Atlantis'in Beş Kurucusu (Düz...

By whysoserious46

1.1M 56.6K 6.4K

--En yüksek: Bilim Kurgu #1, Fantastik #1, Aksiyon #3 -- Claire hafızasını kaybetmiş bir biçimde kendisini y... More

Atlantis'in Beş Kurucusu
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 4.5
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 0 (Claire'in uyanmasından önce)
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm Değil Yazar Soruyor
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Karakter Panosu
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 48 - Part 2
Bölüm 48 - Part 3
Bölüm 49
Bölüm 49 - Part 2
Bölüm 49 - Part 3
Bölüm 49 - Part 4
Bölüm 50
Bölüm 50 - Part 2
Bölüm 50 - Part 3
Bölüm 50 - Part 4
Çok özür dilerim
Bölüm 50 (Final)
Hikaye Adı
Ikinci kitap

Bölüm 9.5

8K 509 107
By whysoserious46

~~~~~Ethan~~~~~~

Sera'ya gitmek için odamdan çıktığımda Teresa'yla karşılaşmamak için dua ediyorum. Tamam, kabul anlaşma anlaşmaydı ama bunu abartıyordu, dün fazla ileri gitmiştik. Claire'in Demir Saray'a gittiğimi sanması, şükürler olsun ki –büyük ihtimalle amnezisi yüzünden- fazla saftı, bana rahat nefes aldırmıştı. Bunun için aylardır bekliyordum. Onunla bir şansım olması için. Neyse ki lobiye inene kadar Tess ile karşılaşmamıştım. Hızla 'Girilmez' yazan sarı şeritlerin altından geçtim. İçeri girdiğimde, Teresa'nın bana bakan yeşil gözleriyle karşılaştığımda içimden olup olmadığına emin olamadığım bir şekilde küfür savurdum. Ne yapıyordu burada? Öfkeyle bir bana bir de yeni getirdiğim çiçeklere bakıyordu. Bazılarının saksıları parçalanmış toprak yerlere saçılmıştı. Birkaç kraft kağıdı yerlere parçalar halinde saçılmıştı. Teresa biraz önce sinir krizi geçirdiyse de şu an Sera'nın buz gibi mermer zemininden farklı durmuyorlardı.

Sinirlenmemeliydim. Biliyorum. Bağırıp çağırmak daha berbat yapacaktı ama Claire'in portesinin ortasındaki pençe izini görünce bardağı devirmiştim.

" Ne yaptığını sanıyorsun? " diye bağırdım, o birkaç adım geri çekilirken. Sessizce çekip gitmesi için dua ediyordum. Lütfen, git. Ama dudaklarım bu sözcükleri söylememi engelledi.

" Asıl sen ne yaptığını sanıyorsun? " diye çıkıştı. Lanet olsun! Kendime ne kadar hakim olabilirdim bilmiyordum. " Onun ucube bitkilerini buraya getirerek ne halt ettiğini sanıyorsun? "

Demek mesele buydu. Claire'in çiçeklerini buraya getirmem. Yumruklarımı sıktım. Sakin olmam gerekiyordu. Burası sessizdi. Beynimde sadece ben vardım. Sadece ben. Sadece ben. Sadece ben.

Tom! Sera!

Zihnimden Tom'a yalvarmıştım resmen. Gelmesini diliyordum. Gelmesi gerekiyordu. Ama ellerim titremeye başlamış vücudumu adrenalin sarmıştı. Teresa'nın gitmesi gerekiyordu. Burada kalıp bana bağırması değil. Tırnaklarım avcuma batıyordu.

" Burası bizim mekanımız onun burada işi yok. " dedi yıldız çiçeğini kökünden söküp çıkarırken. Çiçeğin köklerinden yere topraklar dökülüyordu. Git. Sadece git. Burası sessizdi. Yeterli olması gerekiyordu. Ama çiçekleri yere atıp topuklarının altında ezerken gözlerini benimkilerden ayırmadı. Üzerine atladım. Küçük bedenini duvara yapıştırdım. Geri çekilmeye çalışsam da kendime engel olamıyordum. Neler olduğunun farkında olmayacak kadar gözüm kararmıştı.

