolunu kesince pası bana atmıştı. "Atmayın şu şeyi bana! Uğursuz bu top çünkü bana ne zaman gelse düşürüyor beni..." demiştim ki, bana doğru gülerek gelen yakışıklı biyoloji öğretmenimizi görünce çirkef halimden hemen çıktım.

"Hakancığım, lütfen bir dahakine topu atmadan önce haber ver." Kibar bir kız rolüne büründüğümde Ecrin ve Naz kıkırdarken, babam da dahil olmak üzere Kuzey, Yiğit ve Hakan nefretle Kadir Hoca'ya bakıyordu.

Adamın karizmasını kıskanıyor bunlar.

Topu ayağımdan karşı takıma doğru yavaşça hareket ettirip götürürken, Kadir Hoca tam karşımda durmuştu. "Yankı?" diyen adam güldüğünde ben de güldüm. "Hocam?" Hadi ama, adamın bakışları çok hoş.

Bana etkileyici gülüşlerinden birini göndererek topu almak üzereydi ki hızla geriye çektim. Tekrar bir hamle yaptı ama yine onu şaşırtarak topu vermemiştim. Sokaklardaki çocuklarla çok fazla oynadığım için aslında futboldan anlardım. Tek sorun ben daima sakar bir defans oyuncusu olmuşumdur. Dizlerimdeki yaralara bakan adam, "Bu halde daha fazla devam edemezsin," deyince güldüm. "Ben bu halde neler yapıyorum bir bilseniz. Gol atmak benim için hiç zor değil." Koskoca tesisi ayağa kaldırıyordum, bir gol atmak benim için çok kolaydı.

Gözlerimin içine bakan adam güldü. "Bunun için önce beni geçmen gerekiyor."

Meydan okumasına aynı şekilde karşılık verdim. "O zaman izleyin, hocam." Topa hafif vurarak bacaklarının arasından geçmesini sağladım.

Daha o arkasını dönmeden ondan önce davranıp koştum ve topu tekrar aldım. Hiç vakit kaybetmeden Yiğit'e pas attım. Koşarak kalenin yakınlarında durdum ve Ecrin'i geçen Yiğit, tekrar bana şut çekti. Ve ben herkesi şoka uğratarak havadaki topu göğsümle karşıladım. Yere düşen topun üzerine ayakkabımın ucuyla bastırıp, topu hafif sektirerek havaya kaldırdım. Sol ayağımla ve tüm gücümle topa vurduğumda top, kalecinin kulağının yakınından geçip kaleye girmişti.

"Babasının kızı!" Fırat Bey'in gururlu çıkan sesiyle kıkırdayıp Kadir Hoca'ya baktığımda dudakları kıvrıldı. "Çok iyi ama 7-5 kaybettiniz." Kolundaki saati gösterdiğinde somurttum. Oyun bitmişti ama son dakika golünü attığım için aferin bana.

Takıma dönerek omuz silktim. "Gollerin biri benden, üçü Fırat Hoca'dan. Allah'tan bir tane de Yiğit'ten. Geriye kalanlar, kendinizden utanıyorsunuzdur umarım." Onları kınayıp saçlarımı savurarak havalı bir çıkış yapmak istedim. Ancak daha ilk dakikada bu sefer gerçekten bir taşa takılıp düştüm. Sanırım asla havalı bir çıkış yapamayacaktım.

"Aynı havayı soluduğumuz için senden utanıyorum." Eğer dizlerim çok acımasaydı bunu diyen pis bağımlıya güzel bir cevap verebilirdim!

Çıkış saati gelince okuldan uzaklaşarak herkes gibi ben de kendi eğitmenimin arabasına binmiştim. Araba hareket etmeye başlayınca her ikimiz de hiç konuşmadık. Sabah ondan şüphelendiğimi söylemiştim ve hâlâ kendisini savunacak bir şey söylememişti. Belki de benim ne düşündüğümü umursamıyordu. Üstelik okul hakkında henüz bir rapor istememişti benden. Eminim düşük çenemi bildiği için bir şeyler bulursam zaten ona söyleyeceğimi tahmin ediyordu. Yine de bu sessizliği fazla garipti.

