3. Bölüm

1.4K 26 1
                                    


Yirmi yaşına bile girmemiş olan Perihan, Allah'nın özenerek yarattığı eşsiz bir dünya güzeliydi. Ahlak ve huy bakımından bir örneği daha bulunmazdı. Çok cesur ve her yönden güçlüydü. Çelik gibi sağlam bir iradesi vardı. Tahmasp'ın gelini Begüm Şehriyar ise; kırk yaşına geldiği halde, gençliğini ve güzelliğini muhafaza ediyordu, göz kamaştıran bir güzellik içindeydi. Tıpkı yılan gibi görünüşte zayıf, gerçekte ise iri bir yapıya sahipti. Çaresiz kaldığında yılan gibi yerlerde sürünür; ancak eline fırsat geçtiğinde insanı sokmak için fırsat kollardı. Amaçlarına ulaşmak için, kendini saklayan dolambaçlı yollara sapardı. Kısaca beklenmeyen bir anda felaket getiren bir rüzgâr gibi eserdi. Fakat gelin Perihan'ın bir güle benzeyen güzelliğinin yanında onun güzelliği zakkum çiçeğinin güzelliği kadar sahi kıymet arz etmezdi. Ahlak ve maneviyat bakımında da Perihan'la zıttı. Kişisel çıkarları her şeyden önce gelirdi. Yaş bakımından tecrübesi ne kadar fazlaysa, davranışları da, çıkar ve menfaatle çok fazla uğraşanların davranışları gibi çetrefilliydi. Bu yönüyle entrika çevirmek bakımından kalbi temiz olan Perihan'dan daha önde olması bu alçak dünyanın haline nazaran çok normal bir şeydi... 

Merhamette sınıfta kalırdı. Perihan'ın cesareti ise, sadece büyük kahramanlarla mukayese edilebilecek kadar güçlüydü. Bu üç kişiden Şah Tahmasp'ın torunu olan Hamza Mirza'yı ele alacak olursak; Bu adam annesine katiyen benzemiyordu. Gelin Şehriyar nasıl ki yılan gibi bir karakterde ise, kendisi de kaplan gibi cesur ve mertti. Bir yılandan kaplan çıkabileceğini kim tahmin edebilir? Fakat yüce Allah'ın en olmaz şeyleri bile yapmaya gücü yeter. Torun Hamza Mirza çok cesur bir adamdı. Hayatta hiçbir tehlikeden kaçmaz, gözünü budaktan asla esirgemezdi. Askerlikte de büyük bir yeteneği vardı. Kitabın devam eden bölümlerinde anlatacağımız gibi, Özdemiroğlu Osman Paşa ki devrinin en büyük ve en tecrübeli askeridir- ile uğraşmaya dahi cüret etmişti. Ancak isteklerine çoğu zaman yenik düşerdi. Can yakmaktan ve insan kanı dökmekten hiç çekinmez, bunu adeta zevk alır gibi yapardı. Şah Tahmasp'ın ölümü anında yanında, bu üç büyük güçten, yani Perihan, Şehriyar ve Hamza Mirza'dan sadece kızı Perihan bulunmuştu. İran ordusu ise, Gürcü ve Çerkez aşiret reislerinin etkisi altındaydı. Gürcülerin liderliğini Mirza Ali Han-ı Cüri ve Hüseyin Kuli Halife, Çerkez beylerinin liderliğini de Dağıstan hükümranı Şemhal Bey yapıyordu.

Şemhal Bey, Perihan'ın dayısıydı. Hüseyin Kuli Han ile Ali Han Gürcü de Tahmasp'ın şehzadelerinden olan Mirza Haydar'la anne tarafından akraba idi. Ancak askeri birliklerin en disiplinli ve kalabalık olanı, sarayın muhafızlığını yapan ve Osmanlıların o dönemdeki "Bostancılar" olarak adlandırdıkları muhafızlarına benzeyen muhafızlardı; onların komutanı da Hüseyin Bey Yüzbaşı namında çok kahraman ve cesur bir adamdı. Hüseyin Bey Yüzbaşı, Tahmasp ölünce şehzadelerden birini kendi gücüyle tahta çıkarmak istiyor ve bu yolla kendisi de bir saltanat kurmak hayaline kapılıyordu. Bu amaçla düzenli muhafız birliğini toparladı. Gürcü birliğinin de Çerkez birliğinden daha güçlü olduğuna inandığı için, Gürcü reislerine katıldı. Saltanata en uygun kişi olarak Haydar Mirza'yı görüyordu. Hem Tahmasp, daha ölüm döşeğindeyken, saray entrikacıları Haydar Mirza'yı gizlice saraya sokmuşlar ve Şah son nefesini verirken, saraydaki destekçilerinin yardımlarıyla, başına bir de taç geçirmişlerdi. Bu durum işitildiğinde, hem Hüseyin Bey, hem de Gürcü reisleri, seçmiş oldukları yeni Şahı kutlamak için, silahları ellerinde sarayın çevresinde toplandılar. 

Dua ve kutlama sesleri yükseliyordu. Tam o sırada, Şah'ın sarayının küçük kapılarından birisi sert bir biçimde açıldı ve atının sırtında bir garip gölge, açılan küçük kapıdan meydana fırladı. Bu kişinin bindiği at beyaz renkliydi; ama vücudu kısmen benekli bir kaplanı andırıyordu. Sırtındaki kişinin uzun saçları, hayvanın üzengilerine kadar dökülüyor ve bu saçlar, güneşin batma anında gökyüzünde görülen siyah bulutlara benziyordu. Atlının gözleri aynen bir yıldız gibi ışıldıyor, çevreye ışık saçıyordu. Daha açılmamış iki goncaya benzeyen kırmızı dudaklarında dokunulsa sanki kan akacaktı, arkasında, ince ve beyaz bir bulutun ay ışığındaki gökyüzünü örtebileceği kadar, vücudunu kapatan ve üzerinde kan damarlarından oluşan lekelere bakılırsa, buluttan daha çok ayın etrafındaki ışık çemberine benzeyen bir gömlek vardı. Elinde, rüzgârdan dolayı kırılıp kavisleşmiş bir ağaç dalı gibi bir kılıç tutuyordu.

CezmiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin