HÜZME

Por shevval-

423K 10.8K 1.1K

Karanlık odanın köşesinde tek başına ağlayan kız çocuğu büyümüş ve artık genç bir kadın olmuştu. Diğer çocukl... Mais

Bölüm 1: Başardım
Bölüm 2: Telefondaki yabancı
Bölüm 3: Sır
Bölüm 4: Kulüp
Bölüm 5: Hain
Bölüm 6: Karan
Bölüm 7: İsyan
Bölüm 8: Geçmiş
Bölüm 9 : Çete
Bölüm 10: Bıçak
Bölüm 11: Mahalle
Bölüm 12: Kalp
Bölüm 13: Unutacağım
Bölüm 14: Çok korktum
Bölüm 15: Nefret
Bölüm 16: Git

Bölüm 17: Kaçmayacağım

15.6K 564 74
Por shevval-

Onur, neden buradasın der gibi bana bakıyorken onu umursamadan içeri girdim ve elimi hızla alnının üstüne bastırdım.

Tam tahmin ettiğim gibi... "Yanıyorsun!"

Kapı kulpundan elini çekip arkamızdan kapattığımda üzerimdeki şaşkın bakışlarını da asla umursamadım. Beynim, kalbim ve vücudum... hepsi tamamen endişenin esiriydi.

"Önce ateşini düşürmemiz lazım, gel benimle." O an kolundan tutup yürütmeye çalıştığımda kıpırdamadığını görüp kaşlarımı çattım. Beni kovmak istiyorsa, gerçekten şu an hiç sırası değildi.

"Neden geldin, Kadir mi yolladı seni?"

Yine o ifadesiz surat ifadesini takınmış, benimle konuşuyor olsa da ben gözlerinden görebiliyordum kırgınlığını. Dün git dediğim için böyle içli bakıyordu bana.

"Evet, hasta olduğunu Kadir söyledi. Ama o yollamadı, ben kendi isteğimle geldim."

"Neden? Umurunda olmadığımı sanıyordum." Acımasız bir şekilde lafı ağzıma tıktığında kolundaki parmaklarımı çekmek yerine daha da sıktım. Durumlar şimdilik ikimiz için de zordu.

"Sonra konuşsak bunları..."

"Konuşulacak bir şey yok zaten. Ben iyiyim, buraya kadar boşuna zahmet etmişsin." Parmaklarımdan tek bir hamleyle kurtulup merdivenlere yöneldiğinde hiç utanmadan veya sorgulamadan peşinden takip ettim.

Ne gurur ne de başka bir duygu umurumdaydı şu an. Onun iyi olduğunu görmeden de gitmeyecektim buradan. O inatsa ben daha da inattım.

"İyi falan değilsin, çok ateşin var." Hemen arkasından odasına girdiğimde, o beni umursamadan geçip yatağına oturmuştu. Dün benim onu görmezden geldiğim gibi, o da beni görmezden geliyordu.

Ve bu... hiç tahmin edemeyeceğim kadar üzmüştü beni.

Ona ne kadar kötü hissettirdiğimi ancak şimdi fark edebildiğimde geçip tam karşısında dikildim. Bu defa kaçmayacaktım, buradaydım.

"Tişörtünü çıkar, yarana bakacağım." Onu beklemeden tişörtün altından tutup yukarı doğru sıyırmaya çalıştığımda hızlı bir hareketle ellerimden tutup durdurdu beni.

"Belli ki meşgulsün, git işlerinle ilgilen Hale. Ben iyiyim." Üzerimdeki kıyafetlerden mahalleden geldiğimi kolayca anlayıp, çok ince bir şekilde laf soktuğunda derin bir nefes verdim.

"Şu an tek işim sensin." Ben yukarı sıyırmaya çalıştıkça aşağı bastırdığı tişörtüne ters ters bakmaya başladığımda, o an bana başka bir seçenek bırakmadığını da çoktan fark etmiştim. Beni buna o zorlamıştı.

Ellerim onun bile beklemediği bir hızda tişörtün üst tarafından kavradığında iki yana doğru çekip tam ortadan yırttım. Tam o an şaşkın bakışları yırtık tişörtü ve benim aramda gidip geliyorken umursamazca omuz silktim. "Kim olduğumu unutuyorsun bazen.."

Bir şey demeden dalgın dalgın yüzüme bakmaya devam ettiğinde ona biraz daha yaklaşıp omuzlarından bastırdım. "Şimdi beni zorlama da kendi isteğinle yat şuraya."

"Hale... yapma." Ellerim hala çıplak omuzlarındayken o kafasını kaldırmış, ısrarcı ve kırgın gözleriyle bana bakıyordu. İlk defa ondan daha uzun durup yukarıdan bakabildiğime bile sevinemiyordum ben şu an..

"Ne yapıyorum ki?" Salağa yatarak bu durumdan sıyrılmaya çalıştığımda bunun onda hiçbir etki etmediğinin de oldukça farkındaydım.

"Benim... gitmemi mi istiyorsun?"

Evet... bu defa, bu soruyu soran bendim. Ve bir kez daha onun ne kadar üzüldüğüne dair bir empati daha kurabilmiştim. Onu tahmin ettiğimden de fazla kırmıştım ben.

"Hayır, beni görmek istemeyen sendin. Şimdi de sanki git diyen sen değilmişsin gibi yanıma geliyorsun. Gerçekten... ne yapmaya çalışıyorsun?"

Sorun da buydu zaten... ben bile bilmiyordum ki ne yapmaya çalıştığımı. Ben bile anlamıyordum aklımdaki o dağınık düşünceleri....

Ama şu an... şu an tek bir isteğim vardı. O da Onur'un iyi olduğunu görmekti.

"İstersen kovabilirsin.." dedim ağlamamak için kendimi tuttuğum bir sesle. "... ama iyi olduğunu görmeden gitmeyeceğim."

Bir süre sustu. Sustu ve gözlerimden bir şeyler anlamaya çalışıyormuş gibi sessiz kaldı.

Ve en az benim kadar kafası karışmış olmalıydı ki, o an derin bir nefes verip gözlerini benden uzak köşelere kaçırmaya başladı. "Neyse... istediğini yap."

Sözümü dinlemesi her ne kadar istediğim bir şey olsa da tahmin ettiğim bir şey değildi. Bana daha fazla zorluk çıkaracağını sanarken, o isteğim üzerine sırtını yatak başlığına yaslayıp uzandı.

Daha fazla dikilip zaman kaybetmemek için hızlı bir şekilde yanına oturup dikkatli hareketlerle yarasını açtığımda da tek yaptığı karşısındaki duvarı izlemekti. Asla bana bakmıyordu.

"En son ne zaman pansuman yaptın?"

"Yapmadım."

Umursamaz tavrına karşı kaşlarımı çattığımda çenesinden tutup yüzünü zorla kendime çevirdim. "Neden yapmadın? Her defasında benim mi gelmem lazım yanına?"

Sözlerimin aksine gözleri yalnızca çenesini tutan elimdeyken, o an ne yaptığımı fark edip parmaklarımı geri çektim.

"Pansuman düşünecek halim yoktu." Kısa süren bir sessizliğin ardından dürüst bir şekilde cevap verdiğinde gözlerim yorgun yüzünü buldu. Hiç uyumamış mıydı?

Aslında biliyordum ki, bu duruma gelmesine bile ben sebep olmuştum. Çünkü o sözleri söylerken tek düşündüğüm ben ve benim isteklerimdi. Önemli olan yalnızca benim ne düşündüğüm, benim ne hissettiğimdi. Onu hiç düşünmemiştim...

"Çok bencil bir insanım." Bakışları sözlerimle birlikte yavaşça beni bulduğunda dolan gözlerimi ondan kaçırarak tavana çevirdim. Gerçekten... ağlamak istemiyordum.

