After Decisions (GAY)

By alwayshogwartsx

151K 5.7K 1.7K

Cole kısa bir süre önce kızlara o kadar ilgi duymadığını fark eder. Hoşlandığı asıl çocuk da onu hayal kırıkl... More

After Decisions
1. Bölüm.
2. Bölüm.
3. Bölüm.
4. Bölüm.
5.Bölüm.
6. Bölüm.
7.Bölüm (The Smoke)
8. Bölüm.
9.Bölüm.
10.Bölüm - PART 1
10.Bölüm - PART 2
11.Bölüm.
12.Bölüm.
13.Bölüm.
14.Bölüm (Answer)
15.Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm

16. Bölüm

4.9K 204 107
By alwayshogwartsx

Suçlu bir merhaba. Ne kadar uzun zaman olduğunu -yine- söylemeyeceğim ama geçerli açıklamalarım var. Birincisi, lanet olsun ki okulların açılması, ikincisi bir hafta boyunca evimde Alman bir kız ağırlamış olmam ve daha birçok şey. Bir de tıkanmam, yazdığımı beğenmemem falan filan ama bunlar önemsiz şeyler. Neyse, o kadar aradan sonra bununla mı geliyorsun diye küfür yiyebilirim belki -August ilk kısım dışında yok falan filan. Ve geçiş bölümü, gibi- ama ortaya çıkan bu. İleriki bölümlere umarım. Umarım seversiniz bu arada ben de sizi seviyorum dekldkdks

- Yavşak Yazar

AUGUST

Kağıttaki adrese bir kez bakmam yeterliydi, çünkü nereye gideceğimi zaten biliyordum. Bu içimdeki binlerce şüpheyi uyandırsa da oraya gitmek zorundaydım. İronik olan daha az önce orada olmamdı, David'e yalnızca adresi almak için uğramıştım şimdiyse aynı yöne gidiyordum.

Neden özellikle benim istendiğimi birçok defa sormama rağmen bana yalnızca gidip işimi görmemi söyleyip geçirmişti. Yüzünde de bir gülümseme vardı, hoş bir şey olduğunu düşünüyor olmalıydı ama ben olmadığını biliyordum. Eskiden olsaydı belki şüphelenmezdim, ama burada ün salmam bu zaman zarfı içerisinde mümkün değildi. Kuşku içimi yiyip bitirse de yürümeye devam ettim. Bir yandan da hala inanamadığım, Cole'un benim için yalan söylediği gerçeğine ihanet edeceğimden çok korkuyordum.

Korktuğum başıma geldi.

Sokağın başında dikilirken tanıdık yere bakındım. Bu sokak olmasını istemiyordum. Yanlış yere gelmiş olmalıydım. Ama kapının önündeki karanlıktan beliren tanıdık ve içimdeki tüm öfkeyi harekete geçiren yüz bana şüphelerimde haklı olduğumu gösterdi. Yüzündeki pis sırıtış bir anda tüm yüzüne mikrop gibi yayıldı. Yumruk yaptığım elimdeki tırnaklar derimi delmek üzereydi.

"Beni. Neden. Çağırdın." Dedim dişlerimin arasından zorlukla konuşarak. Steve'in yüzündeki sırıtışı silmeden birkaç adım daha ilerledi.

"Sürpriz!" Ellerini hafifçe iki yana açmıştı. "Şu başınızdaki yumuşağı bulup ona bir arkadaşım olduğunu, uzun süredir annemin yanında kaldığımı ve döndüğümü eski mekanımıza gidip sana sürpriz yapacağımı söyledim." Burnumdan ne kadar hızlı soluduğum hakkında en ufak bir fikrim yoktu. "Nasıl? Sürpriz!" Yüzüne yumruğu geçirmemek için yumruklarımı iyice sıktım, elimde bir yerlerdeki derinin kalktığını hissedebiliyordum.

"Beni hangi cehennemden buldun?" Bana giderek yaklaşıyordu, ben suratına yumruğu patlatmamak için neden aradıkça o pis suratını dibime sokuyordu.

"Eh tek, 'eskilerden beri ortalarda olan' sen değilsin değil mi? Benim de kendime göre takip etme becerilerim var." Hayır, onu gözden kaçırmış olamazdım. Özellikle Cole'dan sonra takip edilme konusunda çok dikkatli davranıyordum.

Hayır.

"Takip etmiş ola-"

"İnan bana arkanı kontrol etme yöntemlerin çok bariz." Bir anda arkamı dönüp ellerimi saçlarımın arasından geçirdim. Bu oluyor olamazdı.

Kalbim duyduğum öfkeyle çarparken birkaç adım geriye gidip tekrar öne yürüdüm.

"Benden hala ne istiyorsun!" Öfkenin etkisiyle suratının dibine girmiştim, bağırırken yüzüne tükürükler saçtığımdan emindim.

Vücudumdan fışkıran tüm öfkeyle psuratına bakarken bir anda gözünü bir hırs bürüdü ve beni yakalarımdan tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Dişlerinin arasından konuştuğunda pis nefesi içimde kusma isteği uyandırıyordu.

