"Yuh abi, fişek gibi olmuşsun."
"Mermiye zam gelse de ateş etmesen kanka."
"Daldırayım mı ellerimi bir kere saçlarına Sehun?"
"Havuç püresine dönmüşsün."
"Jongdae!"
"Yalan mı?"
İki gündür boyamaya fırsat aradığım saçlarımı nihayet boyamıştım ve bizim çocuklarla yolun ortasında buluştuğumuzda hepsi uzaylı görmüş gibi iki dakika boyunca suratıma bakmışlardı, Chanyeol'ü azkalsın bir araba eziyordu.
Eh, şaşırmakta da haklıydılar. Saçlarım turuncu-kızıl arası bir şeydi, üstelik, alnıma dökülen buklelerim yerine düz tutamlarım vardı. Üzerimde olan herzamanki okul formasını saymazsak tam bir kültür şoku yaratmış olabilirdim.
"Aşkolsun, kankamsın sen benim, güzel olmasa da güzel oldu diyeceksin."
Jongdae'ye hafif sitemle bir omuz attığımda pek hafif olmadığını farkettim çünkü azkalsın ana yola fırlıyordu, Chanyeol'den sonra ikinci ezilme tehlikesini de böyle atlattık.
"Hayvan herif, havuç püresini sevdiğimi biliyorsun."
Yan yan sırıttım.
"Biliyorum tabii."
Sonrasında yine şakalaşarak yürümeye devam ettik. Chanyeol ve Yixing yine bir dizi hakkında konuşuyordu, Jongdae ve Baekhyun ise bahis yatırdıkları son maçın kritiğini yapıyorlardı ve evet, bu batağa ne zaman düştüklerini ben de bilmiyordum.
Bir müddet sonra okula vardığımızda ana kapıdan içeri girdik ve ilk defa Baekhyun yerine en çok ben dikkat çektim. Herkes olmasa da büyük bir çoğunluk bakışlarını bana dikmişti ve neyse ki, bu tür şeylerden rahatsız olan biri değildim. Hoşuma bile giderdi, beni gören tek kişinin Jongin olmasını dilemeye başlayana kadar.
"Bugün ilgiyi senin çekeceğini bilseydim patlamış mısır desenli çoraplarımı giymezdim Sehun, iki tutam saçınla çoraplarımı harcadın."
Baekhyun'a döndüğümde isyanla dizlerine kadar çekmiş olduğu kırmızı çoraplarını gösteriyordu ve ne diyebilirdim ki, haklıydı.
"Nereden bileyim gündeme oturacağımı, tüm samimiyetimle özür diliyorum senden."
Bahçeyi aşıp okul binasından içeri girerken konuşmaya devam ediyorduk. Yixing ekledi. "Bence çorapların Sehun'un saçlarından daha güzel kuşum."
Yarım saat önce saçıma ayılıp bayılanlar onlar değilmiş gibi davranmaya başladıklarında gözlerimi devirip bakışlarımı onlardan ayırdım ve tam o sırada Jongin radarlarım kahve çekirdeğimin yakında biryerlerde olduğunu bana haber verdi. "Ne aç köpek gibi etrafı kokluyorsun be? Elli metre ileride adam işte, ben de görüyorum."
Jongdae bir miktar etraftaki atmosferi bozduğunda aldırmadım ve gideceğimi belli eden birkaç el kol harketinden sonra gün doğumumun yanına yürümeye başladım. Sırf onun için buklelerimden bir süreliğine ayrı kalacaktım ve bunu beğense iyi olurdu, ciddiyim.
"Günaydın Bay Kim!" Yanına yetiştiğimde hala yürüyordu fakat sesimle birlikte bana döndü. Bakışlarının saçlarımda oyalanmasının ardından gülümsemeyle kısılışına şahit oldum, herzamanki gibi güzelliği canımı yakıyordu.
"Sehun! Gerçekten çok güzel olmuş...Sana da günaydın."
