BATAKLIK •Tamamlandı•

By Seydanur_ipek

4.6M 240K 183K

Berfin, abisinin ne iş yaptığından habersiz liseyi iyi derece ile bitirmek isteyen bir öğrencidir. Bir gün ab... More

TUTUNAMAYANLAR
1.ÇARESİZLİK
2.PAKET
3.KURYE
4.İNTİKAM
5.İHANET
6.ACI
7.ANKARA
8.SOĞUK
9.MASUMİYET
10.ÇEKİM
11.YANILGI
12.TUTULMA
13.VERYANSIN
14. AV ve AVCI
15.CANAVARIN AĞI
17.ŞEKER
18.CANAVAR
19.KİLER
20.KAYIP
21.SİGARA
22.KIRIKLAR
23.OKYANUS
24.KURUKAFA ve GÜLLER
25.YASAK ELMA
26.YALAN
27.SAHTE PARÇA
28.SERZENİŞ
29.KÖRDÜĞÜM
30.MAVİ
31.SIR
32."DEĞİLSİN"
33.SARIŞIN
34.UÇURUM
35.KÜLLÜK
MEDUSA'NIN GÖZÜ
36.KAHRAMAN
37.AY TENLİ ADAM
38.SÜVEYDA
39.İNCİR REÇELİ
40.KARANLIK MİRAS
41.SANCI
42.KUCAKTAKİ CESETLER
43.KADRAJDAKİ MELEK VE ŞEYTAN
44.GELECEĞİN EMARELERİ
45.YANGIN YERİ
46.YİRMİ SEKİZ(28)
AV ZAMANI
47.MAVİ ve SİYAH
48.BATAKLIK'IN KALBİ
49.ZÜLAL'İN KIZI
50.KORKUNUN KEMİKLERİ
51.DİKİŞ İZİ
52.İNTİKAM
53.MAVİ ADAMIN SİYAH YARALARI
54.YİRMİ KÖRDÜĞÜM
55.AYNA
56.BEYAZ YALAN
57.YİRMİ SEKİZ'İN HİKAYESİ
58.KALBİN ÇÜRÜK YANI
59.YİRMİ SEKİZDEN GERİ KALAN
60.MATEM
61.LACİVERT
62.ÖLÜ DOĞAN UMUTLAR
63.İKİ BEDEN BİR ACI
64.DONDURMA
65.UMUDUN ADI MAVİ
KIVIRCIK VE DELİ
66. ATAMAN VE GÜZELİ
DENİZ VE ZÜMRÜT
67.MAYIN TARLASI
68.NABIZ
69.MAVİ ÇOCUK
70.Final Part I- ŞEHRE GELEN YABANCI
71. FİNAL PART II - PUSULA
72.FİNAL PART III- YİRMİ SEKİZ KERE SİYAH
73.DÖVMECİ (Cengiz - Ezgi)
Ufak Bir Duyuru
Kış Güneşi
TÜYAP DUYURUSU

16.ATEŞ

78.6K 3.9K 3.1K
By Seydanur_ipek

10K olmuşuz!
Seviyorum sizi!
Size güzel bir bölüm yazdım.
Ama siz yine de bir sonraki bölümü bekleyin.
Keyifli okumalar...
1350 oy ve 1000 yorum🖤💙

Bölüm 16: "Ateş"

Kırılıp dökülecektik.

Bunu sürekli gözardı etmek aptallık olurdu. Belki de beni defalarca kez kıracaktı ve ben yine onun boynuna atlayacaktım ama kendimi ondan kopartıp alamazdım artık. Bir silah tehlikesi taşıyan nefesinin ensemde olmasına alışmıştım. Ensemi ısıtan nefesi olmadan üşümek istemiyordum. Onur'un söylediklerine sırt çevirdiğim gün kendimi ateşe attığım gündü.

Kaldığım odanın kapısını çekip ağır aksak adımlarla Kıvanç'ın odasına yürüdüm. Bugün cici okulumuzdaki ilk günümüz olacaktı. Arkada bıraktığımız bir hafta boyunca evde kalıp dinlenmiştim. Kıvanç'ın yanında olmanın tehlikeli bir güzelliği vardı. Artık onunla uyumuyordum. Yani en azından arkamızda bıraktığımız hafta boyunca hiç onunla uyumamıştım. İsteğimi törpülemek zor olsa da üstesinden geliyordum.

Kapısını açıp kafamı içeri uzattığımda kemerini taktığını gördüm. Altındaki siyah pantolon ve üzerine giydiği kazakla hoş görünüyordu. Ben de Ezgi'nin aldığı eteklerden birini giymiş, üzerime de hardal sarısı bir kazak giyerek hazırlanmıştım. Siyah eteğim kısa olsa da altına siyah külotlu çorap giymiştim. Kıvanç'ın gözleri bende durdu. Ağır aheste bedenimi süzdü ve aynen şöyle dedi: "Ezgi'nin sana etek alan aklına sokayım."

"Küfretmesene kıza," diye çemkirdim.

