𝚅𝙴𝚁𝙸̇𝚃𝙰𝚂

Door matenoya

3K 542 400

Ölü ruhum şuan bir çöplüğe yaslıydı ve terkedilmişti. Ev sıcaktı. Bakışlarım bir anda salonun her köşesinde d... Meer

Giriş.
IVV1:
IVV2
IVV3
IVV5
IVV6
IVV7
IVV8
IVV9
IVV10
IVV11
IVV12
IVV13
IVV14
IVV15
IVV16
IVV17
IVV18
IVV19
IVV20
IVV21
IVV22
IVV23
IVV24
IVV25
IVV26
IVV27
IVV28
IVV29
IVV30
IVV31
IVV32
IVV33
IVV34
IVV35

IVV4

101 20 11
Door matenoya



Yorgunluk öyle ağırdı ki insanın ruhunda ki kemikleri kolaylıkla kırabilirdi. Akılda ki yorgunluk ise bir tık daha can sıkıcı oluyordu nihayetinde bedeni dinlendireceğin fırsatın olurken dolu aklı dizginlemek pek kolay olmuyordu. Kilitlendiğine emin olduğum kapımı tek seferde açtığımda evimde beklediğim kişinin var olduğunu anlamıştım. İçeri girdiğimde etrafı sosunda mayhoşluk tadın olduğuna kanaat getirdiğim yemek kokusu vardı ve sadece mutfağımın ışığı açıktı. Çantamı çıkarıp kenara bıraktığımda yüzümde olabildiğince dingin bir ifadeyi sabit tuttum. Adımlarım mutfağımın kapısında durduğunda sırtını gördüğüm adam masanın ortasına simetrik açılarla koyduğu mumları yakıyordu. Tek kaşım hayretle yukarı kalkarken varlığımı hissetmişti bu yüzden ikinci mumu yakarken eğdiği bedeninin aksine kafasını kaldırıp bana baktı. "Ne yapıyorsun burada?" Çakmağı cebine atıp masanın etrafından dolanıp yanıma gelmişti.

"Kalpsiz birinin doğduğu günmüş, onun anısına mum dikiyorum." Dedi ve sırıttı bense dudağımın içini kemirip yenik düşmemek adına gülmekten kaçıyordum. "Defol git evimden senden bir şey istemiyorum." Omuzuna çarpıp tezgaha geçtim ve elime aldığım bardağa su doldurup içtim oyalanmak adına tezgahın üzerinde ki dökülmüş sosu silmiştim.

"Kusura bakma bu yemeği yemeden bir yere gidemem." Arkaya doğru kaçamak bakışlarımı attığımda sandalyeye oturup tabağına yemek aldığını gördüm. Elimde tuttuğum el bezini lavabonun içine fırlattıktan sonra tamamen masaya doğru dönüp ellerimi göğsümde birleştirdim. Özdemir sefil bir açlıktan çıkmış gibi beşamel soslu makarnasını ağzına tıkıp yerken kesinlikle beni umursamıyordu bu yüzden karşısında ki yerime geçip oturdum ve onun gibi yapıp konuşmama kararımla birlikte yemeğimi yedim. Her ne kadar kırgın kalsam da onu tekrar burada görmek içimdeki kötü tüm hisleri yok etmişti. Özdemir, koyu kahverengi saçlarını alnına dökmüş gözlerini tabiri caizse benden saklamıştı. Hemen okuldan sonra evime geldiği barizdi çünkü göğsünden bir iki düğmenin açıldığı gömleği ve kumaş pantolonuyla duruyordu. Gözümü alan aslında yeni deldirdiği kulağındaki parıldayan küpesiydi. İşaret parmağımı tuttuğum bardağımdan ayırıp ona doğrulttum. "Bu nereden çıktı?"

"Yakışmış mı?" Elini hızla kulağına attığında tahammülsüz bakışlarımı devirmemek adına zorla gözlerinde tuttum. Kesinlikle onluk bir şey değildi ama neden yaptığını merak ediyorum kesinlikle biri yüzündendi lâkin yine de kulağa anlamsızca geliyor. Özdemir parmağına diken batsa o hafta boyunca sızlanacak kadar hassas bir bedene sahipti. "Bakma bana öyle, kendimde yeni şeyler deniyorum." Kafasını hafiften sallayıp alnından bir santim dahi kıpırdamayan saçlarını geriye savurmak istedi ama olmayınca pek umursamadan parmağını kulak memesine bastırarak yüzünü yan çevirdi bu sayede küçük demir toptan küpeyi daha net görmüştüm. Bana inat mı yapıyordu?

"İki üç gün içinde bu kadar çabuk mu değiştin yani?" Kesilen iştahımla birlikte çatalımı masaya bıraktım. Neden sinirlenmeye başladığımı anlamakta zorlanıyorum. Özdemir'in küçük değişikliğini dahi görmek istemiyordum, kesinlikle bu kabul edebileceğim durumlardan değildi. Benim arkadaşım değişemezdi, nasıl bıraktıysam öyle kalacaktı. Bugün kendinde gördüğü bir takım sıradanlığı değiştiren yarın benim yerime başkasını da koyabilirdi.

