Atlantis'in Beş Kurucusu (Düz...

By whysoserious46

1.1M 56.6K 6.4K

--En yüksek: Bilim Kurgu #1, Fantastik #1, Aksiyon #3 -- Claire hafızasını kaybetmiş bir biçimde kendisini y... More

Atlantis'in Beş Kurucusu
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 4.5
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 9.5
Bölüm 10
Bölüm 0 (Claire'in uyanmasından önce)
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm Değil Yazar Soruyor
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Karakter Panosu
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 48 - Part 2
Bölüm 48 - Part 3
Bölüm 49
Bölüm 49 - Part 2
Bölüm 49 - Part 3
Bölüm 49 - Part 4
Bölüm 50
Bölüm 50 - Part 2
Bölüm 50 - Part 3
Bölüm 50 - Part 4
Çok özür dilerim
Bölüm 50 (Final)
Hikaye Adı
Ikinci kitap

Bölüm 27

14.4K 817 37
By whysoserious46

Teresa

Doktor Dixon'ın tabutu toprağa indirildiği sırada Sandra'nın hıçkrıdığını duydum. Yanıma baktığımda Miles'ın gitmiş olduğunu yerini de Tom'un doldurduğunu fark ettim. Bir eli sıkı sıkıya Sandra'nınkine yapışmıştı.

Kameralar yüzüme dönük olmasa ben de ağlayacak cesareti bulabilirdim belki. Bulmam gerekirdi. Gözyaşlarımın gözlerimi terk etmeyi reddetmesi adil değildi. Hayatımı kurtaran bir kadın için hem de. Ya da benim onu yıllarca unutmam. O kadar yıl içinde onlara bir kere bile bir çiçek dahi yollamamıştım. Hepsi benim hayatımı kurtarmıştı ama ben onların uzuvları birbirlerine dikilip odama bırakılana kadar hiç hatırlamamıştım.

"Bence gitmemelisin. " dedi Tom Sandra onun kolları arasında hıçkıra hıçkıra ağlarken. Toprak tamamen kapandığından beri Sandra yarı ölü gibiydi. "Kız kardeşi buraya geldiğini biliyor. Evlerine gidemeyecek kadar kötüsün. Sandra-"

"Orada olmalıyım. Başka kimin olacağını bilmiyorum ve yalnız kalmamalılar. " diye itiraz etti Sandra. Tom'dan ayrıldı çantasından araba anahtarlarını çıkarırken.

"Miles nerede?" dedi Tom yumrukları kasılırken. O da benim gibi çekip gitmesini tuhaf bulmuş olmalıydı. "Sen de yalnız kalmamalısın. "

"İşi çıktığını söyledi." dedi burnunu çekerek. Çantamdan çıkardığım kağıt mendili ona uzattım.

"Bu halde araba sürmemelisin." dedi Tom. İçinden Miles'a küfrettiğini Ethan'ın yeteneğine sahip olmasam bile tahmin edebiliyordum. "Bizimle Cam Bina'ya gel."

"Olmaz- Gitmem lazım..." Tekrar ağlamaya başlayınca boğazımı temizledim.

"Bu halde araba sürmemelisin bak işte. " dedi Tom tekrardan.

"O sürmeyecek. Anahtarlarını bana ver. Ben Cam Bina'ya dönüyorum." Bir de cenaze evine gitmeyi kaldıramayacak durumdaydım. "Sen Sandra'yı götürebilirsin."

Tom Sandra'yı götürmüştü çoktan ama benim bacaklarım hala hareket etmeyi reddediyorlardı. Sandalyelerin dizili olduğu yerden bir türlü uzaklaşamıyordum. Ben de yeni kazılmış mezara doğru ilerledim. Toprak kokusu hala keskindi. "Burada olanın ben olmam gerekiyordu. Senin değil. Hiçbirinizin değil." Ağaçların ardında bir çıtırtı duyduğumda başımı çevirdim. Basından birileri olamazdı, hepsi dağılmıştı. Doktor Dixon'ın gerçekte nasıl öldüğünü bilmiyorlardı, kız kardeşi bile kolunun neden yerine dikildiği sorusuna cevap alamamıştı. Medyanın ilgisi üç kurucunun aynı anda cenazeye katılmasıyla artmıştı. Özellikle paparazilerinki. Onlardan biri olabilirdi bu çıtırtı. Ama onu takip eden hiçbir ses olmamıştı. Belki de paranoyaklık yapıyordum. "Bana hayatımı geri verdiniz. Yürüme yetimi... Sizi zihnimde bir yere kilitlememem gerekirdi. Belki o za-" Bu sefer daha gürültülü ayak sesleri duyulduğunda ellerimi pençe haline getirmeye başlamıştım.

Arkamı döndüğümde endişeyle bana doğru yürüyen Ethan ve Claire'i gördüm. "Tess! Teresa!"

"İyi misin? Sana ulaşamadık." dedi Claire üzerindeki spor ceketinin kollarıyla oynarken.

"Burada ne işiniz var?" diye sordum ikisinin de gözü yeni kapatılmış mezara kayarken.

"Tom aradı. Yalnız kalmanı istememiş. " diye açıkladı Ethan. Tom'un aklının hala bende olması beni mutlu etmişti. Sandra'nın tek kaldığını görünce yüzünün aldığı o şekilden sonra hem de.

"Ona gitmesini ben söyledim. Sandra'nın ayakta duracak hali yoktu ve onun için endişeleniyordu." diye anlattım. Claire yere çömeldi. "Siz başka bir yere mi gidiyordunuz?" diye sordum ikimiz de Claire'in ne yaptığını anlamaya çalışırken. Açıkça kıyafetlerine özenmişti, ve bu Claire'in çoğu zaman yapmadığı bir şeydi. Zaten uzun olan bacaklarını sonsuz haline getiren yüksek belli geniş paçalı siyah pantolonu ve hali hazırda geniş omuzlarını daha geniş göstermiş halter yaka siyah üstü Claire'in fancy kıyafet kategorisine giriyordu.