"Ağlayacaksan izin vermeyeceğim pansuman falan yapmana." O an oldukça ciddi bir tavırla konuştuğunda gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırmaya başladım. "Ağlamıyorum."

Komodinin üzerinde duran malzemelerle o vazgeçmeden hızlı bir pansuman yapmaya başladığımda, artık bakışlarının da ara sıra bana değdiğini hissedebiliyordum.

Neyse ki dikişleri patlamamış veya yarası iltihap kapmamıştı. Onlar en kötü ihtimallerdi çünkü, rahatlamıştım.

Elim yeniden alnını bulduğunda ister istemez irkilmesi bile canımı oldukça yakmıştı. Kim bilir kaç saattir bu haldeydi...

"Bekle beni, kalkma sakın."

Ayağa kalkıp üzerimde unuttuğum deri ceket ve şapka ikilisinden kurtulduğumda ezbere bildiğim evde banyoya doğru yürüdüm.

Bulduğum küçük bir kovanın içine soğuk suyu doldurduğumda, birkaç parça küçük bezi de yanıma almış ve hızlı bir şekilde Onur'un yanına geri dönmüştüm.

Bıraktığım gibi yatakta uzanıyorken gözleri önce beni sonra da elimdeki kovayı buldu. "Ne yapacaksın onlarla?"

"Temizlik yapacağım."

Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatılırken şaşkın bir şekile "Ne temizliği?" dedi. Ama ben, söylediğime inanması mı daha komikti yoksa bakışları mı emin olamamıştım.

"Şaka yapıyorum, ateşini düşüreceğim." Kalktığım yere geri oturduğumda suya daldırıp sıktığım bir bezi alnına koydum.

"Soğuk bu!" Memnuniyetsiz bir şekilde kafasındaki bezden kurtulmaya çalıştığında hızlı davranıp onu engelledim. "Kıpırdama."

Ellerinin bile ne kadar sıcak olduğunu ancak o an tutabildiğimde fark ettiğimde dalgın gözlerimi parmaklarına diktim.

Fark etmiştim ki Onur'un hasta veya yaralı olması, beni kendime bile üzülmediğim kadar üzüyordu. Garip bir şekilde canımı da yakıyordu.

"El falıma mı bakıyorsun?" Dediğine istemsizce güldüğümde tuttuğum ellerini bırakıp yeni bir bez daha sıktım. Bu bezi de boynuna koyduğumda o yine soğuk olduğuna itiraz edip irkilmişti.

Kalan diğer soğuk havluları da koltuk altlarına zorla koyduğumda mumya gibi sarılmış haline bakıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Şu an o kadar masum duruyordu ki...

"Biraz daha sırıtmaya devam edersen hepsini atacağım üzerimden."

Dediğini yapacağını adım kadar iyi bildiğim için hemen dudaklarıma yalancı bir fermuar çekip konuyu değiştirdim. "Bugün ne yedin?"

"Hiçbir şey." Yeniden hızlı bir cevap verdiğinde şaşkın gözlerimi bir an olsun yüzünden ayırmamıştım.

"Amacın ne, ölmeye mi çalışıyordun?" Gözleri bir anda bana oldukça imalı bakmaya başladığında aklım istemsizce yine dün geceye gitmişti.

"Çorba yapacağım sana." Konudan uzaklaşmak için ayağa kalkmaya çalıştığımda bileğimden sıkıca tutarak durdurdu beni. "İstemiyorum. Hem geç oldu zaten, yapacağını da yaptın..."

Açık açık git demiyordu, ama git diyordu.

İstemsizce bunu dün yapan asıl ben değilmişim gibi kalbim kırıldığında derin bir nefes aldım. "İstersen babam gibi kapının önüne atabilirsin beni... umurumda değil. Hiçbir yere gitmeyeceğim."

Gözleri sözlerimle birlikte bir anda yumuşadığında bileğimi tutan parmaklarından usulca sıyrıldım. Söylediği gibi, ben inatçı bir kadındım. Ve söylediğimi de ne olursa olsun yapacaktım.

"Dinlen sen, aşağıdayım ben." Başka bir şey demesine fırsat vermeden arkamı dönüp merdivenlerden indiğimde, buzdolabından gerekli bazı malzemeleri de çıkarıp güzel bir hasta çorbası yapmaya başladım.

Bir yandan da şu an içinde bulunduğumuz garip durumu düşünüyordum...

Bir türlü anlayamıyordum ama... Nasıl onunla bir anda ortaklık dışı bir ilişkiye doğru kapılmıştık biz?

Ne ara bu kadar düşünür olmuştum mesela onu, ne ara bu kadar içime işlemişti?

Önce Sıla konusunda bir yanlış anlaşılma yüzünden kırılan kalbimle kaçmıştım ondan. Mahallede denk geldiğimizde de acımasızca içimdeki tüm öfkeyi kusmuştum yüzüne...

Sonra araya zaman girmiş ve tam iyiyim dediğim anda Emre'nin düğününde karşılaşmıştık. Ve orada da beni... öpmüştü.

O gece yeniden ona bağırmış ve hep yaptığım gibi arkamı dönüp gitmiştim. Bir daha da yüz yüze gelmemiştik... ta ki o bir gün kapım çalana ve ben karşımda yaralı bir Onur bulana kadar...

Neredeyse benim yüzümden ellerimde ölmek üzereyken istemsizce birbirimize daha çok yakınlaşmış, en sonunda da dün geceki olayı yaşamıştık işte.

Saçmaydı ama... uzaklaşmaya çalıştıkça daha çok yaklaşıyorduk biz birbirimize.

Kaçtıkça daha çok çekiliyordum ona...

Onur'un yokluğu da varlığı da ayrı bir yük oluyordu artık bana. Ne onunla ne de onsuz gibi bir durumdu bu yani...

Anlamsız ve karmaşık.

Bana hissettirdikleri canımı yaksa da onun kötü olduğunu görmek, bilmek daha çok mahvediyordu beni. Benimle olmasa bile... iyi olmasını istiyordum.

Bir yandan çorbayı karıştırıp bir yandan da düşüncelerimde boğuluyorken kaynadığını fark edip ocağın altını kapattım. Güzel kokuyordu...

Çorbadan bir kase doldurup yanına ekmek ve su da aldığımda hepsini bir tepsiye doldurup yukarı çıktım.

Onur'un gözleri kapalı olsa da ben içeri girer girmez açılmış ve halsiz bakışları da hızla beni bulmuştu. "Gerek yoktu."

Onu hiç umursamadan tepsiyi komodinin üzerine bıraktığımda vücut ısısıyla sıcaklaşan havluları alıp, bir bir suyun içine geri attım.

"Doğrul biraz.." Dediğimi yapıp yattığı yerde oturur pozisyona geldiğinde tepsiyi alıp kucağına bıraktım.

Sanki bu anı bekliyormuş gibi çalan telefonuma göz ucuyla baktığımda elimle sıcak çorbayı işaret ettim. "Sen iç, ben geliyorum."

Telefonun ekranında Ateş'in ismini görmek o an beklediğim en son şeyken farkında bile olmadan kaşlarımı çattım. O beni çok önemli bir şey olmadıkça asla aramazdı, bir terslik vardı.

"Efendim Ateş, problem ne?"

"Kusura bakma, rahatsız ettim. Ama bu arkadaşlar bombaların gerçek olduğunu görünce bir anda korkup vazgeçtiler işten. Güzelce ikna etmeye çalıştım ama olmadı... kendi taktiklerimi denememi ister misin?"

Benden onları dövmek için izin istemesine gülecek gibi olduğumda kendimi tutup pencerenin kenarına doğru yürüdüm. "Sesimi hoparlöre al, dinlesinler."

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından tamam dediğinde sesimi biraz daha yüksek tuttum. "Kısa ve net konuşacağım arkadaşlar. Size iki seçenek sunuyorum..."

