BATAKLIK •Tamamlandı•

由 Seydanur_ipek

4.6M 240K 183K

Berfin, abisinin ne iş yaptığından habersiz liseyi iyi derece ile bitirmek isteyen bir öğrencidir. Bir gün ab... 更多

TUTUNAMAYANLAR
1.ÇARESİZLİK
2.PAKET
3.KURYE
4.İNTİKAM
5.İHANET
6.ACI
7.ANKARA
8.SOĞUK
9.MASUMİYET
10.ÇEKİM
12.TUTULMA
13.VERYANSIN
14. AV ve AVCI
15.CANAVARIN AĞI
16.ATEŞ
17.ŞEKER
18.CANAVAR
19.KİLER
20.KAYIP
21.SİGARA
22.KIRIKLAR
23.OKYANUS
24.KURUKAFA ve GÜLLER
25.YASAK ELMA
26.YALAN
27.SAHTE PARÇA
28.SERZENİŞ
29.KÖRDÜĞÜM
30.MAVİ
31.SIR
32."DEĞİLSİN"
33.SARIŞIN
34.UÇURUM
35.KÜLLÜK
MEDUSA'NIN GÖZÜ
36.KAHRAMAN
37.AY TENLİ ADAM
38.SÜVEYDA
39.İNCİR REÇELİ
40.KARANLIK MİRAS
41.SANCI
42.KUCAKTAKİ CESETLER
43.KADRAJDAKİ MELEK VE ŞEYTAN
44.GELECEĞİN EMARELERİ
45.YANGIN YERİ
46.YİRMİ SEKİZ(28)
AV ZAMANI
47.MAVİ ve SİYAH
48.BATAKLIK'IN KALBİ
49.ZÜLAL'İN KIZI
50.KORKUNUN KEMİKLERİ
51.DİKİŞ İZİ
52.İNTİKAM
53.MAVİ ADAMIN SİYAH YARALARI
54.YİRMİ KÖRDÜĞÜM
55.AYNA
56.BEYAZ YALAN
57.YİRMİ SEKİZ'İN HİKAYESİ
58.KALBİN ÇÜRÜK YANI
59.YİRMİ SEKİZDEN GERİ KALAN
60.MATEM
61.LACİVERT
62.ÖLÜ DOĞAN UMUTLAR
63.İKİ BEDEN BİR ACI
64.DONDURMA
65.UMUDUN ADI MAVİ
KIVIRCIK VE DELİ
66. ATAMAN VE GÜZELİ
DENİZ VE ZÜMRÜT
67.MAYIN TARLASI
68.NABIZ
69.MAVİ ÇOCUK
70.Final Part I- ŞEHRE GELEN YABANCI
71. FİNAL PART II - PUSULA
72.FİNAL PART III- YİRMİ SEKİZ KERE SİYAH
73.DÖVMECİ (Cengiz - Ezgi)
Ufak Bir Duyuru
Kış Güneşi
TÜYAP DUYURUSU

11.YANILGI

71.8K 3.7K 2.5K
由 Seydanur_ipek


Keyifli okumalar...
1000 yorum ve 1250 oy olduğunda bölümü atacağım 💙🖤

Bölüm 11: "Yanılgı"

Gözlerim bir dalga ağırlığında kapanıp açılıyordu. Kirpiklerim, göğüs kafesinin üzerinde izler bırakırken elleri saçlarımda dokunuşunun izlerini bırakıyordu. Zaman işliyordu. İkimiz de uyanalı ne kadar oldu bilmiyordum ama kımıldamamıştım. Birbirimizin uyanık olduğunu bildiğimiz halde pozisyonu bozmamıştık. Ne o kalkıp gitmiş ne de ben ondan uzaklaşabilmiştim.

Dün gece bana Özgür'ü sevip sevmediğimi sormuştu. Belki de onun için bunu yapmak tahmin ettiğimden daha zordu. Keşke şaşkınlığımı bir kenara bırakıp Özgür'e olan hislerimi kaybettiğimi söyleseydim... O zaman daha farklı olurdu belki. Önümüz daha net olurdu ya da...

Sessizliğimizi yarıp geçen telefon melodisiyle Kıvanç elini saçlarımdan çekip elini yatağın içinde gezdirdi. Arkamda bulduğu telefonu kulağına götürdü. Karşıdan Onur'un sesi geliyordu ve yakın olduğumuz için duyabiliyordum. "Ne zaman dönüyorsunuz?" dedi açar açmaz.

