Cezmi

By ClassicsTR

20.8K 400 35

Cezmi, Namık Kemal'in İntibah'tan sonra kaleme aldığı ikinci romanıdır. Türk edebiyatında tarihi roman türünd... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8.Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm - Son

9. Bölüm

362 8 1
By ClassicsTR


Ertesi gün Gazi Giray'ı Kahkaha Kalesi'ne hapsettiler. Adil Giray'ı da sarayda ağırladılar. İstediğinde kendisiyle kolayca görüşebilmek için Şehriyar, Adil Giray'a sarayın diğer bölümleri ile pek ilgisi olmayan sakin bir dairesini ayırdı. Tilki kadar kurnaz bu kadının uygun gördüğü bu kısım, harem-selamlık daireleri arasında ve bahçe içinde, zamanında Şah Tahmasp'ın içkili gecelerde özel olarak kulandığı köşk biçiminde bir daireydi. Duvarlarında birtakım çini nakışların arasında, içkiye ve aşka dair altınla yazılmış harika beyitler vardı. Yerlerde İran'ın en değerli halıları seriliydi. Bu dairede kalacak olan Adil Giray'ın muhafızlarını da, hizmetçi kılığında göstermek bahanesiyle Şehriyar seçmişti. Bunun nedeni, dairenin çevresine kendine yakın adamları yerleştirmekti. Şehriyar, bu tedbirleri aldıktan sonra, bir gün, saltanatın tüm mensupları Şah'ın huzurunda oldukları sırada, yine Adil Giray konusunu açtı. 

Türklerle devam etmekte olan savaş ve gelecekte alınması gereken tedbirler hakkında, yolda gelirken Adil Giray'la çok kereler konuştuğunu ve bu konudaki görüşmelerin devamına Şah tarafından izin verilirse, sonucun İran için çok hayırlı olacağını söyledi. Diğer saltanat üyeleri de fikirlerini söylediler. Sadece Perihan hiçbir şey konuşmadı. Fakat Şehriyar'ın bunda gizli bir amacı olduğunu hemen anlamıştı. Çünkü kadının özel bir çıkarı olmadıkça, kılını bile kıpırdatmayacağını çok iyi biliyordu. Onun için Şehriyar'ın tavrı, Perihan'ın gözünde, acilen çözülmesi gereken bir problem şeklini aldı. Bu problemi çözebilmek için de dışarıdan ipucu aramaya gerek yoktu. Konu doğrudan Adil Giray'la alakalı olduğu için, her şeyden önce onun nasıl bir adam olduğunu öğrenmek daha uygundu. Adil Giray'ın durumunu öğrenmek, kendisi için çok kolaydı. Çünkü şehzadeyi esir alıp getiren Hamza Mirza, Şah İsmail'in tahta çıkışındaki önemli adamlardan biriydi. Perihan, halasını, kadınlığıyla İran'ın en büyük kahramanı sayıyor, hanedan üyelerinin hepsinden çok onu seviyor, bir dediğini iki etmiyordu. Bu düşünceyle Hamza Mirza'ya bir gün mükemmel bir ziyafet verdi. Ziyafet sırasında, daha bu yaştayken girdiği ilk savaşta gösterdiği gayretlerden, kahramanlıklardan söz ederek kendisini hayli övdü. Her İranlı gibi Hamza Mirza da övülmeye bayılırdı. Perihan, onun en zayıf damarını yakalamış, sinirlerini gıdıklayan birçok övgü dolu sözlerle Mirza'yı adeta mutluluktan bayılacak dereceye getirmişti. Yapılacak iş, tam kıvamındaydı. Asıl maksadını hiç belli etmeyerek, yavaş yavaş konuşmaya başladı:

"Kazandığınız zaferin hiç kuşkusuz takdire değer bir tarafı, düşmanınızın durumudur. Esir ettiğiniz Han çocukları, Türklerin en kahraman komutanlarındanmış diyorlar."