İlgili ve meraklı bakışlarını üzerimde hissettiğim Onur'a göz ucuyla baktığımda, o sanki bana hiç bakmamış gibi önüne döndü. Buna başka bir zaman gülecektim...

"Ölecek gibi olmak mı, yoksa gerçekten ölmek mi istiyorsunuz? Siz seçin, cevabınıza göre silahıma iki mermi daha ekleyip yanınıza öyle geleceğim."

Telefonu başka bir şey demeden kapatıp cebime attığımda derin bir nefes aldım. Hiçbir aksiliğe tahammül edebilecek bir durumda değildim, bu plan benim için çok önemliydi.

Adımlarım yeniden Onur'un yanını bulduğunda çoktan bitirdiği sıcak çorbaya bakıp gülümsedim. Yaptığım yemekleri beğenmesi hoşuma gidiyordu.

"Şimdi ilaçlarını içeceksin." Getirdiğim su ve ilaç paketlerini ona uzattığımda bıkmış bir nefes alıp her birinden birer tane yuttu.

"Oldu mu?"

"Oldu, şimdi uzan tekrar."

Kovadaki bezleri tekrar tekrar ıslatıp aynı yerlere Onur'un itirazlarına rağmen geri yerleştirdiğimde yeniden çalan telefonumla kaşlarım çatıldı. Yine ne oluyordu ya?

Ömer'in aradığını görüp bekletmeden yeşil tuşa bastığımda oldukça sabırsız bir ses tonuyla konuştum. "Bir sorun mu var?"

"Evet... Bu Sina şerefsizi o adam hakkında araştırma yapmak için de ayrıca rüşvet istiyormuş. Ne yapayım döveyim mi ben bunu?"

Yanında olduğunu arkadan gelen itiraz seslerinden anladığımda sinirimi kontrol altında tutmaya çalıştım. Anlaşmış gibi arka arkaya sorunlar çıkıp duruyordu bu gece.

Ayrıca niye herkes beni birilerini dövmeye izin istemek için arıyordu ya?

"Ekibe alacağımı söyledin mi?"

"Evet."

"Ona rağmen mi sorun çıkartıyor?"

"Evet."

Onur bu defa gözlerini yüzümden çekmeden beni dinliyorken eliyle hoparlöre almam için bir işaret verdi. Bunu neden istediğini anlamasam da dediğini yaptım.

"Ne yapayım ben bu veleti şimdi, döveyim mi?"

"Hayır, hayır. Telefonu ver sen ona."

"Efendim Regina." Birkaç kısık sesin ardından asosyal hacker'ımız Sina'nın sesini duyduğumda alayla sırıttım. "Naber Sina?"

"İyiyim Regina, sen nasılsın?" Ses tonundan şu an deli gibi korktuğu açıkça belli oluyorken neyine güvenip de bana karşı geldiğini anlamaya çalışıyordum.

"Bazı sorunlar çıkarıyormuşsun galiba. Ne yapmamı istersin, bizzat ben mi geleyim yoksa Ömer Abin mi halletsin sıkıntını?"

"Yok yok sorun falan çıkarmıyorum ben." dedi telaşlı bir şekilde sözümü bölerken. "Ben sadece Ömer Abi'ye seninle yemeğe çıkma gibi bir imkanım var mı diye sordum o kadar.."

Ömer'in rüşvet diye bahsettiği şeyin bu olduğunu anladığımda gülmemi bastırmak için dudaklarımı ısırdım. Millet deliye ben akıllıya hasrettim resmen.

"Sen bu işleri kusursuz bir şekilde hallet, sonra istediğin yerde randevuya çıkarız."

"O zaman sen hepsini şimdiden oldu bil." Heyecanlı bir şekilde konuşup telefonu yüzüme kapattığında şaşkın bir şekilde kararan ekrana baktım.

"Manyak ya..." Gülerek söylediğim lafın ardından Onur'la göz göze geldiğimde gülüşüm yüzümde hızla donmuştu. Biraz... sinirli bakıyordu sanki.

"Ne oldu, niye öyle bakıyorsun?"

"Yok bir şey." Bir şey dememe fırsat bile vermeden üzerindeki havluları kovaya geri attığında şaşkın bir şekilde onu izledim. "Niye yaptın bunu?"

"Sıkıldım." Kestirip atması o an sinirlerimi çok bozduğunda verdiğim emekleri umursamaması da ayrıca üzmüştü beni.

"Ama hala çok ateşin var Onur."

"Olabilir." Benimle aynı şekilde konuşmaya devam etmesi canımı iyice sıktığında bir hışımla ayağa kalkıp tepsiyle birlikte aşağı indim. İyilik de yaramıyordu ki buna, illa bir şekilde damarıma basıyordu.

Ben buraları toparlarken uyumuş olsa çok iyi olurdu, yoksa daha ne kadar sabrımı kontrol edebileceğimi bilmiyordum.

Mutfağı yarım saat gibi bir sürede bulduğum gibi temiz bıraktığımda bütün ışıkları da arkamdan kapatıp yeniden yukarı çıktım.

Ve o an gözleri kapanmak için yalvarıyorken inatla açık tutan bir adam gördüm. Onur'un bu inadı bir tek bana da değildi, kendisiyle de savaşıyordu.

"Uyu artık."

Işığı kapatıp koltuklara doğru yürüdüğümde bakışlarını üzerimde hissetsem de dönmedim ona.

Oturduğum koltukta bacaklarıma sarılıp kafamı dizlerime gömdüğümde de sadece sessiz kalıp uyumasını beklemeye başlamıştım. Bir yandan da eğer ilaçlar işe yaramazsa diye uygulayacak bir B planı düşünüyordum.

"Duracak mısın öyle?" Birkaç dakika sonra halsiz sesini duyduğumda yatakta yan yatmış bir şekilde bana baktığını fark ettim.

Gözlerim her zamanki gibi karanlığa hızla alıştığında da dikkatle yüzüne bakmaya başlamıştım. "Neden, kovacak mısın?"

"Bu hikayede kovulan kişi bendim hatırlıyorsan."

Sesinde hiçbir ima yoktu. Çünkü zaten açık açık söylüyordu lafını...

Derin bir nefes alıp kafamı yeniden dizlerime gömdüğümde ona yine bir cevap veremedim. Bir anlık bencilliğimin bedelini ben de böyle ödüyordum işte...

Ama yine de çok merak ediyordum, benim yerimde o olsa ne yapardı? Eğer benim yaptığım gerçekten kıskanmaksa... o kıskanmaz mıydı?

"Yanıma gel."

"Ne?" Beklemediğim isteği karşısında resmen şok olduğumda şaşkın gözlerimi yorgun yüzüne çevirdim.

"Sen orada otururken gerçekten uyuyabileceğimi mi düşünüyorsun? Yanıma gel, yatak büyük."

Zar zor konuşabiliyor oluşu canımı acıttığında onunla bir tartışmaya da girmemeye çalıştım. "Sorun yok, uyu sen. Ben ateşini kontrol edeceğim zaten."

"Gelmezsen ben de uyumayacağım Hale. İnat ettirme gece gece."

Beni bir anda oldukça zor bir seçimin ortasında bıraktığında farklı bir odaya gidip yatma fikrini düşündüm. Ama ateşi öyle çoktu ki gece uyanırsa farkında bile olmazdım.

Koltukta kalmak istersem de dediği gibi inat edip uyumayacağına adım kadar emindim. Sanırım geriye iki seçeneğim kalmıştı...

Ya kafasına sert bir şeyle vurup bayıltacaktım onu, ya da yanında uyuyacaktım.

Ayaklarım cevabı çoktan bildiği için benden bağımsız olarak Onur'un yatağına doğru yol aldığında sessizce yanındaki boşluğa uzanıp yüzüne baktım.

Zar zor açık tuttuğu gözlerinden o an tatlı bir bakış geçip gittiğinde, ben de elimi alnına doğru uzatmıştım. "Neden hiç düşmüyor bu ateş?"

