Siyahın Vedası | Küller

By AgresifPelinsu

286K 13.3K 4K

Özgürlüğe doğru uçarken kanatlarınız sizi yakan ateşin küllerini savurur. More

Kısım II - Küller
Bölüm 51 - Şerefe
Bölüm 52 - Mühür
Bölüm 53 - Ödül
Bölüm 54 - Temas
Bölüm 55 - Kavga
Bölüm 56 - Kaçışın Yok
Bölüm 57 - Vahşi
Bölüm 58 - Sınırsız
Bölüm 59 - Nefret
Bölüm 61 - Şehr-i Su
Bölüm 62 - Grup
Bölüm 63 - Uşağın Oğlu
Bölüm 64 - Kurşun
Bölüm 65 - Ara Sokak
Bölüm 66 - Yangın
Bölüm 67 - Minotor
Bölüm 68 - Baskın
Bölüm 69 - "Sebebim"
Bölüm 70 - Güç
Bölüm 71 - Gerçek
Bölüm 72 - Acı
Bölüm 73 - Black
Bölüm 74 - Misilleme
Bölüm 75 - Annem
Bölüm 76 - İntikam
Bölüm 77 - Yeni

Bölüm 60 - Neden?

10.8K 513 111
By AgresifPelinsu

Bazıları için aynaya bakmak, saçını başını düzeltip rujunun taşan kısımlarını temizlemek çoğu insan için kolaydır. Bazıları içinse aynada kendiyle göz göze gelmek, kendi gözlerini delip içeriye açılan kapıdan davetsiz girmek canlı canlı kızgın yağa atılmayı tercih edebilecek kadar zor. Black'i anlayabilirim. O, aynaya bakıp kendinden sakladığı sırlarından kaçabilecek kadar korkuyorken aynı zamanda dünyaya tek başına meydan okuyabilecek gibi duruyordu. Ben... Ben aynaya baktığımda arkasında kıvrılıp ağlayan genç kadını, elinde bıçakla hem kendine hem de çevresine zarar verme telaşı içindeki kadını... Kısacası içimdeki binbir türlü kadını tek bir bedene sıkıştırıp kendi gözlerimden kilitli kapıları tekmelerle açarak içeri girmiş, hepsine meydan okumuş ve üzerini narsist duygularla örtüp bavulumu alıp çıkmıştım. Eğer bir sorundan kaçarsam, sonsuza dek kovalanırdım. Bunca yıl başkalarından kaçmakla harcadığım ömrü, kendimden kaçmakla sürdüremezdim. Buna gücüm yoktu.

Ancak nereden bilebilirdim ki ahkam kestiğim duyguların ayaklanıp bana kafa tutacağını?

Bıçakların keskin uçları göğüslerimize dayalı, gözlerimiz birbirine kenetliydi. Her gün görmezden geldiğim, kapısının önünde it gibi uyuya kaldığım cehennem bıçağın iğne ucu kadar ucundan tenimi deşip tam kalbime iniyordu. Yakıyordu. Kor ateşleri avuç avuç göğsüme dolmuşum gibi yanıyordu.

Başını yana doğru eğerek "Öldürdüm," dedi ve bıçağı göğsüme bastırırken "Hem de çıplak ellerimle. Gözünün ferinin soluşunu saniye saniye izleyerek öldürdüm," dedi. İlk defa duygu duvarlarını kaldırmış, sesindeki kini serbest bırakmıştı.

"Kan..."

"Başkasının katili olmak içinde geride kan gölü bırakmana gerek yok,"

Katil olmak için geriye başkasının kanıyla dolu göl bırakmaya gerek yoktu. Kendi kanında dolu bir gölde boğularak da bir başka hayatı söndürebilirdin. Tıpkı benim yaptığım gibi. Geçmişin omuzlarına bindiren ağırlığından sadece birkaç saniyeliğine sıyrılıp sahip olduğun tek silahla bir can alabilirdin. 

Ya da sadece bir insanın sana olan umudunu kırıp atabilirdin.

Daha önceden olduğu gibi tıpkı şimdi de elimde bir bıçakla aynı şeye sebep olabilir, buradan resmi mahkum olarak da çıkabilirdim. Black'in ellerindeki mahkumiyetimi sonlandırmanın tek koşulu devletin himayesinde mahkum olmaktan geçiyordu. Bunu yağmaya cesaretim var mıydı? Esaret için mi ben kanımdan feda etmiştim. Bir başka adamın yükünden kurtulmak... Kendimi dört duvara hapsetmek için mi?

