Biçimsiz Hayat

By huysuzzadam

110K 5.9K 2K

Lise hayatında uğradığı ihanet sonucunda herkese kendi kapatıp, kimseye güvenmeyeceğine dair and içmiş bir ge... More

Bölüm-1 Kaygı Verici
TANITIM
Bölüm-2 Bir Şeyler Var
Bölüm-3 Vakit
Bölüm-4 Gerçek
Bölüm-5 Şok Dalgası
Bölüm-6 Deneme
Bölüm-7 Cesaret
Bölüm-8 Şüphe
Bölüm-9 SIRLAR
Bölüm-11 MEKTUP
Bölüm-12 ÇARESİZ
Bölüm-13 CEVAPSIZ
Bölüm-14 TEHDİT
Bölüm-15 YÜZLEŞME
Bölüm-16 ÖZÜR

Bölüm-10 ÇABA

4.3K 274 130
By huysuzzadam

Çanını yediklerim 10.Bölüm geldi❤️ Her şey planladığım gibi gidiyor şimdilik,
Diğer bölümde 3 gün sonra gelir büyük ihtimal😌
💁🏼‍♂️Sizden istediğim diğer bölümü vote(oy) ve yorum yağmuruna tutmuştunuz çok mutlu oldum❤️
Şimdi de oy verip düşüncelerinizi yazarsanız çok sevinirim,
İyi okumalar,
Sizi seviyorum😌
Bölüm-10

"Çaba"