"Bu akşam yola çıkacağız," dedi Kıvanç uykulu bir sesle.

"Sabah okula gitmeden bana uğra."

"Tamam." Telefonu kulağından indirip yatağın içinde bir yerlere attı. Bir eli hala belimdeydi, ben pozisyonumu hiç bozmamıştım. Beni sarsmadan bıraktı ve yatakta doğruldu. Sönmüş bir yanardağı andıran gözlerim yatağın beyaz yüzeyinden onun korkunç dövmelerine tutundu. Sırtını kaplayan kocaman bir kuru kafa benzeri dövme vardı, etrafı siyah dumanlarla kaplanmıştı. Korkunçtu.

Ayağa kalkıp odadan çıktığında da kımıldamadan yatmaya devam ettim. Bile isteye uyumuştum onunla. Pişmanlık hissetmeden, vicdan azabı duymadan... İleride pişman olacağımı da bilerek... Onun kalktığı yere dönüp yastığını başımın altına çektim ve gözlerimi kapattım. Bedenimden ziyade ruhum tutukluk yapıyor gibiydi. Ruh halime eşlik eden karamsar hava beni yatakta kalmam için zorluyordu sanki.

Tekrar uyandığımda saat on ikiye geliyordu. Bu süre boyunca Kıvanç'tan hiç ses duymamıştım. Yattığım yerde gerinip yataktan çıktım. Çoraplarımı düzeltip odadan dışarı çıktığımda mutfağa yürümüştüm. Kıvanç elindeki çikolatalı sütü içerken bir yandan da elindeki telefondan bir şeylere bakıyordu. Doldurduğum suyu başıma diktim ve mutfak dolabında yiyecek bir şeyler hazırlamaya koyuldum. Aklıma yatan bir şey bulamayınca da Kıvanç'ın karşısına oturup elindeki sütü aldım. Pipeti dudaklarım arasına sıkıştırıp ilginç bir şekilde tiksinti duymadan içmeye başladım sütü. Kıvanç ise birazcık yüzüne vuran şaşkınlıkla yüzüme bakıyordu.

"Ne yemek istersin?" dedim sütünü içmeye devam ederken. Gözlerini süt kutusundan kaldırıp bana dikti.

"Aç değilim. Sen bir şeyler atıştır, sonra da toplanmaya başla." Başımı salladım.

"Saat kaç gibi yola çıkacağız?"

"On, on bir gibi. Teslimattan sonra."

"Bugün kime teslimat yapıyorum?"

"Bugün teslimatı sen yapmıyorsun. Ben yapacağım ve hemen gideceğiz." Bir şey demedim. Zaten ben de teslimat yapmaya meraklı değildim.

Bitirdiğim sütün kutusunu kenara bırakırken aslında canımın hiçbir şey çekmediğini fark ettim. Gözlerim arada bir Kıvanç'a kayıyordu ama ondan bir karşılık alamıyordum. Sabırsız bir insandım, her konuda. Uzun uzun beklemeyi sevmezdim, olgulardan nefret ederdim. Kıvanç'ın daha cesur davranmasını istiyordum. Her şeye karşı korkusuz olan o hali neden geri adım atıyordu. Aslında beni istediğinden de o kadar emin değildim. Ne olsa sadece Zülal'in dediklerinden yola çıkıyordum. Hep aklımı o bulandırmıştı.

Yumruk yaptığım sol elime yanağımı yaslamış masanın desenlerini inceliyordum. Bomboş bir andı. Hiçbir anlamı yokmuş gibi... Sağ elimin parmakları dudaklarımın üzerinde gezerken gözlerimi Kıvanç'a çıkarttım. Dikkatle beni izliyordu, gözlerinin özellikle hedef aldığı nokta dudaklarımın üzerindeki parmaklarımdı. Hemen elimi dudaklarımdan çektim.