"Pekâlâ tamam, öğrencimle iddiaya girdim ve kaybettim cezası da bu işte. Çok sürmez sıkılır atarım." Omuz silkip önümde ki turşuyu aldı ve sanki karşısında küplere binmemişim gibi rahatça yemeye devam etti. Gözlerimi kapatıp derin nefes aldım, nabzım yükseliyor kalbimse tüm bedenimde atıyordu. Otokontrolümü kaybetmiştim, açıklaması zor ama ben bugün tam anlamıyla sinirlerim alt üst olmuş haldeydim.


Gözlerimi aralayıp karşımda oturan bedene baktığım da artık onunda neşesinin kalmadığını görebiliyordum. Masanın üzerine bıraktığı siyah kutuyu bana doğru usulca uzattığında tamamen kaşlarımı çatmış anlamaya çalışıyordum. "Daha fazla çileden çıkmadan önce versem iyi olur." Sesinde ki sakin ton daha çok arkasında gizlediği kırgınlığı haberlese de şimdilik onunda tabirlediği gibi çileden çıkmaya ramak kalan halimi biraz sonra patlarken görmeden hediyemi vermişti. İnişli çıkışlı duygularımla ben baş edemezken Özdemir büyük bir olgunlukla alışmış hatta her halime göğsünü açıp sarılmıştı. "Sağ ol." Boğazımdan aşağı acı bir tat süzülürken yutkunmamı yarıda kestim. Kutuyu elime aldığımda hiç bir şey hissetmiyordum çünkü iliklerime kadar sarsıntı yapan sinir krizinin eşiğindeydim ve tahmin edilir ki bu haldeyken aniden mutluluğa geçiş yapamazdım. 

Özdemir'e küçük bir bakış attıktan sonra parmaklarımı sıkıca bastırdığım kutunun kapağını açtım, küçük Hybrid Child figürleri tam ortada duruyordu. Severek izlediğim doğruydu hatta karakterlerinden oluşan bir koleksiyon yapma düşüncemde vardı amma velakin bu beni o kadar da heyecanlandırmamıştı, en yakınım olan kişiden beklentim çok daha başkaydı. Kutuyu masanın diğer tarafına kaydırıp bıraktım ve gözlerim karşımda bir şeyler dememi bekleyen adama olabildiğince geç ulaşmıştı. "Beğenmedin mi? Bunlar o izlediğin-"

"Bir önemi yok zaten sağ ol yine de." Yüzümden bin bir parça düşerken Özdemir'de ikinci kırgınlığını belli ettirmeden atlatmayı planlıyor gibiydi. Boş tabağımı alıp ayağı kalktığımda, boğazını temizlediğini duydum. "Üzgünüm, seversin sandım." Hızla önümü ona doğru döndüğümde tezgahın kenarına bıraktığım tabak kayıp lavabonun içine düştü.

"Bende üzgünüm! Bana daha anlamlı bir şey verebilirdin, bak etrafıma senden başka kimim var? Kimse yok." Tezgaha avucumun içiyle vurduğumda Özdemir istifini dahi bozmadan karşımda oturuyordu belki de nutku tutulmuştu bilemiyorum ama öylece yüzüme bakıyordu. "Bak, şuna bak bir öğrencim verdi anlamı olan bir şey işte anlıyor musun?" Bileğimde ki bilekliği koparırcasına çekiştiriyordum ve yukarı çektikçe demir ucu tenime batıyordu. 

"Önce gidip kendini değiştiriyorsun sonra değersiz bir şeyle geliyorsun karşıma." Ellerimi enseme atıp saç uçlarımı sıkarken Özdemir yerinden hızla kalkıp yanıma geldi. "Sakin kal Milhan, sorun yok kardeşim." Kolları hiç düşünmeden etrafıma sarıldığında bedenim titriyordu. Elleri, saçlarımı çektiğim ellerim üzerinde durduğu ve canım acımasın diye sakince ellerimi uzaklaştırdı. "Değişmedim, her şey olduğu gibi bak. Sen sıkma kendini Milhan."  Düşürdüğü ses tonunda olabildiğince beni yumuşatmaya yönelik konuşuyordu sonrasında sırtımda teselli sıvazlaması vardı. Elimi omuzuna koyup aramızda ki mesafeyi açtığımda hiç beklemeden kulağında ki küpesini çıkarttığı gibi çöp kutusuna koydu. Yanından gideceğim vakit kollarımdan tutup engel oldu. "Şşt, nereye? İyi misin?"

"İyiyim sadece başım ağrıyor." Bu defa engel olmasına fırsat vermeden ondan uzaklaştım, mutfağımın dahi hiç bir köşesine bakmak istemiyordum sadece adımlarımı olabildiğince hızlandırıp salona geçtim kafamın içinde karıncalanma vardı ve ben içten içe üşüyordum. Bedenimi koltuğa attığımda bir kaç saniye sonra hemen yanımdaki boş kısma oturmuştu. Dizlerine yasladığı dirseklerini ileri doğru usulca itip ellerini birleştirdi ve bu süreçte bana bakmaması en iyisiydi. Tırnaklarımı yemeye başladığımda da evimin içinde boğuk uğultu devam etti. "Sana ne oluyor Milhan?" Bir an kafasını çevirip yüzüme bakacaktı ama vazgeçip yeri izledi. Cümlelerini büyük bir çabayla ayrıştırıyor gibiydi çünkü kurduğu son cümlenin üzerinden bir süre geçmişti. Koltuğun başına çenemi yaslayıp gözlerimi kapattım.