"Git pantolon giy." Omuz silktim. Giymeyecektim işte. "Kızım sabah sabah kargalar bokunu yemeden ayarlarımla oynamasana!"

"Kıvanç bu eteği giymek istiyorum ve giydim. Sen de hazırsan çıkalım hadi. Bak geç kalkıyoruz."

"Çıkartmıyorsun yani?" dedi gözlerini kısarken. Yutkundum.

"Hayır." Başını yana yatırıp beni süzdü.

"Peki. Günah benden gitti." Üzerime doğru yürürken neyi kast ettiğini bilmiyordum ama bu beni korkutmamıştı. "Bütün okul günü boyunca seni taciz edeceğim." Şaşkınlık yüzüme renk atarken yanımdan geçip gitti. "Yürü hadi!" Arkasına doğru bağırdığında yine aynı ağır aksak adımlarla peşinden vardım. Ayağımdaki dikişler kendiliğinden dökülecekti ama hala varlığını koruyordu. Askıdan aldığı trençkotunu üzerine geçirirken gözleri bana döndü. "Nasıl sekiyor ceylan gibi." Alaylı sesine karşılık kaşlarımı çattım ve askıdan asker yeşili montumu alırken söylendim.

"Hani tavşandım?"

"Bugün ceylan olmana karar verdim." Gözlerimi devirip onun önünden kapıyı açıp çıktım.

Bugün Ayça denen kızı göreceğimin farkındaydım. Belki de karşıma geçip Kıvanç hakkında saçma sapan naralar atacaktı. Güçlü olmam gerekiyordu. Ne de olsa o kızla Kıvanç arasında benim boyumu aşan dünya kadar olay yaşanmıştı. O kız benden çok daha edepsiz olabilirdi. Kesinlikle onun gibi değildim ve onunla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum.

Lise Bataklık'a oldukça yakındı. Yürüme mesafesiyle on beş dakika falan sürerdi. Kıvanç arabayı aldığı için gelmemiz çok daha kısa zaman almıştı. Arabanın ön camından önümüzde dikilen okula ve tuhaf öğrencilerine baktım. Burada okumak istediğimden pek emin değildim. Kıvanç duraksamadan arabanın kapısını açtı ve tereddütsüz adımlarını zemine sabitledi. Ondan bulaşan özgüvenle arabanın kapını açıp indim, kimseye bakmadan çantamı omzuma astım. Kıvanç arabanın önünde beklerken okulu süzüyordu. Tenime batan gözlerini hissedebiliyordum.

Yanına vardığımda kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. Kollarımı beline sarıp onun adımlarına eşlik etmeye başladım. "Kimseyi umursama," dedi ciddi bir tavırla. "Birkaç beyinsizsin seni üzmesini istemiyorum. Sana ne söylenirse söylensin önce bana gel. Ben sana inanman gerekeni ve doğru olanı söyleyeceğim." Başımı salladım. Onun hakkında kötü şeyler duymak beni o kadar üzmez, diye düşünüyordum. Zaten ben onun kim olduğunu bilerek gelmiştim.

Çardakta oturan çocukların yanına doğru adımladık. Özgür'ün de burada olması beni gerse de sesimi çıkartmadım. Gözleri omzumdaki kolunda ve beline sardığım kollarımda gezindi. Acının diriliğini gözlerinde görebiliyorum. Kafasını yana çevirerek kıstığı gözleriyle okulu süzdü. Ben de böyle olmasını istememiştim ama olmuştu işte.

"Ortamı özlemişim," dedi Cengiz biraz daha yayılarak.

"İyi oldu burası." Kıvanç da onu başıyla onayladı. Kendini çardağın içindeki banklardan birine atıp kolunu arkaya attı. Çenesiyle yanını işaret ettiğinde kendimi onun kolunun altına bırakıp başımı omzuna yasladım. Çenesini başımın üzerine sürttüğün de gözlerim huzurla kısıldı. Bunlar çok hastalıklı hislerdi.

Ezgi elindeki çaylarla geldiğinde yüzünde sinir dolu bir ifade vardı. "Ben buradaki bütün bu yellozları yolmadan gidersem çok iyi olacak." Kantinden aldığını düşündüğüm tepsiyi ortamıza bıraktı. "Sen kimsin ya?" dedi, kimden bahsettiğini bilmiyordum. "Ben bile kantin sırasını bozmadan uslu uslu sıramı beklerken sen kimsin?"

"Kimi yoldun yine?" dedi Cengiz keyifli bir sesle. Onu böyle görmek şaşırtıcıydı. Öte yandan da onun kim olduğunu daha iyi anlıyordum. Bu bataklıkta doğmuş, kendisinin kim olduğunu burada bulmuş biri için aradığı ortamlar elbette ki böyle bir yer olacaktı. Başta sadece kemikleri kalmış kanatları arasına sığındığım şeytan olmak üzere herkes buraya aitti. Onlar karanlıktan, kirden gelmişti.

"Ne bileyim ben." Yanıma oturdu. "Bade nerede?" dedi çayını eline alırken.