İdil ile konuşmayalı tam dört gün olmuştu. O gün cümlesini bitirdikten sonra hayatımın en büyük şokunu yaşamıştım. Tutulduğum kadın, kendisini benim yüreğimden kendi elleriyle bir çırpıda söküp almıştı sanki. Ne diyeceğimi, ne soracağımı bilememiştim. Dakikalar boyu sadece gözünün içine baktığımı hatırlıyorum. Tek kelime dahi etmemiş bir yorumda dahi bulunmamıştım. Hayatımdaki en korktuğum durum tekrar başıma gelmişti. Koca bir boşluğa düşmüştüm kimsenin gelip çıkaramayacağı bir boşluk. O gün sadece masadan kalkıp gitmiştim. Sanki kafamın içi yeni yapılmış bir ev misali bomboştu. Düşünemiyordum, tek isteğim yurduma gidip tüm bunların bir rüya olduğunu varsaymaktı ama hepsi gerçekti. Ben masadan kalkıp gittikten sonra ne Bora gelmişti arkamdan ne de İdil... Çünkü planladıkları şey olmuştu ben o masadan kalkıp gitmiştim. Hesap etmişlerdi, hesaplarına uygun davranmıştım. Eğer o masada kalıp durumu dinleseydim olayın seyri çok daha farklı olabilirdi. Farklı olacağına da adım gibi emindim.
Hayatın beni yakmasından sonra ufak bir kıvılcımdan dahi korkar olmuştum. Artık yazmaya niyetim yoktu. Hele sevgi denen bir alev topu tarafından yanmaya hiç niyetim yoktu. İdil beklediğimden çok daha güçlüydü, duyguları demir gibi sağlamdı.
Konuşurken ne sesi titremiş, ne de duygularına yenik düşmüştü. Halbuki bana kendini böyle tanıtmamıştı. Bazı şeyleri artık anlamlandıramıyordum. Zaten dört gün boyunca İdil ve Bora ile hiç konuşmamıştım.
İdil hiç mesaj atmamıştı, söyleyeceği her şeyi söylemişti. Daha fazla konuşsa bile son cümlesinden sonra diğer söyleyeceklerinin pek bir önemi yoktu. Bora ise her gün mesaj atarak konuşmamız gerektiğini söylüyordu ben ise sürekli kaçıyordum. Denk gelmemek için kantine yalnızca geceleri iniyordum, okula tek başıma sabahtan gidiyordum. Bir gün ben odada yokken odaya gelmişti bir daha da gelmeye cesaret edemedi. Konuşmak için ona "Evet" demediğim sürece cesaret edemeyecek gibi duruyordu. Zaten neyi konuşacaktık? İdil'i tanıdığı halde tanımıyor gibi davranmıştı, İdil'in durumunu bildiği halde tek kelime bile söylememişti. Böyle bir insana güvenecektim ben? Bu şekilde davranan birisine dostum mu diyecektim?
Asla.
Şu an olayların iç yüzünü dinlemeden yorum yapıyordum ve ona göre davranıyordum. Hatalı olduğumun da farkındaydım. Ne zaman birine karşı gardımı indirsem yumruğu yiyordum, ne zaman çok şey bilmeye başlasam canım yanıyordu. Sonuçta olan yine bana oluyordu. Diğer insanların derdini kendime dert ediniyor sıkıntısını çözmek için her şeyimi feda ediyordum. Ama durumlar sonuçlandığı zaman herkes güçlü çıkarken ben tükenmiş bir şekilde çıkıyordum. Bu sefer bunun olmasına izin vermeyecektim. Benden önce hayatlarına nasıl devam ediyorlarsa aynen öyle devam edebilirlerdi.
Okuldaki finallerim tüm bu olanların üstüne berbat geçiyordu. Yarın son bir sınavım vardı. Yatağımdan doğrulup anayasa kitabımı aldıktan sonra çalışma odasına geçtim. Bütün bu olanları düşünmeden kendimi sadece derse vermeliydim. İleride savcı olmayı hedefliyordum ve bu meslekte duygusallığa yer yoktu. Mantık her zaman ön planda olmalıydı ve ben de kendimi buna hazırlıyordum. Aslında sadece savcılıkta değildi bu, tüm hayatımızda da böyle olmalıydı. Ne zaman mantık duygusallığın önüne geçerse işte o zaman insan özgür olurdu.
***
Telefonumu uçak moduna alıp, hocanın en son geldiği yeri işaretledikten sonra bir yandan önemli gördüğüm yerlerin altını çizip not alıyordum. Kendimde  en sevmediğim huylardan biri de sürekli not alarak çalışıyordum ve efsane bir zaman kaybı oluyordu. Maalesef sadece not alarak çalıştığım zaman anlıyordum. Bir nevi takıntıydı ve bu takıntılarım beni yavaşlatıyordu. Not alırken bir kelimeyi dahi eksik yazsam, ondan sonra yazdığım tüm yerleri silip doğru kelimeyi yazdıktan sonra devam ediyordum.
Tam kendimi derse vermiş ilerlerken omzumda bir elin varlığını hissettim. Yüzümü çevirdiğimde Bora öylece bomboş bir şekilde suratıma bakıyordu. Onunla gelmem için işaret yapmıştı ama şu an yapacağım en son işlerden biri Bora ile konuşmaktı. Yokmuş gibi davranıp önüme döndüm derse odaklanmasam da öylece kitabın altını çiziyordum. Bu sefer elini omzuma koymakla yetinmemi sert bir şekilde sıkmıştı. Kafamı döndürme zahmetinde bile bulunmamıştım. Ta ki herkesin ders çalıştığı oda da bağırarak:
"Konuşmamız gerekiyor" diyesiye kadar.
Bir anda herkes ders çalışmayı bırakıp bir iki saniyeliğine de olsa tüm gözleri üzerimize çekmiştik. O an öfkeyle kalkıp Bora'ya;
"Tamam, dışarı çık" dedim.
Çalışma odasından çıktığımızda neden kaktüse oturmuş gibi bağırdığını sorduğum zaman "şu an bu soruyu sormana sebep olmak için yoksa başka türlü yanımda dikiliyor olmazdın." dedi.
Merdivenlerden en alt katta bulunan kantine indik. Benim masalardan birine geçmemi işaret edip, büyük ihtimalle çay almaya gitti. En arka köşedeki masaya geçtim, birazdan istenmeyen görüntüler ve konuşmalara ortaya çıkabilirdi o yüzden göz önünde bulunmamıza gerek yoktu.
Elinde iki tane çay ile karşıma oturdu, yüzündeki ciddiyeti hala koruyordu. Tekrar ;
"konuşmamız gerekiyor" dedi.
Sanırım yüzüne öfkemi kusmak için bu soruyu bekliyordum. Düşüncelerim bir anda kelimelere dönüştü ve ben istemesem de ağzımdan dökülüverdi.;
"Sen ne saçmalıyorsun? Ne konuşacağımızı bir söylesene.. İdil ile iş birliğini mi konuşacağız, beni nasıl kandırdığını mı, neyi konuşacağım Bora? Ne seni ne de o ne olduğu belirsiz arkadaşınla konuşmak istemiyorum."
Aslında gerçek düşüncelerim bu değildi ama olması gereken buydu. İdil ile son bir kez olsun konuşmak isterdim. Her şeyi anlatsın içinde ne varsa döksün isterdim ama o zaman kontrol benden çıkardı ve buna asla izin vermezdim.
"Birincisi ben seni kandırmadım, en başından beri her şeyi sana anlatacaktım."
O kadar rahat kurmuştu ki cümlesini bu sefer bağırarak konuşan ben olmuştum.
"Neden anlatmadın o zaman, neden?" sanki bu anı bekliyormuş gibi rahatladığımı hissettim ve geriye doğru yaslandım. Şu anda Bora'nın ne diyeceği pek umurumda değildi kafamda kurduğum sahneyi gerçekleştirmiştim, içimde biriken öfkeyi hak ettiği bir şekilde yüzüne vurmuştum.
Çayından bir yudum alıp konuşmaya başladı.

