Atlantis'in Beş Kurucusu (Düz...

נכתב על ידי whysoserious46

1.1M 56.6K 6.4K

--En yüksek: Bilim Kurgu #1, Fantastik #1, Aksiyon #3 -- Claire hafızasını kaybetmiş bir biçimde kendisini y... עוד

Atlantis'in Beş Kurucusu
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 4.5
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 9.5
Bölüm 10
Bölüm 0 (Claire'in uyanmasından önce)
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
Bölüm 23
Bölüm Değil Yazar Soruyor
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
Karakter Panosu
Bölüm 28
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 48 - Part 2
Bölüm 48 - Part 3
Bölüm 49
Bölüm 49 - Part 2
Bölüm 49 - Part 3
Bölüm 49 - Part 4
Bölüm 50
Bölüm 50 - Part 2
Bölüm 50 - Part 3
Bölüm 50 - Part 4
Çok özür dilerim
Bölüm 50 (Final)
Hikaye Adı
Ikinci kitap

Bölüm 7

27.3K 1.4K 314
נכתב על ידי whysoserious46


(En sevmediğiniz yazar ile anlamsız şarkılarda bu bölüm)

O akşamdan sonra aramızda öyle tuhaf bir an daha yaşanmamıştı. Ama Ethan'la gerçekten arkadaş olmuştuk. Her gün saatlerce bitki yetiştiriciliği yapıyordum. İki haftanın sonunda hala saksılar kırılmadan çiçekleri büyütemiyordum. Başka bir şey denemek konusunda ısrar etsem de Ethan ısrarlarıma kulak asmıyordu. Tekrar tekrar deniyorduk. Birkaç kere ona etrafı temizlemek konusunda yardım teklif etsem de kabul etmiyordu. Ama ilk denememdeki çalı hala salonun ortasında duruyordu. Orada burada birkaç tane daha tuhaf çiçekler olsa da öldürmemeyi başardığım çiçeklerin çoğunu Ethan götürüyordu. Nereye götürdüğünü birkaç kere sorsam da cevap vermemişti. Yine onunla vakit geçirmek güzel geliyordu. Birkaç kere sohbet etmiştik. Gerçekten. Arkadaş gibi. Benim bir şeyleri öldürmem hakkında olmayan gerçek sohbetler. Yerleşke'nin etrafında ve içinde yürümüştük. Metal kaplı bina –ki adı aslında Demir Saray'mış ama demir değil adını hatırlamadığım başka bir alaşım ile kaplıymış- bizden başkası tarafından kullanılmadığı için ortamı biraz daha kişiselleştirmiştik. Demir Saray öğrendiğime göre eskiden iki kuleye sahip olduğu için böyle deniliyormuş ama Ethan kuleleri hiç görmediğini yine de ismi değiştirmeye üşendiklerini de söylemişti.

İtiraf etmek gerekirse Yerleşke hiç de o kadar kötü bir yer değildi. Genel olarak ormanlık ve hayvanların gezdiği birçok park olan kocaman bir yerdi. Yemeklerin yendiği birkaç yerden birisi de Ahşap Ev'di. Ve tahmin edemediyseniz söyleyeyim gerçekten ahşaptan yapılmaydı. Buranın en büyük sorunu sanırım isimlerin fazla bariz olmasıydı. Ne görüyorsanız ismi büyük ihtimalle oydu. İsimleri kim bulduysa yaratıcılık açısında büyük bir sıkıntı içindeydi muhtemelen. Burası yemekhanenin aksine ne yiyeceğini seçebildiğin tuhaf restoranımsı bir yerdi. Ama gerçekten güzel yemekleri vardı.

Teresa, Tom ya da herhangi bir kurucu ile çok fazla iletişime geçmemiştim. Sadece birkaç kere meclis toplantılarında -ilk günün aksine-susup onları dinlemiştim. Yani itiraf etmek gerekirse yalnızlık ve ait olmama hissiyatım hala benimleydi. Ama Ethan elinden gelenin fazlasını yapıyordu. Anlamadığı tek şey bunun tek kişi ile olmayacağı idi. Yine en azından bir arkadaşım olmasından mutluydum.