"Onu bu kadar mı çok seviyordun?" diye sordum bıçağı saran gevşek parmaklarımı sıkıca sararak gözlerine odaklandım. Mimikleri, buzu çözülen et parçaları gibi yavaşça kendine geliyordu. Usulca kaşları çatıldı ve burnunun en sonundan alnına doğru uzanan iki çizgi belirdi. Yutkundum "Sevdiğin kadını öldürecek, bunun vicdan azabını çekecek kadar mı çok?" diye sordum.

Sessizliği, mimiklerinin çözülmesiyle çığlık çığlığa "Evet," diye bağırıyordu.

"O yüzden mi boğulmaktan hoşlanmıyorsun?" diye sordum

Sorum, onda hezeyan etkisi yaratmıştı. Bir an için bıçağı daha sıkı kavradığında kalbimi deşip beni cehenneme postalayacağını düşünsem de ilk defa elinde kesici bir aletle, tenime bu kadar yakınken bana zarar vermeden bıçağı indirdi ve yatağın üzerine atıp sırtını duvara dönerek bana yolu açtı. Su nedir bilmeyen birinin eline suyu vermişler gibi şaşkınlıkla onun hareketini izledim ve anlamlandırmaya çalıştım. Bıçağım hala havada, onun eskiden durduğu yerde, göğsünün hizasındaydı.

Kapıya doğru yürüdü, kilidi açıp çıkmam için kapıyı sonuna kadar açtı. Benimle oynuyor muydu yoksa gerçekten çıkmamı mı istiyordu bilmiyordum ancak bu kez fırsatı tepme gibi bir lüksüm yoktu. Havadaki elimi indirdim ve bıçağı bir an olsun elimden bırakmadan, parmaklarımı gevşetmeden odadan hızlı adımlarla nefessiz çıktım ve kendimi "Odam," diyebileceğim dört duvarın arasına göz açıp kapayana kadar hapsettim. Bana açtığı kapılardan başka çıkış yolum yoktu, bunu kabullenmiştim. Kafamdaki tek düşünce, bundan sonra ne olacağıydı.

Bana ne yapacaktı? Özgürlüğümü mü verecekti yoksa aksine sözlerimin intikamını almak için sabırla öfkesinin birikmesini mi bekliyordu? Ne olursa olsun, içim kaç parçaya bölünürse bölünsün, hepsinin tek dileği buradan sağ salim çıkıp yeniden özgürlüğü hissetmekti. Tek bir tanesi hariç...

O bebeği öldürdüğüm için bana kin duyan yanım burada daha fazla kalmamı ve daha fazla acı çekmemi arzuluyordu. O bebeğin hiç var olmamış kıyafetlerine sarılmış, hayali beşiğin başında sallanan sandalyesine oturup sallanırken sarıldığı hayali bebek kundağıyla çatılmış kaşlarının altından bana bakıyordu. Kızgındı. Kızgın olduğu kadar da o bebeğin intikamını almak istiyordu. Öyle ki onu ne kadar fazla kilitle kilitlersem o kadar şiddetli ortaya çıkıyor, kendime zarar vermemi istiyordu. Buraya dönüşlerimin sebebi belki de oydu. İçimdeki diğer kadınların maskelerini yüzüne yerleştirip, melek kanatlarıyla bana yalanlar fısıldayarak olmayan biri gibi olmaya, acı çekmeye meylediyordu. Karakterim bölünmüş, ruhum parçalanmıştı lakin tüm bunların ne zamandan beri olduğunu bilmiyordum. Belki babam öldüğünde, belki de o adamla evlendiğimde... Belki de o bıçağı kendime sapladığımda yaşadığım mutlulukla içime yerleşmişti. Tıpkı en eski hatırayı hatırlamak gibiydi onun varlığını sorgulamak. Ancak emin olduğum bir şey varsa, buradan çıkamaz da ölürsem bizzat sebebi oydu. İçimdeki vicdan azabı...