"Adli tıpa gidiyorduk. " dedi Claire mezarın üzerindeki karanfilleri dik bir şekilde toprağa saplarken. Claire'in elleri arasında bir anda büyüyüp sarmaşık gibi geçici mezar taşını sardılar. "Umarım sürünen bir bitkiydi. " dedi ellerini çırpıp ayağa kalkarken.

"Neden adli tıpa gidiyordunuz?"

Ethan öksürdü, Claire benden gözlerini kaçırırken. "Bir ceset daha bırakılmış bu sefer Yerleşke'ye, gölün yakınlarına." Claire'in balıklara toplu katliam düzenlediği yere. "Seni Cam Bina'ya bırakabiliriz. " diye teklif etti.

"Tom'un arabası bende. Ben sizi takip ederim." dedim anahtarı sallarken.

Claire yürüdüğümüz sırada benimle gelmeye karar vermişti. Tom'un arabasını park ettiği yerin tam tersi yere park etmiş olduğu için Ethan'dan ayrılmıştık. Claire sürücü koltuğuna geçtiği sırada bagajı açtım. Stilettolarımı çıkarıp yerine postallarımı giydim. Ardından dar elbisemin eteğini katlayarak diz hizamdan uyluklarımın üst bölgesine çıkardım. Tom'un arabada bıraktığı ve yüksek ihtimalle Ethan'dan çaldığı deri ceketi de giydim. Arabaya binip koltuğumu ayarladığım sırada Claire büyü yapmışım gibi bana bakıyordu.

"Her yere de cenazeye gidiyormuş gibi gidemem ki. " dedim Ethan onu takip etmem için selektör yaparken.

"Biriniz buraya neden geldiğimizi de anlatabilir mi?"

"Bunu bütün yolu gelmeden önce sorgulasan daha iyi olmaz mıydı?" diye sordu Ethan sarkastik bir tonda. "Claire cesedi görmek istedi." diye de ekledi morgun kapısını açtığı sırada.

"Neden bir kere görmek yetmedi mi?" diye sordum Claire'e dönüp.

"İçeri gelmek zorunda değilsin, Teresa. Seni getirmekle biraz düşüncesiz davrandık sanırım. " dedi Claire bize doğru gelen çocuğu fark edince yürümeyi bırakarak. Miles'ı görünce ona doğru yürüyebilecek tek insan Sandra'ydı zaten.

"Büyük bir kız olmamın zamanı geldi. Sonsuza dek kaçamam." dedim Claire'in kolunu tutarken.

"Onu nasıl yapacaksın? Belini tekrar kırıp seni uzatmalarını mı isteyeceksin?" dedi Miles bize yaklaştığı sırada. Kendi kendine bir kahkaha patlattı. Cevap vermemeyi seçtim özellikle de biraz ötedeki gözü yaşlı ailenin hatrına. "Şeytana satacak ruhun olmadığı için. Yoksa onda da mı boy sınırı var?" diye saçmalamaya devam etti. Yumruklarımı sıksam da dışarıda toplanmaya başlamış paparizeler ve biraz ötedeki acılı aile için sineye çekmeye karar verdim. "Çünkü büyük kız olmak için kesinlikle bir tane var. "

"Seni seviyene inmeyeceğim bulunduğun yer benim için bile fazla alçak, Miles." dedim ona yaklaşarak. Yalnızca dişlerini gösterdi bunun üzerine. Claire hafifçe kıkırdadı, ardından da danışmadaki kız. Ki Miles'ın aldığı tepkiye oranla salon dolusu kahkahaya eş değerdi, özellikle kendinden başka kimsenin mimik oynatmadığını düşünürsek.

"Madem öyle. Takip edin bakalım. " dedi arkasını dönüp hızla yürümeye başladığı sırada. Ayakkabıları sanki özellikle gıcırdıyordu cilalı zeminde. Birden kayıp yüzüstü düştü. Kendini toparlamaya bile fırsatı bulamadan yüzükoyun yatıyordu. Bu sefer herkes güldü. Miles'ın koyu renk teni kırmızıya dönerken ayağa kalkmaya çalışmasını izledik ki bu tekrar kayıp durduğu için birkaç dakikayı almıştı. "Her neyse. " dedi üzerini düzeltirken. Biraz daha kızarması mümkün görünmüyordu. "Bu kapı." dedi iki kanatlı yeşil kapıyı açarken. Onu takip edeceğim sırada Claire beni durdurdu kolumdan tutarak.

"Buza dikkat et." dedi fısıldayarak. Ethan boğulur gibi bir ses çıkardı bunun üzerine. Eğer o Claire'in yanağına küçük bir öpücük kondurmasaydı ben de aynısını yapacaktım.

"Neden buz? Su olsa en azından ihtimali olurdu. "

"Düşeceğinden emin olmak istedim." dedi bana doğru eğilip tekrar fısıldarken.

Adli tabibin gelmesi yirmi dört dakika sürmüştü duvardaki saate göre. Ölülerle dolu bir odada eşit derece hakim olan sessizlikte tek ses çıkaran şey o olduğu için zamandan emin olmamam mümkün değildi. Metal büyük bir kasede elinde bir şeyle geldi. Kırmızı ve kocamandı. Ve mide bulandırıcı. Kan içindeki odamı düşünmemek için kendimi çimdikledim.

"Aa, bak karaciğer." dedi Claire heyecanla.

"Aman Tanrım." dedi Ethan bunun üzerine burun kemiğini ovarken. Doktor buzdolaplarının önündeki masaya ilerleyince Ethan ve Miles da ilerledi.

"Bana neden onun katil olmadığını bir daha anlatır mısınız?" diye sordu Miles sert bir tonda. Claire hala tüm o sorgu odası olayını hatırlamıyordu ve Ethan'ın yüz ifadesine bakılırsa öyle kalması için her şeyi yapabilirdi. Claire doktorun açtığı masaya yaklaştı. Geniz yakan koku beni bayıltmak üzereyeken bile Claire etkilenmiyor gibiydi.