Onu tanıdığım ilk günlerdeki adama geri dönmüş gibi tepkisiz ve suskundu. "Sorun ne?" Genelde bu soruyu hep o bana sorardı.

"Bir sorun olduğunu sana düşündüren nedir?" Önündeki trafiğe bakarken bana hiç dönmemişti ve sesi fazla mesafeli çıkmıştı. Kesinlikle bir gariplik vardı.

"Fazla sessizsiniz."

Buz gibi çıkan sesiyle, "Normalde de öyle değil miyim?" dedi. Söylediğim her şeye soruyla karşılık veriyordu.

Bu adamın derdi ne?

"Evet ama..." Söyleyecek bir şey bulamayınca duraksadım. "DNA testi istiyorlar." Sessizliği hiç sevmediğim için aklıma gelen ilk konuyu açtım. İşleri yüzünden bugün Aslan Bey'i çok az görsem de o da en az Fırat Bey kadar bu konuda ısrarcıydı.

"Olması gereken de bu değil mi?" Bana bir daha yeni bir soru yöneltirse susacağım. Her söylediğim şeyi kestirip atıyor.

"En çok hangisinin bana ihtiyacı varsa onun kızı olmak istiyorum ama diğerini de üzmek istemiyorum." İçimden geçenleri açık bir şekilde dile getirdim. Çıkacak olan sonuç beni korkutuyordu.

"İkisinin de sana ihtiyacı var." Sola dönünce hızını artırmıştı.

"Aslan Bey, on yıl önce karısını ve iki çocuğunu bir yangında kaybetti. Bir kızı ve bir oğlu vardı fakat onları kaybetti. Kapsamlı bir araştırma yaptığım için on yıldır hayatına bir daha hiçbir kadını almadığını biliyorum. Her cuma eşinin ve çocuklarının mezarına gitmeyi ihmal etmez. Evi ve şirketi arasında mekik dokuyan biri olduğunu söyleyebilirim. Büyük kaybından sonra ilk kez gerçek anlamda gülmesinin sebebi ona yeniden hayat olacak bir kızın varlığı." Sahip olduğu tüm ailesini kaybetmişken yaşamak zor gelirdi insana. Onların anıları her yerde olurdu ve baktığı her karede kendilerini hatırlatarak işkence ederlerdi.

"Fırat Bey ise bir dargın bir barışık olduğu çocukluk aşkıyla on beş yıl önce evlenmiş," diyerek bana bir şeyler anlatmaya devam etti.

"Evliliğindeki tek sorun bir çocuklarının olmamasıymış. Fırat Bey bir aşiretin en küçük oğlu ve bu tür yerlerde çocuk çok önemli olur. Mardin'de karısının üzerine kuma getirmemek için herkese kusurlu olanın kendisi olduğu haberini yaymış. Karısını o baskıdan kurtarmak için İstanbul'a getirmiş fakat birçok tedavinin sonunda yine çocuk sahibi olamamışlar. Daha ilginç olan ise karısının bile sorunun Fırat Bey'den kaynaklandığını sanması. Çünkü eşi üzülmesin diye sahip olduğu gücü kullanarak tüm test sonuçlarını her defasında değiştirmiş. Gerçek test sonuçlarına ulaştım, Fırat Bey'in çocuk sahibi olması için herhangi bir engel yok. Altı yıl önce uğruna her şeyi yaptığı eşi, çocuğu olmuyor diye Fırat Bey'den boşandı. Başka biriyle evlendiğinde bile Fırat Bey ona gerçeği söylemedi. Kadın ikinci eşiyle iki yıl evli kaldıktan sonra çocuk için tekrar hastaneye gittiğinde gerçeği öğrendi. Anlayacağın, en az Aslan Bey kadar Fırat Bey'in de sana ihtiyacı var çünkü sen onun hayalini kurduğu çocuksun. Her ikisi de yeniden evlenselerdi, yeni bir eşleri ve çocukları olabilirdi. Ancak biri ölüm yüzünden diğeri ihanet yüzünden buna cesaret edemedi."