Kendi kendime fısıldayışıma gülümsediğini fark ettiğimde kaşlarımı çattım. "Niye gülüyorsun?"

"Benim yanımdayken doktor değilmişsin gibi davranıyorsun..."

Evet, bunu ben de fark etmiştim.

Yüzlerce insanın vücudunu kesip biçmeme rağmen Onur'un yarasına bakarken yüzüm buruşuyordu. En basit pansuman işleminde bile ondan daha çok canımın acıdığını hissediyordum. Ama bunun sebebini bilmiyordum.

"Uyu hadi..."

"Sen de uyu." Fısıldaşarak konuşmamıza güldüğümde hızlı davranıp gözlerimi kapattım. Biraz olsun dinlenebilsen gerçekten çok iyi olacaktı.

Hızlı olmayı denesem de Onur'un benden önce uykuya daldığını düzenli nefeslerinden anladığımda yüzümdeki saçma gülümsemeye de engel olamamıştım.

Her ne kadar aksi için çırpınsam da... onunla olmaktan mutluydum.

🔱

Gece yarısı defalarca kez uyandığım gibi sabahın erken saatinde yeniden uyandığımda, öncekilerden daha farklı bir durumda olduğumu fark edip kaşlarımı çattım. Ben... neden Onur'un kollarındaydım?

Kafam kolunun üstündeyken dudakları da neredeyse alnıma değecek kadar yakın duruyor, saç diplerimde nefeslerini hissettiriyordu. Biz... resmen sarılıyorduk!

Deli gibi hızlanan kalbimle onu uyandırmamaya gayret ederek doğrulduğumda dikkatli bir şekilde ayağa kalkıp banyoya girdim.

Dağılmış saçlarımdaki tokayı çıkarıp lavabonun kenarına bıraktığımda elimde tarayıp daha düzgün durmasını sağladım.

Musluktan akan soğuk suyla da yüzümü yıkayıp kendimi iyice ayılttığımda sessiz adımlarda odaya geri dönmüştüm. Kollarını açarak sergilediği kaslarına inat çok masum uyuyordu...

Gece de ateşi o kadar zor düşmüştü ki... resmen endişeden öleceğimi bile düşünmüştüm.

Dikkatli adımlarla yanına yürüdüğümde yatağa çıkıp yüzümü yüzüne yaklaştırdım. Uyurken bile bu kadar güçlü ve yakışıklı durması... normal miydi?

Onu huylandırmaması için elimle saçlarımı tutup dudaklarımı yavaşça alnına bastırdığımda bir süre öylece bekleyip ateşini hissetmeye çalıştım. Neyse ki artık ateş falan kalmamıştı.

O an geri çekildiğimde bana bakan bir çift acı siyah göz görmek beklediğim en son şeyken şaşkın bakışlarımı yüzünde tuttum. "Ne zaman uyandın sen?"

"Beni öptüğünde..." Mahmur bir tebessümle bana bakıyorken hızla kafamı iki yana salladım. "Öpmek değildi o, sadece ateşine baktım."

"Elinle neden bakmadın?"

Allah Allah! Öpmemiştim işte, niye uzatıyordu?

"Çünkü ellerimi yeni yıkadım, ateşin olup olmadığını anlayamam." Kızgın bir sesle ona karşılık verdiğimde kısık gözleri yüzümün her bir miliminde usulca geziniyordu.

"Ayrıca doktor olan benim. Benden iyi mi bileceksin?"

Yüzündeki sırıtış son sözlerimle daha da büyüdüğünde hiç umurunda değilmiş gibi omuz silkti. "Senden iyi bilemem tabi... ama bence hala ateşim var."

"Hayır, yok."

"Hasta olan benim... sen benden iyi mi bileceksin?" Beni yine benim silahımla vurmanın haklı gururunu yaşıyorken derin bir nefes aldım. Belli ki bugüne gıcık biri olarak başlamıştı...

"İyi uyuyabildin mi?"

Kafasını evet anlamında salladığında yine o umursamaz tavrıyla konuştu. "Rahat olmayacağım bir durum mu vardı?"

Yanında yatıp yatmamam o kadar mı umuruna değildi yani? Hem de ben sabah ona sarılmış bir şekilde uyanmışken...

"Tabi ben senin gibi alışık değilim her gün birileriyle uyumaya, ondan sormuştum..." Kaşları sözlerimle birlikte çatıldığında kıstığı gözleri de hızlı bir şekilde benim gözlerimi buldu.

Ama ben yanlış bir şey söylememiştim. Aynı yatakta uyuduğum ve sarılarak uyandığım tek kişiydi o.

"Odama giren ilk kadın olduğunu söyleyeceğim ama... sen yine bana inanmayacaksın."

Sözlerine karşı bir süre sessiz kaldığımda aramızda da yine garip bir bakışma savaşı başlamıştı. Ve tabiki kimse geri çekilmiyordu.

İşte biz böyleydik. Şu an iyiysek bir gün sonra çok kötü olabiliyorduk. Belki de bir an sonra...

Gece sarılarak uyumuş da olsak, sabah birbirimize savaşır gibi bakabiliyorduk. Tartışmadan konuşmayı bile başaramıyorduk.

Ama o an... sert tuttuğu gözleri hiç beklemediğim bir hızda yumuşadığında değişen ruh haline hayretle baktım. Yine... o geceki gibi bakıyordu bana. Fazla üzgün, fazla kırgın.

Ama bir anda... neden?

Vücudum o an aklım yerine tamamen kalbime itaat etmeyi seçtiğinde sağ elim benden bağımsız hareketlenmiş ve Onur'un dağınık saçlarını bulmuştu.

"Dün sana neden öyle davrandığımı bilmiyorum. Cevabını hala merak ediyorsan yani..."

Parmaklarım saçlarının arasında usulca geziniyorken şaşkın ama güzel bakan gözlerine döndüm. "Kırdıysam... özür dilerim."

Onun da eli yavaşça hareketlendiğinde benden çekinirmiş gibi zar zor yanağımı bulabilmişti. "Ağlama..."

Yine ne ara ağlamaya başladığımı bilmeden gözyaşlarımı silmesine izin verdiğimde derin bir iç çektim. İyice sulu göz olmuştum ben.

Ellerim yavaş hareketlerle hala saçlarını okşuyorken gözleri hafif dokunuşlarıma karşı usulca kapandı. "Her sabah böyle uyanabilecek olsaydım, her gece beni mahvetmene izin verirdim."

Kısık sesini zar zor duyduğumda bir tepki vermedim. Ama kalbim bu sözleri yüzünden deli gibi çırpınıyordu.

Onu üzmüştüm.
Kalbini kırmıştım... Ama o hala benimleydi.

Ne benim gibi kovuyor, ne de geldiğime bin pişman ediyordu. Tek hissettirdiği saçma bir mutluluk duygusuydu işte...

Çok özelmişim gibi bakıyordu bana... ona özelmişim gibi.

Saçlarındaki elim düşüncelerimle birlikte duraksadığında o an ilk defa kendimi tutmak istemedim. İlk defa kendime belki de sonrasında pişman olacağım bir şeyi yapmaya izin verdim.

Hayatımda ilk defa... kalbimi özgür bıraktım.

Dudaklarım bu defa kendi rızasıyla alnını bulduğunda geri çekilmeden önce birkaç saniye öylece bekledim. Bu huzurlu hissin tadını çıkardım...

"Bu da... ateşime bakmak için miydi?"

Şaşkın bakışları önce dudaklarıma hemen ardından da gözlerime kaydığında bu şaşkın haline gülümsedim. Şu an dağınık saçları ve kısık gözleriyle o kadar tatlı duruyordu ki...

"Hayır."

Sanki karşısında duran ben değilmişim de bir yabancıymış gibi şaşkınca kaşlarını çattığında, elini az önce öptüğüm alnının üzerine koydu. "Sen... az önce beni öptün."

