YARALASAR(Kitap Oldu)

By Maral_Atmc6

14.6M 588K 627K

"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "... More

Tanıtım
(1) Mühür.
(2) Mahkum Yankı Sarmaşık.
(3) Ensemdeki Nefes.
(4) Tesis.
(5) Yarasalar.
(6) Direniş.
(8) Sen Uyuma.
(9) Ceza ve Kriz.
(10) Kaçarsan Cezalandırılırsın.
Duyuru.
Yaralasar 2!
Duyuru.
(11) Hepsini Ateşe At.
(12) Görüşmemek Dileğiyle.
(13) Karanlığın İçinde.
(14) Beklenmeyen Rekabet.
(15) Kuralsız Oynayanlar.
(16) İhanet Dedikleri Bu Mu?
(17) İşte Benim Ekibim.
(18) İnadım İnat!
(19) Arkadaşına Veda Et.
(20) Kapana Kısılmak.
(21) Uykuda Firar.
(22) Sana Çekiliyorum.
(23) İnfaz Emri.
(24) Ajan ve Öğrenci.
(25) Sürpriz Buluşma.
(26) Kalbimin Sorunu Ne?
(27) Yarala-Sar.
(28) Okuldaki Büyük Sürpriz.
(29) Acıkanlar El Kaldırsın.
(30) Bizler Unutulduk.
(31) Sen Sevilecek Türden Değilsin.
(32) Kimseye Eyvallahım Yok!
(33) Elimi Tut.
(34) Kalbim Ellerinde.
(35) Karanlıktaki Kabus.
(36) Güven Eksikliği.
(37) Küçük Bir Bahis.
(38) Pes Etmek Yok!
(39) Neredesin Efe?
(40) Allah Senin Gibi Öcü'nün Belasını Versin!
(41) Kanlı Bir Oyun.
(42) Acıyor, Çok Acıyor.
(43) Ölmeme İzin Verme.
(44) Tebrikler Bu Sefer İyi Yerden Vurdun.
(45) Kurtuluş
(46) Bir Kadın Saçlarını Kesiyorsa...
(47)PARÇALANDIK
(48) Bu Adam Laftan Anlamıyor!
(49) Kırgınım Sana Ve Birçok Şeye

(7) Uyurgezer.

343K 14.3K 19.4K
By Maral_Atmc6

Dışarı çıktık, gökyüzündeki kara bulutlar birazdan yağacak olan yağmurun habercisiydi. Yağmur, kar ve soğuktan nefret ediyordum. Eğer evsiz biriyseniz, yağmur altında kaldığınızda ıslak kıyafetler içinde kedi yavrusu gibi sokaklarda gezinmek tam bir işkencedir. Isınacağız bir soba ya da şömine yoksa buz gibi karın altında soğuktan donan bedeninizle olduğunuz yerde küçülerek gün ışığını özlemle beklerdiniz. Kısacası ben, soğuk olan her şeyden nefret ediyordum. Çöle düşüp kızgın güneşte buhar olmayı, soğukta kalmaya tercih ederdim. Tabii, yağmurdan nefret etmemin tek sebebi bu değildi, o gece de yağmur yağıyordu. Kolumdaki yarayla kaçtığım o gece yağan yağmur çok şiddetliydi. En kötüsü yaram iltihap kapmıştı. Hiçbir ağrı kesicinin bana faydasının dokunmayacağını biliyordum. Birkaç gece ateşim yükselmişti ama bir şekilde atlatmıştım.

O günleri yeniden hatırlamak bile berbat hissetmeme neden oluyordu. Bazen sırf yaşadıklarımın hesabını sormak için anne ve babamı bulmak istiyordum. Hemen sonrasında o ikisinin buna değmeyeceğini bildiğim için bu fikirden uzaklaşıyorum. Umarım o kadın benden daha sefil bir hayat yaşayarak, aklını yitirip kendi canına kıymıştır. Umarım babam olacak o adam bir trafik kazasıyla bu dünyaya veda etmiştir. Benim yaşadıklarımdan sonra o ikisi yaşamayı hak etmiyordu. Belki fazla kötüyüm, belki de düşüncelerim karanlık ve kirlidir. Lakin hiçbir çocuk, dünyaya ailesinden nefret ederek gelmiyordu. Yaşanmışlıklar bazı karanlık duyguları ortaya çıkarıyordu.

Kafamı iki yana sallayarak onları aklımdan uzaklaştırdım ve nerede olduğumuza baktım. Eğitmenleri takip ederek bana hiç de yabancı olmayan bir yere, kaçmaya çalıştığımda keşfettiğim atletizm alanına gelmiştik. Etrafı ağaçlarla kaplı olan yuvarlak sahada koşu için hazırlanan alana geçince bir koşu yapacağımızı anladım. Sahanın biraz uzağında, sonradan konulduğu çok belli olan kocaman plaj şemsiyelerinin altındaki yedi sandalye kesinlikle bizim için değildi. Sandalyelerin önünde küçük ve üzeri içeceklerle dolu yuvarlak masalar vardı. Tüm Yarasalar yan yana durunca Efe’nin eğitmeni bir adım öne çıktı. “Bugün hızınızı test edeceğiz. Burada kaldığınız süre boyunca her eğitmen kendi çaylağının güçlü ve zayıf noktalarını tespit edecek ve zayıf yönlerini geliştirmeye çalışacak. Parkurun en iyisi ve en kötüsü olmak sizin elinizde. Bakalım, seçtiğimiz çaylaklar parkuru kaç dakikada tamamlayacak. Aralıksız on tur koşacaksınız, bu yüzden mola ve su gibi ihtiyaçlarınız için ara verdiğinizde kronometrenin işlediğini unutmayın.” Bayan Kırmızı Dudak susunca eğitmenlere baktım, hepsinin elinde kronometre olmasının sebebini anlamıştım.

“Bunu yapmamız şart mı?” Evet, yine sızlanan kişi bendim.

Kollarını göğsünde birleştiren eğitmenim olacak buzdağı, gözleriyle parkuru gösterdi. “On turu tamamlamadıkça bir yere gitmiyorsun.” İki parmağımı ağzıma soktum ve ona bakarak kusar gibi bir hareket yaptım.

“Yirmi tur.”

“Şaka mı bu?” Birazdan yağmur yağacaktı. Ben on turu bile tamamlayacağımı sanmıyorken bir de fazladan on tur daha mı koşmamı istiyordu?

Kollarını serbest bırakarak bana doğru bir adım attı. “Az önce yaptığın saygısızlık için yirmi tur koşacaksın.” Duraksadı ve kahverengi gözleri şeytani bir şekilde ışıldadı. “Tabii, özür dilersen bu durum değişir.” Bizi izleyenler gerçekten ondan özür dileyerek kendimi küçük düşüreceğimi sanıyorlarsa, yanılıyorlardı.

Alay edercesine başımı kaldırarak güldüm. “İsterseniz otuz tur olsun, yine de sizden özür dilemeyeceğim.” Ona meydan okuduğumda sadistçe dudakları kıvrıldı ve zevkle meydan okumamı kabul etti. “Otuz tur çaylak, sen konuştukça bu artacak.” Sanırım bir süre konuşmadan durabilirim ama cezadan korktuğum için değil de konuşmak istemediğim için susuyordum.

Otuz tur nedir, Allah aşkına! Parkurun ne kadar büyük olduğunun farkında mı?

“Kız cidden sorunlu.” Naz, dehşete düşmüş gibi parkura bakarak otuz turu nasıl tamamlayacağımı düşünüyordu. Haklıydı çünkü parkur gerçekten çok büyüktü.

“Bırak, ne hali varsa görsün salak.” Ecrin’in küçümseyen bakışlarını gördüm ve son söyledikleri beni kızdırmaya yetti. “Kes sesini! Kendi iyiliğin için sabrımı zorlama!” Üzerine yürüdüğümde kaşlarını çatarak o da bana doğru gelmeye başladı. “Ne yapacaksın? Sence beni korkutuyor musun?” Şartlı tahliye falan umurumda değildi, ona kiminle uğraştığını gösterecektim. Zaten ortada şartlı tahliye diye de bir şey yokmuş!
Birbirimize doğru atakta bulunduğumuz esnada Yiğit onu tutmuştu. Kuzey ise beni tutmasa da karşımda durarak geçmemem için kollarını açmıştı. “Çekil!” Bağırdığımda Hakan’ın öfkeli sesini duydum. “İkiniz de kendinize gelin, sizin yüzünüzden biz ceza alacağız!” Bize bağırmasıyla o lanet şiddet yok kuralı geldi aklıma, bu kurala sadık kalacağımı sanmıyordum.