Yaptığı açıklama sonrasında oturduğum yerde taş kesilirken gözlerim dolmuştu. Hayat, her ikisini farklı yollarla sınamış ve hiç olmadık bir zamanda bir çocuğun varlığını müjdelemişti. Lakin o çocuğa sadece biri sahipti. Bu DNA testinin olmaması için elimden geleni yapacağım. Her ikisinin umudunu canlı tutmamın tek yolu bu.

"Aslan Bey, kaybının acısını çok iyi gizliyor, Fırat Bey ise serseri ve vurdumduymaz halleriyle geçmişte yaşadıklarını hiç belli etmiyor." Kendi fikrimi belirttiğimde arabaya bindiğimden beri ilk kez bana doğru dönmüştü.

"Görünen şeyleri herkes görür Sedef, önemli olan görünmeyeni bulmak." Bu sözleri aslında çok fazla şey anlatıyordu. Sabah ona söylediklerime bir cevaptı bu sözleri. O kendisini doğrudan savunan biri değildi. Yaptığı veya dolaylı yollardan söylediği şeylerle onu anlamanızı beklerdi. Asla doğrudan bir açıklama yapmazdı çünkü onu artık tanımaya başlamıştım.

Yine de ondan hâlâ şüpheleniyorum.

Tesise girdiğimizde onunla birlikte onuncu kata çıkmıştım. Koridorun sonundaki odada kaldığını biliyordum ancak bana hemen yan odasını vereceğini bilmiyordum. Kapıyı gösterip bana yeni bir kart uzattı. Üzerinde Sedef Sarmaşık yazan yeni kartımda da aynı fotoğrafım vardı. "Dene." Uzattığı kartı alarak kapının kilit sistemine yaklaştırdım. Kapı açılmıştı.

Elini uzatınca eski kartımı istediğini anladım. Boynumdaki kartı şeridinden çıkartıp ona uzattım ve yenisini kurdeleye geçirdim. O kendi odasına girince ben de onu tuhaflığıyla baş başa bırakıp yeni odama girmiştim. Bu oda, eski odamın bir benzeriydi diyebilirim. Sadece burada ahşap mobilyalar yerine daha modern şeyler vardı. Perdeler dahil her şeyin gümüş rengi olması dikkatimden kaçmamıştı. Odanın içinde gezinirken sanırım en çok terasa çıkınca mutlu olmuştum.

Yüksekte olduğum için buradan bakınca tesisin büyük duvarlarının ötesindeki orman bile görünüyordu. Temiz havayı içime çektiğimde, Alaz'ın odasına açılan balkon kapısını gördüm. İkimizin balkonları büyük ve bitişikti. Arada bir duvar veya bariyer olmadığı için kapısını çalmadan balkondan odasına girebilirdim. "Tabii ki girmeyeceğim." Hem zaten kilitliyordur balkon kapısını.

Onu bu kadar düşündüren ne?



***

"Sana kokuları çok benziyor diyorum. Eğitmenim ve ortağım aradığımız katil olabilir Ahmetçiğim." Bahçede yürürken yanımdaki adama derdimi anlatıyordum. Ancak o yine elindeki telefondaki karısının, yani Derya'nın fotoğrafına dalıp gitmişti.

"Bir gece ansızın git evine de ikimiz de kurtulalım." Karısını görmedikçe bu adam rahat etmeyecekti.

Telefonu cebine koyup iç çekti. "Derya hamile."

Duyduklarım karşısında gülümsedim. "Baba oluyorsun, ha? Gözümüz aydın, ajan," dediğimde güldü. "Evet ama dün onunla konuştum Yankı, Derya çocuk istemiyor."

