cipa | larry ✓

By winterflowerkth

188K 17.2K 30.8K

"o giderse ölürüm baba! onu götürme..." hıçkırıklarının arasında babasının önünde çökerek yalvardı. bu hali k... More

red lips
i'm a man
anything could happen
battlefield
too close
counting stars
breakaway
so cold
never been hurt
blood on my name
eyes on fire
bloodstream
let her go
give me love
madhouse
don't let me go
glory and gore
king and the lionheart
make everything louder
lego house
explosions
burning desire
buzzcut season
everybody wants the rule
another love
yellow flicker beat
stop crying your heart out
recovery
love death birth
centuries
your love
beating heart
harry
without a world
the monster
west coast
haunted
seven nation army
tennis court
wait for a minute
love me like you do
wrong
holy ground
story of my life
you and i
bad things
here comes the rain again
something's gotta give
misty mountain
ordinary world
kiss me slowly
final
özel bölüm

i put a spell on you

2.9K 258 853
By winterflowerkth

Harry'nin konuşmasından sonra ailem onun bu hikayedeki masum taraf olduğunu anlamış olsa gerek ki tek kelime bile etmeden konuyu kapattılar.

Annem mutfakta yemek hazırlarken bende ona yardım ediyordum. Mutfağın açık kapısından salonda oturmuş maç izleyen babama eşlik eden Harry'e baktım.

İlk kez bu kadar normal hissediyordum. Sanki o korkunç şeyleri hiç yaşamamışız gibi. Onun ailesinin görkemli, ihtişam dolu ama bir o kadar da sırlar içeren hayatına girdikten sonra kendi hayatımın ne kadar huzurlu olduğunu anladım.

Harry'nin istediği şeyin bu olduğunu biliyordum. Babamın futbol hakkında bahsettiği önemsiz şeyleri dinlerken hiç de sıkılıyormuş gibi görünmüyordu.

"Kekiği uzatır mısın bebeğim?"

Annemin sesiyle dikkatimi yeniden ona verdim.

"Efendim?"

Başını, önündeki soslanmayı beleyen kuzu etinden kaldırıp bana baktı.

"Kekik."

"Kekik? Ah kekik... Tabi."

Arkamı dönüp ortadaki ada tezgaha özenle yerleştirilmiş baharatlıklara yaklaştım.

"Dikkatin dağınık görünüyor Louis." dedi sorgularcasına.

Kavanozu ona uzatırken yapmacık bir gülümsemeyle baktım. Kekikten birkaç tutam alıp etin üstüne dökerken annemin taze sıkılmış portakal suyundan bir bardak doldurdum.

"Onun aile problemleri dışında ilişkiniz nasıl gidiyor? Malum, o senin ilk erkek arkadaşın."

Vurgulamaya çalıştığı şeyi duymamazlıktan geldim.

"Her şey yolunda." dedim ve bardağı iştahla ağzıma uzatıp büyük bir yudum aldım.

"Peki hiç seks yaptınız mı?"

Şaşkınca gözlerim büyürken anlamlandıramadığım bir biçimde portakal suyu boğazımı yaktı.

Bardağı tezgaha bırakıp öksürürken annem sırtıma hafifçe vurdu.

"İyi misin bebeğim?"

Gözlerim yaşarmıştı. Genzime kaçan meyve suyu hala öksürmeme sebep olurken Harry mutfağa geldi.

"Louis?" dedi telaşla yanıma koşarken.

Öksürük krizlerim azalırken yüzümü tuttu ve çatılmış kaşlarıyla gözlerime baktı.

"N-neden ağlıyorsun?"

Sesi titremişti. Benim şirin masum Harry'm.

Kendimi daha iyi hissettiğimde Harry'nin korkuyla bakan yeşilleri beni gülümsetmişti.

"İyiyim, sorun yok." dedim elimin tersiyle ıslak gözlerimi silerken.

"Ağlıyordun... Ve öksürüyordun. Canın mı yandı?"

"Onun bu kadar üstüne titreme. Hiç hoşlanmaz."

Annemin lafları en son üniversite için evden ayrılırken ki tartışmamıza hitaben çıkmıştı. Aradan o kadar zaman geçti ve hala bana kırgındı.

"Ona ne söyledin de içtiği şey boğazında kaldı?" diye seslendi babam mutfağın girişinde.