"Kankasının yanına gitti," dedi Özgür alayla. Kaşlarımı çattım ve tepsinin üzerine bırakılmış küp şekerlerden beş tanesini bardağa attım, bu bardak daha büyük olduğu için fazla atmıştım. Bardağı Kıvanç'ın önüne bırakırken kendi şekersiz çayımı da alıp usul usul yudumlamaya başladım. Kıvanç'ın parmakları saçlarımın arasından bir yılan gibi dolanıyordu.

"Götüm." Ezgi gözlerini devirdi. Ona küçük bir gülümseme ile bakarken o da aynı şekilde bana karşılık verdi.

Ders başlayana kadar orada takıldık, üzerimize uğrayan bakışları benden başka kimse umursamadı. Ben de elimden geldiğinde takmamaya çalışıyordum ama başarılı olduğum söylenemezdi. Ders zili çaldığında hepimizi toplu olarak ayaklandık. Cengiz hepimizi aynı sınıfa aldırmıştı. Bunun pek iyi bir fikir olduğunu sanmıyordum. Bir sınıfta bu kadar manyak fazla olabilirdi.

Koridordan geçerken elimden geldiğince dik durmaya çalıştım. Kıvanç beni yine kolunun altına almış, eceli taşıyan gözlerini okuldakilerin üzerine dikmişti. Buradaki kızların ona ve arkadaşlarına nasıl baktığını görebiliyordum. Onu tanımıyorlardı, hiçbiri onun için fedakarlık yapamazdı. Herkes onu mükemmel gözleri, yakışıklı yüzü ve sahte gülümsemesi ile tanıyordu. Ama iş fedakarlığa geldiğinde insanlar en son güzellik için bir şeylerini feda ederlerdi.

Sınıfa girip arka sıraya ilerledik. Kıvanç sıradaki çantaları öndeki sıraya doğru fırlatıp yerine oturduğunda ben yanına geçtim. Bu hareketinden hoşlandığım söylenemezdi. Onun her hareketine bayılmıyordum elbette. Ama ağzımı da açtığım söylenemezdi. Hoca sınıfa girdiğinde herkes kendi halinde takılmaya devam etti. Böyle bir saygısızlığı hiçbir okulda görmemiştim, kolejde bile.

"Kimleri görüyorum?" Hocanın gözleri grubun üzerinde teker teker gezindi. "Kıvanç?" Kıvanç hocaya başıyla selam verdi. Umursamaz ve alaycı bir hareketti. Hocanın gözleri bana uğradı. Gözlerimi kaçırmadım ama dikkatli de bakmadım. "Umarım aynı sorunları yeniden yaşamayız." Kıvanç gözlerini devirdi ve umursamadığını belli edercesine sırasında yayıldı.

Matematik hocası dersi anlatmaya başladığında limite yeni geçtiklerini anladım. Bu konuyu kendimce bir tur bitirmiştim ve eski okulumda da konunun yarısına gelmiştik. Arkama yaslanıp kollarımı çaprazladım ve hocayı dinlemeye başladım.

Birkaç dakika geçmemişti diz kapağımda hissettiğim parmaklarla dikkatim dağıldı. Kıvanç elini biraz daha ilerletip eteğimin sınırlarında gezdirmeye başladı. "Ne yapıyorsun?" dedim kısık bir sesle.

"Bu eteği giyme, demiştim." Hadi ama! Bütün gün beni taciz mi edecekti gerçekten? Parmakları bacağımı tamamen sararken tenimin kızardığını hissettim, usulca yutkundum. Yaklaşıp dudaklarını kulağımın dibine getirdi. "Benim işime gelir ama sana zararlı olur bebeğim." Kaşlarımı çattım. Parmakları biraz daha eteğimi aşıp içeri girdi. Elimi elinin üzerine koydum, biri görecekti. Eli eteğimin altındaydı ve ben eteğimin üzerinden onun elini tutuyordum.

"Çeker misin elini?" dedim nefesim hızlanırken.

"Hayır."

"Kıvanç lütfen, hadi sevgilim." Çaresizlikle elini itmeye çalıştığım da duraksadığını gördüm.

"Ne dedin sen?" Gözlerimi gözlerine çıkarttım.

"Ne demişim ki?"

"Az önce, bir şey söyledin. Ne dedin?"

"Elini çek dedim?" Dilini şaklattı. Başka ne demiştim ki? "Se... sevgilim?"

"Evet."

"Rahatsız mı oldun?" dedim bastıramadığım bir utançla.

"Hayır, sanırım hoşuma gitti. Bir daha söyle." Gözlerimi gözlerinden çekmeden dudaklarımı yaladım. Öyle bir bakışı vardı ki, kaburgalarımın un ufak olduğunu ve kalbimin üzerine yığıldığını gördüm.

"Sevgilim..." Elini ağır ağır eteğimden çekti ve başını omzuma koyup kollarını çaprazladı. Gözlerinin kapandığını gördüm.

