koi no yokan

By ahlavi

43.6K 3.8K 1.4K

zaaflarına bir gece, hatalarına bir nilüfer, sevgisizliğine...sevgisizliğine bir kalp verdim. More

0- aşkın önsezisi
1 - kimseye sormadım yolu, kendim buldum geldim.
2 - nehirde iki kez yıkanamazsın
3 - güller büyüttüm, gül gül öldüm.
4 - benden giderken bile güzeldin.
5 - bir umudu serer tanrı her gece üstüme.
6 - sardunyalar, güneşin çiçeği.
7 - çık artık, hayellerimden.
8 - bıraktığım yerler, kiraz bahçeleri.
10 - gamzende güllerim biter.
11 - geçmiş, hiç geçmemiş.
12 - acı çekmeye alışmışsın sen.
son - iki gözünün gördüğü kadar mı dünya?

9 - düşersem, yanarım.

2.4K 256 154
By ahlavi

şubat 2018

Yürümeye devam ediyor ve gece daha da boğucu hale gelmeye başlıyordu. Sonunda o sokağa girdiğimizde, artık 19 yaşındaydım. Burası eşi ve kendisinin yaşadığı evdi. Bebeklerinin doğduğu, benim o andan nefes nefese kaçtığım o evdi. Başımı yanlara sallarken, ipe tutunarak onu durdurmaya çalıştım.

"Hayır, gelmeyeceğim!" Ellerim titremeye, görünüşüm bulanıklaşmaya başladı. "Bu kadar yeter."

"Evet." dedi. "Bence de yeter, bu yüzden hiçbir yere gitmiyorsun."

Bu sefer halatı tuttuğu gibi beni kendine çektiğinde, ayaklarım birbirine dolandı. Kendimi toparlayamadan ona doğru savrulduğumda, beni tutmasına izin vermeden göğsünden ittim onu.

"Görmeyeli zalim birine dönüşmüşsün." Tükürür gibi konuştuğumda, gülümseyerek iki katlı küçük evin kapısını gösterdi.

"Sen görmeyeli neye dönüştüm görmek ister misin?"

Tekrar yürümeye başladığında, zorlanarak evin kapısından içeriye ilk adımımı attım. Yanımdan 19 yaşım ağlaya ağlaya koşarken, neredeyse arkasından ağlayacaktım. Şimdi önümde yürüyen adam, her şeyden habersiz beni geçmişin merdivenlerinden gittikçe aşağıya indiriyordu. Cebinden çıkardığı anahtarla evin su yeşili kapısını açtı. Bu kapıyıda birlikte boyamıştık. İçeriye girip dışarıda kalan beni belime bağladığı iple çekiştirdi.

"Şunu yapmayı kes, kendim yürüyebilirim." Omzundan iterek eve girdiğimde, buranın tamamen boş olduğunu fark ettim. Boyalar yerinde duruyor, attığım her adımda ahşap zeminden yükselen çıtıdıların kalbime eşlik ettiğini biliyordum.

"Nereden başlamalıyım emin değilim." Arkamdan yürümeye başladığında mutfağa girdi. İp gerilip benimde o yöne ilerlemi sağlamıştı. Mutfak dolapları yerinden sökülmüş yerine beyaz duvarlar kalmıştı. Yerde duran büyük teneke kutuyu zorlanmadan kaldırdı ve salona doğru yürüdü. Peşinden giderken ne yapmaya çalıştığını bilmiyordum. Geçtiğimiz her duvarda siyahlıklar vardı. Anlaşılan burada yaşadığı vakitlerde, kimsenin anlamadığı siyah boyalarını duvarlara yaymaya devam etmişti.

"Anne ve babam yaşımın genç olduğunu söyleyip evlenmeme karşı çıkmıştı ama yine de evlenmek için onları ikna ettiğimi hatırlıyorsun değil mi?" Görmese bile başımı sallamakla yetindim. "O kızla evlenmek istemiyordum." dedi. "Peki neden evlendim biliyor musun?"

"Hamile kaldı."

"Evet..." dedi. "...Hamile kaldı." Sonra bana döndü. "...ama çocuk benden değildi."

"Ne?" Tepkime güldüğünde kaşlarımı çattım. "Benimle dalga geçiyor olmalısın."