"Bu kadar basit sütur kullanmam çünkü. " dedi Claire kayıtsızca. "Bundan daha iyi bir işçilik çıkarabileceğime eminim."

"Pardon, ne?" dedi Ethan ağzı açık Claire'e dönerken. Claire kesinlikle kendini tamamen aklamamak için özel bir çaba sarf ediyordu. Başka herhangi bir açıklaması olamazdı. Miles Claire'e atılınca Ethan elini göğsüne yerleştirdi.

"Yüzünü bir daha dağıtmamı ister misin?" dedi dişlerinin arasından.

"Ethan." diye uyardım olayları sıfır yüz ifadesiyle izleyen adli tabibi çenemle işaret ederken. Ethan geri çekildi. Ancak o zaman üzeri açılan cesedin, yeni bulunan değil de benim odamdaki olduğunu anladım. Blake'e ait kol artık yoktu.

"Basit sürekli dikiş kafayı gövdeye tutturmaya belki yetebilir, özellikle de birden fazla dokuyu bağladığı için ama tavandan asıldığında kopacağını tahmin edebilirdim." diye devam etti Claire.

"Claire bu kadarı yeter. " dedim hala inceleme masasına yaklaşmayı becerememişken. Ama kaçacak da değildim, hele ki Miles da buradayken. Ama Ethan bir elini kaldırdı.

"Devam etsin. Bu yeni bir şey. " dedi bana dönerek.

Miles'ın aklında başka biri için şüphe oluşmaya başlıyor. Bırak da konuşsun.

Sen bilirsin, dedim yalnızca. Eğer tüm o şarlatanlığı bir daha yaşamak istiyorsan buyur.

"Haklısınız. " dedi adli tabip. "İpin boyutunu da göze alırsak düzgün hesaplanmamış olduğunu düşünebiliriz. "

"Yani? Bu yamalı şey uzun zamandır elinizde ve şimdi mi bunlarla vaktimi harcamayı değer gördünüz?" diye çıkıştı Miles. Hepsi bir zamanlar yaşayan parlak doktorlar olan insanlara yamalı şeyler demişti. Yamalı şeyler. Biri nasıl oluyordu da şimdiye kadar bu gerizekalıyı o bedene ek yapmamıştı?

"Kapa çeneni." dedim. "Senin prosedüral eksikliğini amnezik bir kız tamamladığı için utanmak yerine bir de başkalarına havlıyorsun. "

"Matressi tercih ederdim. " dedi Claire omzunu silkerek. "Belli derecede medikal bilgisi olan birisi olmalı, yine de. Kesinlikle kolay uzuv parçalanması için yerleri biliyormuş. "

"Aynen öyle. " diye onayladı doktor. "Ki bu halihazırda raporumda yazıyordu, Miles. "

"Dikişler yazmıyordu ama." dedi Ethan.

"Hayır. Hayır, yazmıyordu. Hanımefendinin fark ettiğini fark edememişim. Yalnızca ip uzunluğu hatası olduğunu düşünmüştüm. Esmer çocuk Claire'e gülümseyince, Ethan elini Claire'in üst koluna attı. Ah, Tanrım. Claire olan biteni fark ettiyse de bir şey demeden önündeki vücudu incelemeye devam etti. 


Claire

Uyku son günlerde bana kolayca gelen bir şey değildi. Bugün olduğu gibi. Özellikle morgda olanlardan sonra yatağın içinde dönüp durma sürem kayda değer biçimde tavan yapmıştı.  

Teresa'yı uyandırmamak için elimden geldiğince sessiz bir şekilde yataktan çıktım. Örtülerin arasında dönüp durmak ve Ethan'la girdiğimiz tartışmayı düşünmek hiçbir işe yaramıyordu. Ethan'ın uyuyup uyumadığını merak ettim. Elim telefona gitse de uyuduğu takdirde onu uyandırmaya kıyamadım.

Ama asıl morgdan döndükten sonra yaşadığımız tartışmayı düşününce konuşmak istediğim kişinin yine o olması delice geliyordu. Kendime hakim olamayarak ağzıma geleni söylemiştim. O da hiçbir geri adım atmamıştı. Tom beni odadan çıkarmasa belki de olay daha da büyüyecekti. Kesinlikle daha da büyüyecekti. Ama Ethan, her işin altında Gölgelerin olamayacağını nazikçe söylenmekten nefret ediyordu. Hepsi nefret ediyordu. Gölgelerin sadece onlarla uğraşmak için var olmadıklarını, aslında büyük ihtimalle hiç var olmadıklarını anlamıyorlardı ya da daha büyük bir ihtimalle kabullenmek istemiyorlardı.

Yine de kabul ediyorum ölümün eşiğinden yeni dönmüş bir insana karşı biraz daha nazik olabilirdim. Bayağı fazla nazik olabilirdim.

Çıplak ayaklarımla kapıya doğru yürüdüm. Teresa yatağında dönünce kapıyı açmadan bekledim. Bugün Miles'la uğraştığı için oldukça yorucu bir gün geçirmişti, Miles'la benim yüzümden uğraştığı için de en azından onu gecenin bir yarısında uyandırmayabilirdim. Tekrar yatağıma doğru yürüdüm. Ethan'a mesaj atmak için telefonumu elime aldım.

Büyük ihtimalle uyumuyordu. Belki de gidip odasına bakmalıydım. Kapıyı açıp uyuyup uyumadığına bakarsam onu uyandırma ihtimalim daha mı az olurdu? Telefonu tekrar elime aldım, belki de sadece mesaj atmalıydım. Daha az gürültülü olurdu galiba. Ama titreşime uyanabilirdi. Telefonu tekrar yatağın üzerine bıraktım.