"Dinle hadi," dedi huysuz bir sesle. Dudaklarımı kaplamak isteyen gülümsememi bastırdım ve kafamı kaldırdım. Kaldırmamla bir çift mavi gözle denk geldim. Abisi gözümün önünde ölen kız... Bu oydu. Gözlerini ya da yüzünü hiç görmemiştim belki ama saç kesiminden ve bana olan kindar bakışlarından onu tanımıştım.

Kıvanç'a bu kadar yakın olmamdan nefret ediyor olsa gerekti. Bu konuda ona hak veriyordum aslında. Kıvanç'la yaşadığım şeyleri küçümseyemezdim ama onun yaşadıklarının yanında bir hiçti. Ben daha şimdiden ona bakılmasına dahi dayanamazken onun böyle hissetmesi normaldi. Ama onu bir adamın kucağında görmüştüm. Seven insanın bunu yaparken midesi bulanması gerekiyordu, hatta bunu yapmaması gerekiyordu.

Ellerimi sıranın üzerinde bağlayıp gözlerimi ondan çektim. Umurum da değildi. Yaptığı hatalar vardı, Kıvanç da onu istemiyordu. Gerisi beni ilgilendirmezdi.

Zil çaldığında yine çardağa geçtik. Ben tuvalete uğrayacağımı söyleyip onlardan sonra geldim. Gelirken de okulda voleybol ve basketbol takımı için seçmeler olacağına dair afişler gördüm. Katılmak istiyordum aslında. Voleybol konusunda oldukça başarılı olduğumu düşünmüşümdür hep. Kolejde voleybol takımındaydım.

Bahçeye çıktığımda kısaca duraksayıp etrafıma bakındım. Bizimkiler aynı çardakta oturuyordu. Yanlarında Kıvanç'ı göremedim. Bahçedeki kalabalığa bakarken biriyle konuştuğunu gördüm, daha çok dinliyor olabilirdi ve yüzünde ciddi bir ifade yoktu. Karşısında duranın bir kız ve o kızın Ayça olduğunu fark ettiğimde kaşlarım çatıldı. Bir anda kendimi oraya doğru adımlarken buldum.

Onların yanına yaklaştığımda Ayça'nın, "Unutmuş olamazsın," dediğini duydum ama duymazdan geldim.

"Kıvanç?" Kıvanç'ın gözleri bana döndüğünde ona iyice yaklaştım. Elini belime atıp beni kendine çekti. Bir elim onun koluna çıkarken diğer elim sert göğsünden duraklamıştı. "Basketbol ve voleybol takımı seçmeleri varmış," dedim alakasızca. "Katılmak istiyorum."

"Bu ayakla mı?" Yanağıma düşen saçlarımı kulağımın arkasına itti. "Bir de gidip o kısacık şortları giyip beni delirteceksin." Sesinde öfke ya da iğneleme yoktu, daha çok benimle flört ediyor gibiydi. Sırıttım.

"Demek şort giymem seni deli eder? Bunu bildiğim iyi oldu." Kaşlarını çattı. Ayça'nın hala arkamda olduğunu hissedebiliyordum.

"Aklından bile geçirme. Kulaklarını keserim senin minik tavşan."

"Hani ceylandım?"

"Kızım ne sorup duruyorsun? Canım şimdi bunu söylemek istiyor."

"Peki," dedim. Kulağıma doğru eğildi.

"Birazdan basketbol oynayacağım." Dudaklarını kulağımın kenarına sürttü. "İzle sevgilini." Başımı salladım. Aramızda kısa bir sessizlik olduğunda bütün gözlerin bizde olduğunu gördüm. Yavaşça arkama döndüm ve Ayça ile göz göze gelmemizi sağladım.

"Kim bu kız?" dedim kısık bir sesle Kıvanç'a doğru. Kızın duyduğunu biliyordum.

"Ayça ben," dedi hemen. "Kıvanç'ın sevgilisiydim." Dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. "Sen kimsin?" dedi kibirle.

"Sadece Berfin," dedim onun kibirli sesine karşılık onu önemsemediğimi belli eden bir ses takındığında. "Herhangi birini bir şeyi olmadan da kendini tanıtabilen birisi." Ayça kaşlarını çattı. Ama Kıvanç'ın bundan memnun olduğunu hissedebiliyordum.

"Kıvanç, Kıvanç, Kıvanç." Arkadan gelen sesle Kıvanç'ın belimdeki kolu sıkılaştı. Çenesinin kasıldı ve keskin bakışlarını arkamızdan gelen çocuğa sapladı. Kıvanç yaşlarında, kahverengi saçlı ve kahverengi gözlü yapılı biriydi. "Ağzının tadını nasıl da biliyorsun?" dedi beni arsızca süzerken. "Selam güzellik."

"Senin ağzının tadını sikerim," dedi sinirle. "Siktir git benim asabımı bozma."

"Hadi ama eskiden çok paylaşımcıydın. Paylaşmak güzeldir." Kıvanç benim belimi bırakmadan boştaki eliyle çocuğun yakasını kavradı. Çocuğun yüzündeki ifade bir an sarsılır gibi oldu ama yüzündeki sırıtmayı korumaya devam etti. Maske.

