Haptofobi

svzdmr

32K 2.3K 1.3K

Küçük umutlar besledim içimde, sonra fark ettim ki ben umutlarıma sığındıkça onlar benden kaçıyormuş. Ben kaz... Еще

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm" Final

23. Bölüm

573 52 65
svzdmr

Jungkook

"Burası!"

Jimin hyungun sesiyle ekrana daha dikkatli baktık. Hoseok hyung ile polis aynı zamanda gelmişti. Polisler gelir gelmez de hemen güvenlik kameralarının görüntülerine bakmaya gelmiştik.

"Emin misiniz?"

Polis memurunun sorusuyla başını onaylar biçimde salladı Jimin hyung.

"Bakın burası odaya girmeden önce. Pantolonunun sağ ve sol cebinde birer şişkinlik var."

Hepimiz dikkat kesilip Jimin hyungun dediği şeye odaklandık. Adamın iki cebinde de gerçekten bir şişkinlik vardı.

"Biraz ileri sarar mısınız?"

Kameralarla ilgilenen görevli Jimin hyungu onaylayıp görüntüleri biraz ileriye sarmaya başladı. Adam odaya girdi, Jimin hyung benimle konuştu, karşı sandalyelerde oturan Yoon Ji'yle konuştu. Sonra biz olduğumuz yerden ayrıldık. En sonda adam odadan çıktı ve görüntü tam burada durdu çünkü Jimin hyung, "Burası!" demişti.

"Dikkat ederseniz eğer sağ cebinde artık telefon yok."

Polisler dikkatle incelediler ama Jimin hyung sorulan soru yüzünden düşündü birkaç saniye.

"Tamam, dediğin doğru ama cebindekilerin telefon olduğunu nereden biliyorsun?"

"Yoongi hyungun telefonu yoktu ve Bayan Min de gittikten sonra odaya girdiğimde yatağın hemen yanındaki telefonu gördüm. Eminim buna, o adam Yoongi hyunga telefon verdi."

"Varsayımlarla iş yapamayız evlat, biliyorsun bunu."

"Ama Yoongi hyungdan başka bir iz yok. Ayrıca telefon Yoongi hyungun ise o telefonun numarası var bende."

Başından beri bizimle muhatap olmayan polis memuru iş arkadaşına dönüp, "Çocuk haklı Je Ha," dedi. Birinin bizimle aynı fikirde olması en azından rahatlatıcıydı. Yine de bir an önce Yoongi hyungu bulmalıydık. "Elimizde başka ipucu yok."

"Öyle mi yapalım Jun Hoo?"

Polis memuru başını onaylar biçimde salladığında üçümüzde derin bir nefes aldık. Biraz daha Yoongi hyungla ilgili bir gelişme olmasaydı kafayı yiyebilirdim. Yoongi hyung evden dışarıya gerekmedikçe çıkmayan birisiydi. Bizden habersiz bir yere gideceğini de düşünmüyordum açıkçası. Ki durumlar bu şekildeyken bir yere gideceğini hiç düşünmüyordum. Annesini ve Yoon Ji'yi bırakıp gitmezdi. Bundan emindim.

"O zaman delikanlı bize telefon numarasını vermelisin."

Jimin hyung bizden yana olan polise, yani Jun Hoo hyunga, telefonundan açtığı numarayı söyledi ama emin olamadığı için son aramalara girip kendini aradığı numarayı bulup telefonu uzattı.

"Baştan dördüncü numara."

İki poliste bizi başıyla onaylayıp telefon numarasını güvenlik görevlilerinden aldıkları küçük kağıdına not etti. Ardından da Je Ha hyunga bir el işareti verdi. Sanırım bu merkezi ara numarayı söyle demekti. Je Ha hyung başıyla Jun Hoo hyungu onaylayıp telefonunu giydiği siyah kot pantolonundan cebinden çıkardı. Sonra da merkezi arayıp az önce Jimin hyungun verdiği telefon numarasını söyledi.

"Hızlı ol. Ona göre ekip çıkartacağım."

