Budala

By WattpadClassicsTR

37.5K 958 262

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski (1821-1881): İlk romanı İnsancıklar 1846'da yayımlandı. Ünlü eleştirmen V. Beli... More

Romanın Başlıca Kahramanları
Birinci Bölüm: I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
XII
XIII
XIV
XV
XVI
İkinci Bölüm: I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
Üçüncü Bölüm: I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
Dördüncü Bölüm: I
II
III
IV
V
VI
VII
VIII
IX
X
XI
SONUÇ

XII

214 9 5
By WattpadClassicsTR


XII


Öğleden sonra saat yedi sularıydı. Prens parka çıkmaya hazırlanıyordu. Birden Lizaveta Prokofyevna girdi verandadan. Yalnızdı.

— Birincisi, sakın senden özür dilemeye geldiğimi sanma, diye başladı. Asla! Bütün suç sende.

Prens sesini çıkarmadı.

— Söyle, suçlu musun, değil misin?

— Siz ne kadar suçluysanız, ben de o kadar suçluyum. Bununla birlikte ne ben, ne de siz bilerek bir suç işledik. Önceki gün suçlu hissediyordum kendimi, ama şimdi düşündüm, hiç de öyle değilmiş.

— Demek öyle! Pekâlâ, otur ve beni dinle. Ayakta durmak niyetinde değilim çünkü.

Birlikte oturdular.

— İkincisi: O kötü çocuklardan tek sözcük etme bana! Burada oturup on dakika konuşacağım seninle. Durumu öğrenmek için geldim. (Tanrı bilir, buraya gelişimle ilgili neler düşünüyorsundur?) O küstah çocuklarla ilgili ağzından tek sözcük çıkarsa hemen kalkıp giderim, bir daha da görüşmem seninle.

— Tamam, dedi prens.

— İzninle sorayım sana şimdi: İki veya iki buçuk ay önce, paskalyaya yakın günlerde Aglaya'ya bir mektup yazdın mı sen?

— Ya-yazdım.

— Ne amaçla? Neler yazıyordu o mektupta? Göster bana o mektubu!

Lizaveta Prokofyevna'nın gözleri ateş saçıyor, sabırsızlığından neredeyse her yanı titriyordu.

Prens şaşkın bir durumdaydı, çok korkmuştu.

— Mektup bende değil, dedi, yırtıp atmadıysa, Aglaya İvanovna'dadır...

— Numara yapma! Ne yazmıştın o mektupta?

— Numara yapmıyorum, korktuğum bir şey de yok... Böyle bir mektup yazmama bir engel göremiyorum...

— Sus! Sonra konuşursun. Neler yazmıştın o mektupta? Neden kızardı yüzün?

Prens susuyordu.

— Neler düşündüğünüzü bilemiyorum Lizaveta Prokofyevna. Anladığım kadarıyla, bu mektubumdan hiç hoşlanmamışsınız. Kabul edersiniz ki, böyle bir soruya cevap vermeyebilirdim; ama o mektubu yazmış olduğum için korkmadığımı, pişman da olmadığımı, yüzümün de hiç mi hiç kızarmadığını (öncekinden neredeyse bir kat daha kızarmıştı prensin yüzü) göstermek için okuyacağım size o mektubu, çünkü sanırım ezbere biliyorum neler yazdığımı.

Prens böyle dedikten sonra ezbere, neredeyse sözcüğü sözcüğüne tekrarladı mektubu.

Lizaveta Prokofyevna mektubu sonuna kadar büyük bir dikkatle dinledikten sonra sert bir tavırla,

— Ne saçmalık ama! dedi. Senin için ne anlamı var bu saçmalığın?

— Ben de tam olarak bilemiyorum. Bildiğim tek şey, onu yazarken içten olduğumdur. Yaşamı dolu dolu yaşadığım, içimin umutlarla dolu olduğu dakikalarım oluyordu orada.

— Nasıl umutlarla?