"Sadece seks yapıp yapmadıklarını sordum." diyerek tezgaha yaklaşırken bu kez babam ve Harry'nin gözleri büyüdü.

"Ve hala cevap alamadım."

Annem beni utandırıyordu. Her zaman ki gibi.

*****

"Harry sen basketbol oynayabiliyor musun?"

Ernest ağzındaki kocaman lokmayı çiğnerken sürekli Harry'e sorular sorup duruyordu.

Harry'nin gözleri içten bir gülümsemeyle küçüldü. Yanaklarındaki iki çukura hayranlıkla baktım.

"Hiç oynamadım."

"Hiç basketbol oynamadın mı? Arka bahçede büyük bir potamız var. Geçen sene babamla birlikte kurduk."

Tanrım. Ne kadar çok konuşuyor. Harry'nin hala sıkılmamış olması şaşırtıcı.

"Bence sen güzel oynayabilirsin. Çünkü boyun zaten bizim potanın boyu kadar uzun. Ve ellerinde çok büyük."

Harry sesinden çekinmeden yüksek sesli bir kahkaha attı. Kendi küçük kıkırdamamın ardından onunkini duyunca şaşırmıştım.Yüzüne yayılmış neşeli ifadesi onu kusursuz yapıyordu. İzlemekten asla bıkmayacağım bir görüntüydü ve o artık ilk tanıdığım zamanda olduğu kadar karamsar değildi. Aylar sonra tanıştığım içten kahkahasını artık daha sık duyuyordum.

******

Odama girdiğimde en çok özlediğim şeyin burası olduğunu anladım. Yatağıma yaklaştım ve kendimi yumuşak döşeğin üstüne bıraktım. Tavandaki geceleri parlayan yıldızlara baktım. Tavanın her yerine bu yıldızları yapıştırmak tam bir günümü almıştı. Harry odanın açık kapısından girdi ve ağır adımlarla yanıma geldi. Yatağın ucuna oturup başımdan kibarca tuttuktan sonra bacaklarının üstüne koymamı sağladı.

"Bu çok güzel." diye mırıldandı tavanı izlerken.

"Ben yaptım."

Bilmişçe sırıttım.

"Hmm demek öyle?"

Karnımdan tutup beni yukarı doğru çekti ve az önce başımı koyduğu yere şimdi oturuyordum. Kollarımı boynuna sarıp yüzüne yaklaştım.

"Benim de bazı konularda yeteneklerim var sevgili Louis. Ve bunun ne olduğunu çok iyi biliyorsun." diye mırıldandı sessizce.

O böyle konuşunca kendimde engel olunamayacak kadar sefil bir tahrik oluş hissediyordum.

Dudaklarını benimkine bastırdığında daha fazla diye yanıp tutuşan organlarımı dizginlemektense tek bacağımı ayırıp onunkinin yanına bıraktım. Tam olarak onun üstünde otururken ve onu hissederken şehvetli öpüşmemize ara verdi ve yüzündeki hazzı görme fırsatım oldu. Gözleri hala kapalıydı ve boğazından hırıltılı kesik bir nefes çıktı.

"Ama ailenin evindeyken bunu yapmak pek uygun olmaz." dediğinde gözlerim devrildi.

Harry Styles ahlak kurallarına uyuyordu. Vay canına! Ancak ne yazık ki haklıydı. Kalkmak için kıpırdandığımda belimdeki elleri beni kendine çekti. Uzun parmakları üstümdeki tişörtün ince askısını indirdiğinde burnunu tenimde gezdirdi.

"Cennet böyle kokuyor olmalı." diye fısıldadı.

Tüm gözeneklerimden içeri soğuk rüzgar vuruyormuş gibi ürperdiğimde bu kez dudaklarını hissettim. Yavaşça öpücükler bırakarak yukarı çıktı ve boynumun arkasından tutarak olduğu yeri emmeye başladı. Bu, iz bırakacak kadar sert bir aşk ısırığı değildi. Hatta onun bu hafif dokunuşları beni çileden çıkarıyordu. Kendimi ona daha fazla bastırırken inledim.

"Im-ımm!"