"Seni burada ilk ve son kez uyarıyorum. Ondan uzak duracaksın, altını da çiziyorum. Ondan uzak duracaksın. Onunla aramdaki şeyi kimsenin ağzına makara yapmam. Sok bunu bok dolu kafana!" Çocuğun yakasını iterek bıraktığında arkaya doğru sendelese de kendini hemen topladı ve yakasını düzeltti.

"Öyle olsun," dedi bana bakarken. Gözlerimi ondan çekip karşımda duran Ayça'ya çevirdim. Adını bilmediğim ama Emre'nin bahsettiklerini hatırlayarak Hakan denen çocuk olduğunu tahmin edebiliyordum.

"Ne bakıyorsun kızım?" diye çemkirdim kendimi tutamayarak. "Gitsene." Ayça dişlerini sıkıp sinirle arkasını dönüp kaybolduğunda Kıvanç'la birbirimize hiçbir şey söylemeden çardağa doğru yürüdük. Yan yana oturduk. Kolunu omzuma asıp beni daha da sahiplenici bir şekilde beni kendine çekti.

"Bir sıkıntı mı var?" dedi Özgür.

"Yok." Özgür'le araları hala gergindi. Yakın olmalarını beklemiyordum zaten ama bu kadar soğuk olmaları her an kavga çıkacakmış hissi veriyordu.

"Eee Berfin, taşınıyor musun bana?" Gözlerim Ezgi'ye döndüğünde bir an ne diyeceğimi şaşırdım. Kaçamak bakışlarım Kıvanç'a döndüğünde öfkeyle harmanlanan bakışlarını üzerimizde gezdirdi.

"Berfin hiçbir yere gelmiyor," dedi keskin bir sesle.

"Ama Berfin bana demişti ki..."

"Gelmeyecek dedim kızım!" Birden bağırdığında Ezgi irkildi. Ben de bütün şaşkınlığımla ona bakakalmıştım. Hırsla ayağa kalkıp arkasında öfkesinin boğucu rüzgarını bırakarak okula ilerledi. Ezgi'ye mağdur bir bakış atıp koşar adımlarla Kıvanç'ın yanına vardım. Onun durdurmam için kolundan tutmam gerekmişti. "Ne diyor o?" diye patladı bana. "Benim niye haberim yok!"

"Kıvanç bir dur," dedim bize dönen gözleri oymak isterken. "Biz bunu onlar kahvaltıya geldiklerinde konuşmuştuk. Ben de o zaman tamam demiştim."

"Niye tamam diyorsun? Ben neyim, eşek başı mıyım? Benim yanımda olmak seni rahatsız mı ediyor?" Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Onu sakinleştirmeliydim.

"Senin yanına olmak beni rahatsız etmiyor, aksine fazla iyi hissettiriyor ve bu kadar iyi hissettirmesi tuhaf geliyor. Bu kadar iyi olmamalı gibi... Ama kararımdan vazgeçtim." Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. "Seninle kalacağım, tamam mı?" Elini başımın arkasına atıp beni ensemden kendine çekerek dudaklarını alnıma bastırdı. "Bana çikolatalı süt alsana," dedim.

"Köpek olsun sana çikolatalı süt." Gülerken kafam arkaya düştü.

"Isırırım seni," dedim. Kıvanç bir an afalladı, onun kadar ben de şaşkındım.

Çünkü o, ikimizin de ayarlarını bozmuştu.

"Ne yaparsın, ne yaparsın?"

"Şey... yani böyle birini severken yanaklarını sıkarsın falan ya, sert davranırsın biraz... Nasıl desem, ısırırsın falan..." Elini belime indirip beni kendine dayadı.

"Hımm..." Mırıltısı beni utandırırken gözlerimi göğsüne indirdim. "Nasıl oluyormuş o? Göstersene bi'." Onun hafifçe ittirdim.

"Sonra gösteririm. Hadi, süt alacaktın!" Kolunu boynuma sarıp beni okulun içine çekiştirdi. Kendimi onun kolunun altında mutlu hissederken kollarımı beline sarıp başımı göğsüne yasladım. İçeriye girip sütümü aldıktan sonra arka bahçedeki büyük spor salonuna geçtik. Kıvanç birazdan maça çıkacaktı. Daha önceden onun basketbol oynadığını bilmiyordum.

Bir metrelik kısa tola oturup elimde sütümle onları beklemeye koyuldum. Kıvanç, Özgür, Cengiz ve Emre dışında bizim takımda iki kişi daha vardı. Karşı takımda ise sabah karşımıza dikilen bir grup arkadaş vardı. Kıvanç ve adını hala bilmediğim ama Hakan olduğunu tahmin ettiğim adam takım kaptanıydı. Kıvanç bana dönüp göz kırptığında içimdeki kız çocuğu kıkırdayarak arka sokaklara kaçtı.

Ezgi de gelip yanındaki tola oturdu. Bu esnada maç başlamıştı. Hakem topu havaya attığında Kıvanç boy farkıyla karşı takımın adamından önce topu aldı. Dikkatle onu izlerken Ezgi konuştu. "Daha konuşmamış mıydın?" dedi.