Telefonu kapattığında birkaç saniye Jun Hoo hyung ile bakıştılar. Ben de Jimin hyung ile Hoseok hyunga baktım. İkisi de düşünceli görünüyordu. En çok da Jimin hyung. Sanırım en son Yoongi hyung ile görüşenin o olmasından dolayıydı bu düşünceli halleri. Bu konuda kendini suçlu hissetmesi normaldi ama tamamen kendini suçlu bulması yanlıştı. Yoongi hyung sorunlarıyla hep kendi uğraşmayı seçmişti. Resmen kapalı bir kutu gibiydi, siz ona yanaşmadıkça içindeki sırları göremiyordunuz. Bu yüzden Jimin hyung kendini bu kadar yıpratmamalıydı.

"Eğer dediğiniz şey doğru çıkar ise senin bir dahi olduğunu düşüneceğim evlat."

Je Ha hyung Jimin hyunga ithafen konuştu. Aslında Jimin hyung özünde zeki birisiydi ama nedense okumak istemiyordu ve ne ben ne de Yoongi hyung, Jimin hyungun bu kararına karşı çıkıyorduk. Sonuçta Jimin hyung bizim arkadaşımızdı ve ne yaparsa yapsın veya ne yanlışı olursa olsun daima arkasında duracaktık.

"Yoongi hyungun ortadan kaybolduğunu neden bana söylemediniz?"

Uzun süredir konuşmayan Hoseok hyung ile bakışlarımı ona çevirdi. Sanki bize biraz kırılmış gibiydi. Haklıydı aslında, o yüzden ağzımı açıp da bir kelime edemedim.

"Ben söylemedim kimseye."

"Yine de bana söylemeniz gerekirdi, Rose evde endişeli otururken kız kardeşimi teselli edememek açıkçası biraz sinirlerimi zıplattı."

Hala güvenlik kameralarının izlendiği odadaydık ve burada durmuş gerçekten tartışıyorduk. Yaptığımız ne kadar doğruydu emin değilim ama buradan çıkıp kavgamızı dışarıda yapsak daha iyi olacak gibi duruyordu.

"Çocuklar, dışarı."

Bize seslenen Je Ha hyung ile beraber hepimiz dışarıya çıktık. Jimin hyung ve Hoseok hyung birbirlerine kötü bakışlar atıyorlardı, bu belli bir süre aralarında soğuk rüzgarlar esecek demek gibi bir şeydi. Hoseok hyung ile yeni tanışmış olsak da cana yakın kişiliği hemen ona alışmamızı sağlamıştı.

"Kavga etmeniz işimize yaramayacak delikanlılar."

Jun Hoo hyung, diğer iki hyungumu uyardığı sırada Je Ha hyungun telefonu çalmaya başladı. Bu kadar kısa sürede bulmalarını beklemiyordum açıkçası. Yine de aramayı cevaplayan Je Ha hyungun sözlerine odaklanmayı tercih ettim.

"Kimin dedin depoyu? Tam anlayamadım."

Birkaç saniye sessizlikten sonra Je Ha hyung, "Ne diyorsun?" deyince merakla ona bakmaya başladık.

"En az üç ekip istiyorum. Diğerlerine de haber ver. İşimiz çok uzayacak çünkü."

Je Ha hyung telefonu kapattığında hepimizin meraklı bakışları yüzünden olayı açıklamaya başladı.

"Kanıt yetersizliğinden elimizden kaçan Eun Woo'yu hatırlıyorsun değil mi? Telefon numarasının sinyali onun deposundan geliyor. Bir taşla iki kuş vuracağız anlayacağın."

Jun Hoo hyung başını onaylar biçimde sallayıp bize gidiyoruz dercesine göz kırptığı sırada birkaç adım ileri atıp Jun Hoo hyungun kolunu tuttum.

"Bir numara daha versem size o numaranın nerede olduğuna bakabilir misiniz?"

Herkes bana şaşkınlıkla bakarken Yoon Ji'nin acele bir şekilde neden evden ayrıldığını merak ediyordum ve abisi kayıpken Yoon Ji'nin bu şekilde gidebileceği bir yer düşünemiyordum. Ya Yoongi hyung ile ilgili bir haber almıştı ya da gerçekten çok önemli bir şey olmuştu. Ki bu önemli olan şeyin nedense Yoongi hyung olduğunu düşünüyordum.

"Yoon Ji mi?" diye soran Jimin hyungu başımla onayladım.

"Kaçırılan çocuğun yani Yoongi hyungun kız kardeşi. Eğer size vereceğim numara yine aynı yerde çıkarsa tamamen emin bir şekilde gidersiniz oraya."

