DAVET

By arawne

266K 11.8K 4.7K

Çocukça bir oyun hayatları nasıl mı mahveder? Okuyup öğrenin! More

Bölüm 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
Bölüm 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12
BÖLÜM 13
BÖLÜM 14
BÖLÜM 15
DUYURU!
BÖLÜM 16
BÖLÜM 17
BÖLÜM 18
BÖLÜM 19
Bölüm 20
BÖLÜM 21
Bölüm 22
Bölüm 23
BÖLÜM 24
BÖLÜM 25
BÖLÜM 26
BÖLÜM 27
BÖLÜM 28
BÖLÜM 29
BÖLÜM 30
BÖLÜM 31
ÖZÜR DİLERİM!
BÖLÜM 32
BÖLÜM 33
BÖLÜM 34
BÖLÜM 35
BÖLÜM 36
SEZON FİNALİ
BÖLÜM 38
BÖLÜM 39
BİLGİLENDİRME
DAVET2: Ateşten Gelenler!
Davet 3:Topraktan Olanlar

FİNAL

4.9K 241 113
By arawne

Mesut

O şerlinin bana saldırmasının üzerinden kaç zaman geçti hiç bilmiyorum. Hiç bir şekilde, yalnızca gözlerim hareket ediyordu. Öğrencilerim ve Mustafa hoca orada kim bilir ne denli çetin bir mücadele verirken öylece yatıyor olmak kanıma dokunuyordu. Recep, Yücel ve Barış onlar gittiğinden beri bir an bile başımdan ayrılmamışlardı. Hepsinin gözleri uykusuzluktan mosmor du tek kelime bile etmeden boş gözler ile etraflarına bakıyorlardı.

Onlara baktıkça içimde bir şeylerin parçalandığını hissediyordum. Yurtta dersler sırasında hepsi şen şakrak gülüşürken bir türlü susmadıkları için stem ederdim. Şimdi ise dudaklarından dökülecek ufacık bir kahkahayı duyabilmek için her şeyimi feda edebilirdim. Hayatlarının belki de en parlak dönemlerinde olan bu gençlerin gözlerimin önünde eriyip gidişini seyretmek beni bitiriyordu.

Önceleri içi gülmekte olan gözleri şimdi kederin yansımasını taşıyordu. Yapabildiğim tek şeyi yapıp onların kurtuluşu için durmaksızın dua ediyordum. Onlara olanlardan kendimi de sorumlu tutuyordum belki de ben işimi düzgün yapmadığım için yaşanıyordu tüm bunlar.
Benim sorumlu olduğum öğrencilerden biri yanında havas kitabı taşıyor ama benim ruhum duymuyor.

Rutin olarak yapılan aramaları onlar için esnetmemin sonucu bu olmuştu. İçlerinden birini bile kaybedersek bunun vebali ve azabı ölene kadar peşimi bırakmayacaktı. Ailelerine haberi gittiğinde anne babalarının yıkılışını görmek istemiyordum. Allahım sen yardım et yalnız sana güvenir sana sığınırız!  Kendini senin sözünün üstünde tutanlara mahâl verme ya rab!

***

Etrafta yankılanan dua sesleri duyuyordum. Gözlerimi çocuklara çevirdiğimde hiç birinin ağzının bile kıpırdamadığını gördüm, peki bunun anlamı neydi! Sesler giderek artarken dua seslerinin yanında kulaklarımı zorlayan bir cızırtı da vardı. Sesler giderek şiddetlenirken odanın orta yerinde giderek parlaklaşan bir ışık hüzmesi belirdi. Çocuklar çığlık çığlığa yanıma koşturdular dördü birden yattığım yatağın dibine çöküp gözlerini kapattılar.

Tuhaftır ki böylesine anormal bir durum karşısında korku hissetmiyordum. Hatta aksine içimde huzur hakimdi. parlama ve sesler sona erdiğinde elinde uzunca bir asa ile beyaz pelerinli uzun boylu bir mahluk göründü. Pelerinin başlığı yüzünü örttüğü için görümüyordu. " Allahın selamı üzerine olsun ey adem oğlu!" Sesi normal yaşlı bir adam gibi çıkıyordu ama onun bir cin olduğunu anlayabiliyordum. " Benden çekinmenize lüzum yoktur. Zira hak yolunda olana bizden zarar gelmez! Ben rahmanilerden Yusuf yalnız Allah için yaşar, onun için ölürüm!"

Söylediklerinin yalan olmadığını biliyordum. Ulvi ilimler ile ilgilenen yakın bir arkadaşımdan onlar hakkımda bir kaç şey duymuştum. Güçleri padişahlara denktir, nadir durumlarda ancak hüddamlar ve evliyalarla iletişime geçerler. Böyle bir cinninin buraya gelmiş olması bizim için iyi haber olabilir. Niyeti bize yardım etmek ise kurtuluşumuza kesin gözü ile bakabilirdik.