Gülüşü solmuştu. "Yalnız başına bir çocuk büyütmeyeceğini söylüyor. O da haklı, evlendiğimizden beri çok az görüyor beni." Bir çocuğu olacağına mutlu bile olamıyordu. Derya'yı tanımasam da ona kızmadan edemiyordum. Kocasının ne iş yaptığını biliyordu ve ona karşı daha anlayışlı olmalıydı.

Biraz ilerlediğimizde Araf'ı gördüm. Evet, yine sırtını bir ağaca yaslayıp uzaktan Şafak'ı izliyordu. Tek sorun Şafak gülerek Tunç ile sohbet ediyor ve bu durum Araf'ın hoşuna gitmiyordu. "Siz kızlar bazen çok aptal olabiliyorsunuz." Ahmet tüm olayı bildiği için genelleme yapınca güldüm. "Ben öyle değilim, ajan. Senin Derya'yı sevdiğin gibi veya Araf'ın Şafak'a olan yoğun hisleri gibi biri beni sevse hemen fark ederdim."

Gülerek bana döndü. "Bence en büyük aptal sensin." İmalı sözlerine karşılık göz devirdim. Eğer Alaz'dan bahsediyorsa o adamın duygularından emin olamadığım için onu saymıyordum.

Tunç sırıtarak Şafak'ın yüzündeki saçlarını çekince yüzümü buruşturdum. Araf'ın buz gibi yüzüne baktığımda gözlerini bile kırpmadan onları izlediğini gördüm. Ellerini yumruk yapmış çocuğun öfkeden çenesi seğiriyordu. Lakin buna rağmen sadece izlemekle yetindi. Şafak'ın utangaç bir şekilde tebessüm edişini izledi. Fakat Şafak'ın Tunç'a olan bakışlarında herhangi bir etkilenme yoktu.

Tabii, şu durumda Araf'ın bunu fark ettiğini sanmıyordum. Kaşlarını çatarak sert adımlarla arkasını dönüp uzaklaşınca, bu öfkeyle yanlış bir şey yapmasın diye peşinden koştum. Ağaçların arasından geçerek diğerlerini geride bırakmıştım. "Beni bekle!" diye bağırdığımda beni duysa da geriye dönmedi.

En iyisi düşmemek için yavaş yürümek çünkü nasıl olsa duracak.


1 saat sonra

Ayağım bir dala takılınca çığlık atarak yere düştüm. Hava hafif kararmıştı ve biz bir türlü bu bahçeden çıkamıyorduk. O önde, ben arkada öylece boş boş yürüyorduk. Bu çocuk niye hiç oturmuyor? Düştüğümde attığım çığlığı duyan çocuk, dönüp beni görünce, "Baş belası!" diye tıslayıp yanıma geldi.

Elini uzatıp beni yerden kaldıracağı esnada kendimi hemen geriye çektim. "Ben kalkarım." Sadece bizim gruptaki erkeklerin dokunmasına katlanabiliyordum.

Ayağa kalkarak üzerimi silkeleme işini bitirince ona döndüm. "Nereye gidiyordun?" Her zamanki gibi bana bıkkın bakışlar atıp, sıkıntıyla burnundan soludu ve bana baktı. "Yanımdan ayrılma." Tesise doğru dönünce söylediklerinden bir şey anlamasam da peşine takılmıştım. Tuhaftı ama sanki az önce söylediği şeyler beni korumaya yönelik gibi gelmişti.

"Bir sorun var, değil mi?" Onu takip ederken başını salladı. "Dün geceden beri eğitmenlerin hiçbirini görmedim, Yankı. Hepsi bir gecede kayboldu sanki," dedi. Durup düşündüğümde gerçekten tüm gün hiçbirini görmediğimi fark ettim. Üstelik Alaz da dün beni okuldan aldığında bir garipti.

Hepsi böyle habersiz nereye gitti?

"İşleri çıkmıştır." Kötü düşünmek istemiyordum. "Adamlar ajan sonuçta."