— Açıklaması zor, ama sanırım sizin şu anda düşündüğünüzden başka umutlarla... Yani kısacası, gelecekteki mutluluğa ve belki de orada bir yabancı, bir başkası olmayacağıma dair umutlarla... Yurdumu birden çok sevmeye başlamıştım. Güneşli bir günün sabahı kalemi elime aldım ve bir mektup yazdım ona. Neden ona... bilmiyorum. İnsan bazen yanında bir arkadaş olsun ister... (Bir süre sustuktan sonra ekledi prens:) Ben de öyle bir şey hissetmiş olacağım.

— Âşık mısın yoksa?

— Hayır... Ben... kız kardeşime yazar gibi yazdım ona o mektubu. Altına da "kardeşiniz" diye imza attım zaten.

— Hım... demek özellikle... Anlıyorum.

— Bu tür sorularınıza karşılık vermekte zorlanıyorum Lizaveta Prokofyevna.

— Zorlandığının farkındayım, ama zorlanman hiç ilgilendirmiyor beni. Bak ne diyeceğim, Tanrı'nın önündeymişsin gibi, doğru söyle: Bana yalan söylemiyorsun değil mi?

— Hayır, söylemiyorum.

— Âşık olmadığın da doğru, değil mi?

— Sanırım doğru.

— Ah sen! "sanıyormuş"! Mektubu o çocuk mu götürdü?

— Nikolay Ardalionoviç'ten rica ettim...

Lizaveta Prokofyevna hararetle kesti prensin sözünü:

— Çocuk! Çocuk işte! Nikolay Ardalionoviç diye birini tanımıyorum ben! Çocuk işte!

— Nikolay Ardalionoviç...

— Çocuk diyorum sana!

Prens oldukça sakin olsa da, sert bir tavırla karşılık verdi:

— Hayır, Nikolay Ardalionoviç çocuk değildir...

— Pekâlâ canım, tamam! Bunu sonra konuşuruz.

Lizaveta Prokofyevna heyecanını bastırıp bir soluk aldı.

— Peki, şu "zavallı şövalye" ne oluyor?

— Hiç bilmiyorum. Benim haberim yok bundan. Bir şaka olsa gerek.

— Her şeyi birden öğrenmek çok hoş! Ama nasıl oldu da sana ilgi duymaya başladı, anlayamadım... Oysa "biçimsiz şey", "budala" diyordu senin için.

Prens neredeyse fısıldayarak, sitemli,

— Bunu bana söylemeyebilirdiniz, dedi.

— Kızma. Başına buyruk, çılgın, şımarık bir kızdır Aglaya. Sevince bağırıp çağırmaya başlar sevdiğine, gözlerinin içine bakarak alay eder onunla. Küçükken ben de öyleydim. Ancak sakın havalara gireyim deme canım, senin değildir o... Buna inanmak istemiyorum, öyle bir şey hiçbir zaman da olmayacak! Önceden önlemini alasın, hazırlıklı olasın diye söylüyorum bunu sana. Bana bak, o kadınla evli değilsin ya?..

Prens şaşkınlığından neredeyse hopladı yerinden.

— Lizaveta Prokofyevna, neler söylüyorsunuz öyle, insaf edin?

— Öyle ama, az kalsın evleniyordun, değil mi?

Prens başını önüne eğip,

— Evet, neredeyse evlenecektim, diye mırıldandı.

— Evlenmeyi düşündüğüne göre, âşık mıydın ona? Şimdi de onunla evlenmek için mi geldin buraya? Şu...

— Evlenmek için gelmedim, dedi prens.

— Dünyada senin için kutsal bir şey var mıdır?

— Var.

— Buraya o kadınla evlenmek için gelmediğine o kutsal şeyin üzerine yemin et bana.

— İstediğiniz her şeyin üzerine yemin ederim!

— İnandım. Öp beni bakayım... Nihayet rahat bir soluk alabildim. Ama şunu bilesin: Sevmiyor seni Aglaya, önlemini al, ben yaşadığım sürece asla evlenmeyecektir seninle! Duydun mu beni?

— Duydum.

Prensin yüzü öylesine kızarmıştı ki, Lizaveta Prokofyevna'nın yüzüne bakamıyordu.