"Hayır, Enver olayından sonra çok farklı bir sahiplenmeyle yaklaştı bana. Evdeki odayı yeniletmiş, ondan sonra da ben gideceğim diyemedim." Başını salladı.

"Kıvanç'ın üzerinde güzel etkilerin var." Gülümsedi.

"Şu kim?" dedim karşı takımın kaptanını göstererek.

"Hakan," dedi bütün kıvırarak. "Şu arkadaki kıvırcık da onun yandaşı İlber, saçı bağlı olan da Kaan. Hepsi birbirinden pislik. Onlara yüz veren onlarca kız varken onlarla ilgilenmeyen kızları taciz edip onları yatağa atmaya çalışıyorlar. Karı kız kesen pezevenk takımı işte."

Başımı salladım. Emre elindeki topla hızlanarak Kıvanç'a yaklaşmaya başladı. Hakan ona öyle bir omuz attı ki Enes kendini yerde buldu. "Oha be!" diye bağırdım kendimi tutamayarak. "Dana! Boks ringi mi burası?" Hakan'ın şaşkın bakışları bana düştüğünde ona bakmadım bile. Muhtemelen beni sessiz biri olarak düşünmüştü. İlk izlenimi böyle vermiş olabilirdim. Kıvanç'a baktığım da gözlerini kısmış farklı bir ifadeyle beni izliyordu. Sanırım hoşuna gitmişti.

Geriye kalan süre boyunca herhangi bir sıkıntı olmadı. Seçmeler olduğu için kısa tutulmuştu zaten. Kıvanç soyunma odasına doğru yürüdüğünde onu koridorda kaybolana kadar izledim. Maçı onlar kazanmıştı. Elimdeki telefondan sosyal medya hesaplarımı karıştırırken Kıvanç'la hiç fotoğrafımız olmadığını düşündüm. Onunla bir fotoğraf güzel olurdu.

"Selam güzellik." Kafamı incelediğim fotoğraftan kaldırıp başımda dikilen Hakan'a baktım. Ezgi az önce gitmişti, keşke gitmeseydi. Onu görmemiş gibi yapıp kafamı yeniden aşağı eğdim. "Görmezden gelinemeyecek biri olduğumu biliyorum güzellik, beni buna inandıramazsın."

"Benim görmezden gelemeyeceğim tek adam Kıvanç. Aklında bulunsun." Sayfayı aşağı kaydırarak gönderilere bakmaya devam ettim.

"Ayça da çok nazlanmıştı başta ama sonu yine benim yatağım oldu." Bir an beynimden vurulmuş gibi olsam da elimdeki telefonu sıkarak kafamı kaldırdım.

"Adın neydi?"

"Hakan."

"Bak Kağan..." Kasıtlı yaptığım yanlışı dişleri arasında yeniden düzeltti.

"Hakan. Adım Hakan."

"Her neyse, sen Kıvanç'tan arta kalanlarla yetiniyor olabilirsin ama ben bunlardan değildim. Kıvanç'ı kaybetsem dahi karakterimi kaybetmem. O yüzden ikile, sana buradan ekmek çıkmaz."

"Kıvanç'ı kaybetmemek için onun belden aşağısına oynaman gerek. Sende öyle bir potansiyel yok gibi duruyor." Kendime dahi hayret ettiğim cesaretle ona konuşmaya başladım.

"Sen merak etme, ben bilirim Kıvanç'ın ağzının tadını."

"İstersen ben de öğretebilirim sana ağzımın tadını." Dilimi ısırıp kendimi tutmaya çalıştım ama sinirle onun bacak arasına tekmeyi bastım. Hakan inleyerek dizlerinin üzerine çöktü. Eliyle önünü tutuyordu.

"Pislik herif! Defol git!" Bütün salon bize döndüğünde hızla toldan indim. Koşar adımla ilerlemeye başladığımda ayaklandığını gördüm.

"Seni kaltak!" Elini saçlarıma uzatmıştı ki birden çevremi saran kalabalık onu geri püskürttü. Çevremi saran ve beni çember içine alan öğrencilere hayretle baktım. Hakan duraksamış, çevremi iki kat saran insanlara bakmıştı. "Çekilin lan!" Birkaç öğrenciyi çekti ama yerini başkaları doldurdu. "Kıvanç'a mı güveniyorsunuz? Yakarım lan hepinizi!"

Kimse onun tehdidine boyun eğmedi.

"Ne oluyor lan burada?" Kıvanç'ın sesini duyduğumda bir an rahatlasam da sonunun ne olacağını bildiğim bu iş beni yine endişenin uçurumundan aşağı sallandırmıştı. Hakan'ın yakasını kavradı. "Lan it, ben sana ne dedim?" diye kükredi.

"Sen de saldırgan kedine dikkat et o zaman."

"Bana sarkıntılık eden sendin!" diye bağırdım. Kıvanç onu çenesinden yakalayıp kendine çekti.