“Sakin ol ve o pençelerini içeriye çek, Kedicik.” Kuzey’in gülerek söyledikleriyle sırıttım. “Zevkle.” Dizine attığım tekmeyle bana küfrederek yere doğru eğilmişti. “Bana niye vuruyorsun, geri zekâlı!” Şimdi ayağa kalkarak üzerime yürüyen oydu ama bu sefer de Hakan koşarak onun önüne geçti. “Bir rahat durun artık! Kız bildiğin sorunlu işte, kavga çıkarmadan duramıyor.” Tüm Yarasalardan onaylayan sesler çıkınca iyice delirdim. O bana sorunlu mu dedi?

“Çok biliyorsun sen, değil mi?” Öfkeden kudursam da gülerek Hakan’a baktım. “Herkesin kafası senin gibi dumanlı değil tabii. Söylesene, odandan çıkmadan önce kaç doz aldın?” Bu sözlerim yüzünden Hakan da kontrolünü kaybederek yumruklarını sıkınca, Yiğit bir küfür savurdu ve Hakan’la aramıza girdi. “Kızım, harbi kaşınıyorsun sen!” Bunu gerçekten söyledi mi?

“Senin olayın ne?” Allah’ım, biri beni sustursun. “Bir çeşit arabulucu falan mısın?” Başımı hafif omzuma doğru eğerek abartılı bir şekilde baştan ayağa onu süzdüm. “Kendin kaybolmuş gibi görünürken arada konuşmayı bırak da git, kendini bul.” Yiğit de bu sözlerimden sonra, “Ben bunu döverim,” dedi. Bana doğru bir hamle yaptığı an Efe hemen araya girerek kolumdan tuttuğu gibi beni geriye çekti. “Yankı, gözünü seveyim bir sus.” Yalvararak bana bakıyor, her an çıkacak olası bir kavgada ne yapacağını düşünüyordu. “Herkesi kendine düşman ederek eline bir şey geçmez, hepimiz aynı yurtta yıllarca kaldık, hepimizin farklı yaraları var.” Başkalarının yarası umurumda değildi, benim yaralarımı kanatırlarsa karşılarında susmaya niyetim yoktu.

“Kimse umurumda değil.” Onları bırakıp parkura girdim. “Umarım o ruh hastası elini çabuk tutar da işinizi bitirir.” Yarasaların bana attığı nefret dolu bakışlardan etkilenmiyor olmam ne güzeldi. Eğitmenim kaşlarını çatarak bana bakınca aklından geçenleri tahmin etmek zor olmadı. Kavgacı biri olduğumu düşünüyordu, zaten gözleri de düşündüğü şeyi çok iyi yansıtıyordu. Çattığı için alnında ortaya çıkan kırışıklıklar diğerlerine karşı olan tutumumdan kaynaklanıyordu fakat ben kendime göre haklıydım ve ne düşündüğünü umursamıyordum.

Sıraya girdik. Ters bakışlarıyla Kuzey sağımda, Efe ise solumdaydı. Az önceki kavgaya hiç karışmayan eğitmenlerimiz sıraya girdiğimizi görünce ellerindeki kronometreyi sıfırladılar. “Hazır mısınız?” Naz’ın sarışın eğitmeni elindeki kronometreyi gösterdi. “Başlayın.” Herkes koşmaya başladı fakat ben koşmak yerine sakince yürüyordum. Evet, deniz kenarında yürüyüş yapar gibi çok rahat yürüyordum.

Diğerleri koşarken benim yürüyor olmam eğitmenleri afallatmıştı. Hepsi de anlamayan gözlerle bana baktı. “Bu kız yine ne yapıyor?” Bu, Ecrin’in yeşil gözlü eğitmeniydi. Yine derken? Her gün bir şey yapıyordum da benim mi haberim yoktu?

“Aklınca beni protesto ediyor.” Eğitmenim şemsiyesinin altındaki sandalyesine oturdu. “Sorun değil, yürüyerek de olsa o otuz turu tamamlamadan buradan ayrılmayacak.” Diğer eğitmenlerin gülmeye başlamasını umursamıyordum çünkü beni eğitmek bu kadar kolay değildi.

“Çaylağınla işin zor çünkü karakterleriniz benziyor.” Yiğit’in siyahi eğitmeni gülerek benim eğitmenimin yanına oturdu. Ben kesinlikle eğitmenime benzemiyordum. Ben daha sıcakkanlı ve hareketli biriydim, o ise kutuptaki buzdağıydı.

“Eğer istemezsen onu senden alabilirim, bu kıza hâlâ talibim.” Ecrin’in eğitmeni acaba onu duyduğumun farkında değil miydi? Adamı bahçede ilk gördüğümden beri hep aynı şeyi söylüyordu. Satılığa çıkmıştım da benim mi haberim yoktu?

Ben hâlâ kaplumbağa gibi yürümeye devam ederken eğitmenim gözünü bir an olsun benden ayırmıyordu ve anladığım kadarıyla beni bir başkasına verme gibi bir niyeti de yoktu. “Benim çaylağım, benim kurallarım. Sen kendi eğiteceğin kız ile ilgilen.” Sesi bu sefer daha soğuk ve kararlı çıkmıştı. Tabii ki böyle söyleyecekti, bana işkence etme zevkini kimseye bırakacak değildi ya!

Yavaş da olsa bu kadar yürümek beni oldukça yormuştu. Olduğum yerde durdum ve yönümü eğitmenime döndüm. “Sevgili isimsiz eğitmenim, ben koşarken siz niye oturuyorsunuz?” Bunu sorduğumda arkasına yaslanarak bir bacağını rahatça diğerinin üzerine attı. “Koşmuyorsun.” Sanki ben bunu bilmiyorum!

“Ben de onu diyorum ya!” Elimle bulunduğum yeri gösterdim. “Eğitmenimin her konuda benden iyi olduğunu görmeden ona itaat etmem çok zor.” Diğerleri merakla konuyu nereye getireceğimi bekliyordu. Bu sözlerimden sonra kaşlarını yukarı kaldırıp hafifçe gülümsedi. “Bana meydan mı okuyorsun?” Adam zeki vesselam, hemen de anladı. Ben sürünürken ona rahat verir miyim? Tabii ki hayır!

Başımı sallayarak gözlerinin içine baktım. “Meydan okumamı kabul ediyor musunuz? İlk on turu sizden önce tamamlarsam kalan yirmi turu silecek misiniz?” Eğer sakarlığım tutmazsa koşmada ne kadar iyi olduğumu ona gösterebilirdim. Sürekli birilerinden kaçarak bu konuda epey tecrübe edinmiştim.

Gözlerinden haylaz bir parıltı geçti. Ayağa kalkarak ceketini çıkardı ve sandalyenin üzerine bıraktı. Bunu yaparken gözünü bir an olsun benden ayırmadı. Üzerindeki beyaz tişörtünden kasları belli oluyordu ama bu, beni pek ilgilendirmiyordu. Şimdi fark ediyordum ki ikimiz de beyaz tişört giymiştik ve tıpkı onun pantolonu gibi benim de taytım siyahtı. “Kabul.” Bana doğru yürüyüp yanımdaki yerini aldı. “Ben kazanırsam bundan sonra emirlerimi sorgulamadan yerine getireceksin.” İstesem de bir şeyleri sorgulamayı bırakamazdım ancak yine de başımı salladım.

Sonuçta yalandan kim ölmüş ki, değil mi?

“Çaylağınla yarışacak mısın?” Kuzey’in afet eğitmeni duruma şaşırmıştı. “Hiç şansın yok, tatlım çünkü o en hızlımız.” Bu doğru olabilirdi ama en azından onu da yormuş olacaktım. “Hatırlatırım, o da bir zamanlar çaylaktı.” Annesinin karnından koşarak çıkmadıysa sıkıntı yok.

“Hazır mısın?” İkimiz de diz çöküp ellerimizi yere bastırarak pozisyon aldık. “Evet.” Daha o başla komutu verilmeden koşmaya başladığım için Bayan Kırmızı Dudak bana güldü. “Hileci.” Hayır, sadece aceleci.

Koşmaya başladığımda kısa sürede bana yetişmişti. Tam daha da hızlanacaktım ki “Kasların açılmadan hızını yükseltme,” diye beni azarladı. Uyarısını dikkate alıp başımı salladım ancak ayağım takıldı ve düştüm. “Hadi ama!” Kalçalarımın üzerine düşüp sızlanmaya başladığımda durdu ve “Kalk ve devam et,” dedi. Başka şansım olmadığı için ellerimi yere bastırarak ayağa kalktım. Yeniden koşmaya başladığımızda henüz birbirimizi geçmemiştik ve beni geçmek için bir atakta da bulunmamıştı. Sebebini biliyordum, o hızlanırsa ben de hızlanacaktım. Vücudum koşuya alışmadan bunu yaparsam daha sonra her yerimde ağrılar oluşacaktı, bunu bildiği için yanımda yürür gibi koşarak bir nevi ısınmamı bekliyordu.