Yüzümdeki gülümseme sözleriyle daha da büyüdüğünde onu başımla onayladım. "Evet, ama önce izin mi almalıydım?"

Sözüm biter bitmez beklemediğim bir hızda sırtım yatakla buluştuğunda üzerime doğru eğilmiş olan Onur'la da bu defa ani şoka giren bendim.

Ne ara... bu duruma gelmiştik biz?

"Sen varya... kafayı yedirteceksin bana."

Masum bir öpücüğün bizi getirdiği bu duruma şaşkınlık ve heyecan içinde bakıyorken yüzünün yüzüme doğru yaklaşması da asla engelleyebileceğim bir durum değildi. O da benim gibi izin almıyordu.

Şu an sanki dün o kavgayı eden de, ağır laflar söyleyen de biz değilmişiz gibiydik. Yalnızca bu anı istiyorduk.

Gözlerimi daha fazla açık tutamayacağımı fark ettiğimde titrek kirpiklerimi usulca kapattım ve kendimi sorgusuz sualsiz ona bıraktım. Ama beklediğim şey olmadı...

Odayı dolduran telefon melodisiyle Onur'un ağzından kısık sesli bir küfür işittiğimde kapanan gözlerim de hızlı bir şekilde aralanmıştı.

"Bu arayan varya..." Bakışları kısa bir an dudaklarımda oyalandığında öfkeyle mırıldandı. "... artık bir ölü."

Çok içten bir şekilde söylediği söze gülmek istesem de kendimi tutup benden uzaklaşmasını izledim.

Biz az önce...

"Ne var lan, ne var?" Neredeyse bağırarak açtığı telefona hayretle baktığımda yattığım yataktan hızlı hareketlerle kalkıp derin nefesler aldım.

Ben... bir an gerçekten kendimi kaybetmiştim. Eğer telefon çalmamış olsaydı... daha da kaybedecektim.

Ama çok garipti ki... bundan hiç pişman değildim. Hatta... bir an, daha fazlasını bile istemiştim.

Gözlerim ellerini dağınık saçlarından geçirerek sıkıntılı bir telefon konuşması yapan adamı bulduğunda, bir köşede sessizce izledim onu.

Artık... ondan kaçmak istemiyordum. Ama tek bir adım bile atacak cesaretim de yoktu. Ne yapacaktım peki ben?

"Tamam, anladım. Ama bir daha ararsan varya senin geleceğini s-" Dolu dolu bir küfür etmek üzereyken benimle göz göze gelmiş ve ani bir manevrayla durdurmuştu kendini. "... anladın sen onu."

Telefonu kapatıp gelişigüzel bir şekilde yatağın üzerine doğru fırlattığında bulunduğum yerde dikilmeye devam ettim. Ee, şimdi ne olacaktı?

"Bu p*ç bensiz hiçbir şeyi halledemiyor. Şirkete uğramam lazım." Kısık ve isteksiz sesi kulağıma çok çaresiz geldiğinde kendimi gülümsemeye zorladım. "Olsun, benim de gitmem lazımdı zaten."

Derin bir nefes alıp sessiz kaldığında anlamlı bakışlarını da inatla üzerimden çekmiyor ve bu beni daha çok utandırıyordu. Ve ben hayatımda ilk defa böyle bir hisse kapılıp heyecanlanıyordum.

"Neyse... sen üstünü değiştir o zaman." Neredeyse koşar gibi yanından geçip odadan çıktığımda beni durdurmak için hiçbir şey yapmamasına da ayrıca şükrediyordum. Kızardığına emin olduğum yüzümü görmemesi iyi olmuştu.

O an odasından çıkar çıkmaz gözüme ilişen karşı kapıyla içimi garip bir duygusallık kapladığında engelleyemediğim bir şekilde kendimi eski odamın önünde buldum.

Üzerindeki anahtarı çevirip kilidi açtığımda sessiz bir şekilde içeri süzüldüm. Burası... aynı bıraktığım gibiydi.

Garip bir özlem hissiyle odayı turladığımda burada kaldığım o günleri düşündüm. Gitmeden bir gece öncesine kadar... her şey çok güzeldi.

Yani, ben Sıla durumunu yanlış anlayana kadar...

O an izlendiğime dair garip bir his beni sardığında kafamı kapıya doğru çevirdim. Tam da tahmin ettiğim gibi... Onur duvara yaslanmış beni izliyordu.

"Benden sonra kimse girmedi mi bu odaya?"

Mesela bir kadın...

"Hayır, kilitli tutuyorum."

İçimden bir ses neden diye sor diyorken ben o sese inat sessiz kaldım. Duyacağım en ufak bir şey bile kendimi Onur'un kollarında bulmama sebep olabilirdi çünkü.

"İlaçlarını yanına al, çok da yorma kendini." Değiştirdiğim konuya ayak uydurup başıyla onayladığında yanından geçip yeniden onun odasına girdim.

Ceketimi, telefonumu ve şapkamı bıraktığım yerden aldığımda Onur'un çoktan aşağı indiğini fark etmiştim. Ben de peşinden takip edip ayakkabılarımı giydiğimde sessiz bir şekilde evden çıktık.

"Araban nerede?"

"Kapının önünde." Beni yine bir şey demeden başıyla onayladığında kısa bir görüşürüz diyerek arkamı döndüm.

İkimiz de yukarıda olanlardan sonra resmen salağa dönmüş gibi davranıyorduk. Göz teması kurmamaya çalışıyor, konuşmaları kısa kesiyorduk. Muhtemelen bir de aynı soru işaretleriyle boğuşuyorduk.

"Hale."

Bahçe kapısından çıkmak üzereyken adımı seslendiğini duyup durduğumda meraklı bakışlarımı hızlı bir şekilde üzerime doğru gelen adama çevirdim.

"Bir şey sormam lazım..." Tam karşımda dikilmiş gözlerimin içine bakıyorken derin bir nefes aldım. Daha soruyu bile duymadan korkmaya başlamıştım.

"Yine..." dedi, neredeyse aksini söylememem için yalvarır gibi. "Kaçacak mısın benden?"

O an fark ettim ki, Onur başkalarının, buna arkadaşları da dahil, yanında sert ve duygusuz bir gibi duruyorken... benim yanımda tam tersiydi.

Sanki benimleyken bütün kalıplarını yıkıyor, duygularını görmem için önümde diz çöküyordu..

Kendisinin de dediği gibi... kimseye göstermediği anlayışı yalnızca bana gösteriyordu.

"Hayır..."

Bu defa kaçmayacaktım.

Zaten batacağım kadar batmıştım bu hislere... Ondan kaçtıkta da daha fena bir şekilde çekiliyordum kollarına.

Her defasında ısrarla kaçmam yüzünden hem ben, hem de o zarar görüyordu. Artık bencil biri olmak istemiyordum ben. Mutlu olmak istiyordum.

"Kaçmayacağım."

Gözlerinde fark ettiğim parlamayla bana uzandığında sıcak elleri belimi bulmuş ve beni hızla ona doğru çekmişti.

Kaçmayacağımı söylememe rağmen bana fazla tedirgin sarılması canımı yaktığında boşta kalan ellerimi yavaşça boynuna sardım.

İşte yine... onun kollarındaydım.

🔱

Dakikalardır karşımdaki boy aynasıyla bakışmayı sürdürüyor, ama ağzımı açıp da tek kelime edemiyordum.

"Sabaha kadar bekleriz biz böyle." Bengi'nin ağzının içinden konuşmasıyla kaşlarımı çattığımda gözlerimi tehdit eder gibi ona çevirdim.

Üzerimdeki bu deri elbise, saçımdaki kızıl peruk... bana çok garip geliyordu. İlk defa kendimi fiziksel olarak da tanıyamıyordum.