İltifatı genişçe sırıtmama neden oldu, sanırım artık buna alışabilirdim, tanrı tarafından övülmeye yani. "Sizin kadar olmasa da, yapıyoruz bir şeyler efendim."
Cümlemle birlikte kıkırdadığında nereye doğru yürüdüğümüze baktım, bodrum kata iniyorduk. İlk öpüşmemizin üzerinden çok zaman geçmiş gibi artistlenmek istemezdim ama, onunla birlikte aşağı inmekten geri duramadım.
"Bugün derste size test dağıtacağım, sınava hazırlık olsun diye. Benim için onları sınıfa dağıtabilir misin?"
Merdivenleri inmiş, klasik fotokopi odasının kapısına varmıştık. Gülmeden edemedim. Bu da soru muydu? "Sizin için yapabileceğim şeyleri saysam akıl ve hayaliniz durur."
Gözlerinden birkaç pırıltının geçtiğini gördüm. İçindeki diğer Jongin uykusunda kıpırdanır gibi olmuştu. Sonra, o odaya hakim bir şekilde ilerleyip ihtiyacı olan test kağıtlarına yönelirken ben de onu izlemeye başladım. Oda fazla rutubetliydi ama içinde Jongin bulunduğundan mıdır ne, bana olup olabilecek en ferah yer gibi geliyordu. "Ne gibi, mesela?"
Bana arkasını dönmüş test raflarından bir şeyler çıkarırken ben de arkamdaki duvara yaslanıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu sahne tanıdıktı. Size, artistlenmek istemediğimden bahsetmiştim değil mi? Unutun gitsin. "Mesela, sizi, tam yanınızda duran masanın üzerine oturtup, ellerim vücudunuzda keşfedilmemiş yer bırakmazken adımı inlemekten sesinizin kısılmasına neden olabilirim."
Cümlemi tamamladığımda, yüzünü göremesem de kağıtlarla ilgilenen elleri duraklamıştı. Yeri ve sırası olmasa da kendimi devam etmekten alıkoyamadım. Onun ilgisini çekmeyi başardığım heran bana altın gibi geliyordu. "Boynunuz ile omzunuz arasındaki o yeri morun en güzel tonuyla renklendirebilirim, böylece sizde bana ait bir şeyler olurdu, o an kalbinizin bana ait olmayışı gibi bir gerçeğin üstünü bu küçük şeyle kapatıp kendimi teselli edebilirdim, kulağınıza, zamanla onu da alacağımı fısıldarken hem de."
Sonra sustum, odada nefes seslerimiz ve kağıt hışırtıları dışında bir şey duyulmuyordu fakat bu çok kısa sürdü. Aramızdaki çekim beni deli ediyordu, gerçekten delirecektim. Jongin'e birkaç aylık bu sürede nasıl böyle delicesine çekildiğime anlam veremiyordum. Ellerindeki kağıt ve dosyaları bir kenara bırakıp önünü bana döndü ve gözlerindeki ışığı gördüm. Cennetin kapıları bugün kapalı, lütfen sonra tekrar geliniz, dercesine bir ışıktı bu. Yanıma yaklaşırken onu izlemekle yetindim sadece. Her ne kadar belinden tutup kendime çekmek istesem de kollarımın göğsümde olan bağlılığını çözmemiştim.
"Zamanında, senin gibi cesur olmayı dilerdim Sehun."
Eh, bunu demesini beklememiştim. Geçmişini düşünmesi beni rahatsız etse de sesimi çıkaramadım. Dikkatle yüzümü inceliyor oluşu adem elmamın aşağı yukarı hareket etmesine neden olduğunda onun da bakışları oraya kaydı ve işaret parmağıyla boynumun en aşağısından çeneme kadar bir yol çizdi. Çeneme geldiğinde durakladı, işin içine işaret parmağını da katıp yeni tıraşladığım yeri hafifçe okşadı. Sesimi çıkarmasam da bakışlarım eminim ki bir şeyler anlatıyordu ona fakat, Jongin bambaşka şeyler düşünüyor gibiydi. Onu geçmişinden nasıl koparıp alacağını bilmiyordum, canının yandığını görebiliyordum ve bunu da nasıl durdurabileceğimi bilmiyordum. Ne yapacağımı kestiremediğim çok nadir anlardandı bu.