*****

Ecrin’i geçtiğimde yüzündeki öfke gülümsememi sağlamıştı ancak benim hedefim başkaydı. Parkuru yarılamıştım. Koşarken arkamı dönünce önündeki herkesi geçerek bana doğru gelen eğitmenimi gördüm. Aramızdaki mesafeyi kapatmak üzere olduğunu görmek önüme dönmemi sağladı. Ayağım taşa takılıp yine düşmeseydim, çok iyi gidiyordum. “Lanet!” diye sızlandığımda taytımın diz kısımları yırtılmıştı ve diz kapaklarım kanıyordu. Yarışın başından beri o kadar çok düşmüştüm ki saymayı bırakmıştım artık.

“Sakar.” Ecrin gülerek beni geçince ellerimi yere bastırarak ayağa kalktım. Kısa sürede onunla yine aynı hizaya gelmeyi başardım. “Sakar halimle hepinize tur bindirdim, tatlım.” Onu küçümsercesine son kez bakarak hızımı artırdım. Evet, buradaki herkese bir tur bindirmiştim, hem de bu sakar halimle.

Başlangıç çizgisini görünce daha da hızlanmamak için kendimi zor tutuyordum ki yanımda bir gölge belirdi. Başımı yana çevirince o lanet adamı gördüm. “Hâlâ yetersizsin.” Bana göz kırparak yanımdan hızla geçti.
Tamam, kabul, o da bana bir tur bindirmiş olabilir ama Allah aşkına, adam eğitimli bir ajan. Onunla eşit şartlarda değiliz.

Nefes nefese başlangıç çizgisine geldiğimde o çoktan gelmiş, bir şişe soğuk suyu kafasına dikmişti. Saçları alnına yapışmıştı, yüzündeki ter damlacıkları boynuna doğru süzülüyordu. Başını kaldırıp suyun kalanını yüzüne boşalttı. Ortaya çıkan görüntünün günaha çağrı olduğunu düşündüm. Her bir damla yüzünden boynuna doğru süzülüyor, yukarı doğru kaldırdığı ıslak yüzü, onu soluksuz izlemem için beni tetikliyordu. Bu hali fazlasıyla kışkırtıcı olduğu için ona iç çekerek bakan tek kadın olmadığıma emindim. Ona kaybettiğimi hatırlayınca içimde büyüyen nefret, hayranlık duygusunun önüne geçmişti. Yenilginin getirisi olan nefretim Kafdağı’na kadar yükselmişti. Onuncu turumu tamamlayarak kendimi nefes nefese yere attığımda hemen arkamdan Kuzey gelmişti. O da yorgun bedenini yanıma bırakınca son turu kalmıştı.

“İyi gidiyorsun. Al, iç şunu,” diyen Kuzey’in Afrodit eğitmeni cilveli bir sesle âdeta salınarak bize doğru yürürken özellikle gözlerini Kuzey’den ayırmıyordu. Elindeki suyu Kuzey’e uzattığında bile çaylağının terden vücuduna yapışmış tişörtüne bakarak dudaklarını ısırdı. “Sakar kedi ile yakın geldiysem, o kadar da iyi değil.” Kuzey homurdanarak suyu alıp kafasına diktiğinde eğitmeninin de onu bir yudumda içmek istediğinin farkındaydı.

Yerde terden sırılsıklam bir haldeyken başımı kaldırarak bana bakan eğitmenime döndüm. “Tamam.” Pes ederek nefesimi düzene koymaya çalıştım. “Siz kazandınız ama azıcık düşünceli biri olarak bana su verebilir misiniz?” Gözlerimle Kuzey’in terini silen kadını gösterdim. Evet, kadın dekolteli elbisesiyle göğüslerini Kuzey’in gözlerine sokarcasına üzerine eğilmiş, alnındaki teri oyalanarak siliyordu.

“El âlemin eğitmenleri kendi çaylağını ne güzel motive ediyor ama sizin maşallahınız var.” Afrodit’in Kuzey’e yaptığı kışkırtıcı motive şeklini görünce inadıma bir pislik gibi kaşlarını yukarı kaldırdı. “Aynı şekilde motive edilmek istediğini mi söylüyorsun?” Ne dedi şimdi bu fesat adam?

Ben ona gel, aynı şeyi yap mı dedim şimdi?

Başımı çevirip ayaküstü birbirlerine tahrik edici bakışlar atan Afrodit ve Kuzey ikilisine bakıp hafif bir çığlık attım. “Beni alın bunların yanından, körpecik psikolojimi bozuyorlar!”

“Ben de öyle düşünmüştüm.” Eğilip masadan bir tane pet şişe aldı ancak bana getirmek yerine olduğu yerde kaldı ve gözlerini kıstı. “Reflekslerin ne durumda?” Sonunda övüneceğim bir konu. “Mükemmel çalışıyor.”

“Güzel.” Başını sallayınca bunu duymanın onu memnun ettiğini anladım. “Öyleyse bunun için bağırdığını duymak zorunda kalmayacağım.” Pet şişeyi biraz havaya kaldırıp fazla güç uygulamadan bana atınca oturduğum yerden kafama doğru gelen şeye bakıyordum. Ne zaman ki alnıma çarparak yere düştü, işte o zaman bağırarak tepinmeye başladım. “Kafamı kırdı bu adam!” Ben alnımı tutarak ayaklarımı yere vurup bağırdıkça dehşet içinde bana bakıyordu. “Bu kız inanılmaz, refleksleri de öyle.” Kafamı kırdığı yetmezmiş gibi daha ne yüzle konuşuyor!

Reflekslerimi sorarken suyu kafama atacağını önceden söyledi de ben mi mükemmel reflekslerimi ona göstermedim?

Homurdandığımda sanki karşısında umutsuz bir vaka varmış gibi bir süre inanamaz gözlerle bana baktı, ardından şemsiyenin altındaki yerine oturdu. “Daha tamamlaman gereken yirmi tur var.” Duyduklarımla sinirden avazım çıktığı kadar çığlık atınca, Kuzey kafama bir tane geçirip benden uzaklaştı. Burada gelen geçen bana bir tane vuruyordu, resmen şiddete maruz kalıyordum.

Sessiz buldular ya vururlar, diyeceğim de bendeki ses cami imamında yok. Sesten kaynaklı olmamalı, bence hiçbiri varlığımı çekemiyor. Alnımdaki teri elimin tersiyle silerken şişedeki tüm suyu içecek kadar susadığımı fark ettim. “Kalk Kedicik, Süslü bize yetişmek üzere.” Başımı çevirince Naz’ın en önde olduğunu gördüm, üçüncü olmaya adaydı.

Ayağa kalktığımda mecburen Kuzey ile yine koşmaya başladık. “Yirmi turum var!” Tabii onun son turu olduğu için rahattı.

“Bu da sana eğitmenine karşı gelmemeyi öğretir.” Bu çocuktan da nefret ediyorum.

Yarışın kalan kısmı benim için tam bir faciaydı. Sürekli düştüğüm için diz kapaklarım çok kötü yara olmuştu, bu da koşmamı engelliyordu. Hepsi sırasıyla aramızdaki farkı kapatmış, daha sonra da beni geçmişti. Hatta en sondan gelen Efe bile beni geçmişti. Kuzey, yarışı birincilikle bitirmişti. Ardından Naz ve hemen arkasından da Hakan gelmişti. Yiğit’ten sonra Ecrin’in bitirmesiyle tüm özgüvenim yerle bir olmuştu ama bunda sakar olmamın payı büyüktü. Her turda dinlensek de şu anda parkurda sadece ben ve Efe kalmıştık.

Efe’ye de yenilirsem artık öldürün beni.
“Efe Can!” İnleyerek yanımdaki çocuğa döndüm. “Oğlum, bir yavaşla. Bırak ben kazanayım, bak valla sonuncu olursam iki gün kendime gelemem.” Sitem ettiğimde ela gözleri yorgunluk içinde bana bakıyordu. Kıvırcık saçları yüzüne yapışmış, en az benim kadar kesik nefesler alarak her an yere düşecekmiş gibi yalpalıyordu. Parkurun ortasında iki sarhoş gibi kol kola girerek birbirimizden destek alır vaziyette sağa sola savruluyorduk. Birbirimizden destek aldığımız yetmezmiş gibi aynı zamanda birbirimizi geçmeye çalışıyorduk. Burada bir gariplik vardı ama ne olduğunu bulamayacak kadar yorgundum.

Diğerleri otururken biz burada işkence çekiyoruz!

“Ya-Yankı.” Efe nefes nefese başını çevirip bana baktığında ilk hangimizin bayılacağını merak ettim. “Eğitmenimi hayal kırıklığına uğratamam. Lütfen, benim kazanmama izin ver.” Tamam, Efe’nin eğitmeni olan kadın çok iyi ve anlayışlı görünüyordu ama ilk günden bu kadar erken bağlanmasını doğru bulmuyordum. Ayrıca ben ona engel olmuyordum ki. Tamam, ben ayakta durmak için onun beline sıkıca yapışmıştım ama kolunu omzuma atarak benden destek alan da oydu. Sanki bıraksam tek başına gidebilecekti, birbirimizden ayrıldığımız an ikimiz de yere düşerdik.