Jun Hoo hyung birkaç saniye yüzüme baksa da dediğim şeyi onaylamış ve, "Numarayı söyle," demişti kendi telefonuna uzanırken. Önce merkezi aradı ve bir şeyler söyledikten sonra numarayı vermem için bana baktı. Başımı sallayıp ezbere bildiğim numarayı söyledim. Ezbere biliyordum çünkü Yoongi hyungun telefonu kırıldığı zamandan bu yana Yoongi hyunga Yoon Ji'nin telefonundan ulaşıyorduk.

"İki dakika beklemek gerekiyor."

Başımla onayladım Jun Hoo hyungu.

"Neden Yoon Ji'nin numarasına baktırıyorsunuz?"

Hoseok hyung merakla konuştuğunda açıklama yapması için Jimin hyunga döndüm. Şu an açıklama yapmak gelmiyordu içimden.

"Sabah Yoon Ji evden apar topar çıktı ve..."

Sanki Yoon Ji'nin görüştüğü belalı kişiyi söylemek istemiyordu Jimin hyung. Haklıydı aslında.

"Bunun devamını isterse Yoongi hyung anlatır."

Hoseok hyung bir şey söylemeden başıyla onayladığında bu konuda anlayış gösterdiği için minnetle ona baktım.

"Söyle. Tamam, kapat."

Jun Hoo hyun bize baktı.

"Tahminleriniz doğru çıktı. Dediğin kız da oradaymış."

-----------

Yoongi

"Hadi ama ne zaman uyanmayı planlıyorsun Yoongi?"

Yüzüme atılan buzlu su yüzünden irkilerek açmıştım gözlerimi.

"Yoon Ji'ye neden ailenin bu halde olduğunu ve neden burada olduğunu anlatmayı bitirdim, hatta gelecek planlarımızdan bile bahsettim ama Yoongi sen bir türlü uyanmadın. Sanırım fazla uykucusun."

Derin nefesler alırken önümde bağdaş kurmuş oturduğu yerden bana bakan Hyun Woo'ya baktım. Bir yolunu bulup bu durumdan kurtulmalıydım çünkü Yoon Ji'nin buraya gelirken Hyun Woo'nun uyarısı üzerine kimseye haber vermediğine emindim. Kendimi değilse bile en azından kız kardeşimi kurtarmalıydım.

Yoon Ji'ye baktım. Dikkatlice hâlâ kanamaya devam eden elime bakıyordu. Hareket ettikçe canımı yakıyordu ama şu anlık sorunum bu değildi.

Bakışlarımı Yoon Ji'den çekip yerde bana bakan Hyun Woo'ya çevirdim. Bir boşluğunu bulmalı ve bir şey şeyler yapmalıydım. Ama kendimi çok güçsüz hissediyordum, bacaklarımı biraz bile hareket ettirsem bana ağrı olarak geri dönüyordu. Bu halde ne yapabilirdim inanın kestiremiyordum.

"Sıkıldım."

Hyun Woo ofladığında sinirle, "Ben de sıkıldım," dedim. Nasıl bu hale geldiğimi gerçekten bilmiyordum. Şu an her şey çok saçma geliyordu.

Yoon Ji'ye çevirdim bakışlarımı. Hyun Woo'yu işaret ettim. Birkaç kelime konuşursa eğer belki dikkatini dağıtabilirdi. Bu sayede de Hyun Woo'nun belinde duran silahı alabilirdim. Umarım başımla ne demek istediğimi anlardı.

"Hyun Woo?"

Yoon Ji'nin sesi ile ona döndü. Koca deponun içinde yalnız olması biraz da olsa avantajdı. Yalnızdı çünkü ben tamamen bitik durumdaydım, sağ elimi kullanamıyordum zaten, Yoon Ji'nin elleri ise birbirine bağlıydı. İkimizde bir şey yapamazdık şu an.

"Gerçekten abime böyle davranmanın sebebi ben miyim?"

"Yani, biraz."

"Ne yapmayı planlıyorsun?"

Hyun Woo yönünü değiştirip tamamen bedenini Yoon Ji'ye çevirdi. Bunu fırsat bilerek çok ses çıkartmamaya çalışıp sandalyeden kalktım. Hareket edince her yerim sızlasa da dişlerimi sıkıp acımı biraz almayı denedim.

"Büyük ihtimalle buradan abinin cansız bedeni çıkar. Senin için daha bir şey düşünmedim."