Gidip odasına bakıp uyuyuyup uyumadığına bakacaktım. Merdivenleri sessizce inmeye çalıştım. Yine, geçen seferki gibi, ayakkabılarımı unuttuğumu fark ettim. Geri dönmek için durduğumda başımda keskin bir ağrı hissettim. Kör ediciydi. Ağrıya birkaç saniye sonra kulaklarımdaki çınlama katıldı. Dengemi bozuyordu. Duvara yaslansam da ayakta kalmakta bu kadar güçlük çekiyor olmam beni korkutmuştu. Nefes alıp doğrulmaya ve duvardan ayrılmaya çalıştım. Dengemi sağlamayıp omzumu duvara çarptım. Zaten birkaç saniye sonra da her şey karardı.

Çıplak ayaklarımın soğuk zemine değmesiyle uyandım. Başımı doğrultmam daha zor olmuştu. Gözlerimi kırpıştırarak odanın karanlığına alışmasını sağladım. Neredeydim? Kalp atışlarım çaresizce hızlanmanya başladı. Neredeydim? Odanın tek aydınlık noktasında bir siluet belirdi.

Bağlıydım. Bağlıydım. Lanet sandalyeye bağlanmış bir haldeydim.

Miles. Miles olmalıydı. Ethan olmadan benimle konuşmak istiyor ya da sonunda beni suçlayacak elle tutulur bir kanıt bulmuştu.

Ama neden bağlıydım? Çırpınarak bağlarımdan kurtulmaya çalıştım ama nafile. Siluet duvara dayanmış beni izliyordu. Kendini duvardan itip biraz daha öne çıktı. Yüzünü ve yüzündeki sapıkça gülümsemeyi görebiliyordum.

Miles değildi. Miles değildi. Ama tanıdık bir yüzdü. Eğer biraz daha düşünebilirsem kim olduğunu bulabilecektim. Kulağımdaki çınlama geri döndü.

"Beni hatırlamıyor olmandan nefret ediyorum Claire. Ama şimdilik böylesini tercih ediyorum. " dedi ışıktaki figür.

Sesi. Sesi çok tanıdıktı. Tıpkı ışık altında parlayan sarı saçları gibi.

Buradan çıkman gerekiyor. Güzel. Kafamdaki sesle sonunda aynı fikirdeydik.

Belki bileğimin etrafındaki ipleri yakabilirsem bir şansım olurdu. Ama hiçbir şey olmadı. Hiçbir şey tutuşmadı. "Bunu önceden belirtmem daha iyi olurdu sanırım ama güçlerin burada çalışmıyor. Gerçekten önlem almayacağımı mı düşündün?" Başını yana yatırdı. Gölgeler. Aklımdaki tek şey buydu. Varlığını kabullenmeyi inatla reddettiğim o şey- İnandıkları için arkadaşlarımı kınadığım o şey- Gerçek olmaları mümkün müydü? Hayır. Hayır. Olamaz.

Aklımı bir araya toplamalıydım. Arkadaşlarımın körü körüne inandıkları şehir efsanelerine inanmaya başlamanın sırası değildi. Gözlerimi kırpıştırdım. "Kimsin sen, ne istiyorsun?" dedim. Güçlerimden haberdardı. Beni tanıyor muydu? Gerçi tanısa bile pek iyi bir şekilde tanışmadığımız aşikardı. Bana yaklaştı. Yüzünü bana yaklaştırırken bir eli arkamda bağlanmış kollarıma gitti. Nefesi yüzüme vururken başımı diğer yana çevirince hıhladı. İplerin altında kalan kelepçeyi çekiştirdi. Soğuk metal bileklerimin etrafında daha sıkıca oturdu.

Başını iki yana salladı. "Beni gerçekten hatırlamıyorsun değil mi?" dedi gülerek. Bir şekilde bundan eğleniyor muydu? Bana doğru ilerledi. Artık gözlerini daha iyi seçebiliyordum. Zihnim allak bullak olmaya başlamıştı. Yüzeye çıkmaya çalışan anıların bir şekilde bir direniş gösterdiğini hissediyordum. Yüzünde keskin bir sırıtış vardı. "Hatırlamaya çalışıyorsun değil mi? Ama kim olduğumu hatırlamanın şu an sana bir yararı yok. İhtiyacım olanı hatırlasan yeter. " Elini çenemin altına koyduğunda sanki vücudumu elektrik çarpmıştı.

"Sen Teresa'nın ağabeyisin!" dedim bir anda zihnimi işgal eden anılara çaresizce tutunmaya çalışırken. İsmini hatırlamaya çalışıyordum. Ama kulaklarımdaki çınlama geri dönmüştü. Ama beynimdeki tüm kaosa rağmen bir isim aradan kaçmayı başarmıştı. "Aiden?" karşımdaki çocuk irkildi. Belli belirsizdi ama kendisini toplamadan önce fark etmiştim. Kahkaha attı atmasına ama kaşlarının arasındaki çizgi onu ele veriyordu. Teresa'nın ağabeyinin adı Aiden değildi, John'dı. Kalbim duracak gibi oldu.

"Bunu nereden öğrendin? " dedi şaşkınlığını -herhalde şaşkınlıktı bu yüzündeki- gizlemeye çalışarak. Bir adım geri çekildi. " Sevgilinden yeni numaralar öğrenmişsin bakıyorum da. " Yüzündeki ifade tamamıyla yok oldu.

"İsmini onların zihninden sildiğini sanıyordum. " dedi tanıdık bir ses. Karanlığın içinden daha tanıdık bir yüz çıktı. Chris. Chris???? "Demek ki sandığın kadar güçlü değilmişsin. " dedi sarkastik bir tonla.

"Sana buraya gelmemeni söylemiştim!" diye gürledi Aiden. "Bilmediğin işlere karışma. "

Arkadaşlarım ihanete uğramışlardı. Ben ihanete uğramıştım. 

"Nasıl yaparsın bunu? " dedim Chris'e bakarak. Onlara ihanet edebileceğini asla düşünmemiştim. Neden yapmıştı? Chris güldü.