Uzun uzun suyun altında bedenimi yıkarken ilk defa tenimi yolma isteği belirmişti içimde. Derimi kanattığımda bir faydası olmayacaktı, zihnimde sürekli ve sürekli çırpınacak anılardan kurtulamayacaktım. Beynim asla biriktirdiklerini kusamayacak ya da sindiremeyecekti. Ölene kadar yaşadıklarımı hatırlamakla yükümlüydüm

Odanın kapısı aralandığında sırtımı yatağın başlığına yaslamış, ayaklarımı uzatmış batan güneşin arkasında bıraktığı alacakaranlığı izliyordum. O odadan çıkalı iki gün batımı ve bir gün doğumu görmüştüm. Black, elindeki siyah karton bir torbayla içeri girip torbayı yatağın üzerine bıraktı. Üzerinde siyah tişört ve siyah kot pantolon vardı.

"Eşyalarını al ve aşağı gel," dedi. Arkasından sadece bakmakla yetindim. Eşyalarım... Hangi eşyalarımdı bunlar? Benim için aldığı yeni ciciler miydi? Vicdan Azabı, mutlulukla gülümserken itaatkar bir köle gibi uzanıp torbayı aldım ve içindekileri yatağa boşalttım.

Torbanın içinden dökülenler onunla buluşurken giydiğim ilk kıyafetlere benzer kıyafetler vardı. Düz siyah, kalçanın hemen altında biten ve iki yanında yırtmacı olan, askılı bir elbise ve siyah, sivri topuklu, ince bantları olan bir ayakkabı vardı. Emir belliydi, bunların giyilmesi gerekiyordu.

Kıyafetlerimi üzerime geçirip aynaya baktım. Kendimi delirmenin eşiğinde gibi hissediyordum, buraya adım attığım ilk günkü kız olmasam da yeniden olabilirmişim gibi geliyordu lakin nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Rujumu çantamdan alıp dudaklarımın üzerinde dört adımla düzgünce sürdüm ve saçlarımı makyaj masasında bulduğum bir tokayla ensemde toplayıp çantamı alarak torbadan çıkan ayakkabılarımı giyip komodinin üzerinde bıraktığım bıçağı  elime alarak odadan çıktım. Her bir zerresi pahalı kokan koridorda adımlarken kalbim gümbür gümbür atıyordu. Ne olacaktı?

Topuklu ayakkabılarım ağır ağır tıkırdarken elimdeki bıçağı sımsıkı kavramıştım. Bütün bedenim uykusuzluk, açlık ve stresle gerilmişti. Zihnim bulanıktı. Hayatımın hiçbir evresinde kendimi onun yanında olduğum kadar çaresiz ve ona mahkum hissetmemiştim. Savaşacak gücüm kalmamıştı. Bunu kendime, yine kendim yapmıştım lakin işlerin bu kadar kötü olacağını bilseydim, sakin hayatımın tadını çıkarmaya devam ederdim.

Holde durup oturma odasına baktığımda rüzgarla savrulan perdelerin arasında, onu terasta görmüştüm. Ona doğru adımlarken gözlerimin önünde onu öldürme sahneleri canlanıyordu. Bıçağı hayati bir organına saplayabilir ve onu terastan aşağı atabildim ancak bu beni yüzde yüz suçlu yapardı ve ömrümü hapiste çürüyerek geçirirdim. Kanıtlayamazdım. Bana yaptıklarını kanıtlamak, öldürdüğü kadınların bir bir listesini çıkarıp onun özgürlüğünü ve lüksünü elinden almanın ona en büyük ceza olacağı açıktı.

Perdeleri kenara itip terasa çıktığımda Black terasın korkuluğu üzerinde, elinde viski şişesiyle oturuyordu. Yavaşça etrafımı kontrol ettiğimde sol tarafımdaki güvenli kamerasını fark ettim. Eğer o kamera olmasaydı onu aşağıya iterdim, sarhoş olması bile kaza olasılığını yüksek tutuyordu. 

Terasın eşiğinde durdum. Rüzgar saçlarımı savururken o bir eliyle korkuluğa tutunmuş, diğer eliyle de viski şişesini tutarken oldukça rahat görünüyordu. Onun birçok haline tanıklık etmiştim ancak hiçbir zaman intihara meyilli halini görmemiştim. Bu ilk kez oluyordu.

Güneş batana kadar o terasın korkulukları üzerinde, ben terasın eşiğinde bekledik. Hava iyice kararıp şehrin ışıkları meydana çıktığında önce bir bacağını sonra da diğerini terasın içine doğru atıp aşağı indi. Üzerinde kravatsız siyah bir takım elbise vardı, beyaz gömleğinin üsten iki düşmesi açıktı. Beni baştan aşağı süzerken her zaman olduğu gibi yüzünde hiçbir ifade yoktu. Viskisini kafasına dikti ve büyük yudumlar aldı. Şişeyi ağzından indirdiğinde yüzü buruşmuştu. Acıyla sesli bir nefes alırken dirseklerini korkuluklara yaslayarak başını arkaya attı. 