Hamza: "Ben Türklerin başka askerlerini, başka komutanını görmedim. Ama bu adamlar, Ali hakkı için gerçekten kahramandırlar. Annem bilmem hangi akla hizmet için Gazi Giray'ı Kahkaha'ya gönderdi. Acısı hâlâ içimde ve dinmek nedir bilmiyor."

"Demek ki siz, Gazi Giray'ın cesaret ve kahramanlığını takdir ediyorsunuz."

"Yok, yoook... Dünyada Adil Giray'dan üstün, hatta ona yetişecek bir tek insan bile yoktur. Ama Allah hakkı için konuşuyorum ki, diğeri de son derece cesurdu."

"Adil Giray'ın o kadar kahramanlık nesine yakışıyor? Kısa boylu, kambur bir adammış."

"Hah hah hah... Size onu kim söyledi? Ben hayatımda o kadar yakışıklı, o kadar levent bir genç görmedim."

"Adil Giray genç mi yahu?"

"Yirmi üç yirmi dört yaşlarında, çok yakışıklı, çok hoş sohbet, bilgili, görgülü, şair ve kahraman... Kılıç gibi, kalem de eline ne kadar yakışıyor. Kudret eli, bu kadar faziletleri bir bedende barındıramaz."

Perihan gülümseyerek: "Ne tuhaf şey! Biz bu hanedana sanki yabancıymışız gibi sarayımızda misafir olanların suratlarını dahi göremiyoruz. Gençsek çocuk değiliz ya! İktidarımızı ise daha on sekiz yaşındayken göstermiştik. Görüşmelere biz de katılsak ne olur sanki? İşin devletimize fayda sağlayacak taraflarını görürüz belki."

"Annem bu işlerde gerçekten saçmalıyor. Babam zaten kör, vezir de acemi... Benim elimden bu gibi işler gelmez. Sadece biraz savaşabilirim, hepsi o kadar. Devlet işlerini şimdiye kadar hep annemle siz idare edip dururken, Kırım konusuna neden karışmayacak mışsınız? Ne zaman isterseniz emredin, ben götürür, sizi Adil Giray'la tanıştırır ve görüştürürüm."

"Ben, Şah'ın emri ve annenizin takdiri olmadan hiç kimseyle görüşmem. Hiç bir işe karışmam."

"Ben ikisine de söylerim."

Perihan'ın amacı, konuşma bu noktaya gelince, tamamen gerçekleşmişti. Sohbet konusunu değiştirdi. Ziyafet bitip de Hamza Mirza gittikten sonra, neler olup biteceğini beklemeyekoyuldu.

Hemen o gün babasını gören Hamza Mirza, halasının üzüntüsünü acıklı bir dille anlattı. Hem fikirlerinden faydalanmak, hem de kırgınlığını gidermek için, görüşmelere Perihan'ın da katılması gerektiğini söyledi. Şehriyar, Adil Giray'la yaptığı görüşmelerde, aralarında geçen en basit şeylere bile devlet meselesi süsü vererek kocasına anlatıyor, zavallı adamın saatlerce kafasını şişiriyor ve bu şekilde, hiçbir şüphe uyandırmadan, Adil Giray'la daha sık görüşme imkânlarını hazırlıyordu. Karısının bu gereksiz konuşmalarından bıkıp usanan zavallı Şah, oğlunun önerisi üzerine "Aman beni rahat bırakın da ne isterseniz yapın" diyerek,

"Yerinde bir karar. Halan ve annenle birleşiniz de her ne isterseniz yapınız! Ancak ortaya çıkacak sonucu bana dailetiniz!" dedi.