Biri sertçe bileğimi kavradığında rahatlamıştım. Tom hızlıca beni geri çekti, Teresa yere yığıldı. Suratı kıpkırmızı olmuştu, köprücük kemiği bir şekilde morarmıştı. Ne yaptığımı hatırlamıyordum ama Tom hala ben ve yerdeki Teresa arasında durmaya devam ediyordu.

" Bu böyle devam edecekse o kızın gitmesi gerek. " dedi Tom, Teresa'yı gönderdikten sonra karşıma geçip taburelerden birine oturmuştu.

" Kendisi başlatıyor, her seferinde. " dedim yaptığı şeyi anlattığımda dahi Tom'un fikri değişmemişti.

" Bu ona zarar vermeni neden gerektiriyor anlamıyorum. Ethan, kendine hakim olmayı öğrenmen gerekiyor. " dedi elinden geldiğince ciddi bir ses tonuyla. Bana göründüğü kadar kızgın olmadığını biliyordum. Ama ağabeyim gibiydi, birinin beni durdurma görevini üstlenmesi gerekiyordu sanırım.

" Haklı olduğun zamanlarda senden nefret ediyorum. " dedim başımı ellerimin arasına alarak, buraya en başta neden geldiğimi hatırlamaya çalışıyordum.

" Ben de beni buraya gelmek zorunda bırakmış olmandan. " dedi, bu cümleler aramızda seni seviyorum demenin bir yoluydu. Ne zaman sevmek fiilinin yerini nefret etmek fiili almıştı hatırlamıyorum ama bu aramızdaki bir şeydi işte. " Hala senin odanda mı? " diye sordu uzun ve sağır edici bir sessizliğin ardında. Başımla onayladım. Onu odasına gönderememiştim, içim el vermemişti. " Onu biraz dışarı çıkarmak iyi bir fikir olabilir. " diye önerdi. Elimle yüzümü işaret ettim. " Hala kötü mü? "

" En son gördüğün zamandan iyi ama hala epey kötü görünüyor." Diye açıkladım. Claire insanların kendine baktıklarını görürse hepimizi oracıkta boğabilirdi, bu riski alamazdım. Bir şey söylemedi sadece dudağını ısırdı. Anlıyorum. " Hayal ettiğim şey bu değildi. "

" Ne bekliyordun ki? Hemen kollarına atlamasını mı? Biraz daha beklemen gerekiyordu bence. "

" O uyanmadan önce altı ay o uyandıktan sonra iki ay bekledim bence yeterli bir bekleme süresiydi." diye karşı çıksam da onun haklı olduğunu ikimiz de biliyorduk. Beklemem gerekiyordu, ama bekleyememiştim işte. Hiçbir zaman sabırlı bir insan olmamıştım ki. " Kırılamaz bir sabrı olan sensin, maalesef ben değil. " dedim bana gülümserken.

" Artık çok geç zaten. " dedi arkasındaki dolaba yaslanıp ayaklarını masanın üzerine atarken.

" Düşersen kalkman için yardım etmem. "

" Ethan, ben daha düşmeden beni yakalamış olursun zaten. " dedi ellerini ensesinde kenetlerken. Bu demek oluyordu ki konuşmamız henüz bitmemişti. Hala Teresa ile olan anlaşmamız konusunda endişeleri vardı.

" Hala başka bir seçeneğim olmadığını düşünüyorum. Her ne kadar kendimden iğreniyor olsam da. " dedim doğrudan göz teması kurarak.

" İğrenmek-"

" Yapma ama kardeşimiz gibi. " dedim sözünü keserek hatta gibisi fazlaydı.