“Tamam, seni mi kıracağım.” Baygınlık geçirirken yavaşça ondan ayrılarak bitiş çizgisini gösterdim. “Kendimi senin için feda ediyorum. Hadi, göreyim seni, gururlandır beni.” Başını hızlıca sallayarak bir adım atmıştı ki yerinde sendeledi ve “Yankı, tut beni, sanırım düşeceğim.” Ama ben bu çocuğun var ya!

Efe ve ben on dakika sonra sürünerek de olsa parkuru tamamladık. Bitiş çizgisine geldiğimizde diğerleri bize bakarken Efe ve ben birbirimizin kollarını sıkıca tutuyorduk. Karşı karşıya dururken birbirimizi bırakmadan yavaşça yere oturmayı başardığımızda bunu bile destek almadan yapamadık. Ellerimi göğsüme bastırıp benden beter maraton koşan kalbimin hızlanan ritmini dinledim. Ciğerlerim ağzımdan çıkacakmış gibi nefes alırken zorlanıyor, hiç olmadığı kadar halsiz hissediyordum. Her ikimiz de yeni oturmuştuk ki diğerlerinden ses çıkmadığını fark edince kendimi zorlayarak başımı çevirdim. Her biri gülmek ve ağlamak arasında kalmış gibi bakıyordu. Eğitmenim ise oldukça eğleniyor gibi görünüyordu.

Yarasaların hepsi önce birbirine baktı, bu bakışlar fazla sinsiydi. Daha sonra ise aynı anda ayağa kalkarak bağırdılar: “Bravo! Harikaydınız!” Islık çalarak tezahürat yapmaya başladıklarında beni ve Efe’yi yerin dibine sokmayı başardılar. Bu pislikler bizimle dalga geçiyordu.

Yiğit gülmemek için yanaklarının içini ısırırken bir yandan da hâlâ alkışlıyordu. “O nasıl bir hızdı, siz de gördünüz mü çocuklar?” Parmaklarını ağzına sokarak ıslık çalan Hakan’ın ise keyfine diyecek yoktu. “Görmez miyim? Ben hayatımda böyle bir hız görmedim, daha da göreceğimi sanmıyorum.” Bilerek yapıyorlar!

“Bir ara hiç bitmeyecek sandım.” Ecrin bile fazlasıyla eğlenmiş olmalı ki şu soğuk tavrını bırakıp kıkırdadı. “Parkuru yarıladıklarında Naz daha fazla dayanamayıp uyudu ve hâlâ uyuyor.” Çimenlerin üzerine uzanmış, ellerini yanağının altına koyarak uyuyan süslü cüceyi görünce sesli küfrettim.

Hadi ama, o kadar kötü olamaz!

“Hey, sen!” Yiğit uyuyan kıza yaklaşıp ayağının ucuyla onu dürttü. “Uyan hadi, adı neydi ağabey bu kızın?” Bir ismi bile aklında tutamıyorsa bu çocuk kuş beyinli olmalı.

Yiğit onun omzuna biraz sert vurmuş olmalı ki Naz çığlık atarak uyandı. Şaşkın gözlerle önce tepesinde dikilen Yiğit’e, sonra da diğerlerine baktı. Peki, hemen sonra herkesin gülmesini sağlayacak ne dedi sizce? “Lütfen bana o ikisinin bitirdiğini söyleyin!”

Gerçekten inanılır gibi değil, o kadar da kötü değildik!

“Hey, siz!” Benimle yeterince eğlenmişlerdi, buna daha fazla göz yumacağımı sanmıyordum. “Hakkımda sizden tek kelime daha duyarsam çok fena olur!” Başlayan yağmurla birlikte çirkef ruh halimden kurtuldum. “Zahmet olmazsa biriniz beni kaldırabilir mi?” Duraksadım. “Bu sözüm erkekler için geçerli değil. Kısacası Bağımlı Hakan, Züppe Yiğit ve ne olduğunu hâlâ çözemediğim Kuzey pisliği dışında birileri.” Hepsi bana bakarken bir süre düşündüm. “Buzdağı eğitmenim, Ecrin’in yeşil gözlü, yakışıklı eğitmeni ve şu diğer erkek eğitmenlerin dışında da. Ah, tamam! Bayan Afrodit ya da Bayan Kırmızı Dudak olabilir bence.” Her biri ciddi misin dercesine bana bakarken Ecrin’in eğitmeni güldü. “Herkese ne ara lakap taktın? Sanırım yeşil gözlü yakışıklıyı sevdim.” Bu adama ne desem bir şekilde hep gülüyor ve beni destekliyordu. Sanırım kanımın ısındığı tek eğitmen oydu.

Herkes şemsiyelerin altında dururken ben niye yağmurda ıslanıyordum, anlamadım. Sanırım hiçbirine yakın olmak istemediğim için onların yanına gitmiyordum. Yiğit’in eğitmeni yukarıya bakarak kafasını olumsuz anlamda salladı. “Bu havada devam edemeyiz. Yiğit tesise dön, yarın savunma sanatlarına geçeceğiz.” İyi bir eğitmen olarak çaylağına kıyamamış, Yiğit’i tesise göndermişti. “Naz sen de serbestsin.” Naz eğitmenine tebessüm edince aynı mutluluğu yaşamayı diledim.

“Çaylağımın hasta olmasını istemem.” Yeşil Gözlü Yakışıklı sayesinde Ecrin de yırtmıştı. “Efeciğim.” Kırmızı rujlu sevimli eğitmen, Efe’nin yanına yaklaşarak onun saçlarını okşadı ve tebessüm etti. “İyi iş çıkardın, sıcak bir duş al ve dinlen, hayatım.” Bu kadın niye benim eğitmenim olmadı diye ağlamak istiyordum. Ayrıca Efe hiç de iyi bir iş çıkarmadı, sonuncu olduk.

Diğer herkes kendi çaylağını azat ederken tüm gözler benim yakışıklı fakat kalpsiz eğitmenime dönünce ofladım. “Ben bu yağmurda kalan yirmi turu tamamlayacağım, değil mi?” Dudakları usulca kıvrıldı. “Zeki kız.”

Allah bu adamın bin bir türlü belasını versin!

Zaten onu karşıma çıkartarak benim de belamı vermiş.

Yarasalar içler acısı halime gülerken ben ıslanan saçlarımı yüzümden çekerek ayağa kalktığım gibi koşmaya başladım. Ondan özür dilemektense akşama kadar koşmaya razıydım. “Kimseye boyun eğmek yok, Yankı.” Ne var canım, alt tarafı yirmi tur. Göz açıp kapayıncaya kadar geçer.

*****

Yağmuru hayatımda ilk kez sevmiştim çünkü gözyaşlarımı gizliyordu. Yağmurun altında düşe kalka, sırılsıklam olmuş bir şekilde kalan yirmi turu bitirmeye çalışıyordum. Çok az kalmıştı. Kıyafetlerim çamur içinde kalmıştı, soğuktan titriyordum. Son turda her şey etrafımda dönerken ben yürüyordum çünkü artık bacaklarım beni taşımıyordu ve daha fazla koşabileceğimi sanmıyordum. Ben böyle çamurun içinde yalpalayarak yirmi turu tamamlarken o hasta ruhlu adam beni izliyordu. O da bu süre zarfında sırılsıklam olmuştu çünkü ben koşmaya başladığım an şemsiyesinin altından çıkmıştı. Sanki bir şeyin cezasını ikimize çektiriyordu. Tek fark o koşmuyordu ve üzerindekiler çamurlu değildi. Tabii, dizlerinin benimkiler gibi düşmekten kan revan içinde kaldığını da sanmıyorum! Herkes gitmişti, sadece ikimiz kalmıştık. Ben parkurda sırılsıklam olurken o parkurun dışında ıslanmıştı. Neden o şemsiyenin altına girmedi, bilmiyordum ama neredeyse yirmi tur boyunca hep yağmurun altındaydı. Yirmi turu tamamlamak saatlerimi almışken o neden tüm bu süreçte benimle birlikte ıslanmıştı?

Bitiş çizgisine ulaştığımda daha fazla dayanamayıp yere yığıldım. Yağmur durmaksızın yağıyordu ve ıslanan gözlüklerim yüzünden her şeyi bulanık görüyordum. Hava bulutlu olsa da tahminime göre çoktan öğlen olmuştu ve ben yemeği kaçırmıştım. “Bu kadar inatçı olman iyi değil.” Başımı usulca kaldırdığımda tam karşımda durduğunu gördüm.