"Bugün ilk gün, bir şey yapmıyorum ama yarın bir hatanı görürsem biçerim seni." Onu ittirerek bıraktı, ona yol açan kalabalıktan yanıma gelip elimi tuttu. Onunla birlikte dışarı çıkarken koşar adımlarla ona anca yetişebiliyordum. Arabaların oraya geldiğimizde elimi bırakıp sinirle ellerini terli saçlarından geçirdi. Hızını alamayıp ellerini arabanın kaputuna vurdu. Kendisine zarar vermemesi için kendini kaputla arasına attım.

Ellerimi ensesine atıp onu sakinleştirmeye çalıştım. Çok çabuk sinirleniyordu. "Sakin ol," dedim alnımı iğrenmeden terli alnına bastırırken. "Boş versene onu, ben cevabını verdim. Ona, kim olduğumu gösterdim." Ensesinde kasılan kasları biraz olsun gevşerken omuzlarının da rahatladığını hissettim. Alnını alnıma bastırıp hızlı hızlı soluklanmaya devam etti. "Çok terlisin," dedim konuyu dağıtmak için.

"Terliyim öyle mi?"

"Evet." Alnını alnımdan çekip saçlarını boynuma sürttü. "Ya Kıvanç!" Saçlarındaki nem boynuma bulaşırken kendimi geriye çekmeye çalıştım ama beni belimden tutuyordu. Kıkırtılarım okul bahçesine yayılırken bize dönen imrenen ve haset gözlerin farkındaydım. Uzun saçları yanağıma değerken yüzümü buruşturdum. "Dursana." Geri çekilip gözlerime baktığında dudaklarının çok yakınımda olması karın kaslarımın kasılmasına neden oldu.

"Öpeyim mi seni?" diye fısıldadı dudaklarıma doğru.

"Şimdi mi?" dedim nefes nefese.

"Evet."

"Burada mı?"

"Hı hı." Yutkundum.

"Olmaz," diye fısıldadım. "Utanırım."

"Evimizde?" Karnım yeniden kasıldı.

Evimizde...

"Olur," dedim kısık bir sesle.

"Hadi eve gidelim o zaman." Beni bileğimden yakalayıp arabanın kapısını açtığında ona hayretle baktım. Şoför koltuğunun yanındaki koltuğa oturdum. Kıvanç uzun boyunun avantajıyla arabanın üzerinden Cengiz'e birkaç hareket yapıp aramaya bindi.

"Ayağın nasıl?" dedi yola çıktığımızda.

"İyi," dedim ayağıma şöyle bir bakış atarken. "Bugün pek ağrı hissetmedim."

Eve varana kadar kayda değer bir konuşma geçmedi. Bir ara Onur aramıştı Kıvanç'ı. Akşama yine bir teslimat işi vardı ve başka kimse yokmuş gibi Kıvanç'ı çağırıyorlardı.

Eve geldiğimizde Kıvanç'a kaçamak bir bakış attım. Botlarını kenara fırlatıp montunu çıkarttı. "Banyoya giriyorum, bana kıyafet çıkartsana." Başımı salladım. O banyoya giderken ben de ayakkabılarımdan ve montumdan kurtuldum. Kıvanç'ın odasına girip gardırobuna yürüdüm. Bu tuhaf hissettirmişti.

Gardırobunun kapısını kaydırıp çamaşırlarına baktım. Henüz evde olacağını düşünerek siyah bir eşofmanını ve siyah uzun kollu tişörtünü yatağın üzerine bıraktım. Atlet giymezdi zaten. İç çamaşırını çıkartıp onu da diğerlerinin arasına bıraktım. Gardırobun kapağını kapatıp odaya bakındığımda Ankara'dan geldiğimizden beri boşaltılmamış olan bavulu gördüm. Başımı iki yana sallayarak bavulun önüne oturdum ve içindekileri boşaltmaya başladım.

Kirli çamaşırları yanıma yığdım. Hepsinin yıkanması gerekiyordu. Bavulun fermuarını çekip gardırobun üzerine koymak için ayaklandım. Parmak uçlarımda yükselip bavulu koymak için iyice esnedim. Yukarı doğru ittirdim ama yeteri kadar ittirememiş olduğumdan bavul gürültüyle kaydığında ellerimi başıma siper ettim.

Arkamda varlığını hissettiren heybetli beden beni son anda kurtardığında gözlerimi kısık bir açıyla araladım. Bavulu tek eliyle yukarı itti. Geri çekileceğini sandım ama ellerini karnımın üzerinde bağladı. Nefesim akciğerlerime bir hastalık gibi yapışırken gözlerimi kapadım. Şu an arkamdaydı ve üzerinde sadece küçük bir havlu vardı. Çıplak üstü bedenime yaslanırken kalbim boğazımda atmaya başladı. Alt dudağımı ısırdım.

"Ne yapıyorsun salak tavşan?"

"Ben... çamaşırları toplamak istemiştim." Dudaklarını saç diplerime sürttü.

"Evi toplamak için bir kadının geldiğini söylemiştim."