" Tasan olmasın, içten dualarınıza karşılık yardım için gönderildim. Allah kendine yürekten bağlı olanların dualarını karşılıksız bırakmaz!"

Yusuf bir anda hemen baş ucumda belirdi. Sağ elinin işaret parmağını yavaşça alnıma dokundurduğunda tatlı bir ağrı beraberinde vücuduma yayılan muazzam bir enerji dalgası hissettim. " Arkadaşlarınızı size sağ salim getireceğim Allahın izni ile!" dedikten sonra geldiği gibi aniden kayboldu. Barış hemen ayağa fırlayıp telaşla konuştu " Hocam iyimisiniz!" " Hiç olmadığım kadar!"

***

Ahmet

Etrafta bir ölüm sessizliği hakimdi göremiyor olmama rağmen yakınımda güçlü bir şeyin varlığını hissediyordum. Bu tarif edebileceğimin çok daha ötesindeydi, öyle ki iki kabile cinin enerjileri bile şu an hissetiğimin yanında sönük kalıyordu. Bana bağlı olan cinlerin varlıklarını enerjilerini hissedebildiğim için anlayabiliyordum, ancak şu an karşımda bulunan bu güç hepsini örtüyordu sadece onu hissedebiliyordum.

Bana giderek yaklaşıyordu ancak korkmuyordum içimden bir ses kurtuluşumuzun bu varlığın elinde olduğunu fısıldıyordu. Alnımda hissettiğim narin bir dokunuşun ardından gözlerimde bir yanma hissettim. Bu tıpkı Fatıma'nın yaptığı gibiydi ancak güç farkı çok netti böylesine büyük güce sahip iki şey olabilirdi ya bir cin padişahı yada bir rahmani!

Beynimden gözlerime akan yoğun enerji son bulduğunda artık görebiliyordum! Bu mümkünmüydü karşımda gözlerimin içine bakan varlık bir rahmani olabilirmiydi. Ama nasıl olur onu buraya getirmek Mustafa hocanın bile ilmini aşardı. Böyle bir varlığı yardıma çağırabilmek için sıradan bir hüddamdan fazlası gerekir!
Rahmaniler köklü bir toplumdur ve tamamı evliyadır kolay kolay kendilerini göstermezler.

Güçlerinin boyutu o kadar büyüktür ki eğer isterse tek bir hareketi ile Kâbirin bütün kabilesini küle çevirebilir! Hatta şeytanın ta kendisi bile kovulmadan önce rahmanilerden biriydi, yani o kata çıkmaya izinleri var. Yüzünü örten başlığı nedeni ile ifadesini göremiyordum ancak gözlerimin içine baktığını net bir şekilde hissedebiliyordum. Gözlerini benden ayırmadan önce konuştu. " İçinde filizlenen karanlığı görebiliyorum, ona teslim olma insanı insan yapan duygularıdır onlar olmazssa kaybolur, yolundan çıkarsın! Bilesin ki yoldan çıkmışların tek dostu melun şeytandır!"

Daha sonra yanımdan ayrılarak Tahsin'in başına gitti. O kadar hızlıydı ki aramızda bulunan yaklaşık beş metrelik mesafeyi bir adımlıkmışçasına kat ediyordu. Dizlerinin üstüne çökerek sağ elini onun kalbine bastırdığında Tahsin nefes nefese doğruldu. Konuşmamıştı büyük ihtimalle rahmaninin enerjisi ona ağır geldiği için.

Tekrar ayağa kalktığında yüzünü o kabileye döndü. " Ey ateşten olup gözünü kan ve kin bürüyenler, ey Cann'ın yolunda yürüyenler, bilmezmisiniz ki alemlerin rabbi size insana ilişmeyi yasaklamıştır! Bu size ikazimdır, Ahit antlaşmasına uyun, şayet reddederseniz Allahın izni ile hepinizi yakarım!" Sesi öylesine gür ve derindi ki muhattabı ben olmamama rağmen beni bile korkutmuştu. Bana bağlı olan cinler boyun eğmiş ona saygı gösterirken Kâbir'in kabilesi gerilemeye başlamıştı bütün o kudretli gölgeler gerisin geri gidiyorlardı. Biri hariç o diğerleri gibi görünmüyordu fiziksel bir şekile bürünmüştü.

" Ben .... kabilesinden Zubyel El Murtim az evvel yaktıkları ifrit babamdır bizden iki can aldılar. Kana kan kısas isterim!"

" Siz değilmiydiniz ....lardan Hafsa'nın canını alan kısas yerini bulmuştur. Şu halde yinede saldırmaya devam ettiniz babanın başına gelen onun müstehakıdır! Söyleyeceklerim bu kadardır, alemine dönesin ey Zubyel yoksa Allah şahidimdir canını almakta tereddüt etmem!"