"Hayır..." dedi kendinden emin bir şekilde. "...Hiç olmadığım kadar ciddiyim. "

"Kimden?" Sorumu cevapsız bırakarak tenekenin kapağını çevirerek açtı. "Çocuk kimden?"

Gülümsedi sonra ve bu sefer tenekedeki sıvıyı duvara sıçrattı. "Kimin umrunda?" Ceketini hırsla çıkarıp yere fırlattığında, hızlı adımlarla diğer odalara yürümeye başladı. "Annenle konuştun mu?"

"Hayır," dedim, onunla birlikte odalara sürüklenirken. "Jongin yavaşla!" Sinirleniyor gibiydi, açamadığı kapıya tekme atarak kırdığında yerimde sıçramıştım. "Annem benimle ne konuşacaktı?"

Odanın içinden büyük torbayı sırtlandığında, yine sert adımlarla odalardan en büyük olanına yani salona geçti.

"Evi yakmayı mı düşünüyorsun?" Duvarlara ve yere damlayan sıvının boğaz yakan ağır bir kokusu vardı.

"Hayır" Sonra durdu. "En azından sana anlatacaklarım bitmeden önce yakmayacağım."

Hafif gri rengini andıran duvarları, boydan boya ıslatırken ne düşünmem gerektiğini ayırt edemiyordum. Anlatacağı şeyler ne olursa olsun can yakacağa benziyordu. Çünkü şu an hırsıyla tüm siyahlıkları bir bir parmak uçlarıyla okşayan adamın gözünde acıdan başka hiçbir şey yoktu.

"Jaehwa kimsesizdi ve birinden hamile kalmıştı." Sessizce konuştuğunda, gözlerimi büyülttüm.

"O...tecavüz mü?" Başını yanlara salladı.

"Para karşılığında biriyle birlikte oldu." Kasabadan bir kez daha nefret ederken, ellerimi kalbimin üstüne koydum.

"Kasabadan biri miydi?" dediğimde sesini çıkarmadı. "Kimdi?"

Yüzünü bana döndüğünde, o güneş gözlerde ilk defa kasvetli geceyi gördüm. Jongin benim anlamamı bekledi. Parçalar yavaş yavaş birleşirken başımı yanlara sallayarak "Hayır, hayır." dedim. "Hayır, bu olamaz!"

"Kyung-"

Duvara yaslanıp yavaşça yere doğru süzüldükten sonra, cebimdeki telefonu çıkardım. Galeriye girip gerilere attığım resmi bulduğumda, üstüne tıkladım. Telefonu yere koyup ona doğru sürükledim.

"Bu fotoğrafa baka baka kaç gün geçirdim haberin var mı?" Fotoğrafa bir kez baktı ve duvara yaslandı benim gibi. "Şimdi gelmiş senin çocuğun için hazırladığım gül demetlerini, kendi kardeşim için yaptığımı söylüyorsun."

Gözlerini kapattı. Şimdi ikimizde ağlıyorduk. Jongin sadece çocuğun kendi kanından olmadığını söyledi ve gerisi çorap söküğü gibi geldi.

"Babamı bu yüzden sevmiyorsun." Sanki dünyada sadece ikimiz kalmıştık ve eğer ağlamazsak bizde yok olacaktık. "Sen bu kızla istemediğin halde evlendin. Kimsesiz kalmasın diye beni bir başıma, doğacak çocuk babasız büyümesini diye sen benim susuz büyüme neden oldun."

"Eğer çocuğun babandan olduğu anlaşılsaydı, bu kasaba evinizi yerle bir eder tüm emeğinizi heba ederdi ve Jongdae hyungun eğitim masraflarını karşılayamazken, senin büyük şehirlerde açmak istediğin çiçek dükkanların başlamadan biterdi."

"Neden?!" diye bağırdım. "Neden bizim için geleceğini mahvettin?!"

"Kardeşin yani Jiho sana çok benziyor, Kyungsoo." Gözleri hâlâ kapalıydı ve ben fark etmesem de yaşlarım çoğalıyordu. "Gülümseyince dudakları kalp oluyor ve sinirlendiğinde bana baba yerine Kim Jongin diyor, yalan söylemeye çalıştığında gözlerini kırpıştırıyor, uykusunda konuşuyor ve gül reçellerini yemeden duramıyor."