Babasından izin alan Hamza Mirza, annesinin yanına giderek, Şah'ın emrini ona söyledi. Akıllıca yapılan bir iş, ne kadar gizli tutulmak istense de, akıllı insanlar tarafından yine kolayca anlaşılırdı. Şehriyar, gizli emellerinin hem kocası, hem de oğlu tarafından kesinlikle anlaşılmayacağını çok iyi biliyordu. Bu konuda mutlaka Perihan'ın parmağı vardı. Perihan'ın oluru olmadıkça, hatta başlangıcı Perihan tarafından düzenlenmedikçe saray içinde onunla ilgili bir problem ortaya çıkmazdı. Şah'ın bu emri ne gibi etkiler altında vermiş olduğu, bu düşüncelerin ışığı altında kolayca anlaşılıyordu. Perihan'ın ise, belirli bir amacı olmadıkça, kendisi gibi, hiçbir girişimde bulunmayacağını gayet iyi biliyordu. Perihan'ın böyle bir girişimi ise, herhangi bir gönül meselesiyle ilgili olamazdı. Çünkü Adil Giray'ın henüz yüzünü bile görmemişti. Zaten Perihan, kendisi gibi, öyle sevda ve şehvet düşkünü de değildi. Buna neden, aralarındaki nüfuz savaşı olabilirdi. Sevdiği erkek kendisine bırakıldığı takdirde Şehriyar, İran'ın devlet işlerindeki bütün yetki ve selahiyetini Perihan'a devretmeye dünden razıydı. Şehriyar'ın canını sıkan en önemli mesele şuydu ki, Adil Giray'la ilgili olarak Şah'a anlattığı şeyler sadece kendi hayal ürünü birtakım kuruntulardan ibaretti. Şimdi Perihan'ın da katılacağı konuşmaların anahtarlarını ise, bunlar oluşturuyordu. Perihan gibi zeki bir kız, hatta öyle üstün bir zekâya da gerek yok, onun yerine her kim olsa, Adil Giray ile daha ilk görüşmede bu yalanların tümünü anlayıp, ortaya çıkaracak, bu vaziyette, kendisi çok zor bir duruma düşecekti. Artık, ondan sonra da Perihan'ın elinden yakasını kurtaramazdı.

Şehriyar kazdığı kuyuya düşmekten bayağı korkuyordu. Biraz sertçe konuşmakla her isteğini, hatta her emrini yaptırabildiği Şah'a kararını geri aldırmak da mümkündü. Ama böyle birvaziyette, mesele Perihan'ın da kulağına gidecek, böyle tehlikeli bir nüfuz yarışında üstünlük kendinde kalsa bile, sonuçta Perihan'ın kin ve hiddetini bir kat daha üzerine çekmekten başka bir işe yaramayacaktı. Perihan gibi her bakımdan güçlü bir düşmanın kininden başına nelerin geleceğini pekâlâ biliyordu. Bununla birlikte, durup dururken başını daha büyük belalara sokmamak için, Şah'ın iradesini geri aldırmak teşebbüsünden vazgeçti. Bu konu üzerinde birkaç dakika daha düşündü. Sonuçta, biraz yüzünü kızarttığı, gururundan da biraz fedakârlık yaptığı takdirde, bu işi kendi maksadına uygun bir vaziyete sokabileceğine inandı. Bunun için alacağı önlemleri içinden kararlaştırdı. Ama tüm her şeye rağmen, görümcesine karşı kinini, oğluna karşı da öfkesini saklayamayarak,

"Devlet sırları da artık çocuk oyuncağı oldu. Öyle seksen türlü fikirle iş mi görülür? Ama ne olursa olsun, devlet Şah'ımdır. Bizim görevimiz, onun emirlerine itaat etmektir." dedi ve kaşlarını çatarak ve oğlunun yüzüne öfkeli bir şekilde bakarak biraz da alaylı bir sesle,

"Bu dâhice fikirleri sen mi bulup çıkarıyorsun?" diye sordu.