Boyu neredeyse kalçamın hemen altında biten bu dar elbiseyle istemediğim kadar çekici duruyordum. Kadir'in gösterdiği fotoğraflardaki kadınlardan bile daha fazla...

"Çok rahatsız hissettiriyorsa başka bir şey giy."

Koltuğun üzerindeki elbiselere hızlı bir şekilde göz attığımda çaresizce dudaklarımı büzdüm. "Hiçbiri deri değil... tek seçeneğim bu."

Üzerime giydiğimden beri defalarca kez yaptığım gibi eteğin uçlarından tutup aşağı doğru çekiştirdim. Bu görev için her şeyi yapmalıydım, zaten artık istesek bile geri dönemezdik.

"Telefonun titriyor." Ne ara sesini kıstığımı bilmediği telefonumu bana uzattığında ekranda yazan Kadir ismiyle derin bir nefes aldım. Yukarı gelmemi isteyecekti.

"Efendim."

"Yukarıdayız, hazırlanınca yanımıza uğrarsın."

Tamam diyip telefonu kapattığımda biz dediğinden kastının da Emre olduğunu düşünüyordum. Balayından dün dönen arkadaşımı her ne kadar bu halimle karşılamak istemesem de, artık yapacak bir şey yoktu.

"Şu ruju da sürersen, tamam."

Elime saçlarımdaki perukla aynı renk bir kırmızı ruj uzattığında hiç uzatmadan dudaklarıma yedirdim.

İşte eksik olan o son parça tamamlanmış, abartılı makyajımla da kendime iyice uzaklaşmıştım.

"Sen de hazırlan, ben bir yukarı uğrayacağım." Başıyla onayladığında daha fazla oyalanmadan kapıyı açıp koridora doğru bir adım attım. Tabi etraftaki birkaç şaşkın göz de hızlı bir şekilde beni bulmuştu.

Kimseyi umursamadan yürümeye devam ettiğimde bir yandan da iki elimle elbisenin uçlarını tutuyor, yukarı doğru sıyrılmaması için resmen kendimle savaşıyordum. Bir elbise için bu kadar çaba da fazlaydı sanki.

Merdivenleri de aynı dikkatle çıktığımda elimi kapıya uzatıp hızlı bir şekilde açtım.
Neredeyse kaçar gibi girdiğim odadaki üç göz hızlı bir şekilde beni bulduğunda, an itibari ile buradan da kaçmak istemiştim...

Evet, üç göz demiştim... çünkü Onur ve buz gibi soğuk gözleri de şu an tam karşımda duruyordu.

Onunla en son dün sabah evinde görüşmüşken, bir sonraki buluşmamızın bu halde olmamasını dilerdim tabi. Oldukça mini bir elbise ve kızıl saçlarımla yani...

"Vay, kızım sen bambaşka biri gibi olmuşsun ya!"

Kadir'in memnun sesine bile bir tepki veremediğimde, hala sessiz bir şekilde Onur'un yüzüne bakıyordum. Beni gördükten sonra kısılan gözleri ve gerilen çenesine...

"Hale, bu sen misin gerçekten ya?"

Emre'nin de neşeli çıkan sesiyle gözlerimi Onur'dan zorlukla çektiğimde gülümsemeye çalıştım. Nedense o bakışlarda çok tehlikeli şeyler görüyordum...

"Hoşgeldin, nasıl geçti tatil?" Kollarımı çok kaldırmadan ona sarıldığımda, bana aynı samimiyetle karşılık vermişti. "Valla çok iyiydi, elimde olsa bir hafta daha kalırdım."

Kader'in durumunu da sorup onunla kısa bir muhabbete girdiğimde Kadir araya girmiş ve tatlı sohbetimizi hiç çekinmeden bölmüştü. "Neyse, neyse sonra konuşursunuz bunları... Sen her şeyi hallettin mi?"

Sorusu doğrudan banayken kendimi Onur'a bakmamaya zorlayıp Kadir'e döndüm. "Evet, bir saat sonra çıkacağız."

"Tamam, unutmadan bunları da al." Çekmeceden küçük bir kutu çıkarıp uzattığında merakla kaşlarımı çattım. "Ne bu?"

"Küpe." Elimde tuttuğum oldukça şık küpelere bakarken alayla sırıttım. "Ben kalem sanmıştım ya, sağol."

"Bizi duyabileceğin ve bizim de seninle konuşabileceğimiz bir kablo var içinde..."

Yaptığı kısa bilgilendirmeyle aslında kulaklık olan küpeleri kulağıma taktığımda telefonumun yansıma ekranından yüzüme baktım. Güzel durmuştu, hiç dikkat çekmiyordu.

"Bu..."

Dakikalar sonra beklediğim ve istemsizce çekindiğim gibi Onur'un soğuk ses tonunu duyduğumda kafamı yavaşça ona doğru çevirdim. "... kimin fikriydi?"

Gözlerini deri elbisemde hoşnutsuzca gezdiriyorken sesimi sabit tutmaya çalıştım. "Benim fikimdi."

Zaten kısık olan gözleri iyice kısıldığında aramızda yine engelleyemediğim bir bakışma savaşı başlamıştı. Ta ki Kadir araya girene kadar...

"Hakkımı yemeyelim, bu kısmını ben buldum." Gururlu sesi Onur'un öfkeli gözlerini hızlı bir şekilde kendine çevirdiğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Keşke bunu söylemeseydi.

"Adamın yanındaki bütün kadınlar nedense deri elbise, kızıl saç falan takılıyorlar. Hale'ye de fikri ben verdim."

"İyi b*k yedin! Alın silahları, tarayın bütün mekanı. Niye böyle saçma sapan şeyler yapıyorsunuz a*k?"

Onur odadaki hiçkimsenin beklemediği bir anda öfkeyle bağırdığında, ondan en uzak köşede olmama rağmen ben bile titremiştim.

"Hani kadınlığını değil de silahını kullanıyordun sen ? Bu ne şimdi, aynaya baktığında kendini tanıyabiliyor musun?" Öfkesinin sıradaki hedefi ben olduğumda derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştım.

İki haftadır neredeyse her gün bu plan için çırpınıyordum ben. Her şeyin eksiksiz ve doğru olması için doğru düzgün uyku bile uyumamıştım. Bunun için herhangi bir şey de giyerdim, saçlarımı da değiştirirdim. Umurumda değildi.

"Başarılı olmak için ne yapmam gerekiyorsa yaparım. Bu bir elbise veya perukla da kısıtlı olmaz. Ayrıca ben katil değilim. O mekan tarama işini çok istiyorsan, sen kendin yaparsın."

Sinirlenmemeye çalışarak ona doğru konuştuğumda korkunç bir tavırla sırıttı. "Yaparım."

Yapardı... biliyordum.

Onu istemeden gaza getirdiğimi anladığımda bu durumu hızla toparlamam gerektiğinin de oldukça farkındaydım. Bir anda bütün planı değiştirip mekanı taramaya gidebilirdi çünkü..

"Planda ne var oğlum, mis gibi işte?" Kadir yeniden yapmaması gereken şeyi yapıp Onur'un tüm dikkatini üzerine çekmişti. Bir türlü uslanmıyordu bu adam.

"Tek kelime daha etme Kadir. Bütün sinirimi senden çıkarırım."

"Harbiden iyi plan ya..." Bu defa da Emre araya girdiğinde Onur iki parmağını göz pınarlarına bastırıp derin nefesler aldı. Sakin kalmaya çalışıyor ama pek de başarılı olamıyordu.

"Salak mısınız, yoksa taklit mi ediyorsunuz anlamıyorum." Gözleri iki arkadaşı arasında gidip geliyorken dikkati de bir anda benim üzerime çevrilmişti. "Başarılı olmak için her şeyi yaparsın öyle mi?"

Dudaklarında alaycı ve oldukça korkutucu bir gülüş belirdiğinde bile başımı dik tutmaya devam ettim. "Evet."