Eğilerek kalkmam için bana elini uzattı fakat ben, sadece eline bakmakla yetindim. Elim göğsümde hızlı hızlı soluklar alırken bir ona bir de eline bakıyordum. “Eğer düştüysen sana uzatılan eli tutmaman büyük aptallık.” Yorgunca gülümseyip kendimi zorladım ve ayağa kalktım. “Eğer biri beni düşürüyorsa hemen sonrasında bana uzattığı elini tutmamdır asıl aptallık.” Kendi tavrımı ortaya koyarak yanından geçtim. Ben bugüne kadar düştüğümde kendim kalkmasını hep bildim.

Sarsak adımlarla yürürken peşimden geldiğini ayak seslerinden biliyordum. Tekrar yere düşmek üzereydim ki aniden ayaklarım yerden kesildiği an kendimi onun kucağında buldum. Afallamıştım. O da benim gibi ıslanmıştı ama benden daha farklı bir sıcaklığı vardı. Başını eğdiğinde kahverengi hareleri düz bir şekilde bakıyordu. Kollarında tuttuğu kadının onun için bir şey ifade etmediğinin mesajını boş bakışlarıyla yansıtıyordu. “Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” Kaşlarımı çatıp kollarından kurtulmaya çalıştım ama buna izin vermedi. Zorunluluktan beni taşıdığı bu kadar belli olmasaydı bile yine ondan uzak dururdum. Bir erkeğin tek bir hareketiyle eriyip ona methiyeler düzecek aptallardan hiç olmadım. Burada zor olan değildim, bulunduğum yer imkânsızlıklar tepesiydi. Varsa çıkmaya gönüllü biri, yanında tabutunu da alıp gelmeliydi.

“Yürüyecek durumda değilsin.” Çığlık atmamak için dudaklarımı birbirine bastırarak hızla kucağından atladım. “Siz de bana dokunacak konumda değilsiniz.” Gözlerinde hafif bir kızgınlık görünce hemen ona sırtımı dönerek hızlı adımlarla yürümeye başladım. Rahatsız olduğumu bildiği halde bu yaptığı şey kabul edilemezdi. Bu adam bana bir daha dokunmaya cüret etsin, bak ona neler yapıyorum!
O öfkeyle yorgun bedenime bir enerji dolmuş gibiydi ve tesise nasıl girdiğimi bilmiyordum. Girişteki herkesin meraklı bakışlarını görünce eğilip üzerime baktım. Çamur ve kir içindeydim, üstelik ıslaktım. Dizlerim ise perişan durumdaydı. Neyse ki o lanet Yarasalar burada değildi, sadece henüz tanışma fırsatımın olmadığı diğer ajanlar vardı. “Ne var?” Böyle yadırgayacak ne vardı, bilmiyordum. “O adam sizi eğitmediği için hepiniz rahatsınız tabii, Allah sizin de belanızı versin!” İyice delirmiş vaziyette koridora yöneldim.

Ben burada uzun süre kalırsam ya deliririm ya da delirtirim, tercihim ikincisi.

Benim odam giriş katında olduğu için hızlı adımlarla düz bir şekilde koridorda ilerliyordum. Tesise yeni giren eğitmenim ayaklarımı yere vura vura yürüdüğümü görünce gülmemek için başını başka tarafa çevirdi ve bu aldığım son darbeydi. “Er ya da geç buradan kaçacağım!” Hepsine Sedef Sarmaşık kimmiş, göstereceğim!

Özel bir çerçeveyle kaplı olduğu için kartım yağmurdan ıslanmamıştı. Odama girdiğimde ilk işim, banyoya girip kıyafetlerimi çıkarmak oldu. Çırılçıplak kalınca dizlerimin içler acısı halini gördüm. Soyulmuş, kızarmış ve kanıyordu. Bedenim gevşeyene kadar sıcak suyun altında kaldım ve ancak yarım saat sonra banyodan çıkabildim. Banyoda bulduğum ilkyardım çantasını alıp dizlerime pansuman yapmıştım. Dolapta gördüğüm mavi, yumuşak pijamaları giyerek yatağa uzandım. Yağmur yağdığı için eğitime bugün ara vermişlerdi. Yemeği de kaçırdığıma göre en iyisi uyumaktı. Uyumadan önce aklımda olan son şey, buradan nasıl kurtulacağımdı. Bu, o kadar zordu ki…

Âdeta kulağa imkânsız gibi geliyordu.
“Kapısı bile yok, kaçmak için illa kuş olup uçmam mı gerekiyor?”

*****

“A-aman Allah’ım, bu kız çıldırmış!”

“Atlayacak! Yankı, buraya gel!”

“Kuzey, bağırma çünkü onun gözleri kapalı.”

“Bana ne yapacağımı söyleme ve ağlamayı kes! Eğitmenleri çağırdınız mı?”

Bazı sesler duyuyordum fakat tam olarak algılayamıyordum. Sesler hem çok uzaktan hem de çok yakından geliyordu. Sürekli birileri bir şeyler söylüyor ama bir türlü gözlerimi açıp onları göremiyordum. “Oraya nasıl çıktı, biri cevap versin!” Bu sesin sahibini sanırım tanıyordum çünkü sesi duyduğum an tüm bedenimi bir nefret dalgası sarmıştı. Ah, evet, bu benim buzdağı eğitmenim olmalıydı. Peki, ben niye onları göremiyordum?

Neler oluyor, bilmiyordum ama bir türlü onları göremiyordum. Sanki hayal ve gerçek arasında sıkışıp kalmıştım. “Kız uyurgezer, dosyasında bu yazıyor mu?” Bilincim gittikçe açılırken artık sesleri daha iyi algılıyordum. Bu ses, Naz’ın eğitmeninin sesini andırıyordu.
Nihayet gözlerimi güçlükle açtığımda neler olduğunu kavrayamadım fakat eğitmenleri ve Yarasaları sadece birkaç adım uzağımda görünce afalladım. “Hepinizin odamda ne işi var?” Yatarken bile rahat vermiyorlardı, hepsinin pijamayla balkonumda ne işi vardı? Efe niye ağlıyordu, Kuzey neden diken üstündeymiş gibi tedirginlikle bana bakıyordu? Dur bir dakika, benim odam giriş katında değil miydi? Benim nasıl bir balkonum olurdu?

Burada neler oluyor yine?

Eğitmenim sertçe yutkundu. Bir bana bir de arkamda bir noktaya bakarak bana doğru temkinli bir adım attı. “Sakın kıpırdama, Sedef.” Gözlerinde gördüğüm şey sadece öfke değil gibiydi, korku muydu bu? O kontrolcü tavrından eser yoktu, paniklemiş gibi bana yakın olmaya çalışıyordu ancak aynı zamanda beni ürkütmekten de korkuyordu. Ellerini göğsünün hizasına kaldırmıştı ve beni hareketsiz kalmaya ikna etmeye çalışıyordu. Bilincim açılırken odamda balkon ve teras olmadığını yeni idrak ediyordum. Ben odamda değildim, bir yerin balkonundaydım. Herkes benden birkaç adım uzakta tedirginlik içinde arkamda bir yere bakıyordu. Rüzgâr saçlarımı uçuşturuyordu ve ben, fark ettiğim şeyin dehşetini yaşıyordum. Soluğumu tutarak başımı hafifçe eğdiğimde gördüğüm şey aklımın alamadığı türdendi. Balkonun içinde değildim, korkulukların üzerindeyim. Sanki aşağıya atlamaya hazırlanmış gibi balkonun duvarına çıkmış, bir karışlık şeyin üzerinde ayaklarımın yarısı boşlukta kalacak şekilde bekliyordum. Sırtım boşluktaydı ve yüzüm odam sandığım yere dönüktü. Kahretsin! Ben buraya nasıl geldim?

İncecik bir ipin üzerinde duran cambazdan farkım yokken yapacağım en küçük harekette kendimi yerde bulabilirim. Eğitmenim titremelerimi görünce, “Sedef, sakin olmalısın.” Bana doğru bir adım daha attığında gözlerim doldu. Nefes almak bile beni korkutuyordu. “Ka-kaçıncı kat?” Bu ilk kez olmuyordu.

Bana doğru bir adım daha attı, adımlarını düşünerek atıyordu çünkü şu anda her ihtimali gözden geçiriyordu. Bana bir anda yaklaşırsa bundan rahatsızlık duyabilir, daha kötüsü düşebilirdim. Bu sebeple ürkütmeden bana yaklaşmaya çalışıyordu. “Üç.” Üç mü? Ben şu anda üçüncü katın korkulukları üzerinde mi duruyordum? Üzerinde durduğum duvar sadece üç parmak kalınlığındaydı ve çıplak ayaklarımın neredeyse tam ortasına geliyordu. Yani en küçük hareketimde üçüncü kattan yere düşecektim. “Ölmek istemiyorum.” Yanaklarımdan yaşlar süzülmeye başladı, bu şekilde ölmek istemiyordum.