Bu olayda kimin parmağı olduğunu biliyordu. Ama bu işlerin Perihan'ın başı altından çıktığını bir başkasının ağzından da duymak istiyordu. Yoksa Hamza Mirza, meselenin doğrusunu söylese de söylemese de, alacağı önlemlerde bunun için hiçbir etkisi olmayacağı gibi, en ufak bir faydası da olmayacaktı. Bu soru üzerine Hamza Mirza, annesiyle halasının arasına yeni bir dostluk girmemesi için, sanki meselenin bütün gizli taraflarını biliyormuş gibi;

"Farz ediniz ki, önlem aldım! Şimdiye kadar tüm devlet işlerini halamla birlikte yürütmüyor muydunuz? Devlet sırları diyorsunuz. Konuşacağınız şeyler, halamla annemin arasından çıkıp da Türk hükümetinin kulağına gidecek değil ya? Seksen türlü fikir diyorsunuz. Halbuki arada sizinle ondan başka kimse yok. Hem halam devletimize yabancı mıdır?" diyerek cevap verdi. Bu sözlerin her biri Şehriyar'ın yüreğini kızgın bir demir gibi dağlıyordu. Ama saflık derecesini çok iyi bildiği oğluna bile gerçek düşüncelerini sezdirmek işine gelmediği için, tüm zekâsını kullanarak kendini tutuyor, ama bir yandan da sitemi elden bırakmıyordu. Alaylı bir şekilde devam etti:

"Aman da ne düşünmüşsün! Ben Adil Giray'ı içtenliğime inandırıp ve kendisine güven verip de bu konularda konuşturuncaya kadar bin bir türlü zorluklar çekmiştim. Şimdi Perihan'a hemen açılır mı sanıyorsun?" dedi.

Bunun üzerine Hamza Mirza derhal cevap verdi:

"Siz onu merak etmeyiniz! Adil Giray'ın bana itimatı tamdır. Kendisi mert bir adam olduğu için, hakkında gösterdiğim mertçe karşılılara karşı nankörlük etmez. Halamla konuşma yapması için kendisini ben ikna ederim." diye cevap verince Şehriyar, yalancılığının bütün çıplaklığıyla ve tüm rezilliğiyle ortaya dökülmesinden tamamen korktu. Vücudundaki bütün kanı başına sıçrayarak, yerinden kalktı ve bağırdı:

"Sakın bunu deneme bunu, çocuk! Öyle işlere sen karışma! Kaş yapayım derken göz çıkarır, meseleyi tamamen karıştırırsın. Adil Giray'ı yine ben görüp, işin çaresine bakmalıyım." diyerek bu yoldan hiçbir teşebbüse girişmemesini oğluna defalarca öğütledi. Beklenmedik bir yerden beklenmedik yeni ve can sıkıcı bir olay çıkmaması için, hemen o geceden itibaren Adil Giray'la görüşmek için kendini hazırlamaya başladı. Odasına çekilerek, konuyu Adil Giray'a ne şekilde açacağını düşündü. Aklına değişik konuşma şekilleri geliyor, ama hiçbirinde karar kılamıyordu. Sonunda ilk düşündüğü şekilde konuşmayı uygun buldu.

Sabah olunca ilk işi Adil Giray'ı ziyaret etmek oldu. İçeridekileri uygun bir şekilde dışarı çıkarttıktan sonra, birkaç kelimelik bir başlangıç yapmaya bile lüzum duymadan söze başladı:

"Paşam yardımınıza sığınıyorum. Hayatım tehlikededir. Canımı kurtarırsanız ancak siz kurtaracaksınız."

Adil Giray ise, hiçbir gerekçesi olmayan böyle bir hitaba uğrayınca, aniden kadının çıldırdığını sanarak birkaç dakika şaşkın bir biçimde yüzüne baktıktan sonra,

"Ne demek istediğinizi anlayamadım." dedi.

Sonraki konuşmaları ise şu şekilde devam etti:

"Anlatayım. Sizin rahatınızı korumak için ben buraya sık geliyorum ya..."

"Allah ömürler versin, teşrif buyuruyorsunuz."

"Geliyorum ama nasıl geldiğimi de biliyor musunuz?"

"Siz söylememiştiniz, nereden bileyim?"

"Ne zaman istersem gelip sizi görmeye izin alabilmek için, yolda gelirken savaşa, Kırım'a falana dair aramızda geçen konuşmalara ben resmi ve siyasi bir içerik vermiş ve Şah'a o şekilde anlatmıştım."