Abartılı derecede yapmacık öksürük sesiyle aniden yerimizde sıçradık. Hızla Harry'nin üstünden inip yanına oturdum ve kapıda dikilen babama dehşetle baktım. Kollarını göğsünde birleştirmiş yüzündeki yargılayan ifadesiyle bizi izliyordu. Harry kendini toparlayarak oturuşunu düzeltti.

"Kapı çalmak baba!" diye uyardım.

"İnsanlar açık kapıları çalmaz."

"Evet haklısın. Dikilip içeriyi dikizlerler(!)"

Beni önemsemeden bakışlarını Harry'e çevirdi.

"Üzgünüm evlat, bir misafir odamız yok. O yüzden alt katta kanepede uyuyacaksın."

Harry ayağa kalktı ve çekingen adımlarla kapıya yürüdü.

"Şey... İyi geceler Louis." dedi son kez dönüp bana bakarken.

"İyi geceler. Bir şeye ihtiyacın olursa bana söylemen yeterli."

Ellerini saçlarının arasına geçirip bana kaçamak bir gülümsemeyle göz kırptı. O gidince babam arkasından kapıyı kapatıp bana döndü. Ah işte başlıyoruz.

"Louis Tomlinson."

"Baba lütfen..." diye söylendim kendimi yeniden yatağa bırakıp yüzümü yastığa gömerken.

"Ben senin babanım. Böyle bir şeyi benden nasıl gizlersin? Annenden gizlemeni anlarım ama benden nasıl gizlersin?"

Saçımdan tutup başımı kaldırırken sessiz bir çığlık attım.

"Baba! Saçımı bırak."

Hala bir çocukmuşum gibi eliyle saçlarımı karıştırıyordu.

"O manyak baronun oğluyla sevgilisin ve ben bunu öğrenen en son kişiyim."

Nihayet ellerini üstümden çekti ve derin bir nefes aldım.

"Onun bir adı var."

Ellerini kaldırarak havada hayali bir tırnak işareti çizdi.

"Harry Styles." dedi alayla.

"Baba tam bir ergen gibi davranıyorsun."

Az önceki hareketine gülmeye başladığımda o da bana eşlik etti.

"Pekala." dedi kapıya doğru yürürken. "Yine de uyumadan önce kapını kilitle. Aşağıda koca bir testesteron yığını var."

"Baba!"

Sesimin tiz tonuna engel olamamıştım. Benimle böyle konuşması çok utanç vericiydi.

"İyi geceler benim artık pek de masum olmayan bebeğim."

"İyi geceler benim artık normal olması gereken tuhaf babacım."

******

Kulağıma dolan sesler ve yüzüme vuran sabah güneşi bilincimi açarken yatakta miskince ters döndüm.

"Seksen dokuz oldu!"

Ernest'in neşeli bağırışlarıyla yataktan kalktım ve sesin geldiği yöne doğru yürüdüm. Güneşliği hafif aralayıp pencereden aşağı baktığımda onları görmüştüm. Harry basketbol topunu sektirerek babamın yanından geçti ve zıplayarak potaya fırlattı. Top fileden girip yere düştüğünde Ernest yeniden bağırdı.

"Doksan!"

Pencereyi tamamen açıp alkışlamaya başladığımda üçü birden bana döndü.

"Doksan falan olmadı. Jay sayı saymayı bile bilmiyor." diye seslendi babam.

Harry'nin kıkırdayışını buradan görebiliyordum.

Kahvaltıdan sonra yaşadığım yeri gezmek için dışarı çıkmıştık.

Harry elimi bırakmadan yürürken yanımızdan geçip giden tüm tanıdıklarımın görmesini istedim. Tanrısal bir güzellikte sevgilim vardı ve o beni çok seviyordu. Tıpkı benim onu sevdiğim gibi.

"Demek büyüdüğün yer burası." dedi derin bir iç çekişten sonra.

Gülümseyerek başımı salladım.

"Çocukken parka gitmenin hayalini bile kuramazdım."

Yolun karşısındaki parka baktık. Tüm günümü orada geçirdiğim zamanlar henüz altı yaşındaydım. Harry'nin Styles Aile Şatosu'na hapsedildiği zamanlar.

"Benim büyüdüğüm yer büyük soğuk duvarlar, ellerinde iğneyle gezen hemşireler ve büyük kristal avizenin altındaki piyanomdan ibareti sevgili Louis."