Konuşmanın sonu sakin biteceğe benzemiyordu Zubyel'in gözlerinde de tıpkı babasının bakışları vardı. Bu şerli kesinlikle geri durmayacaktı öldürüleceğini biliyor olmalı ama yinede vaz geçmiyordu, bu nasıl bir hırstır.

" Ne senden ne rabbinden korkum yoktur. Bizim soyumuzdansın lakin Adem oğlunun kölesi olmuşsun! Babamız şeytanın yanında bulundun ama ihanete düşmüş ona karşı durursun! Bu insanların canı benimdir!"

" Sana acırım Küfür ile doğdum küfür ile öleceksin! Yazık ki yüce rabbin rahmetine erişenlerden olamayacaksın!"

Öfkeden deliye dönen Zubyel resmen kükreyerek rahmaninin üstüne gelmeye başladığında Yusuf gür sesi ile bağırarak arapça olduğunu tahmin ettiğim bir dilde konuşuyordu. Elini bir anda havaya kaldırdığında az önce kudurmuş bir boğa gibi üstüne gelen ifrit sanki hiç varolmamış gibi ortadan kayboldu geriye sadece bir duman topluluğu kalmıştı.

Rahmanilerin güçlerini daha öncede bir kaç kaynaktan okumuştum ancak bizzat şahit olduğumda anlatılanların hafif kaldığını görebiliyordum. Sadece burada bulunuyor olması bile daha dakikalar öncesine kadar kan hırsı ile üstümüze gelen o koca orduyu geri püskürtmeye yetmişti. Doğal olarak durumdan şikayetçi değildim ancak aklımı kurcalayan bir soru vardı onu buraya getiren neydi?

" Ahvalin sarpa saracağı ilk günden belliydi oğul. " Soruma cevap veren Mustafa hoca olmuştu. " Bütün kabilem ve ben geldiğiniz günden beri sizin için Allaha yalvardık şükür ki dualarımızı kabul buyurdu." Kabilem mi demişti o, şu an zaten bulanık olan kafam hepten arap saçına dönmüştü. Hoca ani bir hız ile rahmaninin yanında belirince ağızım bir karış açılmıştı. Uzanıp onun elini öptü ve alnına koydu " Sen olmasan halimiz haraptı ey Yusuf, Allah razı olsun, Allahın selamı üstüne olsun!" " Allah yolunda mücadele veren kardeşlerimize yardımım dokunduysa ne âlâ ey Muhammed!"

Ağızım hâlâ bir karış açıktı tamam beni şaşırtabilecek çok şey yok demiştim ama bu kadarı fazlaydı. " Sen cinnilerdenmisin!" Beynimi zorlayan bu durumu Tahsin şaşkınlıktan ve heyecandan titreyen sesi ile bir çırpıda söylemişti. Hoca gülerek cevapladı onu " Bütün kabile nasıl seferber oldu sanırsın oğul. Ben onların lideriyim! "

" Neden en başında saklama gereği duydun!" Bu soru da Onur'dan gelmişti sesinde bir tereddüt var gibiydi büyük olasılıkla okun ucunun yine bize dönebileceğinden çekiniyordu. " En başında söylesem benden korkmazmıydınız?" Cevap gayet mantıklıydı aslında. " Ben ilk olarak bir hüddama yardım etmek için bu işlere başlamıştım ona yardım eden bir ulviydim. Onunla beraber çalıştıkça benim türümün insanlara yaptığı haksızlıkları gördüm. Atalarının hesaplarını onlardan soruyorlardı. Güçleri rabba yetmeyince yarattıklarından intikam alıyorlardı. Suçsuz insanların hayatlarını mahvediyorlardı. Bende kendime bir söz vermiştim Allahın izni olduğu müddetçe neslimin hatalarını kapatmaya çalışacaktım. Bu yüzden hocam öldüğünde bile onun adını alarak devam ettim." Şimdi her şey daha da anlam kazanmıştı. İlk zamanlarda hiç tereddüt etmeden kendi cinlerini bana bağladığında içimde bir şüphe oluşmuştu. Nasıl bu kadar cesur ve emin olabildiğini merak ediyordum demek nedeni buymuş. Ayrıca Kâbir'in saldırısından sonra kendini bu kadar kolay toplayabilmesinin nedeni de belli olmuş oldu. Her ne kadar hüddam da olsa bir insan o kadar güçlü bir ifritin saldırısına maruz kaldığında kendini kolayca toplayamazdı.

  Biz konuşmaya dalmışken ezanın okunmaya başlaması ile bütün o ifritler ortadan kaybolmuşlardı rahmani de ortalarda görünmüyordu. sanırım görevini tamamlamıştı.