"Sana itaat ettim," dedim uzun sessizliğin ardından. Ağrıyan ayaklarımdaki acıyı hafifletmek için ağırlığımı diğer ayağıma verdim "Beni ödüllendirmeyecek misin?" diye sorduğumda kahkaha atarak başını çevirdi. Şaşkınlık içinde ona bakıyordum. Aral ile kavgasında, ağzı yüzü kan içindeyken kahkaha attığını duymuştum sadece ve buna acının verdiği bir zevk, gibi açıklama yapabiliyordum ancak şimdi, niçin güldüğüne bir anlam veremiyordum.

Dirseklerini çekip kayarak terasın laminat zemine otururken kahkahası hala devam ediyordu. Bir bacağını kıvırıp diğerini uzattı ve viskisini bir kez daha kafaya dikti "Neden hala onu merak ediyorsun?" diye sordu yüzü acıyla buruşurken. Viskisini sertçe zemine bıraktı ve gözlerini gözlerime dikti "Neden?" diye sordu.

Başımı iki yana sallayarak "Ne dediğini anlamıyorum, Black," dedim. Anlamıyordum. Anlamak istemiyordum.

"Aral," dedi bana boştaki elini uzatırken "Onu çok fazla önemsiyorsun," derken parmaklarımı gelmem için avcunun içine doğru birkaç kez kıvırmıştı.

Ona doğru adımlarken "Neden bununla bu kadar ilgileniyorsun?" diye sordum. Yanına varana kadar sessiz kaldı. Bacaklarını uzatıp diğer elini de bana uzattığında ben de ona ellerimi uzattım, bileklerimi tutarak beni kucağına doğru çekti. Beni, adeta bir bebek gibi kucağına çekti ve bir kolunun üzerine yatırdı. Saçlarımı geriye doğru parmaklarıyla tararken gözlerim onu takip ediyordu. Daha önce de anlaşılması güç olduğunu düşünmüştüm ancak hiçbir zaman öpüşmeyen Black, dün beni öpmüştü. Bu gerçek, karnıma ağrılar sokuyor ve durulmaya meyleden bulanık suyuma bir taş daha atarak karıştırıyordu. Bugün ise anlamsız bir şekilde kahkaha atıyordu; kahkahasına zevk veren şey neydi?

Baş parmağını şakağımdan aşağı yanağıma doğru indirirken elimdeki bıçağı iyice sıktım. O ana kadar elimdeki bıçağın varlığını tamamen unutmuştum. Bıçağın işlemeli sapı etime batarken o bir eliyle yanağımı okşuyordu. İşaret parmağını dudaklarımın kenarları üzerinde üç kez gezdirdikten sonra çenemle dudağım arasındaki girintide durdu.

"Neden bana geldin?" diye sordu.

Gözlerine gözlerimi dikerek "Beni buna mecbur...-" parmağını dudağımın üzerine bastırarak cümlemi yarıda bıraktı.

Başını iki yana sallarken "Mecbur bırakmadım, bana doğruyu söyle," dedi.

Dudaklarımı örten elini alçıdaki elimin sağlam parmaklarıyla kavrayarak aşağı doğru çektim "Eğer seninle gelmeseydim, onu öldürecektin. Ashley'i öldürecektin," dediğimde yüzündeki ifadenin belli belirsiz yumuşadığını görebiliyordum. Onunla o kadar çok vakit geçirmiştim ki, yüzündeki mimiklerin belli belirsiz hareketlerini dahi yakalayabiliyordum.

"Beni iyi dinlemişsin, sevgilim," dediğinde dişlerimi birbirine bastırdım. Sevecen bir tavırla elini elimden kurtarıp tekrar yanağımı okşarken elimdeki bıçağı ona saplamak istedim ancak bunu yapamayacak kadar kontrolü elimde tutabiliyordum. Bütün gece, yatakta oturup sadece düşünmek, doğru da olmasa en azından mantıklı kararlar almama yardımcı oluyordu. 