— Şunu unutma, kurtarıcı gibi bekliyordum seni (oysa değmezdin buna!), geceleri gözyaşlarımla ıslattım yastığımı... ama senin için değil canım, merak etme, başka bir üzüntüm vardı, hiç bitmeyen, her zamanki üzüntüm... Bak neden öylesine hasretle bekliyordum seni: Tanrı'nın seni bana bir dost ve kardeş gibi yolladığına hâlâ inanıyorum. Kocakarı Belokonskaya'dan başka kimsem yoktu, o da gitti, zaten son yıllarda iyice bunadı, yaşlılıktan koyun gibi aptallaştı. Şimdi evet veya hayır diye cevap ver bana: O kadının dün akşam neden öyle bağırdığını biliyor musun?

— Yemin ederim, bu olayla hiçbir ilgim yok ve bu konuda hiçbir şey bilmiyorum!

— Bu kadarı yeter bana, inandım. Bu konuda şimdi ben de başka türlü düşünüyorum, oysa dün sabah her şeyde Yevgeniy Pavloviç'i suçluyordum. Önceki gün bütün gün de, dün sabah da... Şimdi onlara hak vermemek de elimde değil: Bir şey için, bir amaçla, bir nedenle, bir aptal gibi açıktan açığa alay ettiler onunla (bu bile kuşku uyandıran, hiç de hoş olmayan bir şeydi!) ama ne olursa olsun, Aglaya karısı olmayacak onun, unutma bu sözümü! Yevgeniy Pavloviç istediği kadar iyi bir insan olsun, kararım kesin! Önceleri tereddüt ediyordum, kararsızdım, ama kesin kararımı verdim artık: "Önce tabuta koyun beni, gömün, kızımı ondan sonra verin Yevgeniy Pavloviç'e." İvan Fyodoroviç'e bugün böyle söyledim işte. Görüyor musun, ne kadar güveniyorum sana, görüyor musun?

— Görüyorum ve anlıyorum.

Prensin gözlerinin içine bakıyordu Lizaveta Prokofyevna. Belki de Yevgeniy Pavloviç'le ilgili haberin onu nasıl etkilediğini anlamaya çalışıyordu.

— Gavrila İvolgin'le ilgili bir şey biliyor musun?

— Nasıl yani... çok şey biliyorum.

— Aglaya ile ilişkide olduğunu duydun mu?

Şaşırdı prens, irkildi bile.

— Öyle bir şey duymadım. Ne diyorsunuz, Gavrila Ardalionoviç'in Aglaya İvanovna ile ilişkisi mi var? Olamaz!

— Çok yeni bir şey bu. Kız kardeşi bütün kış fare gibi çalışarak bu işe bir yol açtı onun için.

Prens bir süre heyecan içinde düşündükten sonra kararlı,

— İnanmıyorum, dedi. Öyle bir şey olsa kesinlikle haberim olurdu.

— Yoksa gelip başını göğsüne dayayıp gözyaşları içinde senden özür dilemesini mi bekliyordun? Ah ne saf, ne alıksın sen! Herkes aldatıyor seni, tıpkı... tıpkı... Bunu anlayamadığın için utanmıyor musun? Seni enayi yerine koyduğunun farkında değil misin?

Prens isteksiz, alçak sesle,

— Arada bir beni aldattığını çok iyi biliyorum, dedi. Bunu benim bildiğimi de biliyor...

Ama sözünün sonunu getirmedi.

— Bunu biliyorsun ve yine de ona güven duyuyorsun! Bir bu eksikti işte! Senden de bu beklenir zaten. Hey Tanrım! Ben de tutmuş neye şaşıyorum! Sanki her zaman böyle değilmişsin gibi! Tüh! Peki, Gavrila denen o adamla Varvara denen o kadının Aglaya'yı Nastasya Filippovna ile görüştürdüklerini biliyor musun?

— Kimi? diye haykırdı prens.

— Aglaya'yı.

— İnanmıyorum! Olamaz! Ne amaçla yapmış olabilirler bunu?

Prens oturduğu sandalyeden ayağa fırlamıştı.