"Zaten bu okula gelmeden önce İdil'le aramız bozuktu ve konuşmuyorduk. Okula geldiğimiz zamanda bu durum devam etti. Seni okulun ilk günü fark etmiş ve o gün beni direkt hiç tanışmadığımız konusunda sürekli uyarıp durdu ben de hiçbir şey demedim. Klasik avcı İdil zannettim, önce avını seçer daha sonra onun ruhu bile duymadan avlardı. Avlandığından dahi haberin olmazdı. İliğin kuruyasıya kadar da bu durum devam ederdi. Ama sen farklıydın ilk gün seni fark etmesine rağmen seninle uzun süre birebir temas kurmamıştı. Senin onunla temas kurmanı bekliyordu. Ne zaman durumu sana anlatacağımı söylesem sürekli seni sevdiğini söylüyor eski günlerin hatırına susmam için bana yalvarıyordu. Ben de hiçbir şey diyememiştim."

Bora konuştukça kendimi daha kötü hissetmeye başladım. İdil'in gözünde nasıl biri olduğumu sorgulamaya başlamıştım. Beni nasıl görüyordu. Diğer tüm erkekler gibi avdım ama avlaması zor bir av. Belki de o yüzden daha çok hoşuna gitmiştim. Kolay lokma değildim. İdil gibi zoru seven bir kadını mıknatıs gibi çekmiştim kendime.

İçinde bulunduğum durumun vaziyetini düşündükçe kendimden iğreniyordum. Ama durum çok çabuk ortaya çıkmıştı da bu işin içinden çabuk sıyrılmıştım. Kafamda İdil ile ilgili olan ufak soru işaretleri Bora'nın konuşması ile yok olup gitmişti. Hiçbir şekilde bir daha görüşmeyecektim. Sevgimi en derin çukura gömüp bir daha filizlenmesini dahi engelleyecektim.

Bora yüzüme bakıp benden konuşmamı bekliyor gibiydi ama "Tamam" demekle yetinmiştim. Şu an kimseyi düşünecek durumda değildim, içine düştüğüm durumu ve kırmızı çizgilerimi sorguluyordum. "Tamam" kelimesi Bora'yı hiç tatmin etmemiş aksine kızdırmıştı. Çayını bitirip tekrar konuşmaya başladı.

"İçinde olduğun durumun farkındayım Bundan sonra benimle konuşursun ya da konuşmazsın sana kalmış, ben sana açıklamamı yaptım. Ama açıklama yapması gerek biri daha var. Ne kadarda İdil'e karşı seni uyarsam da bir açıklama yapmayı hak ediyor. İdil güçlüdür ve zekidir. Kolay kolay kimse sarsamaz İdil'i ama sen sarstın. Hala İdil'den uzak durman gerektiğini düşünüyor muyum? Kesinlikle evet ama yarın sınavdan sonra git ve konuş"

Bora'nın cümlelerini kafamda tutmaya çalışıyordum, eğer İdil'in bana açıklama yapmasına izin vermezsem duygusal davranmış olacaktım ve bu benim için olmaması gerek bir durumdu. Mantıklı olan iyi ya da kötü İdil'in açıklamasını dinlemekti. Hayatım boyunca bu düşünce de olmuştum aslında, eğer bir durum için çabaladıysam ve bir yol kat ettiysem asla yarım bırakmazdım. Orada bir emeğim vardı sonuçta. O yüzden bir kitabı yarım bırakmazdım mesela veya bu hayatı yarım bırakmayı, yaşadığım onca olaya rağmen intihar etmeyi hiç düşünmemiştim. Şimdi de öyle olacaktı. O gün o masada bu durumu yarım bırakmıştım; tamamlayıp son noktayı koyacaktım.