"Buradaki Aiden'ın zihniyle yapamayacağı iş yoktur. "

"Kapa çeneni. " diye uyardı Aiden. 

"Christina'nın yerini aldın! O yüzden o artık bir kurucu değil. " Aiden'ın kaşları çatıldı. Belki onları birbirine düşürebilirsem biri benim yokluğumu fark edene kadar onları oyalayabilirdim. Tabi yokluğumu fark ederlerse. Buradan kendim çıkmak zorundaydım.

Yokluğumu fark etmeleri Teresa'nın uyanmasına bağlıydı. Dünden sonra Teresa'nın bile erken kalkacağını sanmıyordum.

İkisi aralarında fısıldaştı. Aiden'ın kaşları daha da çatıldı. Sonra gözleri parladı. Başım gerçekten daha da belaya girmek üzereydi. Kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım.

Aiden bana yaklaştı. "Benden çaldığın bir şey var. Geri verirsen... " diye fısıldadı kulağıma. Sonra geri çekildi. " şöyle diyelim... seni öldürmem. " Chris'in omuzları dikleşti. "Dışarı. " diye emretti Chris'e. Chris bir süre Aiden'la bakıştıktan sonra arkasını döndü ve yürümeye başladı. Her attığı adımda önündeki yol karanlıklaşıyordu. Aiden çenemden tutup beni kendine çevirdi. "Gözler bende. "

"Ne istediğini bilmiyorum. " dedim yalvarırcasına.

"Ne istediğimi söyledim. "

"Hatırlamıyorum. Yemin ederim. Senden ne çaldıysam- Bilmiyorum. "

"Yalan söylüyorsun. Laurelia, oyun oynamayı bırak. " dedi eli boğazıma inerken. Laurelia mı? İsmimi yanlış söylemişti. Belki de aradığı şey gerçekten bende değildi. Yanlış kişiydim. Nefesim kesilmeye başladı. Boğazımı sıkmıyordu ama nefesim kesiliyordu. Panikle çırpındım. İpler asla gevşemiyordu. "Oksijenini geri verebilirim. İstediğim şeyi verirsen. Kendini kurtarman lazım, hadi Claire." Gözlerimin önü benek benek siyahlıklarla kaplandı. "Yazık. Çok yazık. " sesi soldu.

Ethan

Claire ile dünkü tartışmamız yüzünden hala suçlu hissediyordum. Bu kadar tepki vermemem gerekiyordu ama ikimiz de kontrolümüzü kaybetmiştik. Geri adım atamamıştım. Tom müdahale etmese birbirimizi yiyebilirdik.

Mesajlarıma cevap vermedi. Ne ilkine ne de on beşinciye. Haklıydı. Kırıcı sözler söylenmişti ama tek suçlunun ben olduğumu hala düşünmüyordum. En sonunda yukarı çıkmayı düşünürken Teresa içeri girdi. Claire gelmemişti. "Claire nerede? "

" Bir yerlerde yüzünün olduğu dart tahtasına ok fırlatıyordur. Büyük ihtimalle Miles'la." dedi omuz silkerek. "Burada olacağını sanmıştım."

"Nerede olduğunu bilmiyor musun? " diye sordum tekrardan.

"Dedim ya burada olacağını düşünmüştüm. Kalktığımda yatağında yoktu. Ben de senin yanındadır diye düşündüm." dedi konuşması gittikçe yavaşlayarak. Tanrım ciddiydi. Claire'in nerede olduğunu bilmiyordu. Tom'a onun yanında olup olmadığını sormak için mesaj attım birkaç saniye sonra mesaj yerine Tom'un kendisi geldi.

"Ne demek nerede olduğunu bilmiyorsunuz? " dedi üzerine giyinme odamdan aldığı tişörtü geçirirken. "Sen aynı odada değil misin?"

"Uyuyordum. Kaçmaması için nöbet tutmam gerektiğinin farkında değildim. " dedi Teresa anında savunmaya geçerek.

"Kaçmış olamaz. " dedim

"Daha azı için olay çıkarmıştı. Dünkü tartışmanız sonrasında kaçmaya kalkışması işten bile değil." diye belirtti Tom.

"İkiniz de beni suçlamak zorunda mısınız?" diye çıkıştım. Bir yandan Teresa Claire'in telefonunu aramayı sürdürüyordu. İkisi de sorumu farazi olarak düşünüp cevap verme zahmetine girmediler.

"Yerleşke'nin içerisinde arayabiliriz. " diye önerdi Tom.

"O şekilde dışarı çıkacak mısın gerçekten? " diye sordu Teresa, Tom'un açıkça buraya gelirken alelacele ters bir şekilde giydiği pijama altını ve kendisine büyük gelen tişörtümü işaret ederek. Tom kaşlarını çattı. Sonra ortadan kayboldu. Bir dakika sonra üzerini değiştirmiş olarak geri belirdi. Tişörtümü Teresa'nın üzerine fırlattı.

"Ben göle bakıyorum. Yakın yerleri bir zahmet siz ararsınız." dedi tekrar kendini odadan ışınlamadan önce. Teresa arkasından dil çıkardı, Tom'un görmese de kemiklerinde hissettiğine emindim.

Tess'e bakış attım. " Ne var? Öyle gitmesine izin mi verseydim? Herkesin senin gibi bir itibarı yok. " dedi gözlerini devirerek.


Claire

"Benden güçlü olamaz saçmalama. " dedi Aiden büyük ihtimalle Chris'e. Uyandığımı fark etmemişlerdi, ben de bir şeyler düşünene kadar bu durumun öyle kalmasına karar vermiştim.

"Zihnine giremediğini kendin söyledin. " dedi Chris. Zihnime mi girmeye çalışmıştı.

"Zihnine girebildiğimi sen de biliyorsun! Polis merkezine bir anda bu yüzden çağırmıştın. Kendi beynini kullanamadığın için, hatılatırım." dedi Aiden sert bir şekilde.