Günlerimin çoğu aynı şekilde geçiyordu: Antrenmanla. Benimle ne yapacaklarını bilemedikleri içn beni Ethan'ın başına atmış olmaları da olasıydı ama tek bir kere bile şikayetlenmemişti. Sonrasında ise Ethan yemekten ben de uykudan taviz vermediğim için ikisinden birini yaparak geçiyordu. Ethan bazen ortadan kayboluyor bir anda odama dalıyordu. Ne yaptığını merak ediyordum etmesine ama tabi ki de soramıyordum. Çünkü hala bazen o ani sinirlenmeleri baş gösteriyordu. Belki de onun da benim gibi sorunları vardır diye bu konuyu da üstelemiyordum. Yüzeysel arkadaşlığımız buradan nefret etmememi sağlayan tek şey olabilirdi. 

Kendi başıma duvarları izlediğim onca seferi düşününce ne kadar yüzeysel olursa olsun bu arkadaşlıktan memnundum.

"Süslenmen bittiyse artık gidebilir miyiz? " diye sordu Ethan banyonun kapsından. Suratında tembel bir gülümseme vardı, başını kapının pervazına yaslamış beni izliyordu. Bu gülümsemesi çatık kaşlarının ardından en nefret ettiğim yüz ifadesi olabilirdi. Ne anlama geldiğini ağzından çıkan şeyleri duyana kadar kestiremiyordunuz.

"Saçımı bağlamak süslenmek sayılmıyor. " diye karşı çıktım ona doğru yürürken. Ona doğru yürürken beni süzdü. Arada böyle saçma anlar yaşıyorduk ama ikimiz de üstelemiyorduk. Böylece arkadaşlığımız kavga etmeksizin devam edebiliyordu. Üzerimdekileri çekiştirme huyumdan hala vazgeçememiştim ve onun böyle bakması onu boğmak istememe neden oluyordu.

"Şunu çekiştirmekten vazgeçer misin?"

"O zaman sen de bana daha uzun bir şeyler bul. " dedim koluna yumruk atarak. Sahip olduğum tüm şeyleri giymekteydim. Hastanede kendime geldiğimde bana verdikleri gri eşofman takımını onları çıkarıp da Ethan'ın verdiklerini giydikten sonra bir daha görmemiştim. Koktuğuma emindim. Ne kadar duş alsam da kıyafetlerimi nasıl temizleyeceğim konusunda bir fikrim yoktu. 

"O konuyu Teresa hallediyor sanırım. " dedi kolunu ovuşturarak. "Aslında bunun bir sürpriz olması gerekiyordu ama birileri çok sert yumruk atıyor."

"Sen öğrettin senin suçun." dedim kapıya doğru yürürken. Arkamdan gelmeye başladı. Teresa yüzüme bile bakmıyordu ama yine benim için bir şeyler yapıyordu. Gerçekten bunu anlayamıyordum.

"Çünkü beni seviyor. "

"Beynimden uzak dur. "

"Sesli düşünme."

Asansöre ondan önce binmem için yana çekildi. "Bu onun için söylenmiyor. Onun için gerçekten düşündüklerimi sesli bir şekilde ifade etmem gerekiyor. " dedim. Teresa ve Ethan'ın arasında ne olduğuna dair bir fikrim yoktu ama karşısına geçip de çıkıyor musunuz da diyemiyordum. Garip ilişkileri sürekli birbirlerinin alanında dolaşmalarıyla daha da destekleniyordu.

"Arkada kalıyorsun. " dedi lobide üç metrelik bacakları ile yürürken.

"Neden acaba? " dedim arkasından yetişmek çok zor bir şeydi. Asansör kapıları kapandığı sırada Ethan'ın telefonu titreşti. Ethan gelen mesaja bakınca sesli bir şekilde küfretti, başını asansörün duvarına vurarak. "Ne oldu?" diye sordum yeniden bana kötü davranmaya başlayacağından korkarak. 

Kaşları çatık bir halde bana döndü. "Seni doktora götürmem gerekiyordu. Tamamen aklımdan çıkmış." 

"Beni mi? Ethan bir doktora ihtiyacı olması en az olası olan kişiyim." dedim sesimi alçaltarak. Hala güçlerimi sır olarak saklıyorlardı.