Aniden bardağımdaki çayı kafama dikip:
"Tamam yarın sınavdan sonra konuşacağım" deyip masadan kalktım. Arkama bile bakmadım. Bora ile ne yapacağımı hiç düşünmemiştim. İdil ile ilgili kararım netti ama Bora'nın pek bir suçu yok gibi duruyordu. Onun biraz burnunu sürtmekte yetinecekti. İdil'in açıklamasını ise son derece merak ediyordum, yüzüme nasıl bakacak neler söyleyecekti? Çalışma odasına geçip yaklaşık iki saat daha anayasa çalıştıktan sonra odama uyumaya geçtim. Sınav sabah 09.00'daydı.

***

Alarmın çalmasıyla uyandığımda saat 08.07 idi. İster istemez sırıttım bir  dakika ile kaçırmıştım. Telefona baktığımda Bora'dan mesaj gelmişti. Uzun süredir okula beraber gitmiyorduk, bugün beraber gitmemiz gerektiğini söyledi. Zaten ben de dört gündür tek başıma sıkılmıştım. Üstümü giyinip kahvaltımı yaptıktan sonra saat 08.30 gibi her zaman ki buluştuğumuz yerde beni bekliyordu. Günaydın demek yerine sadece kafamı sallamakla yetindim. Servise bindiğimiz zaman yol boyu konuşmadık. Bu durumdan rahatsız olsam da  o konuşasıya kadar konuşma niyetinde değildim zaten. Sanki bizi birbirimize bağlayan kişinin İdil olduğu düşüncesi bir anlık içimde iğrenç bir his uyandırdı.

İdil ve Bora'nın arkadaş olduğunu daha yeni öğrenmiştim. Hakkımda neler konuştukları, beni nasıl tanımladıkları, sorularını sürekli kendime sorup duruyordum. O kadar iyi saklamışlardı ki öğrendikten sonra bile kafamda hiçbir şey yerine oturmamıştı. Kendime kızmakla yetiniyordum sadece, nasıl bu kadar saf olabildiğim düşüncesi ateşimin çıkması için yeterli oluyordu. Kendimi tilki diye tanımlarken, çakalların arasında yem olmuş gibi hissetmiştim. İdil'i tanıyınca aslında o kadar da iyi oyuncu olmadığımı anlamıştım. Benden çok daha iyi bir oyuncuydu.

Yaptığı her hareketi hesap ederek yapmıştı, her davranışında bir sonraki adımı düşünmüştü. Hata yapacağını düşünmüyordu ama hiç beklemediği bir anda hata yaptı. Tüm bu düşüncelerin içinde anayasa sınavına girdim ve girişim kadar sınavdan çıkışımda aynı hızla olmuştu. Sorulara odaklanamamış, bugün İdil ile olacak konuşmamızı düşünüp duruyordum. Ne konuşacağımı, neler söyleyeceğimi saniye saniye kafamda kuruyordum. Sonuna kadar dinleyecektim, her söylediği kelimeyi harf harf aklıma kazıyacaktım, hiçbir şekilde gardımı düşürmeyecektim. Ufak bir geri çekildiğimde acımadan alaşağı edebilirdi beni.

Telefonuma gelen bildirim sesiyle irkildim, açıp baktığımda reklam mesajı olduğunu görünce içimden sövsemde unuttuğum bir şeyi hatırlatmıştı bana. Bora sınav çıkışı konuşacağımızı söylemişti ama nerede buluşacağımıza dair tek bir şey bile söylememişti. O anki kızgınlığımla benim de sormak aklıma gelmemişti. Hemen telefonumu çıkarıp Bora'yı aradım ve üçüncü çalışta açma zahmetinde bulundu.