"İyi değilsin, sende farkındasın. Eskiden sadece.. yapın böyle sanırdım ama şimdi," yutkunurken birbirine kenetlediği ellerini sıktı. "Her geçen gün daha kötü oluyorsun." Kadife koltuk yüzeyinde küçük daireler çizerken ebeveynimden karşı ayıplanıyor gibi hissediyordum. Yanaklarıma kadar düşen saçlarımın uçları ardı arkası kesilmeyen göz yaşlarımla ıslanırken, ben olduğum yerde bildiklerimi duymayı bekliyordum. "Ben bilemiyorum, en kısa zamanda destek alman gerek. En kısa zamanda." Özdemir oturduğu yerden kalktığında dalıp gittiğim boşluğumdan sıçrayarak uyanmıştım. Sonrasında dış kapım kapanmıştı. Kafamı çevirip bir kısmı görünen kapıma baktığımda gerçekten gittiğine inanmıştım. Yarıya kadar düşmüş göz kapaklarımın ardında bir dirhem acıma duygusu yoktu hak ettiğim hayatı sonuna kadar yaşayacaktım. İsyan etmeyecektim çünkü haykırışımı duyan da yoktu.

Varlığını belli ettiren köpeğim ağzındaki yaş mamasıyla önüme gelip koltuğa paketi vurduğunda ancak o zaman bir başka dalgınlığımdan arınmıştım. Elime paketi alıp açtığımda hevesle yerinden zıplayan köpeğimi seyrettim o hâlâ bu evde mutlu olmayı başarabilendi. Yaş mamayı halının açıkta bıraktığı kısma- parkenin üzerine döktüm o kadar umursamıyordum ki oranın kirli olmasını göz ardı etmiştim. Elimin tersiyle gözlerimin kenarını silip salonumdan ayrıldım, adımlarım hızlı olmayacak kadar seri bir halde merdivenleri çıkmış ve çalışma odamın kapısında son bulmuştu. Tüm bu olumsuz şeylerin sebebi tamamlayamadığım çizimlerdi. Unutmamam gereken tüm o olay örgüsünü hatırlayamadığım içindi yaşadığım tatsız durumlar bu yüzden düşünmeliydim, sinirlerim birbirine çarpıp patlayana kadar düşünmeliydim. Sandalyemde otururken göğsüme çentik çentik acılar yerleşmişti. Karşımda çaresizce bakan kadının henüz bedenini tamamen çizememiştim, fırça çantamı dizlerimin üstüne koyup kesik uçlu fırçayı içlerinden çekip çıkarttım ve çantayı ayağımın dibine doğru attım.

Elim, yüzünün yarısı çizili simanın kabarık çizgilerinde durduğunda boğazımda kopan hıçkırığı zorlukla yuttum. O kadını tanıyordum, henüz yirmilerindeydi ve onu farklı kılan ön dişlerindeki ayrıktı. Saçları daim tepesinde topuz, burun kemerinde akşamdan taktığı numaralı gözlüğünün izi vardı. Gördüğüm en hayata tutunan sevinçleri içinde yeşerten bir kadındı. Sanırım bu yüzden bitiremiyordum, tamamlayamıyordum bu portre çizimi. Bugünlerde yaşasaydı belki de kırk küsürlerin de olurdu. O kadın çocukluğumda hatırladığım en net yüze sahipti diğerlerine oranla hatırladığım bir yüzü vardı, son halinde ki ifadesi gibi.. özenle topladığı saçları şimdi yüzünde yer yer kanla yapışmış, bakışlarında ki parıltı pınarlarından akamayan yaşlarından ötürü.. iki ayrık ön dişleri dudağını parçalamış kim bilir ne acılara katlandı.

Boyaları bir bir sıkarken kaçamak bakışlarım o yüzdeydi. Fırçayı olabildiğince nazikçe vuruyor sanki yine acı çekebilirmiş gibi korkarak çiziyordum. Çizdikçe bedeni kan gölünde beliriyordu hemen arkasında eceline neden olan kişinin imzasının atıldığı dökük duvar, yüzünün önüne düşmüş ellerinin hasarlı tırnaklarında o duvardan kalan kireç.

Kokusu zihnime doldukça çenemde bir sıra göz yaşı öbeği oluşuyor. Bazen ellerim kuruyan yerlerde usulca geziyor bazen dudaklarım onun acısını öpüyor. Defalarca kez tuvalimde yansıttığım kadının ellerini öpüyorum yine de geçmiyor. Acı öyle bir duygu ki bastırmaya çalıştıkça insanın içinde yangına dönüyor ve ben göğüslediğim acıyı sükunetle sarılıyorum. İşaret parmağımı kırmızı boyaya değdirip tuvalin boşta kalan köşesine bastırdım sonra bir başka parmak izimi hemen yakınına dokundurdum artık tamamen bana aitti.