Kıvanç ayağa kalkıp mutfaktan çıktığında derin bir nefes aldım. Yanımda olduğu her an delicesine geriliyordum. Başımı masaya koyduğumda kulaklarıma dolan küfürlerle başımı kaldırdım. Kıvanç'ın odasından gürültüler geliyordu. Nedense bu sefer sakarlık yapmadığına emindim. Ayağa kalktığımda bir an yanına gidip gitmemek konusunda kararsız kaldım. Doğru olur muydu? Ona söylemek istiyordum. Çağrı'nın beni öpmediğini bilmeliydi. Ama korkuyordum. Ah! Bırak artık korkuyu ya da geleceği Berfin!

Hızlı adımlarla onun odasının kapısına vardım ve kendime düşünme şansı tanımadan kapıyı açtım. Kıvanç sinirden nefes nefese kalmıştı. "Çık dışarı!" dedi öfkeyle.

"Çağrı beni öpmedi," dedim birden. Duraksadı. Sanki yanlış duymuş gibi kulağını bana çevirdi.

"Ne dedin sen?" Yutkundum. Gözlerimi yumdum ve gerçeği yeniden dillendirdim.

"Çağrı beni öpmedi."

Sırtım birden duvara çarptığında kalbimin sıkıştığını hissettim. Dilim damağım kurumuş, heyecanım korkuya karışır olmuştu. Gözlerimi açmadım ama dudaklarımın üzerinde gezinen bir nefes bulutu onun yakınlığını zaten açık ediyordu. Bekledim. Ne yapacağını hiçbir şekilde tahmin edemiyordum.

"Neden bana şimdi söylüyorsun bunu?" Gözlerimi açma cesareti gösterdiğimde baktığım ilk yer göğsü olmuştu. Duvarla arasında kalmış olmak bir yana yakınlığı tenimi yakıyordu. Gözlerimi tek santim kımıldatmadan konuştum.

"Bilmem."

"Seni öptüğünü gördüm," dedi sertçe. "Boşuna çabalama." Elimi kaldırıp yanağına koydum, göstermek istiyordum. Kaşları hafifçe çatıldı. Baş parmağımı dudakları üzerine yerleştirdim. Dudaklarına dokunmak öylesine tuhaf hissettirmişti. Parmak uçlarımda yükselip dudakları üzerinde duran parmağıma bastırdım dudaklarımı. Buna rağmen ikimizin gözleri de kapanmıştı. Geri çekilirken elimi yanağından indirdim.

"Yaptığı şey buydu," diye fısıldadım. Beni duvarla arasında biraz daha sıkıştırırken nefesim tamamen kesildi.

"Bu çekimi..." dedi. Kısa bir an duraksayıp dudaklarını yaladı. "Hissetmemek için aptal olmak gerekir. İkimiz de bunun farkındayız." Gözlerimi göğsünden kaldırmadan kafamı salladım. "Ama... Bitecek. Her şeyi aklından sil at, buna asla teslim olmayacağım." Yutkundum. Sözleri canımı yakmıştı. Neden sorumsuz biri olmuyordu? Her defasında umursamazlıkta dünya markası olan Kıvanç'a bu sorumluluk nereden gelmişti? "Aptalca bir şey." Son sözü bakışlarımı onun gözlerine çıkartmama neden oldu. O kadar yakınımdaydı ki...

"O zaman neden uzaklaşmıyorsun?" dedim ona meydan okuyarak. Gözlerime, özellikle de dudaklarıma baktı birkaç saniye. Bir adım geri çekildi ve gözlerini benden çekti. Zülal'in bahsettiği direniş bu kadar sert olacaksa onun kendisini yalnız bırakmasına göz yumabilirdim. 

"Git akşama hazırlan." Başımı sallayıp yaslandığım duvardan koptum ve odadan çıktım. Bütün iç organlarım titriyordu.

Demek aptal çekim? Öyle olsundu bakalım. Zaten aptallık bende ki? Ben ne diye Zülal'in aklına uyuyordum ki? Adamın ne olduğu belli. Benim de ne olduğum belli. O bana birkaç kalıp bol, ben ona birkaç karanlık sokak daha uzak. Ben en dipteki halimle bile onun karanlığının en açık tonu olabilirdim ancak. Biz bir araya gelemezdik, haklıydı. Ne o aklanabilirdi, ne de ben daha fazla kirlenebilirdim.