" Ethan bunca zaman bunu nasıl fark edemediğini anlamıyorum. "

" Biliyor muydun? " diye çıkıştım. " Biliyordun ama bana hiçbir şey söylemedin mi? "

" Senin de bildiğini sanıyordum çünkü! İnsanların kolayca zihinlerini okumaya o kadar alışmışsın ki karşındaki şeyi göremiyorsun. " dedi başını iki yana sallayarak. Aptal. Düşündüğü şey buydu. Kahkaha attım. Haklıydı aptalın tekiydim.

" Buraya neden geldiğimi hatırlamıyorum biliyor musun? "

" Boya olabilir mi? " diye önerdi, başımı iki yana salladım.

" Buldum, tohum bulacaktım. " dedim ayağa kalkarken. Uzun süredir burada oturuyordum büyük ihtimalle, Claire tek başınaydı. " Serada yer kalmayacak büyük ihtimalle. " dedim eğilip dolaptan tohum bulmaya çalışırken. Her sene çiçeklerin polenlerini alıp kurutuyordum. Ama Claire bunlar yetmeyecekti gibi, başka bir şeylere geçmek gerekiyordu.

" Ben gideyim sen de Claire'in yanına git. " dedi birkaç saniye sonra yok oldu.

Tom kesinlikle haklıydı, şüphesiz bu doğruydu ama Claire'e bakınca bir yabancı görmüyordum. Belki de sekiz ay boyunca onu izlememden de kaynaklanıyor olabilirdi ama bir şey vardı; adını koyamadığım bir his. Sabah kalktığınızda unuttuğunuz rüyanın deja vu hissiyle geri dönmesi gibiydi. Yavaş yavaş gördüğünüz rüyanın su yüzüne çıkması gibi onun yüzü de zihnimde su yüzüne çıkıyordu.

Odama çıkmam için üç asansör sırası beklemem gerekmişti. Altmış üç katı olan bir bina için iki asansör o kadar yetersiz kalıyordu ki. Kim iki asansörün yeteceğini düşünmüşse tam bir gerizekalıydı.

"Aa, pembe! " diye şakıdı Claire saksının rengini görünce. Pembeyi bu kadar sevdiğini düşünmemiştim. Daha çok mor insanına benziyordu ama demek ki pembeydi. " Diğer iğrenç kahverengilere ne oldu? "

" Birileri çoğunu kırdı. "

" Bunları daha çok sevdim." Dedi elimdeki üç farklı renkteki saksıyı alırken. Arkasından vuran güneş ışığı saçlarında siyah vişnemsi rengi ortaya çıkarıyordu. Parmaklarım bir fırça bulmak için bir anda yanıp tutuştu. Keçeleşmiş saçlarını nereden bulduysa bir şeyle arkaya toplamıştı, verdiğim tohumları özenle saksılara ektikten sonra ellerini dalga akışkanlığıyla pembe saksının üzerinde gezdirdi.

Gözlerinde yine o altın ışık belirmeye başlamıştı. Çok konsantre olduğunda böyle oluyordu ve gözleri normalde olduklarından da güzel görünüyordu. Çelik mavisinden çok daha koyu bir şeye, turkuaza dönüşüyordu. Albino bir insanınkiyle aynı renkte olan teni sanki saydamlaşıyordu.

Tohum çimlenmeye başladı, yavaşça büyüyordu. Küçük gül goncaları vardı; bir gül çalısına dönüşüp ortalığı kirletmemesi için dua etmekten başka bir seçeneğim yoktu. Bir anda yüz ifadesi değişti, zihnine erişemiyordum. Ne olduğunu anlayamadan güllerin sapları uzadı, renkleri parlak bir mora dönüştü. Bu sefer olacağını görmek için gül tohumu getirmiştim ama eminim ki bu renk değildi. Sanki görünmez bir şeye sarılıyormuş gibi yukarı uzanmaya devam ediyordu. Claire'in ellerini yavaşça tuttum. İrkilerek bana baktı.

" Bence bu kadarı yeter. "

" Ö-özür dilerim. "

" Özür dilenecek bir şey yapmadın. " dedim güllerden birini kopartarak ona verdim.