"Bu olmadı işte, ne kadar yanlış bir harekette bulunmuşsunuz."

"Biliyorum, ama ne yapayım ki sizi her istediğim zaman gelip görebilmek için bundan başka çare de yoktu."

"Aman efendim, beni her zaman görmeyi neden o kadar istiyorsunuz?

Sözün buraya gelince Şehriyar, aşk ve sitem dolu hüzünlü bir bakışla adamın yüzüne bakarak,

"Öyle icap etmişti de..." dedi.

"Her neyse, bir defa olan olmuş. Bu konuyu burada kapatmak gerekir. Artık benden ret cevabı aldığınızı açıklamak mı istiyorsunuz, ne söylediyseniz, artık onlar sizin bileceğiniz iş. Ama bu konuyu mutlaka burada kapatmalısınız. Korkarım, sonunda daha büyük bir kötülük çıkacak."

"Korktuğunuza uğradık bile... Hem öyle bir rezillik çıktı ki, işi kapatmaya da imkân kalmadı."

"Ne gibi kötü bir durum?"

"Biliyor musunuz, bilmiyorum? Şah'ın Perihan isminde bir kız kardeşi var ki, hem büyük kardeşinin, hem de bu ağabeyinin tahta çıkışlarında büyük roller oynamış, birtakım kanlı işler yapmıştı..."

"Kulağıma öyle bir şeyler gelmişti."

"İşte, sizinle aramızdaki resmi konuşmalara Perihan'ın da katılmasını Şah bugün emir buyurdular."

"Bu daha iyi ya!.. İşte asıl işin arkasını getirecek zaman şimdi gelmiş. Ben, konuşmalara üçüncü bir kişinin karıştırılmasına sanki canım sıkılmış gibi davranırım. Konuşmalara devam etmem. Konu da kendiliğinden kapanır gider."

"Siz Perihan'ın nasıl zeki bir kadın olduğunu bilmiyorsunuz. Böyle bir durum karşısında konuyu bir şeref meselesi yapar. O zaman Allah korusun insanı dünyada değil, yerin altında bile rahat bırakmaz."

"Ama neticede bir kadındır... Ne yapabilir ki?"

"O, sizin bildiğiniz kadınlar gibi değildir.

Haydar Mirza'yı tahta çıkarmak için saraya gelen birkaç bin Gürcünün, tek başına ve yalın kılıç üzerlerine saldıracak kadar cesur, II. Şah İsmail'i şeytanın bile haberi olmaksızın öbür dünyaya gönderecek kadar kurnaz ve hilekâr bir şeytandır. Kadın olsa bile, insana neler yapmaz ki. Allah bilir, bir kere bizimle uğraşmaya başlayacak olursa, bin canımız olsa, birini elinden kurtaramayız."

"Ben dünyada hiçbir şeydençekinmem. Lakin mademki o kadar korkuyorsunuz. Başka türlü davranmak da mümkün. Kendisiyle birkaç gün yalandan istişare yaparız. Sonunda iki tarafın önerilerini birleştirmesi imkânsız bir şekle sokarız. O zaman doğal olarak işin sonu gelir. Amacımız da bu işi sona erdirmek değil mi zaten?"

"İşte o, hiç olmaz. Çünkü o uydurmaca konuşmalar, şimdiye kadar devam edip dururken, Perihan işe girince aniden kesilirse, şüphe doğar. Perihan bin bir anlam çıkarır."

"Onu ben hallederim."

"Tamam, ama farz edin ki, Perihan'ı idare ettiniz. Sizin zaten burada kalışınız, bu rahata kavuşmanız, hep arada Kırım'la bir anlaşma yapabilmek umuduyla oluyordu ve onu da ben sağladım. Şimdi o umut ortadan kalkınca, sizin rahatınız bozulacak."