"Hepsinin birden işinin çıkmış olması garip değil mi? Üstelik rakipler ortak iş yapmaz." Gittikçe beni korkutmayı başaran çocuk yüzünden endişelenmeye başlamıştım. Eğitmenler yoksa hepimiz savunmasız bir haldeydik burada.

"Takımını topla." Onu durdurarak herhangi bir şeye karşı uyardım. "Eğitmenler yokken hepimiz kolay hedefiz. Kendi grubunu topla ve bu gece mümkünse hepiniz bir yerde kalın. Ne olur ne olmaz, o yüzden sakın birbirinizden ayrılmayın. Ben de hemen bizimkileri uyaracağım." Çakallardan hoşlanmasam da hiçbirinin zarar görmesini istemezdim.

Araf ile yaklaşık yarım saat sonra tesise girdiğimizde hava çoktan kararmıştı. "Siz ikiniz." Başındaki şapkasını yüzüne kadar çeken bir adam yanımıza geldi. "Yarasaların acilen tesisten çıkması gerekiyor. Diğerleri çoktan aşağı indiler, beni takip edin." Adam üçüncü asansöre yönelince Araf ile göz göze geldik. Burada yolunda gitmeyen bir şeyler vardı.

Araf bana yaklaşarak kolumu tuttu. "Ne olursa olsun yanımdan sakın ayrılma." Kalbim korkuyla hızlanırken başımı salladım. İçimde kötü bir his vardı. Bu akşam kesinlikle bir şeyler olacaktı.

Araf elini kolumdan çekince, tereddüt ederek de olsa adamın peşinden asansöre bindik. Özellikle yüzünü bizden gizlemesi bile ondan şüphelenmeme sebep oluyordu. Sesini ilk kez duyuyordum ve onu daha önce görmediğime emindim. "Neden tesisten çıkmamız gerekiyor?" Bana cevap vermeden gizli bölmeyi açarak zemin katın düğmesine bastı.

"Neler olduğunu söyleyecek misiniz? Bizi nereye götürüyorsunuz? Eğitmenler nerede ve şu saçma acil durum ne?" Tüm sorularımı yanıtsız bırakarak zemin katta duran asansörden indi.

Peşinden asansörden indiğimizde, tüm Yarasaların otoparkta olduğunu gördüm. Hepsi birbirine tedirgin bakışlar atıyordu. "Neler oluyor?" Fulya'ya bilmiyorum dercesine omuz silktim. Ah, bir anlasam neler olduğunu...

İki kişi, üstü kapalı büyük bir nakliye aracının arka kapılarını açtı. "Derhal binin!" Burada şapkalı üç kişi saymıştım.

"Yok ya." Onlar binin dedi diye bunu yapacak değildim. "Kurbanlık koyunlar gibi oraya binmeyeceğiz. Şimdi bana kim olduğunuzu söyleyin!" İlk kez Çakallar da benimle aynı fikirde olmalılar ki kaşlarını çatarak adamlara baktılar.

"Ona çalışıyorsunuz!" Kuzey yumruklarını sıkarak adamların üzerine yürüdü ve silahını çıkarınca, Ecrin koşarak onu kolundan tutup durdurmuştu. "Bu iyi fikir değil, Kuzey." Koreli doğru söylüyordu çünkü bizi vurmak onlar için zor değildi.

"Binmeyen herkesi vurun!" Bizi buraya getiren o siyah şapkalı adamın söyledikleri üzerine adamların şakası olmadığını anladık. Fulya da bunu benim kadar anlamış olmalı ki zorluk çıkarmadı. "Onları dinleyin," dedi.

Kuzey'e silah çeken adamlardan birinin parmağı tetiğe hafif baskı yapınca, "Hadi binin!" diye bağırdım. Kimden emir aldılarsa bizi ölü veya canlı istiyordu ve bu adamlar, kesinlikle ateş etmeye tereddüt etmeyeceklerdi.