— Ortada deliller var, ama ben de inanmıyorum. Başına buyruk bir kızdır Aglaya, çılgınca şeyler yapar, delidir! Hırçındır, hırçın, hırçın! Bin kez olsa, yine hırçındır, derim! Kızlarımın hepsi öyledir, şu ıslak tavuk Aleksandra bile... ama yuvadan uçtu artık Aleksandra. Öyle diyorum, ama buna da inanmıyorum! (Lizaveta Prokofyevna kendi kendine konuşuyormuş gibi mırıldandı:) Belki de inanmak istemediğimdendir. (Birden tekrar prense döndü:) Neden gelmiyorsun bize? (Sesini yükselterek bağırdı prense:) Tam üç gündür neden hiç uğramadın?

Prens kendince nedenleri anlatacak oldu, ama Lizaveta Prokofyevna tekrar kesti sözünü:

— Herkes aptal yerine koyuyor seni, aldatıyor! Dün kente gittin. Bahse girerim, o aşağılık herifin önünde diz çöküp, on bin rubleyi kabul etmesi için yalvarmışsındır!

— Hiç de öyle bir şey olmadı, aklıma bile gelmedi. Onu görmedim bile, ayrıca o aşağılık biri de değil. Bir mektup aldım kendisinden.

— Göster bana o mektubu.

Prens çantasından bir mektup çıkarıp Lizaveta Prokofyevna'ya uzattı. Mektupta şöyle yazıyordu:

"Sayın Bayım,

Kuşkusuz, insanların gözünde gurur sahibi olmaya hiç hakkı olmayan biriyim. İnsanların düşüncesine göre bunun için fazlasıyla değersizim. İnsanların gözünde öyleyim, ama sizin gözünüzde değil. Sayın bayım, sizin başkalarına benzemediğinize, onlardan çok iyi olduğunuza yürekten inanıyorum. Doktorenko ile aynı görüşte değilim, bu konuda ondan ayrı düşünüyorum. Sizden asla tek kapik almayacağım, ama anneme yardım ediniz... Bu bir zayıflık olsa da, size minnettar olmak zorundayım. Ne olursa olsun, ben şimdi başka bir gözle bakıyorum size ve bundan sizin haberdar olmanızı istedim... Ayrıca bundan böyle aramızda herhangi bir ilişkinin olacağını da sanmıyorum.

Antip Burdovskiy

PS. İki yüz elli rubleden eksik olan para zaman içinde kesinlikle tarafınıza ödenecektir."

Lizaveta Prokofyevna mektubu prense doğru atıp,

— Ne saçmalık! dedi. Okumaya bile değmezmiş. Ne diye sırıtıyorsun?

— Kabul edin ki, onu okumak sizin de hoşunuza gitti.

— Ne demezsin! Kendini beğenmişlik kokan bu saçma şeyi mi okumak hoşuma gidecekti? O çocukların kibirden, gurur düşkünlüğünden akıllarını yitirdiklerini görmüyor musun yoksa?

— Öyle ama, yine de özür diliyor, Doktorenko ile ilişkisini kesmiş, ayrıca bunu kabul etmek onun için gururlu olduğu ölçüde değerli. Ah, Lizaveta Prokofyevna, çocuk gibisiniz!

— Ne o, tokat mı yemek istiyorsun benden?

— Hayır, öyle bir niyetim yok. Mektuptan hoşlandığınızı saklamaya çalıştığınız için söyledim öyle. Duygularınızdan niçin utanıyorsunuz? Her zaman duygulusunuzdur siz.

Lizaveta Prokofyevna öfkeden yüzü bembeyaz, ayağa fırladı.

— Bundan böyle evime adım atayım deme! diye haykırdı. Bugünden sonra evimde görmek istemiyorum seni!

— Öyle ama, üç gün sonra kendiniz gelip çağırırsınız beni... Ayıp size doğrusu! En iyi duygularınız bunlar, niçin utanıyorsunuz onlardan? Boşuna eziyet ediyorsunuz kendinize.

— Ölürüm de çağırmam! Bir daha adını almayacağım ağzıma! Unutacağım adını, unuttum bile!

Kapıya koştu Lizaveta Prokofyevna. Arkasından seslendi prens:

— Zaten yasaklanmıştı size gelmem.

— Ne? Kim yasakladı bunu sana?