Tuvali elime alıp ayağı kalktığımda kollarım ağırlaşıyor, öyle ağır ki; bir tabuttan farksız. Çiçekli köşeme döndüğümde nutkum tutuluyor çünkü bu çizdiğim son bedendi. Hıçkırıklarım tekrar baş gösterirken dizlerim üzerine düşüp elimde ki tuvali diğer dört bedene ev sahipliği yapan tuvalin yanında yerini alıyor. Bacaklarımı kendime doğru çektiğimde sırtıma yediğim soğuğun ağrısı yavaş yavaş karnımdan göğsümün altına vurmaya başladı. Avucuma aldığım papatyayı burnuma yaklaştırdığımda temiz kokusu yoktu. Bilmiyorum..

Benim ciğerlerime kan kokusundan başka bir şey dolmuyordu. Düşünüyordum nedenini ama çıkar yolu yoktu işte ben akıl erdiremiyordum olup bitenlere. Hatırladığım eski evin sessiz odası parça parça zihnimde şekillenmeye başladı. Kimin eviydi bilinmez ama deri koltuklar, yerden tavana kadar uzanan duvar boyunca kitapların dizildiği bir vitrin. Kasvetli bir görüntüydü ve ben orada duvarda ki aile resmine bakıyordum. Kimdi onlar bilmiyorum zaten yüzlerini tam anlamıyla hatırlamıyorum öyle aklımda kalmış ki o görüntü sadece hayranlıkla baktığımın farkındayım. Yabancı bir evde ne işim vardı inanın bilmiyorum ben kendimi bildim bileli kimsesizdim.

Gözlerimi açıp karşımda dizdiğim tuvallere baktım. Beş irili ufaklı insan, acı kusmuş gözleri; kurumuş boğazları, mecali kalmamış cansız bedenleri. İçlerinden sadece birini tanıyordum diğerlerinin gerçekliğinden bile şüpheliydim ama hepsinin hikayesine tanık oldum. Abim hepsini anlatmıştı aramız o aralar iyiydi ve bana hep anlatacak bir hikayesi olurdu. O yapamadığı için ben çizmiştim tüm o bedenleri çünkü unutulsun istemiyordu öylede olacaktı. İlk çizdiğim tuvale yaklaşıp mahcup bir bakış attım. Genç bir çocuktu, alnından akan kan gözlerini kapatmıştı bu yüzden küçükte olsa çekingenliğim geçiyordu ve daha rahat hissediyordum çünkü gözlerine bakabilseydim konuşamazdım.. kum taneleri sarı saçlarına karışmış deniz ise bir kaç adım ötesinde med ve cezir.

Tuvalimde yaşayan genç çocuğun ellerine bakarken içimden defalarca kez af diledim. Özür dilerim, sen her konuda iyiydin değil mi? Notların iyi, görünüşün iyi. Kusursuzluğa bir yaş kala yakındın. Lisenin en güzel yıllarını yaşamıştın. Adına üzgünüm.. keşke O'nunla kıyaslanmak zorunda kalmasaydın. Çok özür diliyorum tüm olanlar adına. Neden olduğum için pişmanlıktan boğuluyorum, ben senin terk ettiğin dünyada yaşarken çok zorlanıyorum.

Özür dilerim.

Uyuşan bedenimi evimden dışarı attığımda elimde henüz giyinmediğim ceketimi köpeğim Ulas son anda kapıp çekiştirmeye başlamıştı. "Bırak şunu!" aynı asilikle ceketimi geriye çektiğimde hırlaması artmıştı bu yüzden onunla direnmeye son verip ceketimi bırakmıştım Ulas'ta hiç vakit kaybetmeden ceketimle birlikte evin içine koşmuştu bir köpekle baş edemeyecek kadar yorgun hissediyorum. Kapıyı kapatıp tamamen sokağa çıktım sanki ilk defa adımlıyor gibi her ileri atıldığımda ayağım takılıyordu ,bacaklarım titriyor ve sırtıma yumuşak rüzgarın esintisi çarpıyordu. Zorlukla kendimi toparladığımda cadde üzerine çıkmıştım, bir şeyleri düşünmek istemiyorum bu yüzden durgunluğumda etimi sıkıp kendime geliyordum bu durum bir süre daha devam etti ardından caddeyi dolduran insanları izlediğimde düşünecek anımda kalmamıştı. İlerledikçe aydınlık yol karanlık sokaklara açıldı ve ben hiç umursamadan gidebildiğim kadar gittim, ayaklarım artık direnemediğinde tabelasını dahi okumadığım barın içine girmiştim.