Ah Harry... Onu buraya getirmemeliydim. Tanım çok bencilce bir hareketti.

"Hadi eve geri dönelim."

Hayatımın belki de en berbat dönemini yaşadığım yerin önünden geçiyorduk. Westminster Lisesi bana hala tüm rahatsız edici anılarımla el sallıyordu.

Yoldan geçen tanıdık spor araba yanımızda durdu ve camı indirip yüzünü gösterdi.

"Vay canına! Bizim ürkek striptizci eve geri dönmüş."

Paula.

Harry aniden elimi bıraktı ve arabanın kapısını açıp onu dışarı çıkardı. Paula'yı hiç zorlanmadan yere serip yumruklarını geçirmeye başladığında arabadaki diğerleri de telaşla indi.

"Seni öldüreceğim! Onunla böyle konuşmanın cezasını çekeceksin! Duydun mu? Bunu ödeyeceksin!"

Paula'nın en az kendisi kadar mide bulandırıcı arkadaşları da arabadan inip Harry'i tuutarak ondan uzaklaştırdılar.

"Harry! Bırakın onu..."

Yanlarına koşup Harry'i kurtarmak isterken Paula beni kolumdan tutup bir kağıt parçasıymışım gibi yere fırlattı.

Dudağının kenarındaki kanları elinin tersiyle silip bana küçümseyen ifadesiyle baktı. Arkasındaki Harry gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.

"Seni becermediğim için bu kadar kızgın olduğunu biliyorum. Ama görmeyeli baya ilerleme kaydetmişsin. İstersen hemen burada bile yaparım."

Kendi kendine kıkırdadı ve arkasını döndü.

"Ama önce şu mankafaya haddini bildirmem gerek.

Harry sıkıca tutulan kollarına baktı ve alayla kaşlarını kaldırdı.

Paula yumruğunu kaldırıp Harry'nin tam karnının ortasına indirdiğinde Harry hiçbir tepki vermeden onu izlemeye devam ediyordu.

"Sıra bende." dedi boğuk sesiyle.

Kollarını çocuklardan kurtarıp hiç zorlanmadan hepsini teker teker etkisiz hale getirirken ben hala yerdeydim. Bacaklarımı kendime çektim ve başımı oraya gömüp gözlerimi kapattım. İzlemek istemiyordum. Harry'nin yeniden birini öldüresiye dövdüğünü ve bunu yaparken yeşillerinin nasıl siyaha dönüştüğünü görmek istemiyordum.

Bağırışlar ve sert yumrukların yumuşak ete vurduğunda çıkardığı ses kesildi ve biri beni kollarımdan tutarak kaldırdı. Gözlerimi açıp ona baktım. Ve yerde kıvranarak kalkmaya çalışan dört erkeğe.

Harry hala sinirliydi. Ancak kendini dizginlemeye çalıştığını anlayabiliyordum.

"İyi misin Louis?" dedi omuzlarımdan hafifçe sarsarak.

"Yardım çağırmamız gerek."

Korkuyla Paula'ya eğildim. Harry beni oldukça sert bir hareketle tutup kaldırdı.

"Bırak şunları gebersinler!" diye tısladı.

"Onları düşündüğümü mü sanıyorsun Harry? Başın belaya girecek. Buna izin veremem."

Yeniden çocuğa yaklaştığımda Harry öfke dolu sesiyle bağırdı.

"Bırak dedim Louis! Ölmeyi hak ediyorlar!"

Beni korkutuyordu. Uzun zaman sonra yine onun fikrine aykırı bir cümle kurmaktan çekiniyordum. Sessizce sakinleşmesini beklerken onun hızlı ve büyük adımlarına eşlik ettim. Tıpkı üniversitenin ilk günü beni odasına çıkarırken yaptığı gibi.

Evin önüne geldiğimizde Ernest koşarak bahçeye geldi.

Elinde salladığı siyah zarf dikkatimi çekerken heyecanla bana uzattı.

"Bu sana gelmiş. Üstünde adın yazıyor, annem okudu."

Zarfın üstünde altın sarısı harflerle Harry Styles ve Louis Tomlinson yazıyordu. Merakla zarfta parmaklarımı gezdirdim. Çok asildi. Styles kokan bir asalet. İçini açacağım sırada Harry zarfı elimden çekti.