Dudaklarına dağılan gülümseme genişlerken bana sırıttı. Anlayamadığım bir şekilde Aral ile kavga ettikleri gün gözümün önüne geldi. Bana kanlı ağzıyla gülümsemesi, gözlerindeki mavilerin adeta şimşek gibi parlaması ve yüzündeki acımasızlık saniye saniye gözümün önünde canlanırken burnunu burnuma dokundurdu. Dudakları dudaklarımın üzerinde gezinirken belli belirsiz tenime temas ediyordu. Nefesindeki viski kokusu gitmiş, yerini akan kokusuna bırakmıştı. 

Durdu. Gözlerini, dudaklarımdan çekip tekrar gözlerime çevirdiğinde gözbebekleri küçülmüştü. Kendini geriye çektiğinde, oturma odasından dışarıya vuran ışıkta, boynuna yasladığım bıçağın keskin ve sivri ucu parlıyordu. Gülümsemesini, üst dudağında gezdirdiği diliyle sildi ve tenime temas eden kollarını geriye çekti. 

Topuklu ayakkabılarla bir anda kalkması kolay ve aynı anda tedbirli olması benim için hiç de kolay değildi. Bir dizimi bacaklarının ortasından yere sabitlerken diğer ayağımı doksan dereceyle yere sabitleyip aynı zamanda bıçağın temasını boynumdan çekmemem gerekiyordu. Bunu yaparken, hiç olmadığı kadar dikkatli ve aynı zamanda ataktaydım. 

Yere sabitlediğim dizimi kaldırmak üzereyken Black boğazına bıçak dayadığım elimin bileğini tutarak beni kendine çekti ve çenemi kavrayarak dudaklarını dudaklarımın üzerine örttü. Zevk, arzu ve istek... Hiçbirinin bir ehemmiyeti yoktu. Bedenimde hüküm süren tek duygu korkuydu. Boğazına dayadığım bıçağın tenini kesmesi ve onun değil de benim cezalandırılıyor olacak olduğum bir gelecek hayali gözümün önünden geçerken korkuyla titredim. 

Yarısı alçılı elimi havaya kaldırıp yüzüne çarptığımda baş parmağımdan bütün vücudumdaki sinirleri uyandıracak acı dalgası kanat çırptı. Şaşkınlıkla dudakları aralanırken bir kez daha alçılı elimi suratına vurdum ve beni tutan ellerinin arasından sıyrıldım. Geriye doğru kalçalarımın üzerinde sürünerek uzaklaşırken suratını taradım. Burnunun ve kaşının üzerindeki yara, gözündeki morluk dışında dudaklarında ve boynunda kan vardı. En çok korktuğum yer olan boynundaki kan, cılızdı. İnce bir çizgi halinde neredeyse kızarıklığı andırıyordu. 

Göz göze geldiğimde öfkesi beni yeniden uyandırdı. Bıçak elimde değildi. İkimiz de aynı anda etrafımıza baktığımızda bıçağı havuz başında gördüm. Tekrar göz göze geldiğimiz saniye çok kısaydı. İkimiz de aynı anda bıçağa doğru emeklerken daha yakın olduğum için ilk ulaşan bendim ancak Black'in üzerime binen ağırlığı beni ters dönmüş kaplumbağa gibi altında tamamen hareketsiz kılmıştı. Alçılı elimin sağlam parmakları bıçağın sapına dokunuyor olsa da avucuma alamıyordum. 

Black uzanıp bıçağı havuza ittiğinde tüm umutlarım da bıçakla birlikte havuzun dibini boylamıştı. Saçlarımı kavrayarak beni kendine doğru çekerek dizlerimin üzerine oturttu "Ben sana kıyamıyorum ama sen benim sabrımı zorluyorsun, Melek. Neden?"


Continue Reading

You'll Also Like

111K 5.7K 34
Asi'nin Alaz'dan ayrı olduğu beş senelik zamanda kızını, babasına anlatma isteğiyle ortaya çıkmış karalamaları ve beş yılın sonunda yaşananlara dair
3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
312K 8.9K 38
Mirhan ağa kaşlarını kaldırarak karısının saçını okşayarak kulak arkasına aldı. Karısının öpmekten şişen dudaklarına alayla sırıtıp burnunu çenesinin...
305K 9.3K 43
Çok istediği bölümü kazanmak için çok çalışmış ve sınav sonucunun açıklanmasını büyük bir sabırsızlıkla bekleyen genç bir kız. O çok beklediği sonuc...