"Şu iş bitsin de ben her türlü rahatsızlığa razıyım. Kardeşim gibi beni de Kahkaha'ya gönderecek değiller mi? Ne mahzuru var? İnsan esir olduktan sonra ister sarayda otursun, ister hapiste olsun bence ikisi de aynıdır. Hem kardeşime kader ortağı olacağım için Kahkaha'yı bu saraydan üstün tutar, belki daha çok memnun olurum."

"Ben öleceğimi bilsem, sizin bir dakika rahatsızlığınızı gerektirecek bir harekette bulunamam."

"Neden?"

Sohbet bu noktaya gelince, Şehriyar'ın yüzünü ateş gibi bir kızıllık kapladı, bakışları baygınlaştı ve hemen arkasına doğru yavaşça bir iki adım attı, birden minderin üzerine yıkıldı... umutsuzluk ve hayranlık dolu bakışlarla Adil Giray'ı yukarıdan aşağı süzdükten sonra:

"Neden mi, Neden mi? diye soruyorsunuz. Aşkımı size anlatmak için daha ne yapayım? Kalbimi yerinden söküp önünüze mi atayım? Sizi seviyorum da onun için...!" diyebildi ve ellerini yüzüne kapayarak hüngür hüngür ağlamaya başladı...

Adil Giray, böyle ummadığı bir durumla karşılaşınca, aniden şaşırmış, terbiyesi icabı hiçbir cevap verememişti. Biraz sonra kendini toparlayarak,

"Efendim... Şimdi... Tehlike meydanda... Çocukluğun, ağlamanın sırası değil!. Ne yapmak gerekiyorsa onu yapalım!" diyebildi.

Bunun üzerine Şehriyar da acısını bir dereceye kadar giderdi ve,

"Yapılacak sadece bir şey kaldı, o da Perihan buraya geldiği zaman ciddi bir müzakere yapmaktır." dedi.

Adil Giray sordu: "Ciddi bir şekilde bir müzakere yolu nasıl açabiliriz? Böyle siyasi bir müzakereye girişebilmek için benim ne Han'dan ne de Padişah'tan iznim var..."

Şehriyar: "Hanın oğlusunuz. Gönlünüzde saltanat hırsı yok mudur? Onun bunun iznini ne düşünüyorsunuz? Şimdi bir ordu hazırlıyoruz. Birkaç aya kadar Şirvan'a saldıracağız. Sizi de beraber götürürüz. Allah yardım eder de Türkleri yenebilirsek, yanınıza gerektiği kadar asker veririz. Kırım'a gider, ağabeyinizi alaşağı edip, Hanlık makamına oturursunuz. Ondan sonra da ister bize, ister Osmanlılara yahut hiçbir tarafa bağımlı olmazsınız. Şayet bu kez de bozguna uğrayacak olursak, şimdiki durumunuzda hiç bir değişiklik olması ihtimali yoktur. "Esirdim, beraber götürdüler. Ne yapabilirdim?" dediğiniz zaman, akan sular durur. Size kim bir suç yükleyebilir?"

"Allah korusun?.. Allah korusun!.. Hem İslâm'ın halifesine, hem de ağabeyime karşı hainlik edeyim de dünyadaki rezillerin en rezili ben mi olayım? Kırım Hanlığı değil, dünya saltanatı için bile olsa, ben bu alçaklığı yapamam..."

"Ne kadar tuhaf bir şey... Ben kendi geleceği için kendisini kaybedip de hasretiyle yanmayı göze alıyorum da o, Osmanlıların hatırı için, burada esir kalmayı Kırım tahtından üstün tutuyor!.."

"Padişaha ve ağabeyime karşı isyanla gelecek saltanattan esirliği değil, mezarı bile üstün tutarım."

"Efendim, İran ordusu sizi Kırım'a kadar götürüp de tahtınıza çıkarsa, zorla getirildiğinizi ilan etmekten aciz mi kalırsınız? İsteyerek isyan ettiğinize kim, ne ile inanacak?"

"Ben kendi vicdanıma karşı sorumlu değil miyim? Vicdanıma hesap vermeyecek miyim? Hem isyan, hem de ikiyüzlülük... Hükümdarlığa ne kadar da lâyık meziyetler!"