" Hadi artık gidelim hem namaz vakti geldi hem hocanız sizi bekler."

***

Kendimi çok yorgun ve bir o kadar da huzurlu hissediyordum ben ve Onur İki yandan Tahsin'in koluna girmiş onu yürütürken Mustafa hoca yani Muhammed önden Fatıma ile birlikte yürüyorlardı. Fatıma konusunda da Muhammed'in aracılığı ile aşk meselesini çözmüştük hâlâ bana bağlıydı ama ben istemediğim sürece görünmeyecekti.

Ormanı geride bıraktığımızda karşımızda Muhammed'in evi göründü. Mesut hoca diğer arkadaşlarım ile eşikte oturmuş heyecanla etrafına bakınıyordu anlaşılan gelişimiz için sabırszlanıyordu.

Bizi gördüklerinde arkadaşlarım koşarak yanımıza geldi ve Tahsini tutma işini devraldılar. Mesut hoca ise ayağa kalkmış kapıda bekliyordu sanırım rahmani sadece bizi kurtarmakla yetinmemiş. Hafif aksayam adımlar ile ona doğru yürüdüm, aramızda bir adımlık mesade kaldığında duraksayarak gözlerinin içine bakmaya başladım. Tam ondan özür dileyecekken birden beni kendine çekerek sarıldı.

İkimiz de konuşmıyorduk sadece sarılıyorduk. Mesut hoca başını kaldırarak sulu gözler ile bizi izleyen Onur'a da gelmesini işaret etti.  " Ne o, yoksa ağlayacakmısın?" Onunla dalga geçiyor olsam da benim sesim de kontrolüm dışında titriyordu. " Keşke bir ayna olsaydı da şu an suratındaki yavru köpek bakışlarını sana gösterebilseydim!" Mesut hoca sanırım en dayanıksız olanımızdı yanağından süzülen bir damla yaşı elinin tersi ile sildikten sonra " Mutluyken ağlamanın nesi yalnışmış!" Sitemkâr ve titrek çıkmıştı sesi.

Ekibin geri kalanı da bize yetişmeyi başardığında hep beraber sarıldık. Muhammed ile Fatıma bizi uzaktan izlerken biz yeni doğan güneşin altın ışıkları arasında hayatımızı geri kazanmış olmanın sevincini paylaşıyorduk. Gözümüzden düşen her bir damla yaş esaretimizin son zerrelerini de alıp götürüyordu bizden uzağa.

Arkadaşlarımın yüzlerinde gördüğüm yorgun gülümsemeler içimdeki boşluğu dolduruyordu. Yanılmıştım duygular her ne kadar tehlikli olsa da bizi biz yapanlar onlardı! Duygusuz bir insanın boş bir kabuktan ne farkı vardı. Bütün düşmanlıkları geride bıraktık nefretimizi sevincimize gömdük artık normale dönme vaktiydi özlediğim o hayata tekrar adım atmalıydım.

Bu gün güneş bizim için doğuyordu, umdun kaybetmeyeceğini her gecenin bir gündüzü olduğunu tekrar hatırlatıyordu bize.

YN: Her güzel şeyde olduğu gibi bunun da bir sonu vardı elbet. 😶 Ancak ikinci kitapla devam edicem bu konuda sizden bir seçim yapmanızı isteyeceğim iki fikrim var biri "Ahmet hüddam olmaya karar verir ve başından geçenleri görürüz." diğeri bu kitapla ilgisi olmayan tamamen başka bir kurgu oluştururum. Sizce hangisi🤔 Bölüm ve sorularım hakkında düşüncelerinizi belietmeden geçmeyiniz! oy ve yorumlarınız için şimdiden teşekkür eder diğer kitabım " Fenris'in mirası" na da beklerim 😊😊😊 Bu arada kitabı kütüphanenizden çıkarmayın yeni kitap için duyuruyu buradan yapacağım.

Continue Reading

You'll Also Like

44.1K 2.7K 13
Sağır bir genç kız ve seri bir katilin hikayesi... Sara Topal, beş yaşından sonra geçirdiği bir kazadan dolayı hiçbir sesi duymuyordu. Şiir yazmak iç...
124K 4.4K 12
❝Neden onunla aynı odayı paylaşmak zorundayım?❞ ❝Ertesi sabah onun gömleği içinde tüp çoraplarınla dans ederken bana teşekkür etmek zorunda kalacaksı...
11.6K 887 24
Kan kokan odada antlaşmanın şartlarını söyleyen şeytanı korkuyla karışık bir hayranlıkla dinliyordu 1. Şart :intihar edemezsin 2.Şart:dilek haklar...
44.8K 2.4K 14
zeyno ve çağrı birbirlerinden nefret ediyorlardı.