İlk başta ayırt edebildiğim konuşmalar uğultuya döndüğünde gözlerim uzun koridorda boş bir yer aradı. İçerisi sıcaktı ve sigara dumanına rağmen kötü kokmuyordu. Köşeye geçip dirseklerimi masaya yasladım. "Buyurun ne arzu edersiniz?" Barmen elindeki şişeyi sallarken dikkatini bana yöneltmişti. "Patron," Elimi yumruk yapıp çenemin altına koydum ve aklıma gelen ilk ismi söyledim. "Silver?" Gürültünün arasında dediğimi anlamaya çalışıyor gibiydi kafamı belli belirsiz sallayıp onu onayladığımda hemen arkasına dönüp eline oval şişeyi alıp önüme koyduğu bardağı el çabukluğuyla doldurdu küçük bir tabakta tarçın sürülü portakal dilimleri önüme geldiğinde iki parmağım arasına portakalı alıp dilimle damağımın ortasına yerleştirdim kısa emişimin ardından bardaktaki sert sıvıyı mideme gönderdim. Elimin içini alnıma dayadığımda hemen yan tarafımda boş bir tabure var mı diye tekrar baktım. Bu mekana ilk gelişimdi lakin popüler olmalı ki içi fazla doluydu. Barmene bakıp tekrar bardağı doldurmasını rica ettim.

Ne yaptığımı bende bilmiyorum, olmamam gereken bir yerde hiç tarzım olmayan içkiye susuyordum. Sırtımı yasladığım duvar bedenimi daha ne kadar ayakta tutardı muamma ve ben yalnız olmaktan iliklerime kadar nefret ediyorum.  Mekanda çalan şarkının hangi dilde olduğunu anlamasam da hüzünlenmemi sağlıyordu şöyle dönüp baktığımda tüm duyguları görebilirdim; ağlayan adamı teselli eden kadın, şarkıdan bağımsız dans eden bedenler, dışarıya rağmen cehennem kadar sıcak olan salon.. ter anlımda boncuk boncuk soğurken, uyuşan sol elimi enseme attım. İyi hissetmiyorum, sanırım hastaydım.

Özdemir'in bahsettiği hastalıktan değil daha çok soğuk algınlığı gibi ya da başka bir şey hatta belki de tam da Özdemir'in dediği türdendir, kafamın içini çok büyük üşütmüşümdür. Ellerimi masaya yaslayıp bedenimi dikelttim. Ne durabiliyordum ne de gideceğim bir haldeydim. Öylesine köşeye fırlatılmış önemsiz eşya gibiydim, yüzüme bir daha bakılmazdı ama sonum ne yazık ki orası olacaktı. Hemen şuraya yere uzanmak ve midemde akçı sarsıntılara sebep ağrımı dizginlemeyi o kadar çok istiyorum ki.. lakin uzanacak yerim yoktu. Çok kalabalıktı, verdiğim nefes benden uzaklaşmadan tekrar soluyordum.

"Milhan bey?" Soğuk parmak uçları koluma baskı uyguladığında çaresiz bir hamleyle o kola ellerimi sardım. Kimdi gerçekten bilmiyorum ama beni tanıyan biri olmalıydı. Dilerim beni tanıyan biri olsun. Kafamı kaldırıp yüzüne baktığımda mekanın neon ışıkları gözlerimi aldı, o yüzü göremeden gözlerimi sıkıca kapattım. "İyi misiniz? Milhan bey?" Güçlü kollar belimi sıkıca kavradı ve ben kolunu bırakmamak için ayriyeten direniyordum. "Kalk şuradan adam iyi değil." Başka birine savurduğu emirin ardından bir kaç saniye geçmeden bedenim bar taburesinin üzerinde sallanıyordu. Işık mekanın diğer ucuna döndüğünde hızla gözlerimi açıp bana yardım kolunu uzatan adama baktım.

"Ne? Vefa değil mi? Çok alakasız." Dilim ağzımda hareket ediyordu ama ne söylediğimden bihaberdim. Parlak yüz beni duyduğu anda direkt baktığında benim olduğum tarafa büyük bardakta suyu bırakmıştı. "Evet benim Vefa. Buraya tek mi geldiniz?" Avucu dirseğimi sımsıkı tutuyordu, o kısmen tanıdığım yabancıydı. Neden denk geldiğimizi düşünemeyecek kadar karışık hissediyordum gerçi ne demem gerektiğini de bilmiyorum.


"Hep öyle, her zaman tek. Hep yek." Son dediğime kendini tutamayıp güldüğünde kaşlarımı çatıp gözlerinin içine baktım. Sağlıklı bedeninde o irisleri ne olursa olsun parlıyordu demek ki ama dediğimde tek bir ironi yoktu, olabildiğince saf gerçeklikti. Kolumu çekip masaya döndüm ve elimin tersiyle su dolu bardağı yana ittim. "Az öncekine devam lütfen." barmen cümlemin sonunda yanımda oturan Vefa'ya baktığında elimi gelişi güzel havada salladım. "Bakma ona sen boş ver, dediğimi yap." Dedim ama Vefa anında kaş göz işareti yaptığında barmen bu işten çıkamayacağını anladığı için diğer köşeye gidip başka müşterilerle ilgilendi. Elime su bardağını aldığım gibi başıma diktim ve boşalan bardağı Vefa'nın önüne bıraktım.

"Al memnun musun?" Yüzüne dik dik baktığımda sadece tebessüm ediyordu, elimi kafamın üzerine koyduğumda diğer tarafa uzanıp viski bardağını aldı ve yavaş yavaş içmeye başladı. "Aslında bir tık memnun kaldım, sizin bu tür yerlere gelebileceğinizi düşünmezdim." Boş su bardağının yanına kendi bardağını bıraktı.