"O zaman her ne istiyorsan al ve hafızasını sil. "

"Onu buraya getiren sensin. Komutan da ben de arkanı toplamaktan sıkıldık. " dedi Aiden tehditkar bir biçimde.

"Onu görmek isteyen sensin! Hem bu, Atlantis'e gelmeyi riske atacağın kadar önemli ne çalmış olabilir ki senden?"

"Senin rütbeni aşan bir şey. Komutanın isteği üzerine buradayım. Ben de bayılmıyorum, Teresa'nın doğum günü partisine kadar gitmeye. " diye gürledi Aiden. "Beni yalnız bırak şimdi. "

"Sakın onu öldürme! Bunu açıklayamam."

"Dışarı!"

Aiden'ın ayak sesleri yaklaşmaya başladı. Kalp atışım da onunla birlikte tırmandı. "Uyumadığını biliyorum. " dedi Aiden yanıma bir sandalyeyi yerde gıcırdatarak çekerken. "Aç gözlerini. " dedi Chris'e kullandığı tehditkar tonla. Açtım. " Aferin. Peki sorumun cevabını düşündün mü Claire?"

"Benden ne istediğini bilmiyorum. " dedim tekrardan.

"Chris'i duyduğunu biliyorum. Ölümünü açıklayamam dediğini. " dedi yüzüne iğrenç bir gülümseme yayılırken. Elinde daha önce fark etmediğim bir bıçak vardı. Göğüs kemiğimden aşağı kaydırdı. Karnımın üzerinde durarak bastırdı. "Ama zihin kontrolünün şöyle bir güzelliği var. Seni onların zihninde hiç var olmamış hale getirebilirim. Böylece Chris'in iki beyin hücresiyle bir de senin ölümüne bir kapak uydurması gerekmez. " dedi bıçağı daha da bastırarak. Derimin delindiğini hissettim, kanın ince bir şekilde aşağı aktığını.

"Onları Chris öldürdü. " dedim nefesim sanki tekrar ciğerlerime dönmüş gibiydi. Cümlemi zor tamamlamıştım. Aiden kaşlarını çattı. Ama bıçağı çekti. Başını iki yana salladı elindeki bıçakla arka tarafı işaret ederken.

"Böylesine zeka gerektiren bir eylemi Chris'e atfetmen beni gerçekten-" dedi bıçağı tekrar bana bastırırken " yaralıyor. Sadece senin anlayabileceğin bir dili-"

"Kardeşine neden böyle bir şeyi yapasın?" dedim Teresa'nın yüzü gözlerimin önüne gelirken. Aiden'ın bıçağı tutan eli belli belirsiz kasıldı. Göğsümün hemen altını çizmese fark etmezdim bile.

"Senin dikkatini çekip mesajımı ulaştırmanın en kolay yoluydu. " dedi omuz silkerek. Hafızamı kaybettiğimi bilmiyordu. Böyle bir şey yaptıysa biliyor olamazdı, değil mi? "Ama hafıza kaybın beklediğimden daha derinmiş. Yani böylesine bir sanat eseri bile bir ışık yakmıyorsa-"

"Ama Teresa senin kardeşin. " dedim sözünü keserek.

"Umursuyor gibi duruyor muyum? " diye cevapladı.

"Eğer Teresa'yı gerçekten umursamıyorduysan, neden onu ölümden döndürdün?"

Psikotik bir kahkaha attı. "Bakıyorum ki hikayeyi dinlemişsin. Ben ölüleri diriltemem. Senin aksine, sadece başkasının hayatıyla takas yapabilirim. " dedi Aiden. Doğru. O yüzden onun ölü olduğunu düşünüyorlardı.

"Ethan-" diye söze başladım. Gerçekten o da mı Aiden'ın işiydi? Kendinden memnun bir gülümseme takındı.

"Küçük bir deneydi. Hala güçlerin var mı görmek için. " Yalan söylüyor. Kafamın içinde yankılandı. Başka bir amacı olmalıydı. "En kötü ihtimalle hiçbir şey işe yaramasa bile Ethan'dan kurtulmuş olurdum. Eh, bu kadar konuşma yeter. İstediğim şeyi düşünme fırsatını bulmuşsundur umarım. "

"Ben hiçbir şey hatırlamıyorum. Sana yardım edemem. "

"Ah onun gayet de farkındayım. Ama bana yardım edebilecek biri var. Bana istediğimi verebilecek biri. Ama madem ki buradasın. " bıçağı çığlığım eşliğinde sonunda kadar itti. "Küçük bir deney daha yapalım. " Bıçağı ironik bir şekilde nazikçe çıkarmadan önce yan çevirdi. Tekrar çığlık attım. En azından çıkarmıştı. Böylelikle iyileşebilirdim. "Dua et ki aşık çocuk seni hızlı bulsun." diye fısıldadı kulağıma. "Claire, nerede o? "

"Neyden bahsettiğini bilmiyorum. "

"Hadi ama zihninin arkasında bir yerlerde sana fısıldayan bir şey yok mu? Kendini kurtarabilirsin. " dedi dudağını büzerek. Başımı iki yana salladım. Aiden bıçağı tekrar sapladı. Sonra tekrar. Tekrar. Tekrar. "Hadi ama Claire, bana neredeyse daha yaratıcı çözümler getirmiş olmayı dileteceksin. Bıçağıma hak ettiği değeri vermeni istiyorum. " Bıçağı daha aşağıda bir yerlere sapladı bu sefer.

Yaralarım iyileşmiyordu. Paniklemeye başlamıştım. Güçlerim gerçekten de işe yaramıyordu. Pijamalarım kandan sırılsıklam olup üstüme yapışmıştı. Nefes alamayacak kadar acı içindeydim. Aiden onu ne kadar yorduğumdan bahsediyordu. Eli yüzümle buluştuğunda şok içinde yere devrildim. Bıçağı bir kenara atmıştı.