Kıvanç'ın dediği gibi bu şehirden bir an önce kurtulmak için hazırlanmaya başladım. Getirdiğim az eşyalar toplanmam konusunda da bana yardımcı olmuştu. Küçük bavulumu doldurup yolda giyeceğim kıyafetleri hazırladım. Yolculuk öncesi banyo yapmak istiyordum. Çok uzun sürmeyecekti zaten, en fazla üç dört saat kadardı.

Banyodan çıkınca ayırdığım kıyafetleri giyindim, siyahtan ton çalan saçlarımı ördüm. Kıvanç da hazırlanmış olmalıydı. Vakti geldiğinde elimizde çantalarla evden çıktık. Çantaları bagaja bırakıp önce kulübe uğramak üzere yola koyulduk. Biz buyduk, pis ortamların bataklığı. O ortamlardan faydalanan virüslerden daha temiz değildik.

Girdiğimiz mekan diğerlerinden farklı değildi. Kenardaki localardan birine oturdum. Kıvanç da tam olarak karşımdaydı. Gözlerimi belirli bir noktaya sabitledim. Uzun bacaklı sandalyelerden birinde oturan mavi elbiseli kadına... Tam olarak buraya bakıyordu. Bakışlarında Kıvanç'a sunulmuş açık bir davet vardı. Hiçbir şey yapamayacağım ortadayken elimden gelen sinirle dizimi sallamaktı.

"Ben malı verip geleceğim," dedi ayağa kalkarken. Anahtarla telefonu elime bıraktı. "Sen arabada bekle." O uzaklaşırken ben de ayaklandım. Yanımızdaki locaya vardı. Masada oturan adamla el sıkıştı ve ona paketin teslimatını yaptı. Bu esnada ben bir köşede onu izliyordum. Madem bu kadar kısa sürecekti ne diye arabada beklememi istemişti ki?

Bana dönmesini beklediğim adımları barda oturan mavi elbiseli kadına doğru ilerledi. Kadının yüzünde kendinden emin bir ifade oluştu. Kendine doğru gelen Kıvanç'ı arsız bakışlarla süzdü. Kıvanç kadının yanına vardığında çapkın bir edayla tezgaha dayandı ve ona bir şeyler söyledi. Burada durmuş öylesine o kadına gülmesini izliyordum. Donup kalmıştım. Düşündüğüm şeyi yapmayacaktı değil mi?

Kadın, Kıvanç'tan duyduğu sözlerden memnun olduğu belli eden bir edayla Kıvanç'a yaklaştı ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Bu esnada Kıvanç'ın bakışları gözlerimde durmuştu. Kadının konuşması boyunca gözlerini gözlerimden çekmedi, ben de onlar arka taraflara gidene kadar yerimden kımıldamadım.

Kendimi kalabalıktan dışarı attığımda nefes alamayacak gibi hissediyordum. Gözlerim çoktan dolmuştu. Ankara'nın acımasız soğuğu ıslak yanaklarımı üşütürken dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. Bana bunu yapmaya hakkı yoktu. Hiçbir şey Zülal'in düşündüğü gibi değildi, asla da olmamıştı. Her şey benim aptallığımdan ibaretti.

Karşıdaki kaldırıma çökerken yaşları durduramıyordum. Bunu gözlerime bakarak yapmaması gerekiyordu. Burnumu çekerek bulunduğum pisliğe baktım. Ben daha on yedi yaşındaki bir kızdım. Bu pisliğe ait değildim. Burada barınmak ya da bu hayatın bir piyonu olmak istemiyordum.

Elimdeki telefon titremeye başladığında ekranı kendime doğru çevirdim. Buğulu gözlerimden ötürü Özgür yazısını zor okumuştum. Ama yazıyı okuyunca ıslak yanaklarımla attığım kahkaha görülmeye değerdi. Burnumu çekip telefonu kulağıma götürdüm.

"Alo?" Ağladığım için son derece boğuk çıkan sesime aldırmamaya çalıştım. "Özgür?"

"Berfin? İyi misin? Sesin kötü geliyor." Özgür telaşlı tonlamaları hıçkırmama neden olurken onun içeride başka bir kadınla yatıyor olması acımı harlıyordu.

"Senin yüzünden," dedim ağlamaya devam ederken. "Eğer sen Ankara'ya gelseydin böyle olmazdı." Eğer sen Ankara'ya gelseydin ben ona tutulmazdım, sana olan hislerim böylesine körelmezdi.