"Beni öylece alt edip siktirip gidebileceğini mi zannediyordun? Arkadaşının yardımıyla?" Arkadaş kelimesine vurgusu dikkatimden kaçmamıştı.

Onu sert bir hareketle üzerimden atıp burun buruna geldim.

"Kuyruk acısı fena ha?" Suratı bir anda kasılırken yumruğunu havaya kaldırdı ve suratıma indirdi.

Acıyla geriye zıplarken kontrolümü kaybetmemeye çalıştım. Ona atacağım tek bir yumruk her şeyi başlatırdı. Bunu engellemeliydim, gerçekleşmesini istememe rağmen.

"Ben acı çekmiyorum, gerzek yeni yetme. Ama sen çekeceksin." Yüzünde yavaşça oluşan rahatsız gülümseme küçümseyici bir kahkahaya dönüştü.

"Beni buraya çağırma sebebin bu mu? Sana zorbalık eden çocuğa haddini bildirme? Yeni yetme kimmiş bakalım?" Kaşları çatılırken yere ağır adımlarla bana doğru ilerledi.

"Neyin acıtacağına bağlı. Mesela... Arkadaşına dokunduysam ne hissedersin?" Ellerim ne zaman yakasında birleşerek onu ileriye sürükledi bilmiyorum, ama kafası sertçe duvara geçtiğinde sersemlemiş görünüyordu.

"Ne sikimden bahsediyorsun sen?" İçimdeki öfke ya da her neyse artarak boğazımı yakarken sesim titrek çıkmıştı.

Steve bir an daha sersemlemiş göründükten sonra yüzüne o rahatsızlık verici sırıtışını yerleştirdi.

"Bilmem, senin aklından ne geçti kötü çocuk?" Onu tekrar duvara çarptım.

"Bana saçma sapan kelime oyunları yapma Steve."

"Kelime oyunu yapan kim? Dokunmaktan bahsediyorum... elim dışımdaki yerlerle." Gözümün önüne gelen şeyle beraber bütün düşünme algımı kaybettim. Gözlerim neredeyse öfkeden ve isimlendiremediğim pek çok şeyden kör olurken çoktan yüzüne yumruğu geçirmiş, yere düştüğünde karnını tekmelemiştim.

Ve piç kurusu hala gülüyordu.

"Yalan.... Yalan söylüyorsun. Senden amına koyduğumun homofobiğinden başka bir şey olamaz." Kahkaha attı. Ses tonu bile öfkeden tüylerimi diken diken etmeye yetiyordu.

"Zevk denen şey söz konusu olduğunda cinsiyet fark etmez kötü çocuk." Bir sonraki tekme suratınaydı. Ve tekrar karnına. Dişini tükürürken hala gülümsediğini görebiliyordum, onu oracıkta gebertme isteğimi körüklüyordu. "Yalnızca arkadaşın değildi, değil mi? Biliyordum, benden bazı şeyleri öyle kolay saklayamazsın." Bir anda ağzı kulaklarına varırken dişlerinin tamamını gösterdi. "Ama bak ben senden neler saklamışım. Ya da saklamış mıyım?" Dediğinin tek bir kelimesine bile inanmıyordum, inanmak istemiyordum ama beni etkisine aldığı kesindi çünkü sağlıklı bir şekilde hiçbir şey düşünemiyordum. Tek düşündüğüm karşımdaki pis yaratığın ölmesi gerektiğiydi.

Onu yerden kaldırdığım gibi tekrar duvara çarptım ve yana doğru sürüklerken başının her bir tuğlayı dövmesini izledim. Duvar bittiğinde onu bıraktım, yere yığıldı. Bilinci kapalı değildi, uyanıktı, yalnızca sürekli olarak öksürüyordu.

"Acı..." Öksürüklerinin arasında mırıldanıyordu. "Şimdi acı hissediyor musun August?" Şu an hissettiğim tek şey her yanımı yakıp kavuran öfkeydi, ama dediklerini ciddi anlamda düşünmeyi bir an bile aklımın ucundan geçirirsem o öfkenin yanına inanılmaz bir acının da ekleneceğinden emindim.

Dizlerimin üzerine çökerek yere bakan suratını saçlarından tutarak göz hizama getirdim.

"Bunun olmasını mı istiyorsun? Beni şüphelendirdiğin her saniye dayak yemeyi? Olduysa söyle, çünkü gerçekçiliğini kaybetmeye başladı ve ben yalnızca seni dövmekten zevk alıyorum." Etkilemediği kısmı tabii ki de yalandı.

Steve yine gülümsemeye çalıştı, ama öksürüğüyle bölününce uğraşmadı. Başının da döndüğü belliydi.

"Ben de zevk alıyorum, çünkü benimle işin bittiğinde bir köşede oturacaksın ve düşüneceksin, hepsi kafanda canlanacak, ve gerçek olup olmadığını bilemediğin için kafayı yiyeceksin. İnan bana bunun yerine kafamın tuğlaya sürtülmesini tercih ederim." Dişlerimi birbirine o kadar sıkı bastırdım ki, neredeyse çatırdadıklarını hissettim. Suratına bir kez daha yumruğu geçirdikten sonra konuşamayacak hala gelip yığılmasını umursamadım.