Gözlerimin içine kararlı bir şekilde baktı. “Ölmeyeceksin, buna izin vermeyeceğim.” Diğerleri korku içinde soluk almadan bizi izlerken o, bana elini bana uzattı çünkü korkudan paniklemek üzere olduğumu görmüştü. “Elimi tutarsan seni oradan indirebilirim.” Şimdi yüksekte olan bendim. O ise bana aşağıdan bakıyor, tutmam için elini uzatıyordu ve evet, bu durumda bile düşündüğüm şey akıl alır gibi değildi.

Başımı çevirip arkama bakmaya korkuyordum. Eline bakarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Daha önce uzattığı elini tutmamıştım ve şimdi yine tutacak cesaretim yoktu. Bir erkeğe bile isteye dokunma fikri en az ölüm kadar korkutucu gelirken bana güven vermiyordu. Elimi kaldırmak için kendimi zorluyordum ama karanlık korkularım ruhumu kuşatıyor, bunu yapmama izin vermiyordu. O da biliyordu. Şu anda kendimle bir savaş içinde olduğumu tereddüt dolu ıslak gözlerimden görüyordu.

Yutkunduğunda elini tutmayacağımı anlamıştı. Belki de gözleri ilk kez bana yoğun bakıyor, geçmişimde ne var diye sorguluyordu. “Balkonun içine atlasam olur mu?” dediğimde düşme ihtimalim onu kızdırmış olmalı ki kaşlarını çattı. “Sen böyle sakarken riske giremem!” Sesini bir anda yükselttiği için az kalsın yerimde sıçrayıp düşecektim.

Başımı iki yana sallayarak hıçkırdım. “Tu-tutmayacağım.” Sessizce fısıldadığımda sıkıntıyla burnundan soludu ve başını çevirip Afrodit’e baktı. “Sen yap.” Kuzey’in eğitmeni, içinde bulunduğumuz müşkül durumu bildiği için hemen başını sallayarak bana doğru yürümeye başladı. Ancak kadın bana doğru tam bir adım atmıştı ki birden öksürmeye başladım ve dengemi kaybettim. Çığlık atarak yere düşmeye başladığım esnada eğitmenimin hiç tereddüt etmeden peşimden atladığını gördüm. Daha ben ne olduğunu anlamadan bir eliyle bileğimi kavramıştı, diğer eli ise balkon korkuluklarının dış tarafına tutunuyordu. Bu adam balkondan atlayıp beni tutmakla kalmamış, aynı zamanda korkulukları yakalayarak her ikimizi de kurtarmıştı. Yaptığı şeyden ve boşlukta sallanmanın şokundan çıkamıyordum. Evet, şimdi her ikimiz de balkondan sallanıyorduk.

Tek eliyle korkulukları alttan tutarken diğer eliyle beni tutmaya devam ediyordu ancak daha fazla dayanabilecekmiş gibi görünmüyordu. Başımı eğip aşağı baktığımda sisli havanın yaydığı boşluk bana bir uçurum gibi gelince çığlık atarak ağlamaya başladım. “Sakin ol!” Başını eğip dişlerini sıkarak beni sertçe uyardı. Sanırım çırpınmaya başladığım için işleri biraz zora sokuyordum.

Başımı kaldırarak yukarıya baktığımda diğer erkek eğitmenler balkondan uzanarak onun bileğini kavramıştı ancak onu yukarı çekemezlerdi çünkü o, beni tutuyordu. Başını eğdi ve ağlayan yüzüme bakarak iç çekti, kahverengi gözlerinde korkunun zerresi yoktu. Sadece tek eliyle hem kendi ağırlığını hem de benim ağırlığımı taşıdığı için fazlasıyla zorlanıyordu. Alnındaki damarlar belirginleşmişti ve dayanmak için dişlerini sıkıyordu. Yüzündeki kaslar seğirirken şu anda ne kadar çok zorlandığını tahmin bile edemiyordum. Tüm ağırlığım sağ kolumdaydı. Bu durum kolumu kopacakmış gibi acıtırken o, tek koluyla her ikimizin ağırlığını taşıyordu. Boştaki elimle bileğimi tutan elini sıkıca tuttum. “Be-beni bırakırsanız düşerim.” Eğer beni bırakırsa diğerleri onu yukarı çekebilirdi ama ben düşerdim.
Bu haldeyken bile dudakları bilmiş bir şekilde yavaşça kıvrıldığında başını eğerek bana baktı. “Yanılmıyorsam sen düştüğün yerden tek başına kalkmayı tercih ediyordun, değil mi?” Adam artık ne çeşit bir psikopatsa bu durumda bile dışarıda elini tutmadığım için benden intikam alıyordu.

Kol kaslarım kopmak üzereyken aşağıya bakmamaya çalışıyordum. “Emin olun, şu anda size verecek çok güzel bir cevabım var ama sizi kızdırıp kendimi yerde bulmak istemediğim için sorunlu biri olduğunuzu söylemeyeceğim,” diyerek elini daha sıkı tuttum.

“Ona ne şüphe!” Homurdandığını duydum ama hazırcevap kişiliğim ters bir şey söylememek için kendini zorluyordu. Önceliğim hayatta kalmaktı, gerisiyle daha sonra ilgilenirdim.

Bileğimi tutan eli biraz gevşeyince avazım çıktığı kadar bağırdım, boştaki elimle âdeta tırnaklarımı derisine geçirerek onu sıkıca tuttum. İkimizi uzun süre taşıyamazdı, derhal bir şeyler yapmalıydık. “Beni yukarı çekerseniz kendimi kurtarabilirim!” Sesimi duyurmak için bağırdığımda diğerleri ip getirmek gibi bir şeylerden bahsediyordu ama o kadar vaktimiz yoktu.

“Sanmıyorum!” Dişlerinin arasından konuştuğunda beni daha fazla tutamayacağını o da biliyordu.
“Alt katın balkonuna atlayabilirim, sadece fırlatın beni.” Bu gidişle ikimiz de düşecektik ama planladığım gibi olursa ikinci katın balkonuna düşebilirdim.

Tereddüt ederek bana baktıktan sonra bileğimi sıktı. “Daha iyi bir fikrim var!” Aniden tek koluna yüklenerek beni tüm gücüyle yukarı çektiğinde, yaşadığı adrenalinden dolayı boğazından hırıltılı bir haykırış çıktı ama başarmıştı çünkü bir anda yukarı çekilmemle boştaki elimi kaldırıp kolunu kavradım. “Bana tutun!” Daha fazla dayanamadığı için tuttuğu bileğimi bırakınca, çığlık atarak elimi kolundan hemen omzuna koydum. Kendimi yukarı çekerek boynuna kollarımı doladığımda onunla aynı hizadaydım. Şöyle bir sorun vardı, ben ahtapot gibi onun boynuna sarılıyor olabilirdim ama o hâlâ tek koluyla ikimizi taşıyordu.

Serbest kalan eliyle de yukarıdaki demirleri tuttuğunda aynı anda rahat bir nefes aldık, artık tek koluna yüklenmediği için biraz daha zamanımız vardı. “Baş belası!” Kollarım sımsıkı onun boynundayken başımı hafifçe kaldırarak ter içinde kalan yüzüne baktım. “Bunu siz mi söylüyorsunuz?” Ondan büyük bela tanımıyordum.

“Her durumda bir cevabın var, değil mi?”

“Lütfen üzerime gelmeyin, şu anda sizi kızdırmak için doğru bir zaman değil.” Bir an gülecek gibi olmuştu ama daha büyük bir sorunumuz olduğu için bunu yapmadı.

Her ikimizin ağırlığına güçlükle dayanıyordu, çaresizce yukarıdakilerin bir şeyler yapmasını bekliyorduk. “Yankı, elimi tut!” Kuzey bağırarak korkulukların arasından bana elini uzatınca hemen tuttum. Eğitmenimin yükü hafifleyince Ecrin’in eğitmeni de onu tutmuştu. Hakan ve Yiğit balkondan eğilip kollarımı tutarak beni yukarı çektiler. İki erkek eğitmen de benim eğitmenimi yukarı çekerek onu kurtardı. Sonunda o da yere bastığında Efe, kızarmış gözlerle yanıma gelerek sımsıkı sarılınca ellerimi nereye koymam gerektiğini bilemedim. Yaşadığım korkunun etkisinde olduğum için tepki veremiyordum. Nefes nefese kalmıştım ve kendimi toparlamaya çalışıyordum.

“Çok korktum, Yankı.” Aksini düşünecek kadar beklentilerimi yüksek tutmak gibi bir hata yapmadığım için kendimi tebrik ediyordum. “Buna hiç şaşırmadım, Efe Can.” Burnunu sesli bir şekilde çektiğinde, “Efe benim adım,” dedi. Bu çocuk az önce burnunu benim omzuma mı sürttü? Iyy, bu iğrenç! Orası hep sümük oldu şimdi!