"Nedenmiş ne var burada?" Gerçekten vereceği cevabı merak etmiyordum sadece kendimce uğraşacak bir şeylere ihtiyacım olduğundan emindim. Başım ağırlaşıyordu, şakaklarımda anlamadığım korkunç ağrılar beliriyordu kesinlikle toparlanacak gibi değildim. Ben oturduğum yerde iki büklüm çaresiz otururken Vefa aksine dinç duruyordu. Saç uçlarında ki kıvrımlar düzenle şekillenmiş, o uzun kirpikleri parlamaktan bir an olsun vazgeçmeyen gözlerine siperdi. Yüzü pak beyaz ve son olarak kahve gömleği pozitifliğini yansıtıyordu. Onun bu canlılığı beni daha çok öldürüyor gibiydi.

"Bir şey yok, yok da.. ne bileyim Milhan hocam siz daha," Gözlerimi kısıp söylemesini bekledim cidden beni nasıl görüyorsa artık sıradan bir mekana gelmemi yadırgıyordu. "Elitsiniz." 

Doğru bir itham mıydı kendi de emin değildi ama o an için ağzından bu çıkmıştı. Kısa bakışmamızın ardından ikimizde gülmeye başladık. Ben kulağımı sağır edecek kadar kahkaha atarken Vefa karışım da sadece omuzlarını sarsacak kadar gülüyordu. Sonra bundan da yoruldum ve elim tekrar çenemin altında yerini alırken dudaklarımdan ağır ağır gülümseme silindi, uzanıp Vefa'nın bir türlü bitiremediği viskisini alıp bardağın kenarını alt dudağıma yasladım. "Ben neyim biliyor musun?" Büyük bir yudum alıp bardağı masaya bıraktım o ara şarkı değişmiş mekanda ki herkes ritmin hızlandığı intoya deli gibi eşlik edip bağıra çağıra dans etmeye başlamıştı. İkimizde kısa bir an arkada kopan curcunaya bakıp tekrar yüz yüze gelmiştik.

"Neymişsin?" Vefa'nın kolundan tutup kendime doğru çektim sonra elim kolundan omuzuna kaydı yanağımı yanağına yasladığımda sakince söyleyeceğim cümleyi beklediğini fark ettim. Merak ediyor muydu? Ona ne söylersem söyleyeyim yine de umursamayacak gibiydi. Deneyecektim, bu gerçeği artık birine söylemeliydim. Parmaklarım ensesine çıktığında, koltuğunda kayıp biraz daha yakınlaştı bana. Boğazımı temizledim ve kuruyan dudaklarımı sabırla ıslattım.

"Ben katilim Vefa." Gözlerimi kapattığımda kulaklarım uğulduyordu, boğazımda acı ve az önceki titreme hemen dizlerimdeydi. Acele etmeden geri çekildim, tabureye tamamen oturdum ellerimi dizlerimin üstüne koydum, kafam çoktan öne düşmüş karşımda ki adama bakacak cesaretim yoktu. ''Bir dolu ölü,'' Gözlerimi kısa bir an kapatıp tekrar açtım, kurumuş dudaklarımı ağzımın içine çekip ıslatsam da bir türlü olmuyordu, pes ettim ve ağzımı gerip cümlemin devamını getirdim. ''Odamda hepsi, bir iki.. bilmiyorum onlar gün geçtikçe çoğalıyor. Odamda, üst katta.'' Düşecek gibi olduğumda, itinayla ütülenmiş gömleğini refleksle elimin içine çekip sıkıca tuttum. ''Onlar çok acı çekti Vefa.'' Kafamı durduramayacağım kadar salladığımda, yakasını daha çok kendime doğru çekiyordum, bu duruma çözüm bulmak adına omuzunu hemen çenemin altına yasladığında sonunda sabit kalabilmiştim. Ne kadar orada oturup Vefa tarafından izlendiğimi kestiremiyorum ama ellerim arasına soğuk bardak bırakıldığında hızla ona baktım.

"Ben de öyleyim, şurada kaç kişiyi öldürdüm bir bilsen." İşaret parmağını şakağına iki defa vurdu ve o ince dudaklarında tebessüm yine konaklamıştı. O bana inanmamıştı ben de ona. İkimiz de birbirimize belki de kimseye söylemeyeceğimiz cümleleri dilimize düşürmüştük. İnanmamıştım ama birbirimizi idare ediyorduk. Çıkık desenli soğuk bardağın içinde ki sıvıyı bu defa daha sakin içtim, Vefa'da eşlik etti. "Çok kez kırıldım, hayatta çok çabaladım. Bak en kötüsü şey şu.. uyuduğum, yemek yediğim evlerin kapısı en zor günlerimde yüzüme kapandı." Yüzünü hafiften buruşturduğunda aldığı büyük yudumun boğazını ne denli yaktığını hemen karşısında oturup izlerken bile anlamıştım. "Düzeltme yapıyorum yüzüme bile açılmadı o kapılar. Mezun olduktan sonra hiç bir halta yaramadığımı öyle güzel anladım ki tam bir hayat deneyimi oldu desem yeridir."