Bacaklarımı kendime çekip başımı diz kapaklarıma yasladım. Bunlar bir rüya olmalıydı. Uyanmalı ve kendime gelmeliydim. Fakat Jongin konuşurken, bu kabus olmaktan çok uzaktı. Onun sesi, en güzel rüyam.

"Bana söyleyebilirdin, bunu birlikte atlatabilirdik!" Ellerimle bacalarıma vurdum. "O kızla evlenmek zorunda kalmazdın. Bebeğe bir şekilde bakabilirdik."

"Nehirde seni öptüğüm günü hatırlıyor musun?" Cevap vermedim. Bu onun için bir hataydı. "Sana her şeyi anlatacaktım. Anlatsaydım ve kasaba Jaehwa'nın bir başkasından hamile kaldığını öğrenseydi, baban ve o öldürülürdü. "

Bir süre sustuk, ne o devam etti ne de ben ağzımı açıp bir şey söyledim. Belki de şok yaşıyor ve dilimi kullanmayı unutmaya başlıyordum. Bütün bu olanlar, hayal ettiğimden daha kötüydü. Benim dikenlerim de, Jongin o kızı seviyor ve beni sevmiyordu. Benim dikenlerim de, acı çeken bendim. Benim dikenlerim de, Jongin baba dediğim adam yüzünden acı çekmiyordu. Jongin, benim dikenlerim yüzünden acı çekiyordu.

"Annem benimle bununla ilgili konuşacaktı." Güldüm. "Başından beri biliyordu değil mi?"

"Hayatınızdan çıkmamızı istedi."

"Ve sende çıktın." Ağlamam şiddetlendi. "Bu kadar mı?"

Yine sustuk, sonra kalktı yerinden Jongin. Torbayı zeminde sürüklemeye başladı.

"Bana bak!" dedi sesini yükselterek, başımı kaldırmadığımda tekrar bağırdı. "Kyungsoo! Bana bak!"

Kendimi daha beterine hazırladığımı bilmeyerek ağlamaya devam ettim ve başımı kaldırarak biçimli kaşlarını çatarak bana bakan oğlana döndüm.

"Bugünün gelmesini, seni bıraktığım günden beri bekliyordum." Torbanın içine elini soktu ve avucundan taşan kumlarla, gözyaşlarıyla ıslanmış kirpiklerini kırpıştırdı. "Daha sakin bir ortamda, annenle birlikte sana bunları anlatmak istiyordum ama annen, bu plandan kaçmayı tercih etti! Ben 6 senedir bugünü bekliyorum!"

"Daha erken gelmeliydin!" Bu sefer bende ayağa kalkıp karşısına dikildiğimde, hıçkırıklarım sözümü kesti. "Neler yaşadığımı, neler düşündüğümü tahmin bile edemezsin! Sen yokken ne kadar acı çektiğimi, evlendiğin günden itibaren nasıl yok olduğumu tahmin bile edemezsin!" Sesim boş evde yankılanıyor, sesimdeki çaresizlik kat ve kat artıyordu. "Her şeyi görüyordun madem, beni göremedin mi Jongin?!"

Omuzlarından ittim. "Ne halde olduğumu, geceler boyu uyuyamadığımı, seni unutmak için kendimi unutmaya başladığımı, gözlerim çıkana kadar saatlerce ağladığımı, en kötüsüde SENİ HİÇ UNUTAMADIĞIMI göremedin mi Jongin?!"

Başını yanlara sallayarak kumu duvara fırlattı. Susmadım.

"Her şeyi duyan sen, duyamadın mı beni?" Avucuna biraz daha kum aldı. "Her şeyi bulduysan, bulamadın mı beni?" Gece sessizdi, Jongin duvarlara kumları atıyor ve ben avaz avaz bağırıyordum. "Her şeyi bilen sen, bilemedin bi beni!"

Kumlar açık kalan ev kapısından izinsiz giren rüzgarla bana doğru gelirken, Jongin hızlı hızlı kar topu atarmış gibi kumları duvarların dört bir yanına savurdu. Başımı yere eğip sızlayan kalbimin sancısıyla her yere saçılan ve ayakkabımın üstüne gelen küçük kum tanelerini izledim. Kum tanesiydim şimdi. Yıllar boyu savrulmuş ve bir yere tutunamamıştım. Birinin üstünde yük olarak kalmıştım.