"Kıvanç bir şey mi yaptı?" dedi öfkeyle bağırırken.

"Kıvanç çok şey yaptı Özgür." Telefonu kulağımdan indirip ayağa kalktım. Sanırım ne yapmam gerektiğini biliyordum. Gözyaşlarımı izleyen insanları aldırmadan koşar adımlarla yeniden içeri girdim. Buradaki barmenin Kıvanç'ı tanıdığını biliyordum. Kalabalığı yarıp bar tezgahına doğru yürüdüm. Bu esnada Özgür aramaya devam ediyordu. Anahtarla telefonu tezgaha koydum. "Bunlar Kıvanç'a ver," dedim. Başını sallayarak koyduklarımı aldı. Arkama bir kez daha bakmadan koşarak çıktım oradan.

Bir taksi çevirmem, terminalin yolunu tutmam o kalabalık caddede zor olmamıştı. Onunla aynı arabaya binmek ya da aynı yerde kalmak istemiyordum. Bundan sonra tek nefesi dahi midemi bulandırırdı. Son kalkacak otobüse yetişmiştim. Neyse ki şehirler arası taşımanın yoğun olmadığı dönemlerdeydik. Son dakika gişeden bir bilet alıp otobüse bindim.

Neyi amaçlayarak bunu yapmıştı? Eğer ki amaçları arasında canımı yakmak ya da beni ağlatmak varsa kesinlikle doğru şeyi yapmıştı. Ondan uzaklaşmamı hedeflediyse de olabilecek en iğrenç ama en doğru yola sapmıştı. Hala inanamıyordum. Gözümün içine baka baka o kadınla birbirlerine kur yapmışlardı. O kadınla sarmaş dolaş gitmişlerdi arka taraflara.

İnsanları rahatsız etmemeye çalışarak ağlamaya devam ettim. Kendi aptallığıma şaşıyordum. Bir şeytana inanmak hangi akla sığardı ki? Arkasından pişmanlığımı adımlayabileceğim bir patika dışında ne bırakmıştı bana? Bunun bedelini sadece ben ödemeyecektim. Madem bunu bitirmeye çalışıyordu, bitirecektim o zaman.

İstanbul'daki terminale ayak bastığımda kendimi ölü gibi hissediyordum. Gözyaşlarım acımın yanında bütün duygularımı sömürmüştü. Geride boş bir his bırakmıştı. Ağır aksak adımlarla bir taksiye bindim. Yanımda ne çantam vardı ne başka bir kıyafetim. Boş bir beden gibi geziyordum sadece ortalıkta. Üzerimdeki bir miktar parayı da tüketmiştim zaten. Sadece taksiye vereceğim elli lira vardı.

Sokağın başında taksiyi durdurdum ve cebimde kalan son parayı adama bırakıp arabadan indim. Gece olabilecek en koyu tonunu takınmıştı bugün. Başımı geriye atıp derin bir nefes aldım. Geçecekti. Sokağa doğru attığım ilk adımda şaşkınlıkla kalakaldım. Kıvanç evimin kapısının önündeydi. Henüz beni görmemişti ama sokağı inletecek kadar çok bağırıyordu.

"Berfin!" Kapıyı yumrukladı. "Aç şu kapıyı!" İki eliyle kapıya vurdu. "Aç şu kapıyı Allah'ın cezası!" Gözlerim yeniden dolarken yandaki apartmanın kapısına sakladım. "Berfin! Bak açmazsan çok kötü olacak!" Gözlerimi ondan ayırmadan kapıya yaslanmaya devam ettim. Sinirle ellerini saçlarından geçirdi ve evin etrafında dolandı. Camlardan içeriyi kontrol ediyordu. Eline bir şey geçmeyince pes edip yeri titreten adımlarla arabasına yürüdü ve hızla sokaktan çıktı. Tuttuğumu yeni fark ettiğim nefesimi bırakıp ağlamamaya çalıştım.

Onun geri gelmeyeceğinden emin olduktan sonra eve doğru yürüdüm. Anahtarım çantadaydı ama her zaman yedek anahtarı kapının üstündeki çıkıntıda bırakırdım. Zar zor uzanıp anahtarı aldım ve evime girdim. Sokağın bir haftalık dedikodu ihtiyacını da bu gece karşılaşmış olmuştum dolayısıyla.