"Bunu sen biliyorsun. Bunu biz biliyoruz. Ama diğer kurucular bilmiyor, prenses. " Gözlerimi devirdim tekrar o pet namei kullandığı için. "Bana öyle bakma, ne kadar sevimli davransan da seni götürmeliyim, hafızanın ne zaman geri geleceğini merak ediyorlar. " Açıkçası bunu ben de merak ediyordum, kim olduğumu hatırlamak çok güzel olurdu. "Yarınki meclis toplantısında sonuçlarını sunmam gerekiyor." Bir meclis toplantısına daha itiraz edersem Ethan beni o uçurumdan atacağına dair yemin etmişti bir önceki hafta. 

"Ne kadar sürer?" diye sordum, kişisel gizlilik hakkıma yapılan aşikar tecavüzü göz ardı ederek. En azından gidecek bir yerim olana kadar burada kalmam için bunu yapmam gerekiyorsa yapardım. Ethan'la çalışmayı bile kabul etmiştim. Bile olmaktan çıkmıştı, benimle iki cümleden daha fazlasını harcayan tek kişi olduğu için.



"O makineden nefret ediyorum. Ondan daha geniş tabutlar olduğuna eminim. " dedi Ethan, Demir Saray'a gitmek için Cam Bina'dan çıktığımız sırada. 

"İçindeki sen değildin ki. Bendim. Neden bu kadar abartıyorsun anlamıyorum. " diye cevapladım. MRI odasından çıktığımızdan beri Ethan gergindi. Belki de güzel haber almadığımız içindi, beynimde herhangi bir ödem yoktu -beklediğimiz üzere- bu noktada da bekleyip görmekten başka çok az seçeneğimiz vardı. Belki de Ethan doktorun rasyonel tavrına sinir olduğu içindi, doktor bunları her gün karşılaştığı şeylermiş gibi soğuk bir sesle anlatmıştı. 

Farklı bir şey beklememiştim, anında mucize tedavi gibi. Diğer rüyalarım gibi tek tek döneceklerdi anılarım belki. 

Yine de önceki seferler gibi saatlerce muayene edilmemek beni mutlu etmişti. Yalnızca on dakika sürmüştü. Refleks muayeneleri, duyu muyaneleri, rastgele koklamamı istenen şeyler, tuhaf denge testleri yoktu. Bana batırılan bir düzine iğne olmadığı için her gün görüntülüme yapılmayı kabul edebilirdim. İki tarafı da memnun edecektiyse özellikle. 

Demir Saray'ın kapısını açtıktan sonra soyunma odasının yolunu tuttu. Tek bir kıyafetiniz olmayınca üzerinizi değiştirme lüksünüz oluyordu. Sessizce devasa salonun ortasında bekledim onu. Beyaz bir t-shirte değiştirmişti keten gömleğini, altında da her zamanki gibi uyluklarının kalınlığını belli eden bir eşofman altı vardı.

Ben her zamanki gibi saksıları beklerken o elinde iki kova su ile çıkageldi. Elindekilere bakakaldım çünkü ne yapmaya çalıştığına dair hiçbir fikrim yoktu. "Temizlik mi yapacağız? Teresa'nın emirleri diye tahmin etmekteyim. "

"Hayır. Ve, kesinlikle hayır. " dedi sırası ile sorularımı cevaplarken. Sert bir şekilde kovaları yere bırakınca su etrafa saçıldı. Bu becerikliliği üzerine onu alkışladım. "Güzel suyu geri koy şimdi. "

"Ne? " dedim gözlerimi kırpıştırarak. " Sen döktün. "

"Öyle bir gücüm yok senin var, yani işe yara. "

"Suyun içinde çiçek mi büyüteyim? " diye sordum ne dediğini anlayamıyordum.

" Tahminime göre dört elementten birini kontrol edebiliyor olman gerekiyor. En az birini yani. " diye açıkladı.

" Tahminine göre mi? Bana neyi söylemiyorsun yine acaba? " dedi elimi belime koyarak.

" Bir şey söylemiyor değilim de- "

" Öyle mi Ethan? Bana öyle gelmiyor çünkü nedense. Sana başka türler büyütüyorsun derken ne demek istediğini sorduğumda da cevap vermemiştin. Bir şeyler gizliyorsun. "

"Peki, anlatmamı mı istiyorsun? O zaman ağlamak ya da kaçmak yok tamam mı? "

"Peki. " dedim yere otururken. "Anlat hadi. "

"Teresa'nın bir ağabeyi vardı. " dedi karışıma otururken. " Ve seninle benzer güçlere sahipti. Yani en azından ben öyle düşünüyorum. O da senin gibi iyileştirme gücüne sahipti aynı zamanda dört elementi de kontrol edebiliyordu. " diye açıkladı Ethan. Buradaki ilk günlerimde Teresa ile yaptıkları konuşma aklıma gelmişti. Ondan daha güçlü. Böyle demişti Teresa. Bahsettiği şey buydu. Bu yüzden benden nefret ediyordu. Ağabeyi yüzünden.