İlk binen Fulya olmuştu. Onu takip ederek ellerimi arabanın kasasına bastırıp kendimi içeri çektim. Biz iki lider binince diğerleri de isteksizce peşimizden gelmişti. Kapıları üzerimize kapattıklarında içerisi zifiri karanlık olmuştu. Kapıyı üzerimize kilitledikten sonra araba çalışmıştı. Kahretsin! Kimseyi görmüyordum. Akşamın etkisiyle buraya sızacak bir güneş veya ışık yoktu. Hoş, zaten bu kasada herhangi bir delik veya pencere bile yoktu. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz siz?" Bu kızgın ses Esad'a aitti. "Onlara direnebilirdik."

"Oğlum, git, ötede bağır, lan!" Yiğit'in onu azarlayan sesini duydum. "Neyinle direnecektin, çakma Rambo? Adamların silahı var." Herkes gülünce Esad'ın homurdanan sesini duydum.

Kısa bir süre sonra araba tünelden rampaya tırmanıyor olmalı ki hepimiz geriye doğru düştük. Kızlar çığlık atarken erkekler yüz kızartıcı küfürleri eksik etmemişti. Düştüğüm yerden ezilmemek için hemen ayağa kalktım

"Yanınızda telefon falan yok mu?" Karanlığa konuşarak bir cevap bekledim. "Eğitmenleri ararsak bize yardım edebilirler." Hepsinden olumsuz cevaplar duyunca son umudum da tükenmiş oldu. Benim telefonum odadaydı. Genelde burada hep birbirimizi gördüğümüz için telefona ihtiyacımız olmuyordu. Zaten sürekli dövüş dersleri aldığımız için telefonu yanımıza pek almıyorduk.

Araba tamamen tesisten çıkmış olmalı ki sarsıntı geçmişti. Kimseden ses çıkmıyordu çünkü ölüme gittiğimizi biliyorduk. "Ko-korkuyorum Yankıcığım, neredesin?" Efe'nin ağlamaklı sesini duyunca ellerimi öne doğru uzatarak sesine doğru yürüdüm. "Ben seni korurum Efe, korkma kuzum." Hıçkırık seslerinden onu bulmuş ve sarılarak göğsümde ağlamasına izin vermiştim.

Beni kim koruyacak, bunu hiç bilmiyorum.


Ertesi gün

Büyük bir gürültü sesiyle gözlerimi usulca araladığımda kapıları açtıklarını gördüm. İçeriye sızan gün ışığı ile uzandığım sert zeminden kalkmaya çalıştım. Tüm gece bu rahatsız edici yerde uyumuştum. "Ne ara sabah oldu ya?" Demek ki hepimiz sabaha kadar arabanın kasasında uyumuştuk.

Peki, araba tüm gece hareket ederek bizi nereye getirmişti? Evet, hepimiz havasızlıktan boğulmak üzereyken konuşmak yerine uyumayı seçmiştik. Ancak sürekli sıçrayarak uyandığım için sallanan araba yüzünden hiç durmadığımızı anlamıştım.

"Uyanın!" O üçü silahlarını bize doğrultup bağırınca herkes gözlerini açmıştı. "İnin hadi!" Dizlerimde uyuyan Efe Can uyanınca, inleyerek ayağa kalktım ve uyuşan kaslarımı esnettim.

İlk olarak Kuzey inmişti. Elini uzatıp benim inmeme yardım ettikten sonra diğerleri de kasadan atlamıştı. Hepimiz inince kapıları kapattılar ve biz daha ne olduğunu anlamadan arabaya binerek gittiler. Hepimiz ağzı açık bir şekilde gözden kaybolan arabanın arkasından bakıyorduk. "Bizi öldürmeyi unuttular mı?" Şu Feride denen kızın zekâsına hayran kaldım.

Acaba gerçekten bizi öldürmeyi unuttular mı?

"Burası da neresi?" Hakan'ın sesini duyunca kendi etrafımdan dönerek nerede olduğumuzu anlamaya çalıştım. Lakin gördüklerim sadece ağaçlar, birkaç sincap, havada uçuşan kuşlar ve çalılıkların oradaki kirpiden ibaretti.