Üzerime rahat bir şeyler geçirip yatağa uzandım. Hayatımın mümkün olan en kısa sürede normal seyrine dönmesini istiyordum. Benim için önemli olan buydu. Yarın okula gitmeliydim mesela. Sabah ki matematik dersine geç kalmamalı, eskisi gibi fizik çalışmalıydım. Elimde uyuşturucu paketleri ile değil, test kitaplarımla gezmeliydim.

Sabaha kadar kabus dolu bir gece geçirmiştim. Bilinçaltım ve ruhum bütün gece bedenimi kıvrandırmıştı. Fakat sabah kalktığımda okula gitmek için hevesim hala yerindeydi. Siyah pantolonumun üzerine yeşil bir kazak giyip saçlarımı topladım ve kabanımı giyip evden çıktım. Her zaman olduğu gibi durakta bekledim, soğukta üşüdüm ama bunlar bana normalliği aşıladı. Rahatsızlık duymadım.

Çantamın kulpuna daha sıkı tutunup okul bahçesine girdim. Gözlerimle bahçeyi şöyle bir tararken her zamanki çardakta oturan Kıvanç'ın grubunu gördüm ama aralarında Kıvanç'ı görmemek beni rahatlatmıştı. Yıldırım mavisi gözleri beni çarpıyordu. Özgür ile göz göze geldiğimizde öyle bir ayağa kalkmıştı ki sadece kendi kahvesini değil Bade'nin kahvesini de dökmüştü.

Hızlı adımlarla ben de ona ilerledim ve bahçenin ortasında buluştuğumuzda hiçbir şey söylemeden sarılarak ağlamaya başladım. Tek ihtiyacım olan bana şefkat gösterebilecek kollardı. Yüzümü göğsüne dayayıp hıçkırırken Özgür'ün şaşkın olduğunu hissedebiliyordum. Kollarını omuzumun üzerinde bana doladı. "Berfin?" dedi usulca. "Beni korkutuyorsun? Ne oldu?" Başımı iki yana sallayarak konuşmak istemediğimi belli ettim. "Tamam, tamam sakin ol." Kollarımı öyle sıkıyordum ki rahatsız olduğundan emindim. "Okuldan gitmek ister misin?"

Oysa ne kadar hevesli gelmiştim. "Bilmiyorum," dedim boğuk bir sesle.

"Kahvaltı ettin mi?"

"Canım bir şey istemiyor," dedim kafamı göğsünden kaldırmadan.

"Olsun," dedi geri çekilirken. "Bekle, telefonumu alıp geleceğim." Bir şey dememe müsaade etmeden benden ayrılıp çardağa yürüdü. O yanımdan ayrılır ayrılmaz okulun otoparkından çıkan Kıvanç'la göz göze geldik. Beni görünce gözlerinden geçen ifade kanımı dondursa da kafamı dik tuttum. Beni işaret eden öfke dolu adımları arkamda duran bedenin kolunu omzuma sarmasıyla durdu, çenesi kasıldı, elindeki anahtarı sıktı. Bir adım geri çekilip Özgür'e baktım. "Gidelim mi?" dedi. Başımı salladım ve onun adımlarına ayak uydurdum. Bunu o istemişti, ben değildi. O başka bir kadının bedeninde söndürmeye çalışmıştı bu ateşi. Ben eski bir ateşi canlandırmaya çalışıyordum.

Bir alışveriş merkezinin üst katındaki yemek salonlarından birinde durduk. Oturduğumuz masadan otoyol tamamen görünüyordu. Önümdeki kahvaltılıklara cansız bakışlar atarken Özgür elindeki telefondan bir şeylere bakıyordu. Bir zamanlar onu seviyordum. Eskiden olsa onunla birkaç kelime dahi etmek beni delicesine mutlu ederdi ama şimdi... Sanki sıradan bir arkadaşımla yemeğe çıkmışım gibi hissediyordum.

Elindeki telefonu masanın kenarına koyup beni izlemeye başladı. "Berfin?" Gözlerimi kahvaltılıklardan ona kaldırdım. "Neler olduğunu anlatacak mısın?"

"Neden Ankara'ya gelmedin?" dedim aklımdaki soruyu sorarak. Belki gelse hiçbir şey böyle olmazdı. Ben hala onu seviyor olurdum ama gelmemişti. Bu beni Kıvanç'ın gözlerinde sakladığı zehirli sulara itmek değil de neydi?