" Benim çiçeğimi geri bana mı veriyorsun? " diye sordu gülümseyerek, gülümsemesinin sonsuza kadar orada kalması için yapmayacağım şey yoktu. Gülü burnuna götürürken gözlerini benden ayırmadı. Tek istediğim şey kağıttı. " Teşekkür ederim. " Arkamdan kapı açıldı, kim olduğunu hissedememiştim demek ki Teresa idi. Küfretmemek için dudağımı ısırdım.

" Yemek yiyecek misin? " dedi kollarını göğsünde kavuşturarak. Claire'in gözlerinin dolduğunu gördüm, hemen arkasını döndü. Teresa gözlerini bana dikmiş bekliyordu. Hala en ufak bir duygudan acizdi. Terslememek için zorlanıyordum.

Dışarı çık. dedim sinirlendiğimi fark ettirmemeye çalışarak. Ama maalesef ki bu konuda onun kadar başaralı değildim.

Ethan, bana hayır diyemezsin. dedi benimkinden daha duygusuz ve düz bir sesle. Ona bağırabilmeyi o kadar çok isterdim ki.

Tess, dışarı çık. dedim tekrardan, Claire pencerenin önündeki yerine dönmüştü. Yüzüne kötü bir sırıtış vardı, kendinden çok emindi. Ne isterse yapmak zorunda olduğumu ortaya seriyordu. Yine de çıktı. Şükürler olsun ki çıktı.

" Hey- " diyeceğim her şey boğazıma tıkandı, kelimeler bir türlü sıraya dizilmiyordu. " Benimle gelecek misin? " diye sorabildim sonunda, gözlerinin o şekilde dolması bütün cümle kurma yetimi alıp götürmüştü. Ağlayan birinden kötü olan tek şey gözlerinin dolup da sessiz yaşlara boğulan biriydi. Daha zordu, ne yapmanız gerektiğini bilemezdiniz çünkü. Yanına gittim önünde dizlerimin üzerine oturdum. Yanağında süzülen bir damlayı baş parmağımla sildim. " Gelmek istiyor musun?" diye yineledim sorumu. Ön dişlerini dudağına geçirerek başını iki yana salladı. Onunla birlikte ben de ağlamak istiyordum. " Yarın bunları telafi etmeme izin ver. " dedim, daha fazla dayanamayıp odadan çıkmadan önce.


Sessizce yemek yedik. Teresa sadece Claire'in yanında olmamamdan hoşlanıyordu. Buydu işte başka bir açıklaması yoku, çünkü bir saattir tek kelime etmemişti. Sonunda tatlıya geçtiğimizde yatacağını söyleyip tatlıyı elinin tersiyle itti, Teresa asla tatlıyı reddetmezdi. Bir sorun vardı. "Neyin var?" diye sordum en sonunda iç geçirerek. 

"Bir şeyim yok. " dedi Teresa boş masanın örtüsünü çekiştirirken. 

"Bunu başka şekilde de öğrenebilirim biliyorsun değil mi?" diye sordum tek kaşımı kaldırırken. Ona ne kadar sinirli de olsam onu bu şekilde görmek istemiyordum. Belki de Claire'in yanında olmamam için değil kendi yanında olmam için çağırmıştı beni. 

"Claire'in zihnine baktın mı?" diye sordu Tom sessizliği bozarak. "Yani hatırladığı şey gerçekten de sadece adı mı?" 

"Yalan söylediğini mi düşünüyorsun?" diye sordum. Hafızası gerçekten bomboştu ama tuhaf bir his veriyordu bana anılarına erişmeye çalıştığımda. Sanki birileri bilerek onu buna yapmıştı. 

"Bu mümkün mü? Seni kandırması. " diye sordu Teresa uzağa bakan gözleriyle. 

Bu da diğer ihtimaldi birileri hafızasını silmemiş de Claire benim önüme böyle bir yem atıyor olabilirdi. "Mümkün. Ama ben ona inanıyorum. " diye karşı çıktım.