"Bu bir cenaze davetiyesi... Bizden birinin cenazesi." dedi zarfın ön yüzündeki yine altın sarısı renginde olan büyük S harfini işaret ederek.

En tuhafı ise onların cenazeler için bile kendi gösterişlerine uyum sağlayarak davetiye bastırıyor olmasıydı. Daha önce önce hiç cenaze davetiyesi almamıştım.

Bir an için baronun öldüğü düşüncesi aklıma geldiğinde bu fikirden hemen uzaklaştım. Bayan Anne asla onun cenazesinde beni görmek istemezdi. Bu Anne Styles tarafından düzenlenen bir davetiye olamazdı.

Harry zarfın içindeki yine siyah parşomen kağıdını çıkarıp okumaya başladığında gözleri hayretle büyüdü.

"Catherine Styles... Ben'in annesi ölmüş."

Sesi durgun ve kısık çıkmıştı.

"Ne?"

Şaşkınlığımı gizlemeye çalışırken henüz girdiğim şoktan çıkamamıştım.

"Cenazesi yarınmış."

"Nasıl? Nasıl ölmüş?"

Alt dudağını sarkıttı. Sonra kağıdı zarfa geri koydu.

"Gidecek miyiz?"

Gözlerinin içine bakıyordum. Tepkisini merak ediyordum. Bayan Catherine'den nefret etmezdi. O birisinden nefret etmiyorsa o kişi ona zarar vermemiş anlamına geliyordu. Üstelik Bayan Catherine büyük bir cesaret gösterip Styles aile sırrını ortaya çıkarmıştı. Daha sonra Harry'i o dehşet dolu yerden kurtarmak için video kaydederken Bayan Catherine'in cesaretini örnek almıştım.

Harry uzunca düşündükten sonra derin bir iç çekerek başını eğdi ve saçlarını sıkıntıyla geriye itti. Sol gözünün kenarının hafif morarmaya başladığını o an fark etmiştim. Kavga sırasında, hissedemediği sert bir darbe almış olmalıydı.

"Bilmiyorum. Yeniden onların arasına giremem."

"Harry..." diye mırıldandım elimi göğsüne koyup sakin kalmasını sağlamak için.

"Ben senin kardeşin. Ve şimdi annesi öldü. Ona destek olmalıyız."

"O benim kardeşim değil!"

Yeniden aynı şeyle sinirlendiğinde bir adım geri çekildim.

"Öyleyse yaşamı boyunca tek hatası kendisini aldatan bir adamla evli kalmak olan zavallı Bayan Catherine'e hak ettiği saygıdan dolayı orada olmalıyız."

Gözlerini kapatıp derin bir nefes daha aldı.

"Sen hiçbir yere gelmiyorsun." dedi işaret parmağını bana doğrultarak.

Onun tek başına gitmesine izin veremezdim. Üstelik Styles'ların arasına. Onu yeniden benden alacaları korkusuyla geçireceğim her dakika bana günler geçiyormuş gibi geliyordu.

"Ne fark eder ki?"

Elindeki zarfı çekip havada salladım.

"Burada olduğumuzu biliyorlar. Hep biliyorlardı ve hep bilecekler. Dünyanın neresinde olursak olalım bir gölge gibi hep bir adım arkamızda olacaklar."

Bir an içimi asla huzurlu olamayacağımız hissi sardı ve bu saniyelik düşünce bile intihar sebebiydi.

"Yalnız kalamazsın Harry. Bende öyle."

Elimi beline sarıp ona sarıldım.

"Ya ikimiz de gideriz. Ya ikimiz de gitmeyiz."

Başımın üstüne uzun bir öpücük bıraktı. Kollarını etrafıma sararken bir kez daha aynı şeyi düşündüm. Onu yeniden benden almalarına izin veremem. Ve yine onu alıp götürmeye kalkışırlarsa beni de almaları gerekir.

*****

Harry'nin hiç konuşmadığı bir yolculuktu. Sabah uyandığında gitme kararı alan kendisiydi ama yine de bu durumdan memnun görünmüyordu.

Bayan Catherine'nin ölümüne onun da üzüldüğü her halinden belliydi. Zavallı kadın için bende üzülmüştüm.