"Burada işler çok yoğundu," diye açıklamada bulundu. "Biliyor musun, bilmiyorum ama Çağrı öldü. Onun işleri de bana kaldı." Bozuk sinirlerimi belli edercesine güldüm. Çağrı'nın öldüğünden haberim var mıydı? Gülmemi sürdürerek saçımı kulağımın arkasına ittim.

"Kıvanç, Çağrı'yı gözümün önünde vurdu," dedim gülmeyi kestiğimde. Özgür'ün buz kesmiş bakışlarını gördüm o an. İnanamıyormuş gibi masaya eğildi ve sordu.

"Ne yaptı, ne yaptı?"

"Çağrı gözümün önünde öldü. Onu Kıvanç vurdu."

"Pezevenk herif!" diye tısladı öfkeyle. Ellerini kıvırcığa yakın saçlarından geçirdi arkasına yaslanırken. "Berfin... Ben ne diyeceğimi bilemiyorum. Özür dilerim, seni orada o it herifle yalnız bırakmamalıydım. Bunları hiç yaşamamalıydın." İç geçirdim. Daha dün sabaha kadar halimden memnundum aslında. Nasıl yaptığını bilmesem de bir şekilde bana katil olduğunu unutturmuştu. Bir şekilde benimle uyumasına bile izin vermiştim.

"Boş ver," dedim omuz silerken.

"Peki bugün güzel bir gün olsun. Önce kahvaltımızı yapacağız, sonra da sana bir telefon almaya gideceğiz ve tabi bana da mont olacağız. Ardından bir filme gidebiliriz."

"Telefon mu?" dedim kaşlarımı çatarken. Hepsini anlamıştım da telefon ne alakaydı?

"Evet, abin telefonunu kaybettiğini öğrenince sana bir telefon almam gerektiğini söyledi." Başımı salladım. Abim istediyse yapmamak gibi bir lüksüm yoktu. Telefonsuz kalmaya da alışmıştım oysa ki.

İlk defa her şey planlandığı gibi gitti. Özgür'ün istekleri üzerine bir şeyler yedim. Önce bana güzel bir telefon aldık, ardından da Özgür'e Moğollara benzemesine neden olan bir mont. Bütün üzüntüme rağmen onunla eğlenceli vakit geçirebilmiştik. Özellikle de montları denerken... Yeni telefonumda ki ilk fotoğraf bize aitti.

Girdiğimiz filmi de beğenmiştim. Saat dört gibi girdiğimiz filmden saat altı buçuk gibi çıkmıştık. Komedi türü olan filmde gerçekten gülmüştüm. Özgür'le kahkahalarımız abartılı boyutlara gelince uyarı almıştık diğer insanlardan. Aldığımız uyarıya da gülmüştük. Özgür eve gitme taleplerime rağmen beni zorla akşam yemeği için bir lokantaya sürüklemişti. Zorla akşam yemeğini de yedim. Ama eskisi gibi hissetmiyordum. Bir türlü heyecan vermiyordu.

Evimin önünde duran arabadan indim. Özgür de diğer taraftan inmişti. Güzel bir günün ardından veda vaktiydi. Kış olması dolayısıyla çabuk kararan gök yüzünden bakışlarımı ona indirdim. "Her şey için teşekkür ederim Özgür. İyi ki varsın," dedim samimiyetle. Gülümsedi.

"Benim için de güzel bir gündü. Kendine dikkat et. Yarın sabah seni almaya gelirim." Başımı salladım.

"Tamam, iyi geceler."

"İyi geceler."

Kapıya dönüp çantamdan çıkarttığım anahtarla kapıyı açtım. Ona son kez el salladım, o da aynı şekilde karşılık verdi. Kapıyı arkamdan kapattığım da derin bir nefes alma ihtiyacı duydum. Sanki bütün bu olanları sindirmek için ihtiyacım olan şey kocaman bir nefesti. Çantamı ve botlarımı ayakkabılığa bırakıp kabanımı astım.