"Yağmur..." dedim göz yaşlarım patır patır döküldüğünde. "...Yağmur gece yağarsa kimse görmez çünkü gece herkes uykuda olur ama sabah olduğunda, açan gül fidanı o kimsenin göremediği yağmurun eseridir. Jongin sen beni görmedin." Yutkunamaya çalıştığımda, yıllar boğazıma dizildi. "...ama ben bir şeyler yaptım. Ben içimde gül fidanı diktim büyülttüm, sen onu ezdin. Tomurcuğu açacakken, üstüne bastın geçtin." Zemin ayağımın altından kayar gibi olduğunda, son kalan enejime tutundum. "Kimselere göstermeden, büyüttüğüm sevgimi dalından kopardın."

Duvarlara tekme savurduğunda, gözlerimi kapattım. "Seni seviyordum, ya sen?" Nefesimin altından fısıldadım. İkimizin ağzından da kuyuya düşüş çığlıklarımız vardı. "Neden sevemedin beni?"

Sonunda kendini yere bıraktığında, fazlasıyla dağılmıştık. Şu an belki de, bittiğimiz geceydi veya ben öyle düşünüyordum. Çünkü kafamı kaldırdığımda, duvarda gördüğüm resimlerimle bir çuval gibi kendimi yerde buldum. O anlamsız siyahlıklar kumla buluştuğunda küçüklüğümden 17 yaşıma kadar olan kumdan resimlerimle, ağzıma elimi kapattım.

"Sanatı seviyorum." dedi, boğukça. "Çizgilerimi seviyorum." Geçmişin tozlu sayfalarının satırlarını dile getirdi. "Kimsenin anlamadığı, siyah boyalarımı seviyorum."

Fil dişi boyanın üstünde kıvrımlı ve sağa sola yönelen siyah boyalar nasıl oluyor da kumla buluşup böyle acı dolu feryatları ayyuka çıkarabilirdi? Tek bir hata görmedim. İşte tüm yaşanmışlarım duvardaydı, gülüşlerim ve düşüşlerim. Gözlerimin büyüklüğü, her zaman bahsettiği kalp dudaklarım. Kumlar ıslanmış duvarlara tutunuyor ve bana gerçekleri gösteriyordu. Ya ben? Gerçekleri gören ben, nereye tutunacaktım?

Gözlerimi odanın dört bir yanında gezdirirken, Jongin son darbeyi vurdu. "Seni seviyorum, Kyungsoo." dedi ağlaya ağlaya. "Kimsenin anlamadığı, varımı yoğumu yiyen bu pislik yuvası kasabada en güzel çiçekleri olan cenneti, seni çok seviyorum."

Daha fazla dayanamadım.

"Jongin..." Sarsılarak ağlayıp, zırlıyordum ve bu biçimsiz siyah izlerin her zaman gözümün önünde olduğunu ama tek bir çizgisini bile anlamadığımı biliyordum. Fakat şimdi bütün anılar gözümün önünden geçerken, yapabildiğim tek şey nefesim yetmeyene dek sarsılarak ağlamaktı. "Jongin." Dedim yine. Ağzımdan başka bir şey çıksa, sanki bu rüya zannettiğim hayal aleminden pis bir el beni çekip alacaktı.

"Ne zamandır?" Soluksuzca ağzımın içinde sormaya çalıştığımda, ona doğru döndüm.

"8 yaşındayken, beni kiraz ağacının etrafında kovalarken aşık olmuşum." İfadesi yoğun acıya bürünmüştü. Duyguları onu parçalıyormuş gibi yüzü kasılıyordu. "Kuyuya düştüğümüz gün farkına vardım." Eliyle duvarları gösterdi. "Meğer çok seviyormuşum seni, her şeyden diğer tüm şeylerden en çok seni seviyormuşum."

Eğer bütün bu olanlar başımıza gelmesiydi, biz belki de hiç ayrı kalmayacaktık. Her acı zamanla geçmez, her giden mutlaka dönmez diye düşünürdüm. Her ateş küllenip sönmez, her yara bir gün geçmez... Jongin buradaydı. Uzansam rengarenk rüyalarımın hırsızını, yerine bıraktığı kabusları yakalayabilirdim. Jongin buradaydı. Aynı havayı soluyor, aynı aşkı paylaşıyorduk şimdi. Kalp ritimlerimiz birbirine uygun, nefeslerimiz birbirine eşlik ediyor...