"Cehennemin dibine git Steve." Yavaşça yerimden doğrulurken kaldırımın kenarındaki yaşlı bir adam dikkatimi çekti. Korkulu gözlerle bana bakıyordu ve elinde bir telefon vardı. Bir anda fark ettiğim şeyle duraksadım.

Artık ara sokakta değildik. Yaşlı adam her şeyi görmüştü.

Daha ne yapacağıma karar vermeden uzaktan gelen siren seslerini duydum. Kaçsam da yaşlı adam benim robot resmimi falan çizdirirdi. Zaten vaktim kalmamıştı.

Birkaç saniye sonra çevremize toplanan polisler hızlı davranmıştı, bileklerimde kelepçenin soğukluğunu hissetmem uzun sürmedi. Her ne kadar ellerinden kurtulmak için debelensem de imkansız olduğunu biliyordum, benimki yalnızca yaşadıklarıma bir tepkiydi.

Steve'i gören polislerin yüzünde rahatlamış bir ifade belirdi, sabıkası olmalıydı. O da kelepçelendikten sonra yarı ayık haliyle polis arabasına bindirildi. Beni sürüklercesine götürürlerken hala kelepçelerin soğukluğundan kurtulmak istiyordum.

Arabaya yaklaştığımızda çevrede tanıdık bir yüz olduğunu hissettim. Polislerle savaşmayı bıraktım ve kafamı çevirdiğimde O'nu gördüm.

Gözlerimin gözlerine kilitlenmesiyle birlikte hissettiğim tek şey suçluluk oldu. Dolu gözlerindeki şok ifadesi kalbimi milyonlarca parçaya ayırırken birisi ensemden tutarak kafamı arabanın içine soktuğunda ona siyah camın ardından bakmaya devam ediyordum. O arkada kalana kadar.

Ve acıyı o zaman hissettim.

COLE

1 hafta sonra

Zaman akıp gidiyor. Yatağımda uzanırken etraftaki farklı saatlerden duyduğum tik-tak sesleri kafamda yankı yapmaktan başka bir işe yaramıyor. Mavi gökyüzü yerine odamın mavi tabanına bakmayı tercih ediyorum çünkü gerçeğine bakmak, güneş ışınlarının tenine değdiğini hissetmek anlamsız geliyor. Çünkü biliyorum ki mavi gökyüzü, güneşin sıcaklığının varlığı ya da hayatın normal akışı içimdeki kırılmış şeyleri birleştirmeyecek.

Depresyonda biri gibi mi konuşuyorum? Belki. Bu depresyonda olmamdan mı kaynaklanıyor? Büyük ihtimalle. Ama Farkında olmam alamayacağım soruların cevaplarını alacağım anlamına gelmiyor. Bu yüzden engellemeye uğraşmıyorum.

1 haftadır yanımda yatan ve tanıdık bir ismi aramak dışında bir işlevi olmayan telefonumu tekrar elime aldım. Saat başı bakıyordum sanırım, ya da dakikalar, hatta saniyeler bir yerden sonra saat gibi gelmeye başlamıştı.

Tuşa basarken gözlerimi ekranda gezdirdim. Yeni bir mesaj veya arama yoktu, cevap vermediğim yaklaşık 30 arama duruyordu. Telefonun kilidini açarak tembel parmak hareketleriyle tuşlara bastım, artık isim aramaya da ihtiyacım yoktu. Telefonu artık rutin haline gelmiş bir şekilde yavaşça kulağıma götürüp, her seferinde dinlediğim robotik kadın sesinden farklı bir ses duymanın beklentisiyle dinledim.

Kadın sesinin daha ilk sözcüğünde telefonu kapatıp yere fırlatarak acınası bir ses çıkardım, şu gözüme yaşların dolmasına sebep olan. Bu sürekli olmuyordu ama arada sırada oluyordu, bir noktada kalkıp yine telefonu yerden alıyor olmalıydım çünkü nasıl yanıma geldiğini hatırlamıyordum.

Yine her telefon denemesinden sonra olduğu gibi içimdeki kırık şeyler beni yiyip bitirmeye başladı. Beynim patlayacak gibi olurken olduğum yerde dönerek acıyı gidermeye çalıştım ama her zamanki gibi işe yaramıyordu.

Kendime her zaman birisi yüzünden bu duruma gelmeyeceğimi söylerdim. Sarah gibi bir duruma düşmeyecektim, gerçi düşmüş sayılmazdım onun tek yaptığı bir aşağılık olmaktı. Benim asıl sorunum bilmemekti.

O gece niye orada olduğunu bilebilseydim, ona kızardım, sözünde durmadığı için hayal kırıklığına uğrardım -ki uğramıştım- bağırıp çağırırdım ya da her neyse. Yine de hiçbir zaman tamamen vazgeçmeyeceğimi biliyordum, ama en azından bir şey beni yaralamış olurdu, ben de bununla baş etmeyi öğrenirdim.