"Bir işin olduğunda da halta yaramıyorsun." Dedim, parmağını şıklatıp işaret parmağıyla dediğimi doğruladı ardından parmağı barın ikinci katında tahtadan korkuluğu olan iç terasta oturan adamı işaret etti. "Buranın sahibi, aynı dönem mezun olduk aptalın tekiydi ama gördüğün gibi bir işletme sahibi, bana göre tam bir zürriyetsiz." Bardağında ki son yudumu içtiğinde ayağı kalktı. "Ne fark eder ki, adamın kazancı benim gibilerin cebinden çıkıyor." Elini cüzdanına attığında ben daha anlayamadan hesaplarımızı ödemişti. Kolumdan tuttuğunda dumura uğramıştım, beni tüm o sıcak atmosferden çekip çıkarttığında da savsak adımlarım peşindeydi. Geceme arkadaş ararken, arkadaş olmuştum.

"Bekle, bekle nereye?" Kazağımın aralıklı ilmiklerinden içeri soğuk girdikçe geriliyor, üşüyordum. Alnımda ki terler kurumuş ve anadan doğma sokağın ortasına fırlatılmış gibiydim. Ellerimi kot pantolonumun ceplerine yerleştirdiğimde Vefa dikilip bir adım dahi atmadığımı anladığında dönüp yüzüme baktı. "Ceketini içerde mi unuttun?" Derken şişme montunun fermuarını boğazına kadar çekip kapatmıştı.

"Hiç yanıma almadım evde kaldı." Kafasını olumlu anlamda salladığında omuzuma dokunup yürümemi işaret etti. Orada dikelmeyi kesip geldiğim yolu geri döndüm. Yolda Vefa döneminde mezun olan diğer arkadaşlarını anlatırken her geçişinde kendinin de bir o kadar şanssız, işe yaramaz olduğunu tekrar edip durdu. Başkaları onun gözünde yüceldikçe yüceldi, o ise merdivenleri aşağı inip yerin dibine adımlıyordu. Benim anlamadığımsa bu kadar şey yaşarken nasıl hâlâ umut dolu olduğuydu? Vefa'yı yeni yeni tanıyor olsam da onun hayatının hiç bir anında ne gözlerinde ki ışığı sönerdi ne de dudakları gülümsemeye küserdi. Gördüğüm nadir insanlardan biriydi, güçlüydü. Gerçek anlamda güçlü bir adamdı. En büyük kazancıysa sadece bugünleri yaşıyor oluşuydu, yarınlar için kaygılanmayalı uzun zaman öncesine bırakmıştı.

Kuru soğuk kendini unutturmamak adına uğultusunu her binanın çatısına, sokak kenarında ki ağaçların gövdesine hışımla vurdu. Öylesine içtenlikle dinliyordum ki Vefa'yı bedenim üşümüyordu. Aklım dolu değildi sanki tüm o olanlar yaşanmamıştı, Vefa kendinden bazen taviz vererek şakaya vurduğu boktan hayatını anlatırken ben yaşadıklarımı unutmuştum.  İki saat önce ne yaşadığıma kadar aklımdan silinip gitmişti hatta sorunlarımı düşünmeye çalıştığımda boş bir duvardan başka gördüğüm hiçlik vardı. Bundan ötürü sadece yanımda neredeyse küçüklüğünden erginliğine kadar süren yaşam mücadelesini anlatan adama odaklanmıştım. Aslında hayatı çok umurumda sayılmazdı lakin bana garipçe bir şekilde iyi gelmişti.

''Sana büyük bir şey itiraf etmek istiyorum.'' Henüz bana oranla dik duran bedenini  tabanı üzerinde bana doğru çevirdiğinde  gözlerimi yerden alıp yüzüne baktım. Daha hiç bir şey söylemeden gülmeye başlamıştı, biraz daha gülümsemesi genişledi sonra sağ ayağı sol ayağının önüne kontrolsüzce geçtiğinde tökezledi. Onu tutmak için elimi uzattığımdaysa Vefa çoktan kendini toparlamıştı.

''İtiraf bir, seninle konuşmaktan çekiniyorum. Şu haline bak, sanki dediğim bir cümle yanlış gelecekte sende ayıplayacakmışsın gibi duruyorsun.'' Aslında disiplinli ve ciddi hayat felsefemden vazgeçeli çok uzun bir vakit olmuştu, şu bedenimde hep ihtiraslı bir hüzün yatıyordu yalnızca. Vefa'nın yaptığı itiraf şaşkınlığıma maruz kalmıştı çünkü dışarıdan bakıldığında, insanların konuşmaktan çekindiği bir insan olmadığımı düşünüyordum. ''Kimsenin ağzının ötesine çıkardığı lafları umursamıyorum, birilerinin yanlışını düzeltecek kadar doğru değilimdir belki de, değil mi?'' Dudaklarını birbirine bastırdı ve sırıtmasını profesyonel bir hamleyle son anda gizledi. Sürekli her dediğime gülüyordu.