"İki gözüm! Siz kendi kendinizi zorlayarak, Şehriyar:ben de kendim isteyerek nasılsa bir belâya yakalandık... Bunu başımızdan kovmak için başka çare yok... Hiç olmazsa sadece söz verin, şuradan orduya kadar birlikte gidelim. Oraya gittikten sonra ben ne yapar eder, sizi kaçırırım. Ben de canımı kurtarmak için sizinle beraber gelirim."

"Yapamayacağım bir iş için size nasıl söz verebilirim? Bana layık gördüğünüz şey dolandırıcılık mıdır?"

"Siz böyle inat ederseniz işin sonu nereye gider?"

Adil Giray, kendinden emin bir tavırla: "Allah alnımıza ne yazdıysa o olur."

Bunun üzerine Şehriyar Adil Giray'ın yanına koşup kollarını onun omuzlarına attı ve: "Olmaz! Allah aşkına yapma!.. Kendine acımıyor musun? Kahkaha zindanını nasıl göze alıyorsun. Hiç değilse bana acı!.. Hem namusumun, hem de hayatımın tehlikede olduğunu görmüyor musun? Ben, sevdiğinin elinden ölüme gitmeyi bir lezzet bilen kadınlardan değilim!.. Aşkımın karşılığı olarak bana kıymak gaddarlık olur... Seni vücuduma ikinci ruh bilmiştim. Şimdi ruhuma ecel mi olacaksın?.. Hiç insaf yok mu sende? Evet, hem ölmek, hem de sevdiğinin eliyle ölmek, dayanılır gibi değil... Bari aşkından, kıskançlığından öldürse... Hayır... İlgisizliğinden, inadından, kibrinden ölümüme sebep olacak..."

Bu son sözler, Şehriyar'ın ağzından hüzünlü bir şekilde dökülüyordu. Babasının ve kocasının kanatları altında çocukluğundan bu yana dökmediği gözyaşları, yolunu kaybetmiş şaşkın yolcular gibi, her tarafında dolaşıp duruyordu...

Adil Giray'ın kalbini bu acı manzara, tüm varlığını derin bir merhametle doldurmuştu. "Ciddi bir anlaşma yapmak elimden gelmez," dedi, "Ama mecburen yalan söyleyeceğiz. Bakalım kader bize ne gösterecek?"

Ve sonunda bu sözlerle Şehriyar'ı yalancı çıkarmamak için, aralarında politik müzakereler oluyormuş gibi davranmaya ve Perihan'la da aynı müzakerelere yine numaradan girişmeye razı oldu. Adil Giray'ın bunu onaylaması, Şehriyar'ı kesin bir beladan kurtardığı gibi, âşık olduğu bu genç ve yakışıklı erkekle istediği gibi görüşme imkânını sağlıyor ve hem de aşkının reddedilmediği anlamını taşıyordu. Kadın, üç ömür birden kazanmış gibi sevinmişti. Şehriyar, defalarca teşekkürlerini iletip de Adil Giray'dan ayrılacağı sırada, birden hatırlamış gibi, Perihan'dan da söz açarak;

"Şeytanlara bile büyücülük öğretecek kadar hileci bir kadındır. Hiçbir sözüne inanma ve kendisiyle konuşurken oldukça tedbirli davran." diye düşmanıni de çekiştirmekten ve bu konuda bazı uyarılarda bulunmaya da engel olamadı.