"Ben yapmak istedim," diye mırıldandım. "Ben yaparım, neden başkası yapıyor ki? Burası bizim evimiz değil mi? Evimizde başkasını istemiyorum." Beni birden kendine çevirip sırtımı dolaba yasladı. Ne yaptığını anlayamadan dudaklarını dudaklarımın üzerine kapattı. Saldırgan bir tutumla dudaklarımı öperken dizlerimin bağının çözüldüğünü hissettim. Ellerimi onun pazılarına koyup tırnaklarımı bastırarak ayakta kalmaya çalıştım. Elini belime koyup olduğumuz yerde dönmemizi sağladı ve üzerime üzerime yürüyerek beni arkadaki yatağa düşürdü.

Kısa bir an dudaklarımız ayrılmıştı. Dizini bacaklarım arasından yatağa bastırdı. İki elini yanımdan yatağa dayadı ve üst dudağını iki dudağım arasına yerleştirildiğinde kalbim en derinlerden sarsıldı. Alt dudağımı açlıkla emerken elleri benden çok uzaktı, dudakları dışında hiçbir yeri dokunmuyordu. Ve ben kendimi utandıracak bir arsızlıkla bana dokunmasını istiyordum. Ellerimi onun beline koyup tırnaklarımı hissettirdiğimde inleyerek öpüşünü derinleştirdi. Elimi yukarı kaydırıp onun yanaklarına koydum, yataktan biraz kalkındım.

"Siktir!" Alnını alnıma çarptı. "Ne yapıyorsun?"

Elini bacağıma atıp bacağımı beline sarmamı sağladı. Diğer bacağımı da beline sardım. Elini çeneme koyup pek de kibar olmayacak şekilde kavradı. "Ruhun, tenin, kokun, kalbin... hepsi benim. Bedenin..." Kendini ağır cüssesini bedenimin üzerine bıraktı. "Bir gün..." diye fısıldadı. "Her şeyinle bana ait kılacağım seni."

"Kıvanç..." diye fısıldadım. Kanıma korku karışmıştı.

"Şist!" Dudaklarını dudaklarıma sürttü. "Şu an hiçbir şey yok, korkma. İnan bana, bunu sen de isteyeceksin ama şimdi değil bebeğim."

Ellerini dizlerimin üzerinden kaydırarak bacaklarımın üzerinde bekletti. Nefesi dudaklarımın üzerine dökülürken yutkundum. "Seni kaybetmemek için beni buna mecbur etmezsin değil mi?" diye sordum Hakan'ın söylediklerini düşünürken.

"Saçmalama aptal tavşan," diye fısıldadı. "Sen istemediğin sürece asla böyle bir şey olmayacak." Böyle bir şeyi asla istemeyeceğimi biliyordum ama yine de Kıvanç'ın bu tutkulu halleri beni korkutuyordu. Ona karşı koymak hayatımın en zor sınavı olmalıydı. "Her ne kadar şu an üzerim de sadece havluyla duruyor olsam da ve bana böyle çekici bakıyor olsan da bir şey yapmayacağım."

Burnunu burnuma sürttü. Kalbim hoplarken nefesimi tuttum. Ellerimi omuzlarına koyup ensesine çıkarttım. Ensesinde ıslak saçlarını avuçladım. Dudaklarını yeniden dudaklarıma bastırdı. Şehvetin içimde yeniden tutuştuğunu hissettim. Kıvanç elini üzerimdeki kazağa atıp kazağın uçlarını eteğimin içinden çıkarttı. Sağ elini kazağımın içine sokup belime oturttuğunda dokunuşuyla inledim. Başını yana yatırıp belimdeki elini sıkılaştırdı. Kalbim çalkalandı. Saçlarını çektim.

Dudaklarımı dudaklarından kopardım. Nefes nefese kalmıştık, kor gibi inip kalkan göğüslerimiz birbirine çarpıyordu. "Kahretsin! Sen hayatımda gördüğüm en mükemmel şeysin!" Utançla güldüm.

"Üstünü giyinmelisin," dedim.

"Kesinlikle."

Üzerimden kalktığında hemen oturma pozisyonuna geldim. Eline aldığı küçük havluyla saçlarını kurularken telefonu çalmaya başladı. Telefonu kulağına götürüp yanıma geldi ve önüme, dizlerinin üzerine oturdu. Saçını işaret ettiğinde havluyu elime alıp saçlarını kurulamaya başladım.

"Evet geleceğim." Başını salladı. "Evet birazdan çıkabilirim." Saçlarındaki havluyu indirip parmaklarımla saçlarını düzelttim. "Tamam lan, kes hadi!" Telefonu kapatıp yatağın üzerine attı.

"Ne zaman gidiyorsun?" dedim.

"Üzerimi giyinince çıkacağım."

"Dikkatli ol." Ayağa kalkıp odanın çıkışına yürüdüm. Ama o dikkatli olmadı.

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 100K 61
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
66.6M 2.2M 69
"Bu dünyada neyi en çok istersen o senin imtihanındır."
47.5K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...
419K 19.4K 36
2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir terzinin, parmaklarındaki nasır olurken...