"Benim gördüğüm en cesur insanlardan birisin, Jongin."
Ona ismiyle hitap etmem mi yoksa dediğim şey mi hoşuna gitti bilmiyorum fakat ortama uygun olmayan bir kıkırtıyı küçük odaya bıraktıktan sonra yaklaşıp çeneme bir öpücük kondurdu. Size bu ufak hareketin beni ne kadar sarstığını, uğraşsam da anlatamam kardeşlerim. Bu nedenle cümlemin peşini eklemeden edemedim.
"Fakat bu yanar dönerli hallerin yüzünden birgün aklımı kaçıracağım. Jongin, pazar günki randevu için seni evinden almaya geldiğimde, bunu son kez yapmak istemiyorum. Senin, bana aklımı kaçırttıktan sonra hayatımdan kaybolup gitmeni istemiyorum."
Ona olan duygularımı oyun sanmasını istemiyordum. Her ne kadar çoğu zaman şakaya da vursam, ne bileyim, okul bittiğinde hayatımdan çıkıp gitmesini istemiyordum işte. Laflarıma karşı pek bir tepki vermedi, neredeyse yaptığım hiçbir şey onu şaşırtmıyordu bile. Gözlerimin içine bakarken ne olduğunu anlamadığım birkaç saniye içinde başını omzuma koydu ve kollarını belime doladı. Vakit kaybetmeden ben kollarımı ensesinde bieleştirdim ve sarılışına karşılık verdim. Böyle bir duruma bir anda nasıl geldiğimizi inanın bilmiyordum ama alışmaya başlamıştım artık, Jongin bir dakika içinde birden fazla Jongin olabilirdi.
Bir süre öyle kaldıktan sonra fısıltısı kulaklarıma ulaştı. "İnanır mısın Sehun, bunu ben de istemem."
--
Jongdae-
"Kahve alabilir miyim, şekersiz?"
Siparişimi bekleyen kadına hızlıca söylediğimde beni onaylayıp arkasını döndü ve ben de beklemeye başladım. Sehun ve diğerleri kahvecinin dışında beni bekliyorlardı, söylenmelerini dinlememek için acele etmem gerekiyordu yani.
"Bana da aynısından lütfen."
Arkamdan gelen ses donup kalmama neden oldu. Bilmiyorum, bir iki saniye de olsa benzerlik olmasını umdum. Ama onu nerde duysam tanırdım, deli gibi aşıktım çünkü. Yine de cesaret edip arkamı dönemedim.
"Jongdae, yüzüme bile bakmayacak mısın?"
Gözlerimin dolmasını engellemek için sertçe dudaklarımı dişlerime geçirdim. Nasıl bir soruydu bu? Onu ne kadar...özlediğimin fakat bir okadar da utandığımın, üzgün olduğumun farkında mıydı?
"Canımı yakıyorsunuz."
Nefes verişinin sesini duyduğumda dayanamayıp arkamı dönmüştüm ve oradaydı, nasıl hatırladıysam aynı şekilde, kusursuz, çok güzel. Benim dönmemle birlikte hafifçe gülümsedi, bana bunu neden yapıyordu bilmiyordum.
"Jongdae, sana yanlış zaman olduğunu söyledim, yanlış kişi olduğunu değil."
"Beyefendi, kahveleriniz hazır."
---
bebislerim, merhabalar yine bir geçiş bölümü olduğundan birtürlü akmadı, ben de yazamadım kusuruma bakmayın:( zerre içime sinmediğinden beğenip beğenmediğinizi sormaya yüzüm yok yani
hikayede en sevdiğiniz dostluk hangisi, ben yixing ve chanyeol'ünkine bayılıyorum da