Duyduğum sözler ile donup kaldım bir süre. Ölmenin sorun olmadığını söylesem de bunu bir başkasından duymak bir süre duraksamama sebep oldu.

"Tamam, belki biraz gelecek planlarımdan bahsettim sana ama şu anda seninle ilgili bir planım yok."

Duyduğum cümleyi sindirdiğimde hızlıca Hyun Woo'nun belindeki silaha uzandım. Göz açıp kapayınca kadar kısa bir sürede olayı anlayan Hyun Woo, Yoon Ji'yi kolundan yakalamış ve benden uzağa çekmişti.

"Ters bir hareketinde seninle beraber Yoon Ji de ölür."

Şu anda avantajsız olan bendim. Silah benim elimde olabilirdi ama Yoon Ji de Hyun Woo'nun elindeydi. Bir yerden sonra pes edeceğimi gayet iyi biliyordum.

"Tamam, beni istediğin şekilde öldürmene izin vereceğim ama Yoon Ji gidecek."

"Güzel anlaşma ama ikiniz birden daha cazip geliyorsunuz."

"Ölürsem işine yaramam, değil mi?" dedim silahı kafama dayarken. Daha önceden biri bana böyle bir şey yapacağımı söyleseydi onu umursamazdım bile. Kendi canıma kıyacak kadar aptal bir insan değildim çünkü. Ama şimdi gerçekten de bir aptaldım.

"Sadece kurşunu yediğin yer değişir Yoongi ama evet, yaramazsın. Ama bir de şu var kendini öldürdükten sonra Yoon Ji'yi öldürmeyeceğimi nereden biliyorsun?"

Siktir! Doğru söylüyordu. Ne yaparsam yapayım Yoon Ji'yi kurtaramayacakmışım gibi geliyordu. Derin bir nefes aldım. Birkaç saniye içinde bir şeyler düşünmem gerekiyordu.

Aklıma gelen şeyle ne kadar tehlikeli olduğunu bilsem bile kanayan elimi havaya kaldırıp ne kadar canımı yaksa da elimi yumruk yaptım. Bu, buz demekti. Yoon Ji, geçen yıl onları ziyarete gittiğimde zorla bana K2 dizisini izletmişti, o zaman saçma bulsam da şu an izlediğim için mutluydum.

Yoon Ji birkaç saniye yumruk yaptığım elime baktı. Sanki ne yaptığımı anlamaya çalışıyor gibiydi. Yardımcı olmak için Hyun Woo'nun anlayamayacağı bir şekilde, "Elim acıyor ve buza ihtiyacım var," dedim.

"Umurumda değil."

Yoon Ji'ye baktığımda beni onaylarcasına başını çok hafif salladı. Yumruk yaptığım elimden kan koluma sızarken elimi açıp yavaşça aşağı doğru eğmeye başladım. Zaten dikkati dağınık olduğu için Yoon Ji yere otururken ne olduğunu kavrayamamıştı bile. Elimdeki silahı ateşlemiştim.

Depoda acı dolu bir inleme duyulunca Hyun Woo'ya baktım. Boynunun sol tarafına denk gelmişti kurşun. Hyun Woo yere yığıldığı sırada içeriye giren korumaları görmemle beraber, "Yoon Ji, yere yat ve sakın başını kaldırma!" diye bağırdım. Çünkü eğer kaldırırsa birazdan üzerime yağacak kurşunların hedefi olabilirdi.

"Öl-öldürün ve cesediyle beraber depoyu yakın."

Hyun Woo gözlerini kapattığı sırada göğüs kafesimde, sağ göğsümün biraz aşağısında, belimin hemen sağ tarafında ve sol bacağımda hissettiğim acıyla beraber dudağımın kenarından sızan kanla yüzümü buruşturdum. Belki de bu son tahmin edişimdi ve doğru çıkmıştı. Buradan sağ çıkmak gibi bir şansım yoktu. Ben, gerçekten de ölüyordum. Dizlerimin üzerine düştüğüm sırada Yoon Ji'nin bağırışlarını duymak gülümsememe sebep oldu çünkü kardeşim yaşıyordu.

O an, gözlerimin önüne gelen gülümseyen yüz ile gülümsemem biraz daha büyüdü. Rose'a, onu son kez sevdiğimi söyleyemeyecektim.

"Seni s-se-seviyorum Rose..."