"Buna hiç tanımadığın bir adamın kucağına oturmak da dahil yani?" Kendini tutamayıp yeniden bağırdığında sözlerinde geçen anlamlara takıldım. Bana yakıştırdığı şeyi doğru mu anlamıştım?

"Sen... ne saçmalıyorsun?"

"Ben mi saçmalıyorum ?" dedi histerik bir şekilde gülerken. "Sen şu an nasıl bir durumda olduğunun farkında mısın? Şimdi bu elbiseyi giymeseydin, o ruju sürmeseydin tutmayacak mıydı bu plan? Bu kadar mı önemliydi yani kendini o or***u ço****na beğendirmen? Bir tek benim mi kafam almıyor a*k ya!"

Gözlerim artık bana ağır gelen sözleriyle dolmaya başladığında bedenimi tamamen ele geçiren öfkeyle kaşlarımı çattım. Benimle nasıl böyle konuşabilirdi? Ona bu hakkı kim veriyordu tam olarak?

"Plan da benim, adamlar da benim! Kimin ne düşündüğü de hiç umurumda değil. Ben oraya gidip, bu işi sorunsuz bir şekilde halledeceğim. Bu arada, öyle bir düşüncem de yoktu ama..."

Ben de içimdeki kırgınlıkla kendimi tutamayıp aynı Onur gibi bağırıyorken diğerlerinden çıt sesi bile çıkmıyordu. "... gerekirse bana yakıştırdığın o şeyi de yaparım."

Hayır yapmazdım.

Ama onun da beni kırdığı gibi kırılmasını, benim sinirlendiğim gibi sinirlenmesini istiyordum.

Ve sanırım... başarmıştım.

Gözlerinden ateş çıktığına yemin bile edebileceğim bir halde doğrudan bana bakıyorken inatla çekmedim gözlerimi.

Daha dün bana sarılan o değil miydi? Daha dün gözlerimin içine dolu dolu hislerle bakan o değil miydi?

Eğer o benim tanıdığım Onur'sa... şu an karşımda duran bu öfkeli adam da kimdi?

Peki biz yine... nasıl karşı karşıya gelebilmiştik?

"Sakin olalım bence biz, öyle şeylere de zaten hiç gerek yok..."

Emre ortamdaki gerginliği düzeltebileceğini umarak araya girdiğinde çattığım kaşlarımı düzeltmeden Kadir'e döndüm. "Gidiyorum ben, döndüğümde konuşuruz. Tabi dönebilirsem..."

Yüksek sesle başladığım cümleyi oldukça kısık bir tonda bitirdiğimde arkamı dönüp bir hışımla odadan çıktım.

İstemsizce çarptığım kapıyla demir merdivenler titrediğinde depodakilerin bana olan bakışlarını bile umursamadan Bengi'nin yanına geri dönmüştüm.

"Hale?" Elimdeki çantayı koltuğun üstüne fırlatıp odada volta atmaya başladığımda korkuyla yanıma yaklaştı. "Ne oldu kuzum, bir aksilik mi var?"

Aksilik mi? Benim hayatım zaten bunun üzerine kuruluydu...

Ben zaten bu kadar gerginken, bir de Onur... Bana yakıştırdığı şey normal miydi Allah aşkına ya? Düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum!

Üzerimdeki elbise, kafamdaki peruk, abartılı makyaj, yüksek topuklular... bunlar benim karakterimi değiştirecek şeyler miydi ? Ben hala Hale'ydim.

Sarıldığı, özel hissettirdiği, öptüğü... ben hala o Hale'ydim. Ama şu an yukarıda olan Onur... o benim tanıdığım adam değildi.

"Hazır mısın sen?"

"Hazırım." Gözlerimle hızla üzerini taradığımda benim kadar olmasa da onun da fazla iddialı olduğunu görüp başımla onayladım. "Çıkalım artık."

"Bir saat sonra çıkacaktık hani?"

"Ben şimdi diyorsam, şimdidir Bengi! Dediklerimi sorgulamasın artık kimse!" İstemsizce yükselttiğim sesimle irkilip geri çekildiğinde gözlerimi yumdum.

Sakin ol Hale, Onur'u da sözlerini de at kafandan. Düşünme hiçbirini.

"Çıkalım..." Bu defa daha sessiz ve sakin bir şekilde konuştuğumda elbiselerimize uygun kürkleri de giyinmiş, arka kapıdan ayarladığımız büyük arabanın yanına gelmiştik.

"Oha! Bu güzellikler de kim?" Caner'in şaşkın gözleri bir Bengi'de bir bendeyken bu neşeli haline hiçbir tepki vermedim. Henüz tam olarak atabilmiş değildim öfkemi. Söyleyemediklerim bir bir içimde patlıyordu.

"Çıkıyoruz hadi."

Ömer itiraz etmek için araya gireceği sırada Bengi'nin uyarıcı bakışlarıyla karşılaşmış olmalıydı ki bir anda susmayı seçti ve önümden çekildi.

Hepsinden önce geçip arka koltuğa oturduğumda ciddi bir tavırla camdan dışarıyı izlemeye başladım.

Öyle öfkeliydim ki ne heyecan ne de gerginlik kalmıştı benden geriye..

Biz daha dün sabah ya... o kadar iyiydik ki.

Bir anda nasıl bu duruma gelebiliyor, birbirimizden uzaklaşıyorduk hala anlamıyordum...

Araba hareket edip yola çıktığımızı anladığımda gözlerimi Ömer'e çevirdim. "Ateş'e söyle, zamanlamayı sakın kaçırmasın."

"Tamamdır." Eline aldığı telefonla Ateş'i arayıp dediğimi ilettiğinde kısa bir konuşmanın ardından yeniden bana döndü.

"Sina'nın verdiği bilgileri yollamıştım dün sana, okudun mu?"

En sevdiği yemek türü et, en sevdiği renk siyah, en sevdiği müzik Türk Halk Müziği, en sevdiği tatlı kadayıf...

Aklımda Kemal Dikenoğlu'na ait binlerce saçma bilgi varken sessiz kalıp başımla onayladım. Hiç görmediğim adamın kaç kilo doğduğunu bile biliyordum.

Yol boyu planı tekrarladığımızda artık rüyalarımıza girecek kadar ezberlediğimize emin olsam da, işimi asla şansa bırakmıyordum.

Onur'un sözlerine inat bile yapacaktım bu işi...

"Bugün mekanın yirminci yılıymış galiba. Kemal şerefsizi de bir konuşma falan yapacakmış..."

Caner sanki hava durumundan bahsediyormuş gibi bilmediğim bilgileri sıraladığında öfkeyle kaşlarımı çattım. "Dalga mı geçiyorsun sen? Niye şimdi söylüyorsun bize bunu?"

"Daha bir saat önce öğrendim ben de..."

Şaşkın bir şekilde bana bakıyorken yaptığı saçma açıklamaya güldüm. "Daha önce öğrenseydin o zaman! Ya da bir saat önce gelip söyleseydin bana..."

Bir cevap vermeyip sessiz kaldığında ben hala bütün hıncımı ondan çıkarmak ister gibi yüzüne bakıyordum.

Burada bir tek ben mi ciddiye alıyordum ya bu planı? Bir tek ben mi her şeyimi koyuyordum ortaya?

"Hale?"

Kadir'in sesini duymak o an beklediğim en son şeyken kulağımdaki küpeleri unutup irkildim. Bir an cidden yanımda olduğunu falan bile düşünmüştüm, sesi çok net geliyordu.

"Efendim Kadir?"

Caner, Bengi ve Ömer delirdiğimi düşünerek korkuyla bana bakıyorken elimle kulağımdaki küpeleri işaret ettim. Daha delirmemiştim, ama biliyordum ki ona da ramak kalmıştı.

"Sesim net geliyor mu?"

"Evet."