Şehriyar odadan çıktıktan sonra Adil Giray, tek başına kalınca, kafasında tuhaf hayaller ve büyük düşünceler uçuşmaya başladı. Odanın bir başından diğer başına gidip geliyor ve bir içinden bir dışından:

"Tuhaf şey!.. Adam ne de acayip bir Şah imiş!.. Zaten gücü anadan doğma kapalıyken, zavallının gözlerine bir de mil çektirmeye ne lüzum vardı? Koca milletin içinde, devlet işlerini ellerine teslim edecek iki kadından başka kimse bulamamış! Kadınlar da ne kadın! diğerini tanımam, ancak şu gördüğüm kadın gerçekten çok fettan bir kadın... Hamza Mirza'nın annesi olduğunu düşündükçe hayretten insanın aklı duracak gibi oluyor... Bazen çöpün içinde bir çiçeğin bittiği gibi, böyle kadınlardan da meğer böyle çocuklar doğarmış!.. Esir olduğumuz halde şurada misafir gibi ağırlanıyoruz... Kadın bize, ev sahibimizin karısını kaçırmayı, namusunu berbat etmeyi teklif ediyor! İslam halifesinin koca bir ülkesinde saltanat sürüyoruz, kadın bizi böyle bir iyiliksever insana isyan ettirmek istiyor! Han'ın sayesinde Kırım'ın ikinci padişahı sayılırız, kadın bize, onun makamına ve belki hayatına saldırmayı düşünüyor! Ne Allah'ın belası bir yaratık... Bir insanın bu kadar alçalabileceğine insan inanmıyor! İçim bulanıyor, insanın delireceği geliyor. Ya son karara ne diyelim! Kadınnın hatırı için hayal cambazlığı yapacağız. Herkesi aldatacağız. Olayların akıntısına kapılır da artık geri dönemeyecek duruma düşersek ne yapacağız? Orasını ben de bilemem! Ancak bütün bu rezillikleri, hatta tehlikeleri niçin göze alıyoruz? Kadın bir yalan uydurmuş, şimdi de bu yalanı doğru gibi yutturmak gerekiyormuş, o da ancak bizim onayımızla olabilirmiş... Sadece onay da yeterli değil, bu yalana ortak da olmak gerekiyor... Peki, sonu böyle tehlikeli olan bir yalanı niçin uydurma gereği hissetmiş?"

Adil Giray tebessüm ettikten sonra yine söylenerek: "Bizi seviyormuş da onun için yalan söylemek zorunda kalmış... Zavallı! Bilmiyor ki, rahmetli annem sağ olsaydı ondan çok daha genç olacaktı. Hem sevip de ne yapacak? Kaçmamıza çare bulacak, kendi de arkamızdan gelecekmiş. Ne garip şey! Gönlümüzü eğlendirmek için sonunda körlerin artığına mı kaldık? Başımızı kurtarmak için, bir kocakarı kaçırmak zorunda kalacağız, öyle mi? Düşündükçe insanın tüyleri diken diken oluyor, çıldıracağı geliyor! Gerçi meselenin asıl nedenini bulmak kolay! Ama bu kez de karıyı öldürdüler... Aslında öldürülmeye de layık... Fakat gönül, herhangi bin neden de olsa, cellatlığı bir türlü kabul edemiyor..."

Sonunda Şehriyar'ı beladan kurtarmak için, bir süre daha söylendi, düşündü, bütün seçenekleri ölçtü biçti... kendisini bilerek belanın kucağına atmak demek olan bu karara uymaktan başka seçeneği olmadığını anladı...

Continue Reading

You'll Also Like

38.1K 2.3K 61
Kayboldun, kaybettim seni. Yıllar sonra küçücük mezarını önüme sürdüler. Ben büyüdüm de, sen hep ufacık kalmışsın Çocuk adamım. Günlerce, haftalarc...
54.8K 3K 34
İngiltere'de XIX. yüzyılın ikinci yarısı, "Victoria Dönemi" olarak adlandırılan bu dönem, orta sınıfın yükselişini, gösterişli yaşamların moda oluşun...
74.5K 4.2K 6
Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu'nun kadın kahramanını sadece uzun bir mektubun yazarı olarak tanıyoruz. Kadının hayatı boyunca sevmiş olduğu erkek içi...
Acımak By Gökhan

General Fiction

53K 533 8
Reşat Nuri Güntekin 1928 yılında yayınlanan bu eserinde; çalışkan başarılı fakat zaaf gösterenlere karşı acımasız olan Zehra Öğretmen ile babası Mürş...