-----------

Jimin

Polisler ne kadar onlarla gitmemize karşı olsalarda gizlice arabaya binmeyi başarmıştık üçümüz de. Tabi beş dakika sonra yakalanmıştık ama sorun değildi. Sonuçta denilen yere biz de gidiyorduk, değil mi?

"Umarım bir şey olmamıştır ya da çok geç kalmamışızdır."

Jungkook'un sözleri ile içimi kaplayan endişe daha da büyüdü. Ya eğer gerçekten çok geç kaldıysak? Ya yetişemezsek?

Yoongi hyungu sağlam görmek istiyordum, çok şey yaşamıştı ve henüz izlerini bile silememişti. Ne kadar sert görünse de her gece odasında ağladığını biliyorduk. Yaşadıkları zor geliyordu ona. Gerçi, kim olsa bu yaşananlar ağır gelirdi.

Her ihtimale karşı cebimden telefonu çıkardım ve ambulansı aradım. Olası bir durumda müdahele için orada olurdu en azından. Polisler konuşurken adresi almıştım bir şekilde.

Jungkook ve Hoseok hyung ne yaptığımı anlamaya çalışıyorlardı. Konuşmamı bitirip ikisine döndüm.

"Ambulansı aradım. Her şey olmuş olabilir."

Başlarını sallayarak beni onaylayan arkadaşlarıma baktım bir süre. Eğer bir şeyler olduysa Yoongi hyung artık kaldıramayabilirdi bu durumu. Psikolojisi tamamen altüst olurdu.

Depoya yaklaştıkça gökyüzüne yükselen dumanlar iyi şeyler olmadığını gösteriyordu. Eğer düşündüğüm şey ise kafayı yerdim. Je Ha hyung arabayı durduğunda karşılaştığımız manzara gerçekten berbattı. Depo yanıyordu ve etrafta kimse yok gibi görünüyordu.

"Hassiktir. Yolda yanımızdan geçen siyah arabadakiler onlardı."

Jun Hoo hyungun cümlesi ile bir polis ekibi hemen arabalarına geri dönmüş ve keskin bir U dönüşü yaparak gözden kaybolmuştu.

Yanan depoya baktım ama Jungkook benden önce davranarak daha yeni yeni yanan depoya doğru koşturmuştu. Ne ben tutabilmiştim Jungkook'u ne Hoseok hyung ne de polis memurları. Jungkook içeriye girdiğinde koşup ben girdim. Birimize bir şey olacaksa hepimize olmalıydı. Etraf henüz tamamen alev almamıştı. Deponun ortasında kan gölünün içinde yatan beden çekti dikkatimi. Yoongi hyungun ortadan kaybolduğu gün giydiği kıyafetlerdi. Ben öylece bakmaya devam ederken Jungkook Yoongi hyungu kollarından tutmuş ve dışarıya sürüklüyordu. Kendime gelerek bir yerlerimin yanacak olmasını gözardı edip yanlarına koştum ve Yoongi hyungun bacaklarını tutup dışarıya çıkmasında yardımcı oldum. Buraya gelirken aradığım ambulansın sesini duyduğum sırada Jungkook'un ağlamaklı sesini duydum.

"Yoongi hyung... Nefes almıyor."

✨✨

Acımasız olduğumu biliorum tşk ldkdhd

Hikayenin nasıl olduğunu söyleseniz fena olmazdı aslında çünkü çok eksiğim var ve ben bazen fark edemiyorum msksshsh

Astigmat ve miyop var arkadaşlar bende, ondan da görmüyor olabilirim nsjshdn

Gelen bildirim için de üzgünüm, whatsapp'tan gelen mesaja gireyim derken yayımladım bölümü yanlışlıkla. Neyse uzatmıyorum daha fazla. Görüşürüz msksjd

Продолжить чтение

Вам также понравится

63K 4.7K 29
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...
1.3M 99.2K 70
Bangtan'ın geçici menajeri olmakta ne gibi bir sorun çıkabilirdi ki? |Tür: Komedi| Story by Divörz. Başlangıç: 7 Eylül 2014 Bitiş: 8 Eylül 2019
148K 15.7K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
7.6K 646 7
Göl parlak, gölgeler karanlıktı. Bu sıcak havalar libasları tenlere yapıştırır, nefesleri bunaltır, kimselere yaramazdı. Ona da yaramamış belli ki gü...