Ethan

Acı içinde dizlerimin üzerine düştüm. Karnım başta olmak üzere tüm vücudum sanki yanıyordu. Teresa ismimi söyleyerek yanımda diz çöktü. "Claire. " dedim bilinçsizce. Göğsüme saplanan ağrıyla iki büklüm olurken.

"Ethan ne oluyor. " dedi Teresa.

"Bilmiyorum. " dedim odamın zemininde iki büklüm yatarken. Doğrulmaya çalıştıysam da ağrı tekrar tekrar başka noktalardan ortaya çıkıyordu. "Bilmiyorum. " Zihnimde tek bir imge vardı. Claire. Claire. Claire. Claire. Claire... "Claire'in başı dertte!" diye bağırdım Tom da başıma geldiği sırada. Teresa başımı kaldırdı.

"Ethan ne saçmalıyorsun?" dedi Teresa. "Bunlar zehrin etkileri olabilir mi? Claire'in onu iyileştirdiğini sanıyordum. " dedi Tom'a dönerek. Tom başını iki yana salladı. Birden o sahneden çekildim. Claire'in suratını gördüm. Ve sarı saçlar. Ve kan. Oldukça fazla kan.

"Claire'in başı gerçekten dertte. " dedim tüm gücümle doğrulmaya çalışarak. Tom kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

"Nerede olduğunu biliyor musun? " diye sordu önümde diz çöktü. Başımı iki yana salladım. Kafatasının arkasında dönen çarkları görebiliyordum. "Ethan, düşün. "

Gözlerimi kapattım. Kendi varlığımın ardında Claire'i hissetmeye çalıştım. Biraz önce bana ulaşan görüntülere erişmeye çalıştım. Onu bulduğumdaki gibi bir şeyler hissetmeye çalıştım. Bir uğultu. Soluk bir uğultu kalp atışlarıma karışıyordu. "Sanırım nerede olduğunu biliyorum. "

Claire

"Bak beni ne hale getirdin. " dedi Aiden nefes nefese kollarını iki yana açarak. Benim aksime o sadece benim kanım ve kendi teriyle kaplıydı. Başımı dik tutamasam da gözlerim köşedeki bir karartıya kayıyordu. Havanın aydınlanmasıyla birlikte arkamdaki devasa pencereler bulunduğum yerin bir kısmına kadar ışık sızdırmayı başarmıştı. Yer cilalı betonun üzerindeki izler sabah ışığıyla parlıyordu. Nerede olduğumu ya da çıkış kapısının yerini kestiremiyordum bir türlü.

Aiden saçımı eline dolayıp başımı sert bir şekilde arkaya çekti. Bir anlığına kafamın vücudumdan ayrıldığını sandım. "Seninle konuşurken yüzüme bakacaksın! " gözlerinde tuhaf bir ışıltı vardı. Göz kapaklarımı açık tutmak bile bütün enerjimi tüketiyordu. Kan kaybından ölmemek için ne kadar zamanım kalmıştı bilmiyordum. Sanki arkamdaki bir şeye bakarmış gibi gözleri benim üzerimden kaydı. "Daha ne kadar dayanabilir ki? " dedi başımı bir anda serbest bırakınca çenem göğüs kemiğime çarptı. Donuyordum. İçerisi gittikçe buz gibi oluyordu. Ama benim aksime Aiden'dan yayılan güçlü bir ısı vardı.

"Lütfen..." dedim dudaklarım başka kelimeleri oluşturamadı.

"Tahmin ettiğimden daha güçsüzmüşsün. Yine de, hakkını vermek lazım, beklediğimden uzun dayandın. " dedi gülerek. Tekrar kendi sandalyesine oturup karşıma geçti. "Beklentilerimi sürekli boşa çıkardığın için, kabul ediyorum ki, çıtayı normalden biraz aşağıya koymuştum. Beni suçlayamazsın. " dedi kendi kendine kahkaha atarken. "Baksana cinayetleri çözmen sonsuz zaman aldı. " Tiz bir uğultu tıpkı odanın soğukluğu gibi etrafımı sardı. Aiden'ın da duyup duymadığını bilmiyordum. "L-" lafı biraz öteden gelen devrilme sesiyle kesildi. Biraz önce sadece karanlık bir nokta olan yerde Chris yatıyordu.

Aiden'ın kaşları çatılsa da yüzüne tekrardan kötücül bir sırıtış yayıldı. "Bunu nasıl yaptın?" dedi yüz ifadesinin aksine öfkeyle. "Do- dokunman gerekmiyor mu?" dedi daha kısık bir sesle Chris'e ilerlerken. Be- ben mi? Benim yaptığımı mı düşünüyordu. Beni sandalyeye bağlayan ipler olmasa oturacak halim bile yoktu. Chris'in üzerine eğilip bir şeyler yaptı. Sonra bana doğru ilerledi. Sert bir hareketle pijama üstümü kaldırdı. Kesiklerin bazılarının kapandığını gördüm, bazıları da sığlaşmıştı. Aiden kandan sertleşmiş tişörtümü bıraktı. "Koruyucu meleğin hala görev başında, görünüşe göre." Gerçekten ben mi yapmıştım yani? Güçlerimi kontrol edemiyordum ama benden bağımsız bir şekilde daha önce hiçbir şey olmamıştı. Hem kendisi değil miydi güçlerimin burada işe yaramadığını söyleyen? Yine de en iyisi benim yaptığımı düşünmesine izin vermek olabilirdi. Burada oturup aşırı tehditkar görünmeye devam edebilirdim.

Tabi daha öncesinde bayılmazsam. Aiden artık ısrarla aynı soruyu sorup aynı cevabı almaktan bıkmış olmalıydı ki kamburunu çıkarmış bir biçimde karşımda oturuyordu. Hiçbir şey yapmadan. Ne bir tehdit, ne bir fiske, ne de bir bıçak darbesi. Yüzündeki anlaşılamaz ifade geri dönmüştü.