...Jongin beni seviyordu.

Şimdi kalkıp yorulan düşüncelerimi ve bedenimi göğsünde dinlendirebilirdim. Kalbimdeki harebelerin mimarıydı. Şu an nasıl yıkıp döktüğünü bilemezdi. Yığıldığım yerde bedeni sürükleyerek uçurumdan atsaydı, canım yine bunun kadar yanar mıydı?

"Nereye?" Ayağa kalkmaya çalıştığımda, sesindeki korku içimi parçaladı. "Yüzünde korkularla, içindeki çığlıklarla nereye gidiyorsun?"

"Benden gittiğinde sana da böyle sorular sormuştum, hatırlıyor musun?" Saçlarını elleri arasına aldığında duvarda bana bakan çocukluğuma gülümsedim. "Dediğin gibi büyüdüm. Bu varını yoğunu yiyen pislik yuvası olan kasabada her gün soldum. Bir kere bile aramadın. Küçükken annemden gizli saklı bir sürü oyun oynardık. Bana anlatabilirdin, anlatabileceğini seni daha iyi anlayan kişinin sadece ben olduğumu biliyordun. Bunu annenin en sevdiği pudra rengi ayakkabısının topuğuyla çivi çakmaya çalışıp topuğunu kırdığında benden nasıl çaresizce yardım istediysen, bunun içinde benden yardım isteyebilirdin."

"Aynı şey olmadığını biliyorsun." dedi sessizce.

"Aynı şey." dedim adımlarımı geri geri attım. "Senin için ayakkabıyı tamir edebilirdim. Annene yalan söylemek zorunda kalmazdın."

Başını salladı. Sustum, sustu.

"Korktun değil mi?" dedim. Daha fazla geriye gidemeden halat gerildi. Vücutlarımız öne doğru büküldü. "Nasıl hissettirdiğini biliyor musun?" Dudaklarım kuruyordu fakat gözyaşlarım imdadıma yetişti. "Bir yalanın içinde, nasıl yaşamak için çaresizce çırpındığımı biliyor musun?" Gözleri, gözlerime değmedi fakat ölmüştük sanki, ölmüştük ve haberimiz yoktu. "Seni severken, kaç kez yandığımı biliyor musun?" Kendimi sertçe geri çektim ve saçlarımı çekiştirdim. "Beni... Kandırdınız."

"Özür dilerim." dediğinde, karşımda en komik film sahnesi varmış gibi kahkahalar attım.

"Özür birine çarpınca söylenir veya yanlışlıkla proje ödevini mahvedince." Yüzüme bakmıyordu, yığıldığı yerde öylece yere bakıyordu. Belimdeki halat gevşemiş olduğunu farkettiğimde, ellerimle sağa sola çekiştirdim ve belimden yavaşça yere bıraktım.

Kapıdan çıkmadan önce, son kez ona ve duvarlardaki geçmişin izlerine baktım. "Birini öldürdünüz." Sesim git gide düştü. "Yaşayan bir ölü."

Ardımda bıraktığımda, o evden yavaş adımlarla çıktım. Sonra adımlarım git gide hızlandı, burnuma çiçek kokuları geldi. Lotus dillere pelesenk olan adıyla nilüfer ve sardunyaların kokusu bu kasabada temiz ve saf kalan tek şeydi. Güllerimi içine katamıyordum artık, ellerime batıyorlar ve her defasında acıtıyorlardı. Bu kasabanın tozlu kaldırımlarında bir an bile dengemi kaybetmeden koştum. Eğer düşersem... Düşersem yanarım.

Bir gecem daha onun varlığıyla bitti.

Ben Jongin'in hatalarına bir gece, zaaflarına bir nilüfer, sevgisizliğine ne çok kalp vermişim.

●●●

Continue Reading

You'll Also Like

808K 65.9K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
240K 22.7K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
3.3K 497 7
Ormandaki tüm sesler kesildiğinde, kaçmalısınız. ☄ "Tanrım, bu ormanda hiç gün doğmaz mı, bana yardım edecek tek bir kişi bile mi yok?" ☄️ Efsaneye g...
2.6K 327 12
Periler ve perilere inananlar. Taehyung da bunlardan birtanesiydi.Taehyung bir gun bir dilek diler ve dileginin gerceklestirilmesi icin Yoongi gonder...