Ama hiçbir bok bilmiyordum. O Steve denen piç kurusunun niye orada olduğunu blmiyordum. August'un bana yalan söyleyip söylemediğini bilmiyordum. Ve belki de hiçbir zaman bilemeyecektim, çünkü Dave karakola gidip olayı öğrendiğinde sırf August'a cezasını tam olarak çektirebilmek için bin dolar olan kefaletini ödemiş, ertesi gün beni çağırıp bana Old Records'da çalıştığım sürece yapmamam gereken en önemli şeyin yalan söylemek olduğunu, özellikle de böyle bir konuda yalan söylemek olduğunu hatırlatarak yüzündeki büyük hayal kırıklığı ifadesiyle beni kovmuştu.

Okula gitmek zaten anlamsızdı, kovulmasam da işe bir daha gidebileceğimi sanmıyordum bu yüzden her şey yolunda sayılırdı. Şu anki durumu saymazsak tabii.

Odamın kapısının açılırkenki hafif gıcırtsını duyduğumda her zamanki gibi başımı çevirdim. Gelen annemdi, her zaman O'ydu, başkası olmayacaktı. İlk günlerde kapım pek çok kez açılmıştı, ama ya sinir krizi geçiriyor ya da sessizce ağlıyordum. Büyük ihtimalle de anneme başımdan ayrılmasıyla ilgili pek çok korkunç şey söylüyordum, ama annem alınmış gibi görünmüyordu.

"Hey," dedi her şey yolundaymış gibi çıkan yumuşak sesiyle. "Kahvaltı etmedin, bu yüzden öğle yemeğini erken getirdim. Öyle ağır bir şeyler de yapmadım, hastasın gibi çorba da yapmadım, yalnızca domates soslu makarna." Onu ne kadar sevdiğimi biliyordu, burnuma gelen kokusu midemdeki boşluğu bana içgüdüsel olarak hatırlatsa da ağzıma bir lokmasını koymaya gücüm yoktu.

"Acıkmadım." Hala yüzüne bakmıyordum. Annem her ne kadar gizlice iç çekmeye çalışsa da yüzüne bakmadan fark etmiştim.

"Tamam, ben de başucuna bırakırım." Tepsinin her zamanki gibi tam baş ucuma bırakıldığını hissettiğimde, koku burnuma tamamen dolmuştu. Annemin bir taktiği olabilirdi bu.

Ayak sesleri uzaklaşırken kısa bir süre sonra kesildiğinde merakıma yenik düşerek başımı yavaşça o tarafa çevirdim. Annem eli kapı kolundayken durmuştu, Kafsını çevirip bana baktı. Daha sonra kolu bırakarak bana doğru yürümeye başladı. Bana acımayla bakmasını görmek istemediğim için ellerimle oynamaya başladım. Yatağa oturduğunu hissettiğimde hala yüzüne bakmıyordum.

"Cole, bak sana ne olduğunu sormadım, şu anda da sormayacağım. Kendine acımana da izin verdim." Kendime acıma? Peki. Sanırım öyle de denilebilirdi. "Ama sen bu değilsin ve her ne atlatıyorsan daha önce atlattığın şeylerden daha korkunç olmadığına eminim." Ona haksız olduğunu, hiçbir şey bilmediğini bağırmak istedim ama onun suçu değildi. Bağırsam da beni suçlamayacağını, bir şeyi değiştirmeyeceğimi biliyordu. Haksız olmadığını içten içe bildiğimi de biliyordu.

Yan gözle onu göreceğimi bilerek hafifçe gülümsedi, ellerini saçımda hafifçe gezdirdikten sonra emin adımlarla odadan çıkarken kapıyı arkasından kapattı. Gidişini izlerken gözüm domates soslu makarnaya kaydı.

Hafifçe yerimde doğrulduğumda sosun üzerindeki fesleğenlerin belli bir düzende olduğunu gördüm, bu bir gülen yüzdü. Tüm olanlara rağmen, gülen yüzün ironisine karşılık yüzümde belli belirsiz bir gülümseme oluştuğunu hissettim, neye benziyordu çok da emin değildim, uzun süredir ağız kaslarım pek çalışmıyordu sonuçta. -fesat arkadaşlar buradaysa hello fjhbjbb-

Gülen yüzü daha iyi görmek için çatalı çektiğimde üzerine bulaşan domates sosu tuhaf bir şekilde dikkatimi çekti ve kendimi çatalı ağzıma götürürken buldum. Tanıdık tat ağzıma yayıldığında midem bu kez içtenlikle açlığını ilan etti.

**

Hayatımda ilk defa 50 kişinin aynı anda gözlerini üzerime dikmesinden rahatsız olmadım. Başımı çevirip bakmıyordum bile, onlar yokmuş gibiydi, umurumda bile değildi. Hayatımdaki en büyük problemler kısmını onlar oluşturmuyordu, onlar değersiz kısımdı.

Her zamanki tavrımla dolabıma vardığımda rutin bir hareketle başımda cıvıldayan bir Lily görmek için başımı sağa çevirdiğinde orada olmadığı, belki de bir daha hiç olmayacağını uzun bir süreden sonra hatırladım, ailesiyle yaptığım konuşmanın her şeyi daha da berbat etmiş olma olasılığını da.