"Kızı kanlı haliyle kucağına aldığından beri ona aşık olduğun için olabilir mi?" diye çıkıştı Teresa. Claire'i bulduğum andaki hali bazı geceler hala gözlerimin önüne geliyordu. Vücudunda sağlam kemik kalmamıştı neredeyse. Onu kaldırdığım jöle gibi hissettirmişti. Zayıf nabzını hissetmek bile gözlerimi yaşartmıştı.

"Aşık değilim. " diye belirttim. 

"Öyle diyorsan. " diye yorum yaptı Tom. 

"Oraya atlamış imkanı yok demiştim ya. " diye söze başladım. "Artık buna inanmıyorum. Atlamış olabilir. "

"Ne?" 

"Hiç fark ettiniz mi bilmem ama uzun süre bir dokunuş olmadan duramıyor."

"Dokunmayı seviyordur. " dedi Teresa. "Dokunmayı herkes sever. "

"Ama sen dokunulmayı sevmezsin. " diye belirttim. "Dokunuş dedim ya zaten. Herhangi bir fiziksel kontakt. Ya birine dokunmak için bir bahane arıyor ya da siz ona dokunduğunuz anda evcil köpek gibi hemen size yanaşıyor. " Tom başını kaşıdı. Anlattıklarım ona mantıklı gelmeye başlamıştı. "Ve hepinizin onu sevmesi için çabalıyor. Bunları birbirine ekleyince- "

"Bir yerde tutulmuş olabileceğini mi düşünüyorsun?" dedi dirseklerini masaya dayayıp başını ellerinin arasına alırken. 

"Karanlık bir oda, sessiz bir yer, insan teması olmaması..."

"Duyusal yoksunluk. " dedi Tom. "O podları görmüştüm, şu suyla doldurulanları. Eğer biri onu öylesine bir yerde tuttuysa... Bu gerçekten yaratıcı bir işkence yöntemi olabilir."

"Birinin ruhunu kolaylıkla kırabilirsin böylece. " dedim avuçlarımı yüzüme bastırırken. "Bu kadar yoksun bırakılmış birine her istediğini yaptırabilirsin. "

Teresa şaşkınlıktan nefesini tuttu. "Bu- bu onun hakkında neden hiçbir şey bulamadığımızı açıklar. "

"İlk uyandığında sana neden yalvardığını da açıklar. " Arkama yaslanırken ellerimi saçımdan geçirdim. 

"Uçurumda atlaması bile söylense-" dedi Teresa sesi titreyerek ardından hemen kendini topladı. Postürü düzelse bile dudaklarını birbirine bastırmış oturuyordu. Claire'i önemsemekten korkuyor gibi. Kavga ettiğimiz halini bu haline tercih ederdim en azından kabuğunun altında insan olduğundan emin oluyordum. Şimdi ise duygusuz halinin yükselmesine izin veriyordu. "Küçük sevgilin bize tehdit oluşturmadığı sürece umurumda değil. " diye yalan söyledi. "Ben gidiyorum. "

Tom ile arkasından bakakaldık. Neredeyse dışarı koşmuştu. Bu konuşma devam etmek için fazla ağırlaşıyordu. Tom doğruldu, "Birkaç kadeh bir şey içmek ister misin? " diye sordu, o da tatlıyı yememiş bende de yiyecek iştah bırakmamıştı.

" Kadeh mi? Tüm şişeye ihtiyacım var gibi. " dedi onunla birlikte masadan kalkarken. 

Continue Reading

You'll Also Like

137K 6.4K 16
Felaketlerle başlayan bir gece kaç Bedel ödettirdi? 🕯️
202K 11.8K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭
504K 26.6K 34
81 milyon alem vardır. Biz sadece belli başlı olanları biliriz. Melekler, insanlar, hayvanlar, bitkiler, cinler ve şeytanlar. Peki ya bilmediklerimiz...
380K 12K 51
işten eve dönerken ıssız bir ormanda duyduğu sesin peşine gitti ve bu bulunduğu yer onun hayatının değişim noktasıydı. * * * * * İLK KİTABIM OLDUĞU İ...