Nihayet kucaklaşma faslı bitince herkes bir nebze de olsa rahat bir nefes almıştı. Yanındaki güzellik tanrıçası Afrodit’i iyi olduğuna ikna eden adamın bakışları, birini ararcasına tüm kalabalığı hızlıca tarayıp bende durdu. Tepeden tırnağa beni incelerken iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu. Gözlerine bir sıcaklık yansıyınca hemen başını başka tarafa çevirmesine bir anlam veremedim. “İçeri geçelim.” Hoş geldin, çok sevgili Buzdağı.

İçerisinin ofis gibi bir yer olduğunu gördüm. Benden tarafa özellikle bakmayan eğitmenim masanın başındaki yerini alınca diğer eğitmenler de onu taklit etti. Yaşananlardan sonra ayakta duracak halim olmadığı için ben de boş bulduğum bir sandalyeye oturdum. Şimdi hepimiz bu ofisin içindeki masanın etrafına yerleşmiştik. Bir süre kimse konuşmadı, herkes olanların şokunda olduğu için diyecek bir söz yoktu. Bu benim alışık olduğum bir durumdu ama onlar için çok yeni bir şey olduğundan yaşadıkları korkuyu anlayabiliyordum. Bu durumu garipsedikleri çok açıktı, belki de daha önce uyurgezer olan biriyle hiç karşılaşmamışlardı veya onlara böylesine stres yaşatan bir uyurgezer onlar için ilkti. Sessizliği ilk bölen eğitmenim olmuştu. “Bu ne zamandır devam ediyor?” Sorgulayıcı sesiyle başımı kaldırdım, anlaşılan uyurgezer olmam onların beklemediği bir şeydi.
Hayret, hakkımdaki her şeyin olduğu dosyamda bu yazmıyor mu?

“Çocukluğumdan beri.” Kaşlarını yukarı kaldırınca başımı salladım. “Bu çok sık olmaz, yani genelde ayda birkaç kez ama bugün yaşananlar bana da sürpriz oldu.” Evet, uyurgezer olduğumu hep biliyordum çünkü bazen sabah uyandığımda kendimi farklı yerlerde bulurdum. Başlarda buna bir anlam veremiyordum hatta ben uyurken birilerinin beni taşıdığını bile düşündüğüm olmuştur ama on iki yaşıma girdiğimde bir uyurgezer olduğumu kabullenmiştim. Aklımın yeni ermeye başladığı sıralardı, bir gece kendimi arabaların geçtiği yolun ortasında buldum ve bu olay, uyurken bir yerden bir yere gittiğimi düşündürdü. Çocuk aklı işte, uyumadan önce kendimi bunu bir daha yapmamam için azarlar ama ne zaman üzgün veya stresli bir ruh halinde olursam yine aynı şeyi yaşardım. Bir süre sonra büyüdüm, aklım yeni şeyleri keşfederek gelişti ve ben uyurgezer olduğumu anladım.

Bu konu, herkes gibi Efe’nin nahif eğitmeninin de merakını cezbetmiş olmalı ki, “Ne demek istiyorsun?” Bence ne demek istediğimi o da çok iyi biliyordu.

“Genelde sadece uyuduğum yerler değişirdi.” Herkesin sessiz bir şekilde beni izlemesinden rahatsız olmaya başladım. Bu bakışlar altında gergin hissederken bilmek istedikleri şeyleri kolayca anlatamıyordum. “Yani tamam, bir seferinde kendimi sokak ortasında bulmuştum ama genelde bankta uyuyorsam bir sokakta gözlerimi açıyordum. Yatağımda uyurken sabah Ilgaz’a sarılmış bir şekilde uyandığım günler de olmuştu fakat ilk kez bir balkona çıkıp uykumda intihar etmeye çalışıyorum işte!” Sonunda dayanamayıp isyan ettiğimde birkaç Yarasa’dan çıkan kıkırtılarla kaşlarımı çattım, bu hiç de komik değildi. Ortada büyük bir trajedi varken gülmeleri çok saçmaydı, özellikle de az önce olanlardan sonra.

Eğitmenimin bana bakan gözleri fazla düşünceliydi, bu beklenmedik olay karşısında nasıl bir çözüm üretebileceğini düşünüyordu. Aklından geçenleri tahmin etmek zor değildi, şu anda herkesin düşündüğü şeyi düşünüyordu. “Hayır, uyumadan önce kendimi bir yere kelepçelemeyeceğim!” Umarım aklından böyle şeyler geçmiyordur çünkü bunu hiçbir güç bana yaptıramaz. “Ayrıca uyanıkken nasılsam uyurken de bir şekilde öyle oluyorum. Boynumdaki kartı kullanmam, asansöre binerek buraya gelmem zaten bunu doğruluyor. Hadi, uyurken ayak bileğimden kendimi yatağa kelepçeledim, diyelim ama uyurgezerliğim tuttuğunda anahtarı sakladığım yerden çıkarıp kendimi özgür bırakmam zor değil.” Bu sürecin nasıl işlediğini bilmiyordum ama fark ettiğim şey uyurgezer olduğumda aklımın benden bağımsız çalıştığıydı. Uyanıkken olduğu gibi gittiğim yeri görüyor, yemek yiyor hatta uyandığımda asla hatırlamadığım birçok şeyi yapabiliyordum. Gece Ilgaz’ın yatağına nasıl gidiyordum? Hatırlamıyorum, ya da uyuduğum yerden kalkıp yarım saatlik yolu yürüyerek anayola nasıl çıktığımı da bilmiyorum ama tıpkı uyanık insanlar gibi uyurken birçok şeyi yapabiliyorum.

Kelepçe olayını elediklerinde herkes nasıl bir yol izleyeceğini düşünmeye başlamıştı. Eğitmenim çok yorulmuşlar gibi tüm sorumluluğu üzerine alarak diğerlerini bunu düşünmekten kurtardı. “Bir önlem almalıyız, bunun için bir şeyler düşüneceğim.” Afrodit başını sallayarak onu onaylayıp arkadaşına destek çıkmakta gecikmedi. “En doğru kararı vereceğini biliyorum.” Gözleriyle beni gösterdi. “İnsanlar uyurken fazla savunmasız kalır, kız uykusunda tesiste tek başına gezerken onu koruman çok zor olacaktır. Bu durumu erken fark ettiğimiz için şanslıyız.” Diğer Yarasalar bu sözlerden bir şey anlamasa da ben, genelde her kelimeden bir anlam çıkarırdım. Kadının söylediklerinden tek anladığım aslında tesiste de güvende olmadığımızdı.

O buraya gelebilir mi?

“Bana teşekkür etmeyecek misin?” Naz’ın şımarık sesiyle başımı kaldırarak ona baktım. “Ne için?” Kollarını göğsünde birleştirdiğinde yeşil gözleri tiksinerek bana bakıyordu. “Gözlerin kapalı bir şekilde buraya çıktığını görünce şu diğer eziklere haber verdim, sonra da eğitmenlere. Yani hayatını bana borçlusun.” Bu kız gerçekten böyle bir şey için ona minnet duyacağımı düşünüyorsa çok yanılıyordu. Ne saçma bir beklentiydi bu böyle!

“Yapmasaydın.” Arkama yaslanarak kaygısız bir tavır takındım. “Ben mi dedim onlara haber ver diye? İkimiz yer değiştirseydik ve senin yerinde ben olsaydım, hazır sen oraya çıkmışken zevkle seni aşağıya iterdim.” Naz duyduklarıyla gözlerini büyüterek dehşet dolu bir ifadeyle bana bakarken eğitmenlerin ve Yarasaların kınayan bakışlarına maruz kaldım. Ne? Dürüstlük ne zamandan beri yargılanıyor?

“Bu kızı tanıdıkça ondan daha çok nefret etmem normal mi?” Bu Yiğit denilen yürüyen kasıntı, acaba ona ölüp bittiğimi falan mı düşünüyor?

“Normal çünkü ben de hepinizden nefret ediyorum.” Evet, bu kişi de Kibir Kraliçesi Ecrin’di.

“Lütfen yine başlamayın.”

“Niye? Yine mi ağlayacaksın, Ağlak?”
“Onunla uğraşacağına kendine bak, pis bağımlı.”

“En azından uykumda olay çıkarmıyorum, Sakar.”

“Kedicik, kes sesini! Ortalığı hep sen karıştırıyorsun.” Bilerek Kuzey’in kulağının dibinde avazım çıktığı kadar çığlık attım. Kuzey kulaklarını kapatarak bir küfür savurunca çocukların çoğu gülmüştü. Hâlâ inleyerek kulaklarını tutarken siyahlarından bıkkınlık fışkırıyordu. “Bir gün elimde kalacaksın, geri zekâlı!” Masadaki dosyalardan birini alıp kafama vurunca susmak zorunda kaldım.

Bu çocuk bana hep vuruyor, Allah’tan kadınlara el kaldırmayan biri!