"Bizi neden bir ormana getirdiler?" Fulya'nın sorusuna içgüdüsel olarak, "Öldürmek için," dediğimde ben de şaşırmıştım.

Ancak gerçekler maalesef bir tokat gibi yüzüme çarptı. "Kahretsin!" diye korkuyla fısıldadığımda herkes merakla bana bakıyordu.

"Ne düşündüğünü bize de söyle!" Süslü'nün sorusuyla büyük bir yenilgi içinde gözlerimi yumdum.

"Bizi koruyacak eğitmenler yok ve bir ormandayız. Üstelik tüm gece hareket ettiğimize göre çok ama çok uzak bir ormandayız. Belki de şehir dışındayız, emin değilim. Hepimiz tutsakken bizi öldürebilirdi ama bunu yapmadılar. Onun en başından beri istediği kıvama geldik. Anlasanıza, yıllar önce bizi damgalayıp yaşamamıza izin verdi. Hepimizi bir şekilde takip etti ve tesiste aldığımız eğitimler bile aslında onun planının bir parçasıydı. O, kolay hedef istemiyor ki. Onun istediği, onu eğlendirecek hedefler ve artık onun için hazırız. Kısacası o da burada ve hepimizi avlayacak," dediğimde hepsi yerinde kaskatı kesilmişti. Eğitmenler bizim için gelene kadar hepimizi öldürecekti.

Bizi öldürmek için doğaya bıraktı cani.

"Silahlarımız yok," dedi Fulya ağlamaklı bir sesle.

"Eğitmenler de yok," diye ekledi Ecrin.

Şafak da "Isınacağımız bir ateş hiç yok," dedi.

"En önemlisi hiç yemek yok." Hepsinin kınayan bakışlarına maruz kalınca güldüm. "Hiç böyle bakmayın, benim için açlık ve ölüm aynı şey. Eğer yemek bulamazsak en zayıfımızdan başlayalım diyorum. Sanırım bunlar Efe ve Şafak oluyor. Şafak'ı yiyelim diyenler el kaldırsın?" Tüm dürüstlüğümle aklımdan geçenleri söylediğimde, hepsi yaratık görmüş gibi bana bakıyordu.

Ayrıca niye benden başka kimse el kaldırmıyor? Sanırım onlar aç değil.











































Yarasaların hepsi ıssız bir ormana bırakıldı. Hepsi şuanda savunmasız ve hedef konumunda. Sizce orada hayatta kalmayı başaracaklar mı?

Umarım yemek için Yankı'nın taktiğini uygulamazlar. Aksi taktirde sıradaki kurban Efe Can.

Eğitmenlerin hepsi biranda neden ortadan kayboldu dersiniz?

Aslan ve Fırat bey DNA testi konusunda ısrarcılar haklı olarak, çünkü her ikisi için bir çocuk fikri paha biçilemez. Lakin Yankı onların geçmişte yaşadıklarını öğrenince testi yaptırmamaya kararlı. Sizce bunu başaracak mı?

Tabi önceliği o ormanda sağ bir şekilde çıkmak olacaktır, malum onlar için asıl tehlike şimdi başlıyor. Sizce her iki gruptan ölenler olur mu?

Yeni bölümde görüşmek dileğiyle hepiniz Allaha emanet olun canlarım. 💙

Continue Reading

You'll Also Like

422 250 8
Fazla güneş ışınlarından etkilenen bir insanın insanları ısırarak yaydığı tehlikeli bir zombi virüsü. Ancak diğer zombi dizilerinden, kitaplardan vey...
ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

154K 9.2K 53
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...
TUTSAK By Elsa

Mystery / Thriller

62.1K 2.3K 35
"Ben; kışı yaşadığım bir akşam beni yakan rüzgarı da çok iyi tanıyorum, bir cehennem akşamı beni üşüten alevleri de"
4.3M 373K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...