Zaten evden dışarı çıkabilmek için bile gücümü zorlukla toplamam gerekmişti, şimdi bu gerçek de yüzüme tekrar çarpılınca hızla başımın döndüğünü hissettim. Yine başa dönmüş gibiydim, aynı his, hiçbir şeyin düzelmediği ve düzelmeyeceği hissi, yeniden etkisini gösteriyordu.

Ve o anda dolabımın kapısını kapatmamla beraber bana endişeyle bakan büyük gözleri görmem bir oldu.

"Sana neşeli bir 'MERHABA' gösterisi yapacaktım ama o kadar kötü görünüyorsun ki kalp krizi geçirmenden falan korktum. İyi misin?" O hissi tamamen atamasam, karşımdaki kişinin kendisini görmek beni sevinçten havaya uçurmaya yetmişti.

"Lily? Tanrım, sensin!" Ona çok uzun süredir sarılmıyordum, ama o an öyle sıkı sarıldım ki yüzündeki neşeli gülümsemesi yavaşça boğulma ifadesine döndü.

"Tamam, ben de seni özledim ama beni boğarsan bu özlemi gideremeyiz." Geri çekildiğimde tekrar orada olduğundan emin olmak istercesine inceledim.

Ne? Bu aralar fazla gerçekçi hayaller -kesinlikle halisünasyon değil- gördüğüm olmuştu, tamam belki Lily'i görmemiştim ama şimdi görüyor olabilirdim.

Keşke yine o hayallerden görsen ve şu an gerçekleşse.

Şu an yapma.

"Affedersin ben... Aslında şu anki ruh halimi tarif etmek için bir sıfat yok." Lily gülümseyerek elini ağzına götürüp düşünüyormuş gibi yaptı.

"Hm... Mutlu? Heyecanlı? Ya da yine aynı sinir bozucu sesi duymanın hayal kırıklığı?" Gülümsemem biraz daha buruk bir hal alırken "Onlar da var," dedim. Önüme bakarken iç çekmemi engelleyerek tekrar kafamı kaldırarak gülümsedim. "Beni boşver, sen... Nasıl?" Lily'nin yüzünde az önceki tepkimden dolayı oluştuğunu tahmin ettiğim kafası karışmış bir ifade vardı ama sorumla beraber ifadesi normale döndü.

"Sanırım sana teşekkür etmeliyim. Yani kesin olarak değil ama katkın olduğunu düşünüyorum çünkü sen gittikten sonra annemle babam bana sertçe yukarı gitmemi söyledi ve 1 saat kadar aşağıda tartıştılar, kulağımı kapıya dayasam da aradan sadece birkaç kelimeyi seçebildim yine de yüksek sesle tartışıyorlardı. Ertesi gün beni çağırdılar ve yaptığımın ne kadar yanlış olduğunu bin kere hatırlatan, ama aynı zamanda da henüz genç ve arkadaşlarımı korumaya meraklı olduğumu da belirten bu yüzden bir şansı hak ettiğimi söyleyen bir konuşma yaptılar." Şaşkınlıkla onu dinlerken üzerimden büyük bir yükün kalktığını hissettim. Konuşmamın herhangi bir etkisi olmuşsa bile beni fazlasıyla şaşırtırdı çünkü o an konuştuklarımı tamamen planlamamıştım ve sonlara doğru planlamayı değiştirip doğaçlama yapmıştım. "Senin etkin olduğunu düşündüren nedenlerinde biri de kurduğu bazı cümlelerin, senin konuşmandan duyduğum cümlelerin değiştirilmiş versiyonu olduğunu fark etmemdi. Bu arada söylediğin şeyler çok güzeldi Cole, sana nasıl teşekkür ederim bilmiyorum." Bana gerçekten minnettarlıkla bakıyordu, duyduğum şeyler beni öyle sevindirmişti ki bir an artık depresyonda olmadığımı düşündüm.

"O konuşmanın tek amacı ufak da olsa bir etki yaratmaktı ve eğer etki buysa teşekküre ihtiyacım yok." Lily'nin gözleri hafif doluydu ve bu kez o bana hızlıca sarıldıktan sonra geri çekildi.

"Seni gerçekten özlemişim. Her neyse sonuç olarak 1 ay daha cezalıyım ve ders çalışma saatleri dışında telefonuma kavuştum." Söylediklerinin tamamının üstüne bir iç çekti. "Ama her neyse bu kadar duygusallık ve benim katı aile hayatım yeter, sen ne yaptın?" Buna verecek yanıtım gerçekten yoktu. Birden aklına bir şey gelmiş gibi ifadesi değişti. "Sen ne yaptın demişken, August nerede? Gerçi her gün gelmesini beklemiyorum ama..." Yüzümdeki belli belirsiz mutluluk ifadesi bir anda silinirken günlerdir duymadığım adının kulağıma çarpmasıyla vücudumdaki ani soğuma, gerilme ve titremeyi hissettim. Zil çaldığında kulağımda yankılanıyor gibiydi, öylece boşluğa baktığımı fark ettiğimde kendimi toparlamaya çalışarak bakışlarımı bana artık daha da büyük bir endişeyle bakan Lily'e odaklamaya çalıştım.