Büyük düz çimenlik alanın üstü düzenli bir şekilde mezar taşlarıyla dizilmişti. Burası Bay Christopher'ın kardeşi yani Harry'nin öz babasının mezarlığının olduğu yerdi. Tüm Styles ailesine ayrılan geniş alana bir yeni mezar taşı daha eklenmişti. Hala basına karşı inkar edilen büyük sırlarını örtbas etmek için olsa gerek Bayan Catherine'in mezarı yaşamında pek de kendisinden hoşlanmayan eşinin yanındaydı.

Kalabalık Styles ailesi açık tabutun karşısına yerleştirilen sandalyelere oturmuş rahibin konuşmasını dinliyorlardı. Hepsi siyah kıyafetlerine uygun siyah güneş gözlükleri takıyordu. Bir gözlüğüm yoktu ancak günün anlam ve önemine uygun siyah takım elbisem vardı. Ve Harry... O zaten genelde hep bu rengi kullanırdı. Kimseye görünmeden en arkadaki sandalyelere oturduğumuzda onların arabası da göründü. Büyük siyah BMW'den inerlerken bakışlarımı onlara çevirdim. Arabadan bu kadar asil inmeyi nasıl başarıyorlardı? Onların suratlarındaki bu yapmacık yas ifadesi midemi bulandırırken Harry'nin daha önceki benzetmesi geldi aklıma. Evet kesinlikle Addams Ailesi'ni andırıyorlardı.

Baron Christopher Styles elindeki ahşap bastonuyla yürürken eşi Bayan Anne'den destek alıyordu. Arkalarında onları takip eden dev korumaları dikkatimi çektiğinde Harry'nin elini daha sıkı tuttum. Bayan Anne bana uzaktan ters bir bakış attıktan sonra en önde kendileri için ayrılan sandalyelere yerleştiler. Yaptığım şeyden sonra hala beni öldürmek istiyordu. Rahip konuşmasını bitirirken o ayağa kalktı. Adımları onu zor taşıyor gibiydi. Başı yere eğik kollarını serbest bir şekilde sallayarak giderken elini kaldırdı ve bileğinin tersiyle gözünü sildi. Tanrım... O kadar kötü görünüyordu ki...

Tabutun içinde yatan annesine bakarken sessiz ağlayışları hıçkırıklara dönüştü. Bir anda onun için üzüldüm. Merhamet duygusu ona olan öfkemi söndürmüştü.

Her şeyi kayda alan basının karşısında daha fazla ağlamasına izin verilmedi ve korumalar tarafından tutularak tabuttan uzaklaştırıldı. Bay Christopher kürsüye çıkarken neden bu kadar iyi göründüğünü merak ettim. Kilo almış ve yürüyordu. Tanrı aşkına o tabutta yatan kendisi olmalıydı ancak o asla ölmeyecekmiş gibi hastalıklarından kurtuluyordu.

"Sevgili ailem..." diye başladı her zamanki gibi.

Ben'i en arkaya bizim yanımıza getirdiler. Harry'nin diğer tarafına otururken bize bakmadı bile. Ellerini bacaklarının üstünde birleştirip başını eğdi. Sessizce iç çekerek ağlıyordu. Annesinin elini bıraktığı için onu kaybeden küçük bir çocuk gibi.

Harry yüzündeki gergin ifadesiyle karşıyı izlerken kolunu hafifçe dürttüm. Bana baktı ve başını salladı.

"Ona destek olmalısın." diye fısıldadığımda abartıyla gözlerini devirdi.

"Erkek kardeşim öldüğünde Catherine'i artık kendi sorumluluğumda gördüm. Hepimiz onu çok seviyorduk."

Bay Christopher'ın konuşmasının ardından duyulan kahkaha sesi tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Ben hem ağlıyor hem de gülüyordu. Bay Christopher boğazını temizledi ve devam etti.

"Ne yazık ki kendisi acı bir kaza geçirdi ve evinin yüksek merdivenlerinden aşağı düştü. Tanrı günahlarını affetsin. Kardeşimle birlikte huzur içinde yatsınlar."

Ben'e baktım. O anda başını çevirip bize döndü ve acı içindeki gözlerine ulaşmayan bir gülümseme gönderdi.

"O, tehditlere dayanamadı ve intihar etti."