“Dışarı!” dedi sevgili Buzdağı yaptığımız çocukluktan sıkıldığını belli eden bir sesle. “Hepiniz dışarı çıkın!” dediğinde biz Yarasalar ayağa kalkarak ofisten çıkıp kapıyı kapattık. Böyle kovulmak da fazla sinir bozucuydu, nezaket örneği göstererek gitmemizi rica edebilirdi.

Sanki ben ona çok meraklıyım!

Herkes asansöre binince guruldayan midem, yemek saatini kaçırdığım için isyanlardaydı. Diğerleriyle aynı asansöre binmedim çünkü onlar, ben gidene kadar çoktan asansörün düğmesine basıp kapısını kapatmıştı. Belki biraz yemek için o adamı ikna ederim diye geri döndüm. Kapıyı tam açacaktım ki duyduklarım yüzünden elim kapı kolunda hareketsiz kalmıştı. “Uyurgezer olması kötü oldu. Onun her yerde adamı olabilir, bu durumda çaylağın hepsinden daha fazla tehlikede.” Bu konuşan kişi Kuzey’in tanrıçası Afrodit’ti.

“Bir şekilde üstesinden gelecektir.” Bu da Yeşil Gözlü Yakışıklı’nın sesine benziyor. “Ondaki liderlik potansiyelini sadece ben mi görüyorum?” Ne dedi bu şimdi? Ben ve liderlik mi? İşte, buna gülerim!

“Şu ana kadar Yarasaların içinde göze batan ikinci kişi.” Efe’nin eğitmeni Bayan Kırmızı Dudak konuşmuştu. “Hepimiz onun tek tabanca gibi sadece kendi hayatını önemseyen bir bencil olduğu konusunda hemfikiriz. Bence bu yönünü zamanla değiştirebilir. Bu yaşına kadar hep tek başınaymış. Şimdi kimseye güvenmiyor, takım ruhundan bihaber. Aslında diğerleri de öyle, zamanla aralarındaki sorunların üstesinden geldiklerinde iyi bir takım olabilirler. Yankı’da gördüğüm şey farklı. Düşmek üzereyken hiç paniklemedi. Kız, sanki sürekli böyle şeyler yaşıyormuş gibi bu durumu olağan karşıladı. Onun içinde var önderlik, sadece bunu ortaya çıkarmayacak kadar inatçı bir karakteri var. Tabii, bir de çok sakar ve uykusunda yürüyor. Bunlar onun için dezavantaj maalesef.” Bu kadın beni tanıdığını sanıyorsa yanılıyordu, düşündüğü gibi buradaki çocuklara önderlik yapmak gibi gereksiz düşüncelerim yoktu. Ben daha kendimi idare edemiyordum, onlara nasıl liderlik edecektim? Lider olarak gördükleri diğer kişi kimdi?

“Beni deli ediyor.” Evet, sonunda huysuz eğitmenimin de sesini duymuştum. “Bazen ciddi anlamda kafasına sıkmak istiyorum.” İçeridekileri güldüren bu sözler beni hiç de şaşırtmamıştı çünkü aynısını ben de ona yapmak istiyordum.

“Ona baktıkça kendini gördüğünü inkâr edemezsin.” Hâlâ gülen Afrodit’in söylediklerini duyunca az kalsın içeri dalıp, “Yok öyle bir şey!” diye bağıracaktım.

“Zıt kutuplar birbirini çeker ancak sizin gibi aynı kutuplar birbirini iter. O yüzden birbirinize tahammül edemiyorsunuz çünkü karakterleriniz aynı. İnatçı, baskın ve dediğim dediksiniz. Zaten bu yüzden onu özellikle seçmedin mi? İnsan birinde kendinden bir parça gördü mü hemen anlar. Buradaki hiçbir ajanın onu eğitemeyeceğini biliyordun. Dikbaşlı ve asi, tıpkı senin gibi. Onu yola getirecek tek kişi sen olsan da aynı şekilde onun da bu yolda senin ayağını kaydıracak tek kişi olduğunu biliyorsun. Kızı zorladıkça o da seni zorlayacaktır. Bu yüzden korkarım ki hiçbir zaman uzlaşamayacaksınız. Bu işin sonunda birbirinden nefret eden iki azılı düşman olma ihtimaliniz büyük.” Afrodit’in tüm söylediklerine katılmasam da son kısımda kesinlikle haklılık payı vardı, daha şimdiden ondan nefret ediyordum.

“Onun ne düşündüğü umurumda değil.” Sanki benim çok umurumda! “Başkalarına, özellikle kendisine saygı duymayı öğrenmediği sürece ona yaptığım hiçbir şeyden zerre pişmanlık duymam.” Saygı? Kendime saygı göstermediğimi de nereden çıkardı? Beni o evin bahçesinde bulduğu için böyle bir fikre kapılmış olmalı. Ne yani, bana olan nefretinin sebebi o eve girmeye karar vermem miydi? Bu yüzden mi bana yükleniyordu? Allah’ın cezası adam, bundan ona ne ki! Zaten ben orada hemen vazgeçmiştim ama bu sabit fikirli adama bunu anlatamadığım için beni kafasında koyduğu yere göre yargılıyordu.

Ecrin’in eğitmeni, “Ne demek istiyorsun?” dediğinde onlara anlatacak diye korkudan soluğumu tuttum. “Gereksiz bir konu.” Sesi iğrenerek çıkmasına rağmen anlatmadığı için rahatlamıştım ama onun nazarında bir fahişe olduğumu bilmek canımı sıkmıştı. Onu, benim hakkımda ne düşündüğünü umursayacak kadar önemsemiyordum ama beni bir konuda eğitmeye çalışan birinin gözünde basit bir kadın gibi görünmek sinirimi bozuyordu.

Doğru düzgün sorsa anlatacaktım ama böyle yargısız infaz yaptıkça anlatmam güçleşecekti. Bu lanet sohbeti daha fazla dinlememek için arkamı dönüp hemen uzaklaştım. Kısa bir anlığına o eve girmeye karar vermiştim, doğru ama birinin bana dokunmasına katlanamamam engel olmasaydı bile zili çalacak cesaretimin olmadığını biliyordum. O, anlık verdiğim bir karardı ve kapıdan içeri girmeden geriye dönüp kaçacağımı bilecek kadar kendimi tanıyordum. Onun düşündüğü gibi ucuz biri değildim, öyle olsaydı yıllar önce bunu yapardım. Ben bugüne kadar böyle bir şeyden hep kaçmışken anlık bir öfkeyle verdiğim karardan dolayı beni yargılaması doğru değildi. Bekleseydi eğer, asla o eve girmeyeceğimi kendi görürdü. İnsanları gördükleri şeylerden dolayı yargılamak en kolay olanıydı ama resmin öteki yüzüne bakmak herkesin yapabileceği bir şey değildi. Eğer bunu yaparsa bazı şeyleri sorgulamak zorunda kalırdı ve sorduğu sorulara aldığı cevaplar ise onu beni anlamaya iterdi ancak o anlayarak kolaylık sağlamak yerine yargılayıp zorlaştırmayı seçiyordu.

Açılan asansörle içeri girip boynumdaki kartı çıkartarak okuttum. Kapılar kapandığında kartımı yeniden boynuma takmıştım ki ensemde hissettiğim bir nefes ile yerimde kaskatı kesildim. Duyduklarım yüzünden dalgınca asansöre bindiğim için burada birinin olduğunu farketmemiştim ve şimdi tam arkamda biri vardı. Nefes alışlarım hızlandığında arkamdaki kişiye dönemeyecek kadar korkuyordum.

O olabilir mi?



























Yankı'nın arkasında duran kişi kim dersiniz? Korktuğu kişi olabilir mi?

Yankı'nın uyurgezer olacağını kimler tahmin etti? Bu onun için gerçekten tehlikeli bir şey olabilir mi?

Naz bir nevi onun hayatını kurtardı. Fakat bırak bir teşekkür etmeyi üstüne kıza fırça bile attı. Kızımız fazla mı bencil ve önyargılı?

Yağmurdan dolayı eğitime ara verseler de Yankı fazladan bir yirmi tur daha koştu. Eğitmeninin ona bu kadar yüklenmesinin bir sebebi olabilir mi? Yoksa adam doğuştan sinir bozucu biri mi?

Esas karekterimiz Yankı olsada bu bazı konularda suçlu olduğunu değiştirmiyor. İnsanların üzerine bilerek giderek onları kırdığı ne yazık ki ortada. Bu durum değişir mi dersiniz?

Eğitmenlerin liderlik potansiyeli gördükleri diğer Yarasa kim dersiniz?

Yeni bölümde eğitimleri kaldıkları yerden devam edecek. O bölümlerde görüşmek dileğiyle.

Continue Reading

You'll Also Like

376K 11.9K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...
588K 21.9K 23
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...
180 106 4
Bir çok duyguların tasviri.
422 250 8
Fazla güneş ışınlarından etkilenen bir insanın insanları ısırarak yaydığı tehlikeli bir zombi virüsü. Ancak diğer zombi dizilerinden, kitaplardan vey...