"Cole, tanrı aşkına neyin var senin? Hasta falan mısın?" Keşke, öyle olsaydı en azından iyileşebileceğim bir şey olurdu.

"Bunu... sonra konuşalım olur mu? Zaten zil çaldı." Lily bir an bir şey söyleyecek gibi olduysa da bundan vazgeçti ve arkasını döndü, "Ve, hey..." Bana döndü. "Geldiğin için çok mutluyum." Yüzünde bir tebessüm oluşurken "Ben de," dedi ve sınıfın basamaklarını tırmandı.

Öğlen olduğunda henüz Jason ve diğerleriyle 'gelişimi kutlamaya' hazır değildim, ancak Lily hazır olabilirdi bu yüzden onu rahatsız etmemeye karar verdim. Yine 5 dakika önce çıkma taktiğimi kullanarak zaten pek aç olmadığım için -genelde olmadığım için-, bir sandviç alarak zil çalıp da sınıflar boşaldığında en arkadaki yerime geçtim.

Tam derin bir nefes alıp sandiviçime yumulacaktım ki ayak sesleri duydum.

"İşte buradasın." Kafamı kaldırıp baktığımda Lily'nin elinde bir tepsiyle bana doğru ilerlediğini gördüm.

"Sen... Niye Jasonlar'ın yanında değilsin?"

"Çünkü uzun süredir görmediğim ve önemli şeyler duymayı beklediğim en yakın arkadaşım onlar değil." Tepsiyi masama bıraktı. Gözlerindeki bakıştan ve kollarını kavuşturarak masaya yerleşme şeklinden vazgeçirmenin hiçbir işe yaramayacağını anlamıştım. Yine de şansımı denedim.

"Lily ben, ım... Yalnız kalmak için buraya gelmiştim."

"Burası da kalabalık değil zaten. Yalnızca sen ve ben varız." İnatçı ruh hali tam anlamıyla üzerindeydi. Pes ederek sandiviçimden bir ısırık aldım ve arkama yaslanarak iç çektim.

"Ne öğrenmek istiyorsun?"

"Neyin olduğunla başlayabilirsin mesela. Sabah seni yeniden görmenin sevinciyle gereken dikkati vermemiş olabilirim, ama gün boyu incelediğimde fark ettim ki berbat görünüyorsun. Tanrı aşkına, elmacık kemiklerin yüzünden fırlamak üzere!" Yutkunarak gözümü önüme dikerken ince yüzümü tekrar dikkate almıştım. Yüzümü kaldırmadım.

"Pekala, neyden başlamamı istersin? August'un gitmesinden mi--"

"Ne? Nereye?" Derin bir nefes aldım. Buna bile gözlerini pörtlettiyse...

"Yoksa işten kovulmamdan mı?"

"NE?!" Ellerini masaya vurarak ayağa fırladığında bir an için geriye sıçrayarak ona baktım. "Dave s-seni kovmaz ki! Tamam bir duvar kadar sert olabilir ama sana ne kadar değer verdiğini biliyordum ve..." Yüzümü tekrar hüzünle önüme diktiğimi gördüğünde derin bir iç çekti. "Tanrı aşkına, ne yaptın Cole?"

"Dur, ona en son geleceğim." Gözlerimi kapatıp derin bir nefes alarak anlatmaya başladım. Okuldan kaçıp orada burada içtiğimi anlattım, eve geri geldiğimde anneme eşcinsel olduğumu açıklamamı anlattım. Babama haber verildiğini öğrendiğinde o da en az benim kadar sinirlenmişti. Aramalara cevap vermeme hakkım olduğunu, ancak sonsuza kadar kaçamayacağımı söylediğinde kaçabildiğim yere kadar kaçacağımı söyledim.

August'un niye gittğini açıklamak zorundaydım, ama onun evinde yaşanan 'ufak' detayı vermek istemiyordum çünkü Lily'nin ne tepki vereceği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bu yüzden yalnızca dükkanda bana işi olduğunu anlatmasını ve benim de onun için yalan söylememi anlattım. Tabii işinden ne kadar nefret ettiğimi bildiği için bunu yapmam onun için oldukça şok edici olmuştu, işini de sormamıştı ama soracağını biliyordum ve onu da söyleyip söylememek konusunda hala kararsızdım.

Polis olayına geldiğimde tamamını gözlerini büyüterek dinlemişti ve ben de bir hafta... şoktan çıkamadığımı ve işten atıldığımı anlatıp bitirmiştim.

"Dur bir saniye, hiç mi haber almadın? Karakoldan çıktıysa nereye gitti? Onları geçtim de son bıraktığımda August'la gayet dengesiz bi ilişki-- pekala, toparlayarak soracağım." Derin bir nefes alıp verdikten sonra daha dik bir pozisyonda oturdu. "Yani... O günden beri haber almadın?" Kafamı iki yana salladım. "Karakoldan çıktığını şey mi söyledi..."

"Dave, evet. Beni kovarken." Bir an bakışları yumuşarken kafasını öne eğdi.