''Evet evet, her neyse sayın hocam. Geldik ikinci itirafa.'' Koluna vurup, işaret parmağımı dudaklarım üzerine bastırdım. ''Sus artık. Ne diye bir şeyleri itiraf edip duruyorsun?'' Benden haberi dahi olmayan haline neredeyse acıyarak bakıyordum. Sürekli konuşmasında hiç bir sorun yoktu lâkin sırlarını dinlemek alabileceğim sorumluluk değildi. Belki de kendimden bahsetmenin tam sırasıydı, yani gecenin ilerleyen saatlerinde ayakları yalpalayarak yürümeye geçmeseydi bir ihtimal kişiliğimden bahsederdim ama yapmadım, o da yapmamalıydı. 

Kafamı kaldırıp nerede olduğuma baktığımda sokağımın başındaydık ne ara buraya geldik bilmiyorum ama Vefa adımlarını aşağıdaki sokağa attığında koluna dokunup durdurdum. "Evim orada." Gitmek istiyor muydum belirsiz, kafayı atıp yatmak belki de yemek yemeyle iyi olabilirdim ama üzerine çıktığım ortaca kaldırım taşının tepesinde bir sokağıma bir de Vefa'ya baktım. "Ah, gidiyorsun demek. Ben aşağıda pazar kurulan mahalle," gözleri sokağımı tararken oturduğu yeri tarif etmeyi yarıda kesmişti. "Boş ver büyük ihtimalle bilmezsin. İyi geceler diliyorum Milhan bey." Yumruk yaptığı elleri montunun cebinde hareket ettiğinde, kolumu sokak lambasının demir gövdesine sarıp kafamı yasladım oradan etrafa bakmak biraz garipti ama nedensizce sevmiştim.

"Sen gidiyor musun?" Sorumu anında kafasını sallayarak cevapladığında bende onun gibi bir aşağı bir yukarı hareket ettirdim kafamı. "20/2 sokağın sonunda ki sarı ev. Bahçesinde hiç çiçeği olmayan ev." Kolumu sardığım demirden ayırıp taşın üzerinden indim ve Vefa'nın tam karşısında durdum, o uzun bir adamdı bu yüzden kafamı bir tık daha kaldırıp bakmak zorunda kalıyordum. "Tablolarınla birlikte gel." Gülümsemeye çalıştım çünkü o dişlerini gösterecek kadar büyük bir gülümsemeye sahipti. Beni kısaca onayladığında cebinden çıkardığı telefonunun ekranını açıp bana uzattı bende ona uyup açtığı ekrana numaramı girip kaydettim, aynı şeyi telefonumda da yapmıştı. Hemen yanından geçip sokağıma girdim ve ağır adımlarla yürümeye başladım.

Kendim hakkında güncel bilgi; midem berbat haldeydi, başım her an çatlayabilirdi ve ben deli gibi ağlamak üzereydim. Yürüdükçe yol uzuyor evime ulaşamıyordum öyle ki kafamı kaldırıp gerçekten doğru sokakta mı olduğumu kontrol ettim ardından arkama baktım Vefa gitmişti. Sokak aydınlık olsa da binaların karanlık araları varlığını sürdürüyordu. Bahçeye girdiğim de kapımın önünde oturan abimi görmüştüm. Korkudan ödüm patlayacaktı. Tahta çite tutunup düşmemek için direndiğimde çoktan yere kapaklanmıştım. Kapımın iki basamaklı merdiveninde oturuyor önünde dört tane tamamladığım tablom saçılmıştı.

"Çiçek olmayan bahçe öyle mi? Al bunları dik etrafa." Gözlerinden alev çıkıyor sessiz konuşması ensemdeki tüylerimi tek tek yukarı kaldırmıştı. Ürperti etrafımı sarmıştı, koca elini dizleri üzerinde tuttuğu tablomun ortasına vurduğunda tuvalin bezi yırtıldı. Bir kez daha vurduğunda bahçe kapısının dibine sığınmıştım. Yırtılan bezi avuçları arasına alıp aniden üzerime fırlattığında korkuyla gözlerimi sıkıca kapattım. "Aç gözlerini!" Kulağımın dibinde boğuk ses yankılandığında komuta uyarak gözlerimi açtım ve bahçem bomboştu. Kalbim deli gibi atıyor gözlerim hareket ederken etrafta tekrar onu görebilme ihtimalimle endişeyle bakınıyordu. Kalbimin üzerine koyduğum elim boğazıma çıktığında dayanamayıp midemde olan her şeyi kustum, kustukça damarlarım şişti kanım tersine aktı. Unuttuğum tüm o şeyler tekrar aklıma doldu, uyandım uykumdan ve kabus hayatıma geri döndüm. 


_________

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

3.6M 85.7K 62
🔞+18 içerik vardır, 18 yaşından küçük ve rahatsız olanların okumaması tavsiye edilir.🔞 Elini bacak aramdaki sıcaklığa soktu.Kadınlığıma dokunduğund...
263K 94.6K 109
Hediye almayı sever misiniz? Peki ya aldığınız hediye kutularının içinden eski sevgililerinize ait kalpler çıkmaya başlarsa? Hâlâ hediye almayı sevdi...
107K 7.8K 62
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
791K 22.6K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...