Hafif bir gürültü duyuldu, Aiden hafifçe iç çekti. Köşede Chris kendine gelmeye başlayınca oturuşunu düzeltti. "Eh, artık zamanı gelmişti. " dedi kendi kendine.

Ethan

"Burasının olduğuna emin misin?" dedi Tom bana dönerek. Işınlanmadan dolayı ilk defa midem bulandığı için ne yapacağımı bilemez bir halde etrafa bakınıyordum, bu yüzden sorusunu yinelemek zorunda kaldı.

"Hem de hiç değilim. " dedim yükselen midemi bastırmaya çalışarak. Tom yeni sanat merkezinin yarı bitmiş inşaatına bakarak oflandı.

"Sanırım birilerini görüyorum. " dedi Teresa gözlerini kısarak. Gözleri bir anda kartalınkilere dönüştü. Ya da baykuş. Kuşların gözleri hep aynıydı sanırım. "Kesinlikle içeride birileri var."

"Nasıl hissediyorsun?" dedi Tom, tahmin ettiğimden daha kötü görünüyordum. Bu kesindi.

"Claire'e ne olduğunu öğrenince daha iyi olacağım."

Claire

"Claire!" Ethan'ın sesini duyduğumda gözlerimi yukarı kaldırdım. Chris'ten çaldığım enerji pek yeterli değildi görünüşe göre. "Claire! Burada mısın?" Ethan'a cevap vermek için gücümü topladım. Ama ismini bağırmak için ağzımı açtığımda ciğerlerimde hiç hava olmadığını fark ettim, sadece boğulma sesi çıkarabilmiştim. Hava için çaresizce çırpınırken Aiden çenemi sıktı.

"Sesini çıkarırsan seni boğmaya devam ederim. Çeneni kapalı tutacaksın, anlaştık mı?" dedi benim gözlerim kayarken. "Gözlerinle onayla." Gözlerimi kapatık açtım. Başımı sertçe bıraktı, savruldum.

"Ethan! Kaç!" dedim tüm gücümle Chris'in elindeki silahı görünce. Aiden'ın dediklerine rağmen.

"Aptal kız!" dedi Aiden yumruğu yüzümle buluştuğu anda. Yere devrildim, başım sert zeminde sekti. Aiden, yandaşına bir işaret yaptı. Sanki sonsuz görünen odanın içindeki tüm ışık bir karadeliğe girmiş gibi yok oldu. Hiçbir şey göremesem de Ethan'ın varlığını hissettim. Yakınlardaydı. Bu odanın içinde. Bağlarımdan kurtulmak için çırpınsam da bir fayda etmedi. Ayak seslerini duydum. Tek başına mıydı? Tek başına gelecek kadar salak olamazdı değil mi?

Bir gürültü koptu. Boş beton odada yankılandı. Bir şey devrilmiş olmalıydı. Ethan'ın, herhangi birinin nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Ama oda zifiri karanlıktı, güneş pencerelerden teğet geçiyor gibiydi.

"Ethan!" Teresa'nın tiz sesi odada duyuldu. En yakından gelen ses onunkiydi. Birinin nefesini tuttuğunu duydum. "Hiçbir şey göremiyorum! Neredesin?" Teresa ortaya cömert bir küfür savurdu. Aiden'ın tısladığını duydum. Teresa'nın sesi ile aynı yönden gelmişti. İki kardeş Teresa rakibinin ağabeyi olduğunu bilmeden dövüşüyor olabilir miydi?

"Claire! Claire!" Tom'un sesi arkadaşınınkini bastırdı.

"Buradayım!" diye bağırdım çaresizce. Beni bulması imkansızdı. Buradaydım, ama neredeydim?

Ethan. "Ahhhh!!!!" Ethan'ın sesini duymadan önce acısını kendimde hissettim. Çok kötü bir darbe almıştı. Benim de nefesimi kesmişti. Birisi daha bir yere çarptı. Gürültüyle. Ethan'ın küfrettiğini duydum.

Işığa ihtiyaçları var. Dedi kafamdaki ses yumuşakça. Işığa olan dehşetli ihtiyacımızın ben de farkındaydım. Teresa'nın çığlığı duyuldu. Bu kadar kısa zamanda birbirlerinden nasıl bu kadar ayrılmışlardı. Ne olursa olsun ışığa ihtiyaçları vardı. Ethan bir darbe daha aldı. İsmini bağırmamı durduramadım. Aiden nasıl görüyordu? Tekrar beni bağlayan iplerden kurtulmaya çalıştım. Yapabileceğim herhangi bir şey olmalıydı.


Bu aralar olduğu gibi arada bir hikayenin okumaları ve daha da seyrek olarak oyları bir artış gösteriyor. Eğer bunu okuyorsanız ve hikayeyi okurken en azından yüzünüzde bir gülümseme oluşturuyorsa ya da bir bölüm daha okumak içinizden geliyorsa lütfen vote ve yorumlarınızı benden esirgemeyin. Özellikle yorumlarla yaptığınız geri dönüşler beni oldukça mutlu ediyor. Hikayede gözden kaçırılmış detaylar, tutarsızlıklar ya da her türlü mantık hatası veya yazım/gramer hatası görürseniz lütfen beni uyarmaktan çekinmeyin. 

Continue Reading

You'll Also Like

2.1K 622 4
Ruhsuzca sırıttı ve dilini damağına vurarak cıkladı. "Sen bugünden sonra Akrep'in zehrini taşıyan bir Zehre'sin." Beni düzeltirken, elanın mahkûmu ol...
777K 28.9K 43
"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmadan akmış gözlerinden bir bir..." "Sana h...
1.1K 133 12
Birbirlerinden nefret eden iki gryffindor genci. Öğretmenlerin artık ikisinin kavgalarından usanması sonucunda artık yapabilecekleri bir şey yoktu. T...
783K 50.4K 47
Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike getiren icatları, dünyaya sunulması konu...