Direk odama gidip uymak istiyordum. Işıkları bile açmadan üzerimdeki pantolonu ve kazağı çıkarttım. Gardıroptan aldığım tişörtle eşofmanı giydim. Güzel bir uyku günün üzerine tatlı gibi gelebilirdi. Yatağın kenarına oturup gerindim ve yatağa uzandım. Diğer yana dönmek için hamle yaptığımda çarptığım bedenle bir çığlık koyuverdim. Aniden üzerime çıkan ve dudaklarımı örten kişinin erkek olduğunu tahmin ediyordum.

Altında debelendim ama kurtulamadım. Üzerimden kalkmadan yatağıma yakın düğmeye uzandı ve odayı aydınlattı. Gözlerimin odağına düşen bir çift mavi gözle az öncekinden daha da korkarken Kıvanç elini dudaklarımdan çekti. Derin derin nefeslenirken öfkeyle ona baktım. "Ne yaptığını sanıyorsun?" diye bağırdım.

"İç çamaşırların güzelmiş," dediğinde utançla kızardım ama bunu öfkeyle çevirdim.

"Pislik herif! Kalk üstümden!"

"Neredeydin?" dedi beni duymazdan gelerek.

"Sana ne!" Onu üzerimden itmeye çalıştım ama başarılı olamadım. Ellerini başımın iki yanından yastığa sabitledi ve üzerime doğru daha da eğildi.

"Dün yaptığın şeyin hesabını vereceksin," diye tısladı. "Nasıl gidersin ha?" diye kükredi bu sefer. "Bana haber vermeden nasıl gidersin?"

"Aynen böyle giderim," diye bağırdım ben de. "Kusura bakma! Ben senin kadar midesiz değilim! Daha sabah aynı yatağı paylaştığım adamın başka bir kadını yatağa atmasını izleyemem! Anladın mı?" Onu tekrar ittim. "Üstelik kalk üstümden!" Gözlerimin dolmaması için elimden geleni yapıyordum. En azından bu konuda başarılı olmuştum.

Gözleri dikkatle yüzümde dolandı. "Özgür'le gezip tozarak bana karşı hislerinin değişeceğini mi sanıyorsun?" dedi kendinden emin bir ifadeyle. Konudan konuya atlaması sinirlerimi bozuyordu.

"Sen bana karşı hissettiğin çekimi başka bir kadının bedeninde söndürebiliyorsan ben de pekala başka bir adamla takılarak bu histen kurtulurum!" Göğsüne vurdum sinirle. "Bitirdin mi bari hissettiğin bu 'aptal' çekimi?"

"Bitirdim!" diye bağırdı benim gibi. "Sen de bitirdin mi bari Özgür'le takılınca?"

"Bitirdim!" diye meydan okudum. "Hatta onu hala sevdiğimi bile fark ettim!"

"İyi!"

"İyi!" Birkaç saniye birbirimizin gözlerine öfkeyle baktık. "Kalk üstümden!" dedim yeniden. Bu defa direnmeden üzerimden kalktı. Yattığım yerde doğruldum. "Defol evimden!"

"Gidiyorum zaten!"

"İyi git!" Öfkeyle odadan çıktı. Önce odamın kapısını, ardından evin kapısını çarptığını duydum. Camın önünden geçip gittiğinde yatağıma uzanıp tuttuğum gözyaşlarımı akıttım. Asla ama asla değişmeyecek gibiydi ona olan hislerim. Bu gururun bile ötesindeydi sanki. Hiç olmadığı kadar sağlam bir mühür vurulmuştu kalbime.

Kıvanç'ın dövmeleri. (Temsili)

繼續閱讀

You'll Also Like

881K 88K 94
Bir nefes kadar yakındı. Korku tüm bedenimi kaplarken karanlıkta bile fark edebildiğim kehribar rengi gözlerini bir saniye bile olsun çekmedi gözleri...
7.7M 304K 77
© Tüm Hakları Saklıdır. Karanlık Aşk ile başlayan macera Veliahtlar ile devam ediyor! Asal, Masal, Hale ve yoncanın dördüncü yaprağı Bahar... Üç yapr...
19.6K 1.1K 23
"Seninle ben sevgilim, iki hayatı takas ediyoruz."
52.7K 4.8K 31
Yaşadığı travmalardan dolayı kalbi buz tutmuş, insanlara zerre güveni kalmayan bir kadın... Kadının acılarını gizlediği sert ifadesine gördüğ...