******

Harry Ben'i kolundan sürükleyerek götürürken bende peşlerinden gidiyordum.

Kalabalıktan uzakta mezarlığın en sakin köşesine geçtiğimizde Harry Ben'i bıraktı.

"Neler olduğunu anlat." dedi Harry sertçe. Ben dizleri onu daha fazla taşıyamıyormuş gibi yere çöktü ve elleriyle yüzünü kapattı.

"Onu tehdit mi ediyorlardı? İntihar ettiğine emin misin?"

Harry'i kolundan tutarak bana dönmesini sağladım.

"Görmüyor musun, çocuk perişan halde. Sorularını başka zamana sakla Harry." diye uyardığımda soğukkanlılıkla yerde oturmuş ağlayan Ben'e baktı.

Yaklaştı ve eğilerek onu tuttu.

"Hey... Tamam. Ağlama."

Ah ciddi olamazsın Harry!

"Gitmek istiyorum. O aptalların sahte gözyaşlarını izlemek istemiyorum!"

Gözyaşlarının arasında bağırdı.

"Burada yalnızca acı çeken tek kişi var o da benim!"

Harry kalktı ve ne yapacağını bilmez surat ifadesiyle bana baktı. Ben bu durumları kendisinden dolayı sık yaşadığım için ne yapılır sorusuna daha fazla hakimdim.

"Sen arabayı getir ben onun yanında beklerim."

Biraz düşündü ve son bir kez daha hüngür hüngür ağlayan Ben'e baktıktan sonra yürümeye başladı.

"Ben, hadi kalk." dedim kolundan hafifçe tutarak. Aniden başını kaldırdı ve kızarmış ıslak gözlerini benimkilere dikti.

"Acı çekiyorum Louis. Onun acısını aldın. Her zaman. Lanet ailemiz onun canını ne zaman acıtsa sen onu iyileştirdin."

Yutkundum. Harry'e olduğu gibi davranamazdım. Elinden tutup ayağa kalktım.

"Seni buradan götüreceğiz. Tüm bu basına gösteriş için yapılan sahte yas konuşmalarını dinlemek zorunda değilsin."

Elimi bıraktı ve başını salladı.

"Buradan gidince içimdeki bu boşluk dolacak mı? Annem geri dönecek mi?"

Yeniden eğildim ve yanaklarını ıslatan gözyaşlarını yavaşça sildim.

"Hayır Ben. Bu boşluk asla dolmayacak... Sadece sen bununla yaşamayı öğreneceksin. Ama şimdiki kadar acıtmayacak." diye mırıldandım sessizce.

Ağlamayı kesti ve bakışlarını dudaklarıma indirdi.

"O sana sahip. Ve sen kanlı canlı karşımda duruyorsun. Ona ait dudaklarınla... Ona ait gözlerinle bana bakıyorsun ve ben acımı bir süreliğine bile unutabiliyorum."

Yüzünü yaklaştırdı. Geri çekilmem gerekirdi. Ama yapmadım. Nedensizce ondan uzaklaşmıyordum.

"Ona yaptığını bana da yap. Bu bir büyü mü?" dedi titreyen sesiyle.

Alınlarımız birbirine yaslandığında gözlerimi kapattım. Sonra ıslak yumuşak dudaklarını hissettim. Tam benimkinin üstünde. İlk kez ona karşılık verdim. Dudaklarımı araladım ve onu yavaşça öptüm. Bu sadece bir anlıktı. Neden yaptığımı bilmiyordum. Geri çekildiğimde kanın yanaklarıma hücum edişiyle kızardığımı biliyordum.

"Louis!"

Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 75 4
Succubusların iblislerin rüyalarına girmeleri ezelden beri yasaktı. Taki bir Succubus bu yasağı çiğneyene kadar.
160K 15.1K 74
Kızlara düşkünlüğüyle bilinen Taehyung okulun yeni çocuğuyla pek masum olmayan anılar biriktirmeye başlar. "Çok ateşlisin bebek." ¹²³⁴⁵⁶⁷⁸⁹⁰
206K 21.5K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
6.7K 703 16
45'lerın lolîtası, lülelenmiş kısa saçları, rüzgarda uçuşan palazzo paçaları, gözlerimin ihtirası, kalbimin dikiş izleri lolîta, güzel lolîta. 𝑣𝑚𝑖...