"İdil ile nerede buluşacağız?"
"Bekle." deyip telefonu kapattı. Yaklaşık on saniyelik bir konuşma olmuştu. Neyi bekleyecektim, diye sorgularken aynı hızla telefona mesaj gelmişti. İdil günler sonra mesaj atmıştı.
"Meydanın oradaki boş binaya gel, beni bulduğun yer."
Hiç bu şekilde düşünmemiştim, herhangi bir kafede oturur konuşuruz diye düşünüyordum ama öyle olmamıştı. Beni kendi kalesine en güçlü olduğu yere çağırıyordu ve gitmekten başka şansım yok gibiydi. Şimdiden 1-0 geri başlamış gibi hissediyordum.
Onu yakaladığım bine okula yaklaşık on beş dakika yürüme mesafesindeydi. Yürüyerek gitmek benim için daha iyi olacaktı. Hem temiz hava biraz olsun beni kendime getirebilirdi. Daha iyi düşünme fırsatı yaratırdım böylelikle. Hem yürümeyi de çok severdim zaten yürümekten pek gocunmazdım çocukluktan gelen bir alışkanlıktı. İlkokula giderken okulum yürüme mesafesindeydi ve günde iki kez yürümek zorunda kalırdım. Liseye geçince durum değişmişti tabi mecburen otobüs kullanmak zorunda kalmıştım ama param bittiği zaman yine tabanvay kullanıp yürüyordum.
Yürürken bir yandan da etrafımdaki insanları düşünüyordum. Kötü bir durum yaşadığım zaman başka birisinin yerinde olmak isterdim, kaçmayı yeğliyordum ama hiçbir zaman kaçamıyordum. Şimdi de durum bundan ibaretti ne kadar kaçmak istesem de beni neyin beklediğini bilmeden gidiyordum.
Yol boyunca sağımda solumda duran dükkanlara, büfelere yürüyen inşalara odaklanıp durmuştum.
En sonunda yine aynı on katlı binanın önünde duruyordum.
Tekrardan aynı hissi yaşıyordum nefes alamayacak gibi hissediyordum, sanki tüm vücuduma o an felç inmişti hareket etmek istesem de edemiyordum. Bina koca heybetiyle karşımda duruyor bende bir pıt gibi kapının önünde öylece dikiliyordum.
Yaklaşık otuz saniye süren bu durumdan sonra kapıya iyice yaklaştım, elimi kapıya götürdüğüm de yaşlı bir amcanın eli gibi titriyordu ve durdurmakta zorluk çekiyordum.
Kapıyı hafifçe ittim, ufak bir gıcırdama sesiyle ardına kadar açıldı, içeriye girdiğim zaman sadece kapıdan gelen ışık ortamı aydınlatıyordu.
Geri kalan her yer karanlıktı. Telefonumu cebimden çıkarıp ışığını açıp sağa sola tuttuğum da her şey aynıydı, binanın içerisindeki dükkanların hepsinin camları kırılmış harabeyi andırıyordu.
İdil buralarda bir yerdeydi saklambaç oynama niyetinde değildim. Telefonu açıp mesaj attım;
"Neredesin?" mesajıma anında yanıt gelmişti.
"Beni hissettiğin yerde."
Bu ne demek oluyordu şimdi? Ne demek istemişti acaba? Bu sefer mesaj atmayıp aradım ama telefonu kapalı çalıyordu.
Telefonun ışığı açık bir şekilde ağır adımlarla iyice içeriye girip merdivenlerin boşluğundan kafamı kaldırdığım da en tepeden ışık geliyordu.
Onuncu kattaydı. İyi de oraya nasıl çıkacaktım. Asansör olsa bile çalışma ihtimali çok zayıftı. Mecburen merdivenleri kullanacaktım çıktığım her katta biraz daha sinirleniyordum. Karanlık hızımı engellese de merdivenleri ikişer üçer adımlarla hızlıca çıktım. Onuncu kata çıktığım da nefes nefese kalmıştım.
Işık merdivenin en sağındaki odadan geliyordu ve tüm katı aydınlatmıştı. Kapıyı açıp içeriye girdiğim de binanın aksine muhteşem bir görüntüyle karşılaşmıştım.
Çalışma odasını andıran bir görüntü vardı. Genişçe bir oda ortasında büyük bir çalışma masası, odanın üç tarafı da raflarla kaplı ve her raf ağzına kadar kitaplarla doluydu.
Pencereler yere kadar uzanıyordu ve kahverengimsi perdeler tüm camları kapatmaya yetiyordu. Bu kadar aydınlanması sağlayan tavandaki dev avize ve duvarlarda şamdana benzer lambalardı.
Her şey tamamdı.
İdil hariç.
Kimse yoktu oda da.
Yavaşça çalışma masasına doğru yaklaşırken masanın üstünde İdil'in el yazısından bir not bulunuyordu.
"On katı bilerek çıkmanı istedim. Nefes nefese kal ki seni her gördüğüm de nasıl bir duyguyla boğulduğumu hisset. Beni burada bekliyordun ama yokum. Nerde miyim ben? Çalışma masasının çekmecesinde duran mektupta..."

Continue Reading

You'll Also Like

915K 30.7K 56
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
1M 63.7K 43
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
167K 7.9K 71
4 arkadaşın numara komşuları üzerine iddiaya girmeleriyle başlar her şey... Argo, küfür vs. içerir!!!
1.7M 54.5K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...