"Dave'in kırılmasına hak veriyorum ama... Seni affedecektir Cole." Sinirle güldüm.

"Bu sefer değil Lily. Basit bir geç kalma değil bu, ayrıca hepimiz Dave'in ne kadar uzun süre kin tuttuğunu biliyoruz." Önünde tuttuğu başını salladıktan sonra bir anda kaldırdı.

"Her neyse, ben biraz zaman geçtikten sonra Dave'in aklına girmeye çalışabilirim. Neyse, August karakoldan çıktığına göre evde mi? Babası mı çıkarmıyor?"

"Hayır, bilmem kaç kilometre ötedeki bir kasabada ve neresi olduğum hakkında hiçbir fikrim yok, sorun da bu!" Bir an ne dediğimi fark ederek sabırsız yüz ifadem donuklaşmıştı. Lily'e o kısımdan bahsetmemiştim. Bir an gözlerini hafifçe kıstı.

"Bunu nereden biliyorsun?" Yutkunarak bakarken bir şey gizlediğimi belli etmemeye çalışıyordum ama bu benim gibi bir insan için, özellikle Lily'e karşı, kolay bir şey değildi.

"Ben... Dave bir keresinde başka bir sorun çıkarırsa gönderceğine dair tehdit etmişti." Kafasını salladı.

"Dükkanda mı oldu bu?"

"Şey, evet--"

"Cole, okulun babanı aradığını öğrendiğinde evden çıktığını söyledin ama nereye gittiğini söylemedin. Sabah dükkana nereden gittin?" Öyle bir bakıyordu ki bazı şeyleri kafasında çözmeye başladığını anlamıştım. Benim de bir şey anlatırken daha dikkatli olmam gerektiğini.

"Ben, gece geç saatte eve--"

"Sakın bana yalan söyleme Cole Simmons." Bir süre ona baktığında öfkelenerek kafamın arkasını kaşıdım.

"Tamam, konuşmak için ve okulda neler olduğunu öğrenmek için August'a gittim, senin mesajını gördüğüm için gelemeyeceğimi biliyordum."

"Tabii, ben konuşabilecek durumda olsaydım koşarak geleceğin kişi ben olacaktım çünkü." dedi iğneli bir ses tonuyla. Gözlerimi devirdim. "Dave dönmüş müydü, hala ot sattığını biliyor muydu bu arada?" Bir an duraksadıktan sonra dediklerini idrak ederken ağzımın bir karış açık kalmasına engel olamadım. Ben de niye hala işini sormadığını merak ediyordum.

"Sen bunu nereden bili--"

"Ha satıyor yani? Kullanmıyor? Pekala, bu biraz daha rahtlatıcı." Ona hala aynı şekilde baktığımı görünce "Ne? Hakkında tek kelime edilmeyen sorunlu evlat, sorun yüzünden evine gönderilme ve gizli buluşmalara gitme gibi şeyler söz konusu olduğunda tahmin etmek için birkaç seçenek kalıyor. Hiç dizi izlemiyormuş gibi konuşuyorsun. Hem kötü çocukları herkes sever, önceden çıktığın tipin deSarah olduğu düşünülürse bunun da hayırlı bir tip olmayacağı--"

"Analizin bitti mi?" Kollarımı kavuşturmuş, kaşlarımı kaldırarak sabırsız bir şekilde ona bakıyordum. Bir eli havada kalırken aralık kalan ağzını kapatarak arkasına yaslandı.

"O evde ne oldu da ertesi gün en çok nefret ettiğin şey için yalan söyledin, onu merak ediyordum." Dişlerimle dudağımı çiğnerken kafamda o gecenin anıları canlanmaya başlamıştı ve bu sabit bir ses tonu ve yüz ifadesiyle konuşmamı engelliyordu.

"Biz... konuştuk." Yine kafasını salladı.

"Bu konuşmanın çeşitli itiraflar içeriyor olma ihtimali?" Gözlerimi kapatarak bir iç çektim. O günden bahsetmenin bu kadar da zor olacağını tahmin etmiyordum.

"Evet, görünüşe göre August'un erkeklerden hoşlandığından şüphelendiği bir geçmişi varmış, bla bla" dedim önemsiz bir şeymiş gibi.

"Konuştunuz... ve gittin? Eğer tartışma falan olmadıysa buna inanmamı bekleyemezsin." Yemin ederim, Lily'le konuşmak alnımdan soğuk terler boşalmasına sebep oluyordu.

"Aslında ufak çaplı bir tane oldu..." Gözlerimi başka bir noktaya kaydırdım. "Sadece sonucunda August beni öptü."

"Aman. Tanrım." Gözlerini büyüterek ayağa fırlamış, volta atıyordu. İlk kez olduğunu sanıyordu tabii, üstelik devamını bilmiyordu bile. "E öptüyse... Sen..." Bir anda yerinde dondu. Gözleri daha da aralanırken - öyle bir şey mümkünse- ses tonu giderek yükselerek konuştu. "Yoksa siz..." Gözlerimi kırpmadan ve nefes bile almadan öylece bakmaya devam ettiğimde ağzı ardına kadar açıldı. "SİZ AUGUST'LA--"

"LILY!" Duraksayarak aynı heyecanıyla etrafına bakarak yerine oturdu ve yerinden fırlamış gözlerini bana çevirirken fısıltıyla bağırdı (!)

"Augustla yattın mı ? Bildiğimiz Dave'in oğlu olan August?" Dalga mı geçiyordu?

"Tek kelime Lily, tek kelime etme." Lily'nin ağzını art arda bir şey söylemek için açıp kapamasını izlerken zorlandığını görebiliyordum. En sonunda ayağa fırlayarak eli kafasında, kendi kendine bir şeyler mırıldanarak bütün sınıfı dolaştı ve tekrar oturduğunda art arda nefesler alıp verdi. Bu kadar şeyin içinde bile ona gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

"Tamam. Tamam etmiyorum ve senin ne yaptığının farkında olduğuna inanmak istiyorum." Ah, ben de istiyorum.

Günün geri kalanında Lily gerçekten de konu hakkında tek bir kelime bile etmemişti, ne kadar zorlandığını görebilsem bile. Yine de bunun için ona minnettardım.

Jason ve Daisy'le kaçınılmaz 'yeniden buluşma' anını gerçekleştirmek zorunda kalmıştık. Neler olduğunu sorduklarında Lily benim konuşmamı da engellemek için bir süredir dilediği gibi açamadığı ağzını açarak aile dramasını uzun bir şekilde anlatırken ben de telefonumun bozuk olduğunu söyleyip kestirip attıltan sonra okulu gözlerimle tarıyordum. Üzerimize dikilen bakışlar azalmıştı, fısıldaşmalar da öyle. Bu 'huzuru' tek bozan şey August'un her zaman oturduğu cam kenarındaki masada August yerine başka asosyal bir öğrencinin olmasıydı, bana rahatsız edici bir şekilde yanlış geliyordu.

İçimde tekrar yerini alan karıncalanmayla bir iç çekerek ellerimle oynamaya başladığımda Jason, Daisy ve yanımızdaki diğer çocuklar kendi aralarındaki bir konuşmaya dalmıştı. Birden elimin üzerine gelen Lily'nin elini fark etmemle kafamı kaldırıp ona baktım. Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı ve hafifçe gülümsüyordu.

"İsteyerek yapmadığını biliyorum. Yaptığı şeyleri takdir etmeyebilirim, ama seni gerçekten düşündüğüne inanıyorum ve bu yüzden bunu göz göre göre yaptığına inanmıyorum. Seni sonsuza kadar habersiz bırakacağına da," dedi yarı fısıldayarak. İfademi bozmadan, sözlerine inanmak istediğimi bilerek kafamı önüme eğdiğimde kulağıma doğru eğildi. "Eğer bırakırsa benim elimden bir ceza da o çekecek." Kendi kendime gülerken Lily'e minnettarlıkla gülümsedim.

Tembel adımlarla eve girip kapıyı ayağımla kapattıktan sonra çantayı yere fırlattım ve doğruca odama çıkan merdivenleri tırmanmaya başladım. Odama adım attığım gibi kendimi de yatağa bıraktım ve son bir haftadır var olan pozisyonuma geri döndüm. Bir günü normal geçiriyor olabilirdim, ama bu gün sonunda tekrar 'yalnızca düşünmeye' dönmemi engellemiyordu.

İki saat kadar uzanıp odamın tavanını izlerken de yaptığım buydu. Üzerimde bir haftadır olan bunalım yoktu, Lily'nin gelmesi ve bana beklemediğim bir şekilde destek çıkması biraz rahatlatmıştı, ama o içimi yiyen hissin hiç gitmeyeceğini biliyordum. Tam olarak ne yaşanırsa bu durum düzelirdi, onu hiç bilmiyordum.

Annemin eve gelme saatine yakın bu kez cebimden çıkarmadığım telefonumun titreştiğini hissettiğimde, yine babamın mesajlarından biri olabileceğini düşünüp hissettiğim öfkeyle telefonu cebimden çıkarırken bir anda aklıma zaten numarasını engellediğim gelmişti.

Ama ekranda isim yoktu, bilinmeyen numaraydı. Yazan iki kelime ise babamdan gelmediğini belli ediyordu, çünkü merak ettiği şeyle alakalı olarak önceliğinin bu olmasını beklemiyordum ayrıca yalnızca o iki kelimenin artık bende işe yaramayacağını daha önce ona karşı dile getirmiştim.

Ama eğer kalbimi tekletmeye sebep olan kişiyse...

Özür dilerim. (20.31)

Continue Reading

You'll Also Like

107K 4.7K 23
~Yeşim Deniz ~ Kendisi hayatını yaşıyor sanarken daha gerçek hayattı ile bile tanışmaması gerçeği fakat hayatı olan adam Alaz Karadağ onu 7 yıldır ta...
1.5M 50.2K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
744K 50.9K 33
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
119K 8.5K 87
Öğretmen ama AŞKA ÖĞRENCİ (Texting) • Anaokulu öğretmeni olan Beyza yoğun bir sene geçirdiği için yeni dönemde dinlenmek için görev değişikliği yapmı...