Lizaveta Prokofyevna bir yerine iğne batmış gibi birden dönmüştü. Cevap vermekte tereddüt etti prens. Yanlış yaptığının farkındaydı. Lizaveta Prokofyevna çıldırmış gibi bağırıyordu:

— Kim sana yasakladı bunu?

— Aglaya İvanovna...

— Ne zaman? Hadi çabuk söyle!!!

— Bu sabah, bir daha size gelmemem için haber gönderdi bana.

Donup kalmış gibiydi Lizaveta Prokofyevna. Ama bir şeyler düşündüğü belliydi. Birden bağırdı yine:

— Ne gönderdi? Kiminle? O çocukla mı? Sözlü olarak mı?

Prens,

— Bir pusula gönderdi, dedi.

— Nerede o pusula? Ver bakayım! Çabuk!

Bir dakika kadar düşündü prens, yeleğinin cebinden özensizce koparılmış bir kâğıt parçası çıkardı. Kâğıtta şöyle yazıyordu:

"Prens Lev Nikolayeviç!

Bütün bu olanlardan sonra, evimize gelerek beni şaşırtmak niyetindeyseniz, hiç kuşkunuz olmasın, sizi gördüğüne sevinenler arasında beni bulamayacaksınız.

Aglaya Yepançina"

Bir dakika kadar düşündü Lizaveta Prokofyevna. Sonra birden prensin üzerine atıldı, kolundan yakaladı onu, çekerek götürmeye başladı. Olağanüstü bir heyecan ve sabırsızlık içinde bağırıyordu:

— Hemen şimdi gel benimle! Çabuk! Özellikle şimdi, şu anda!

— Ama zor durumda bırakıyorsunuz beni...

— Nedenmiş? Ne saf bir insansın sen! Çocuk gibisin! Şimdi her şeyi gözlerimle göreceğim...

— Hiç değilse şapkamı almama izin verseydiniz...

— Al bakalım şu lanet şapkanı, hadi gidiyoruz! Doğru dürüst bir şapka bile seçip alamamışsın kendine!.. (Lizaveta Prokofyevna, prensi kolunu bir an bırakmadan arkası sıra sürükleyerek götürürken kendi kendine mırıldanıyordu:) Aglaya'nın işi bu... sabahki olaydan sonra yaptı bunu... öfkesinden... Seni savunuyordum, yüksek sesle, aptal olduğun için bize gelmediğini söyledim... Yoksa öyle saçma bir pusula yazmazdı sana! Hiç yakışık almayan bir pusula yazmış! Soylu, eğitimli, zeki, akıllı bir kıza hiç yakışmamış!.. Hımm... (mırıldanarak sürdürdü konuşmasını:) Besbelli senin bize gelmemene içerlemiş olacak, ama bir budalaya böyle yazılamayacağını düşünemedi, sonuç da böyle oldu... (Aşırıya kaçtığını fark edince sesini yükseltti:) Ne diye kulak kabartmış, dinliyorsun beni? Senin gibi bir palyaço gerekliydi onun için. Uzun zamandır senin gibisini görmemişti. İşte bunun için istiyor seni! Sana dişini taktığına çok sevindim... Hak ettin de bunu. Bu konuda ustadır o, ah, ne ustadır!..

Continue Reading

You'll Also Like

6.5K 136 92
I. Cilt Savaş ve Barış, "klasik" dendiğinde akla gelen ilk kitaplardan. Na­poléon'un Rusya'yı işgalini anlatan dev bir savaş romanı, aynı zamanda bir...
5.6K 265 42
Tolstoy'un en önemli üç romanından biri olan Diriliş, insanın yozlaşmış toplum içinde geçirdiği sarsıcı değişimin, vicdanla dirilişin romanıdır. Zeng...
724 61 7
Bakır Atlı, Aleksandr Puşkin'in üç uzun şiirinden; Bahçesaray Çeşmesi, Çingeneler, Bakır Atlı, üç acıklı hikayeden oluşmaktadır. Yayınevi: Cumhuriye...
155K 4.1K 14
Hep başkalarının istediği gibi yaşayan Raif Efendi, memnuniyetsiz hayatının tek bir anıyla değiştiğine şahit olacaktır: Maria Puder isminde bir kadın...