"Tamamdır. Bir de... sinirli olduğunu biliyorum ama sakin kalmaya çalış, olur mu?"

"Sinirli falan değilim ben." Yeniden yükselen sesime inat kurduğum cümleyle karşı taraftan derin bir nefes alma sesi duyduğumda gözlerimi kapattım. "Yani... tamam. Düşünmemeye çalışırım, çok zor ama..."

Onur'u...

Sözlerini...

Gözlerini...

Dikkatimi yeniden beni dinleyen arkadaşlarıma çevirdiğimde sesimi toparlamak için yutkundum. "Plan değişti."

Şok olmuş gözleri hızla beni bulduğunda ben doğrudan Caner'e bakıyordum. "Böyle bir bilgiyi geç öğrenmiş olsak da iyi oldu... Ben sizden sonra gireceğim mekana. Müzik sesleri olmadığı bir anda konuşmasını yaparken yani."

"Dikkatini çekmek için mi?" Ömer'in meraklı bakışlarıyla başımı evet anlamında salladığımda hepsi sözlerim karşısında sessiz kalmayı seçmişti.

"Geri kalan her şey aynı. Ben yokken dikkatli olun."

Yolculuğumuzun geri kalan süresi sessizlik içinde geçtiğimde yanımdaki arkadaşlarımın da artık en az benim kadar gergin olduğunun farkındaydım.

Daha yarım saat civarı gidilecek yolumuz vardı. Ve ben geçen bu zamanda Onur'u düşünmemek için her şeyi yapıyordum.

"Yaklaşıyoruz..."

Mekana çok fazla bir şey kalmadığını anladığımda "Arabayı, kenara çek." diye karşılık verdim şoförümüze.

İstediğim gibi duran arabayla indiğimde soğuk hava da hızla tenime işlemişti. Ellerim kürkümü iyice sardığında, o an iki sokak kadar yol yürümem gerektiğini fark ettim. Buralar biraz fazla ıssızdı, taksi de bulamazdım.

Bilmediğim yerlerde biraz yürüyüp fazla karanlık olan bir sokak arasına geldiğimde geçmem gereken tünel gibi bir şeyin sonunda fark ettiğim adamlarla adım atmayı kestim.

Ayyaş ve ürkütücü adamlarla..

Bu bana Üniversite zamanlarımı hatırlatmıştı. Deli gibi sokak sokak babamı aradığım zamanları...

Ama ben artık o güçsüz kız değildim.

Kendimden oldukça emin adımlarla yürümeye devam ettiğimde birkaç ayyaşın da sapık gözleri hızla bana çevrilmişti.

"Oo, iyi geciler hanefendi." Doğru düzgün cümle bile kuramadan ayağa kalmaya çalışmasına göz devirdiğimde duruşumu bozmadan yanından geçtim.

"Bi dakka ya, bi dakka."

Peşimden koşar bi gelip kolumu tuttuğunda öfkeli gözlerimi dağılmış yüzüne çevirdim. Benden önce birileri dövmüştü bunları belli ki...

"Çek elini."

"Bize katılsana hanefendi." Daha hanımefendi bile diyemiyor, ama utanmadan beni ucuz birasından içmeye davet ediyordu.

Kolumu sert bir şekilde elinden çektiğimde ayağımdaki topuklulara inat kasıklarına doğru bir tekme savurdum.

Zaten zar zor ayakta durabiliyorken, bu hareketimle birlikte şimdi tamamen yerde yatıyordu.

"Napayosun lan sen!" Başka bir konuşamayan sarhoş da ayaklanıp üzerime doğru gelmeye başladığında bıkkın bir nefes verdim. İlla uğraştıracaklardı beni.

"Hale, ne oluyor orada?"

Kadir yeniden küpe şeklindeki kulaklığımdan seslendiğinde onu duymamazlıktan geldim. Çünkü ondan önce cevap vermem gereken biri vardı.

"Adam davet etti seni, vuruyorsun lan!" Elini kaldırmış sarsak adımlarla bana doğru yürüyorken savurduğu yavaş yumruktan çok kolay bir şekilde kurtuldum.

Çantadan Caner'in bu gece için özel olarak yaptığı ruj şeklindeki bıçağı çıkardığımda yine hızlı bir hamleyle onu yakalamış ve şah damarının tam üzerine bastırmaya başlamıştım.

"Tek bir hareketimle şu an boğazını kesebilirim senin. Ama istemiyorum... çünkü üstüm başım hep kan olacak. O yüzden çabuk dağılın buradan."

"Tamam, tamam bırak." diye yalvarmasıyla bıçağı çantanın içine geri attığımda onların canavarmışım gibi benden koşarak kaçıp gitmesini izledim sessizce.

"Hale, cevap versene kızım!"

"Birkaç ayyaş vardı da, onları halletim."

Üzerimi silkeleyip mekana doğru yürümeye devam ettiğimde yeniden Kadir'in sesini duydum. "İyisin ama, değil mi? Bir şey yaptılar mı?"

"İyiyim iyiyim. Ama seninle ilk tanıştığımız günü hatırladım bir anda. Ben yine böyle taciz edilmiştim, sen de süpermen gibi kurtarmaya gelmiştin ya beni..."

Onun da hatırladığını karşı taraftan gelen gülme sesinden anladığımda sırıttım. "Kadir, sana hiç söyleme fırsatım olmadı ama, iyi ki tanışmışım seninle... hayatımı değiştirdin. Mesela artık bütün ayyaşları tek başıma dövebiliyorum."

Son cümleye kadar ciddi kalmış, en sonunda onunla birlikte ben de gülmüştüm. "İyi ki, iyi ki de... niye vedalaşır gibi konuşuyorsun sen?"

İçimdeki garip histen veya bu işin sonunda olabileceklerden korktuğumu söylemedim ona. Yalnızca derin bir nefes aldım ve gülümsemeye çalıştım. "Ne olacağı belli olmaz."

"Bir şey olmayacak, saçma sapan konuşma. Gerekirse abin olarak yine süpermen gibi kurtarmaya gelirim seni." Söylediklerine güldüğümde titreyen telefonuma göz ucuyla baktım.

Ömer; Konuşma başlıyor.

"Neyse, ben mekana giriyorum şimdi. Sonra konuşuruz." Telefon kapatır gibi onunla vedalaştığımda adımlarımı daha da hızlandırıp mekanın kapısının önüne geldim.

Gözlerim oldukça parlak renklerle neredeyse tüm sokağı aydınlatan o büyük tabelayı bulduğunda derin bir nefes aldım.

İşte buradaydı... tam karşımda.

CEHENNEM

🔱

Bölüm sonu🤍

Bizimkilerin gitgelli ilişkisi ne olacak böyle yaaa? Sizce ne zaman bir ilişkiye başlayacaklar?

Bu arada bölümlerin daha sık gelmesi ve motive olabilmem için wattpad hesabımı takip ederseniz sevinirim🤍

Ayrıca yorumlarınız okuyorum ve çok mutlu oluyorum. Bana özel olarak yazmak istediğiniz bir durum olursa wattpad dm kutumu her zaman kontrol ediyorum 🫶

Kitapla kalın, yorumlarda buluşalım❤️‍🔥

Continuar a ler

Também vai Gostar

3.4M 125K 70
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
91.3K 5.3K 32
TAHASSÜR Cihan ve Kamerin hikayesi... Yıllar önce birbirine verilmiş sözler... Yıllarca birbiriyle kavuşmayı bekleyen iki insan yıllar sonra tekrarda...
90.2K 671 42
gözyaşlarımı dinlemeden bir anda içime girdi dudağı dudağımda bir eli göğsümde diğer eli kadınlığımdaydı...
10.5M 356K 28
BÖLÜMLER GERİ YÜKLENİYOR Şakadan zerre anlamayan birine okkalı bir şaka yaparsanız elde edeceğiniz şey yüklü bir para ve birkaç bin fazla tıklanma o...