"Ona ne oldu? "

"Öldü. " dedi Ethan kısaca. Başka bir açıklama yapmadı. Nasıl öldüğü konusunda hiçbir şey söylemedi. Güçleri yüzünden mi ölmüştü?

"Peki başka türler konusuna gelecek miyiz? "

"Claire bunu nasıl açıklayacağımı bilemiyorum çünkü bunu daha önce görmemiştim. Benim sana verdiğim tohum bu değildi. Daha basit bir şeyden başlamak gerektiğini düşündüğüm için fesleğen vardı içinde. " dedi, sonra sustu uzunca bir süre bana baktı. Bir şey söylememi bekliyordu bunu biliyordum ama ne söylemem ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

Ne yapman gerektiğini biliyordun. Buradan gitmek.

Ses geri dönmüştü birkaç gündür ondan kurtulduğumu sanıyordum ama yine buradaydı işte.

" Bir şey söylemeyecek misin? "

" Neden bana daha önce söylemedin? "

"Claire, çünkü kaçar giderdin. " dedi gözlerimin içine kilitlenerek. " Bana gitmeyeceğini söyleyebilir misin?" diye sordu. Başımı iki yana salladım. Hala kaçıp gidebilirdim. Derin bir nefes aldım.

"Peki hiç doğru düzgün bir şeyleri büyüttüm mü? Gerçekten ektiğin şeyi çıkardım mı hiç? "

"Evet, " dedi elini saçlarının arasına daldırırken. " ama neye göre olduğunu bilmiyorum. Neyi farklı yaptığını bilmiyorum. "

"Bunu bana daha önce söylemeliydin. Ethan, bunu saklamaya hakkın yoktu. " sakinliğimi korumaya çalışıyordum, ona bağırmamak için elimden geleni yapıyordum ama kalkıp gitme isteğim oldukça ağır basıyordu. Uzanıp elimi tuttu.

"Şimdi kaçıp gitme. " dedi. Neden kalmamı istiyordu ki?

"Tamam, hadi şu su olayını deneyelim. Bu konuşmayı şu an devam ettirmek istemiyorum. " dedim elimi onunkinin altından çekip ayağa kalkarken. Rahatlamış görünüyordu.

İlk denememde başarılı olamayacağımı ikimiz de biliyorduk. Ama saatler sonra hala hiçbir su damlası hareket etmiyordu. Ellerim tuhaf şekillere girmemişti, ama. Bunun nedeni büyük ihtimalle ne yaptığım konusunda hiçbir fikrimin olmaması olabilirdi. Şu noktada sadece yerdeki su birikintisine kaşlarımı çatıyor olabilirdim. Bu sefer beni yönlendiren içgüdülerim yoktu. Hissettiğim tek şey boşluktu.

Bırak artık.

Sesi görmezden gelmeye devam ettim. Umursamayınca bir süre sonra gidiyordu. Ethan'a baktığımda hayal kırıklığına uğradığını gördüm.

" Belki de benim sihirli güçlerim yoktur. Tek yapabildiğim şey fesleğenden aptal aptal çiçekler büyütebilmektir belki. " dedim kendimi minderlerin üzerine bırakırken. Yorulmuştum. Sıkılmıştım. Tüm günü iki kova suya bakarak geçirmiştim. Gerçi şimdi de boş boş tavana bakıyordum yani çok fazla bir şey değişmemişti.

" Yarın tekrar deneriz. " dedi o da gelip yanıma uzanırken. Bir süre ikimiz de bir şey söylemeden öylece yattık. Bununla neden uğraşıyorduk ondan bile emin değildim. Artık resmen havlu atmıştım. " Sinirlenince çok şirin oluyorsun. " dedi en sonunda sessizliği bozarak.

"Şu an sinirli değilim. Bıkkın daha uygun bir kelime." Ne hissetiğimi bilemiyor muydu ki sanki?

"Ama bıkkınken şirin oluyorsun yeteri kadar havalı bir cümle değil. O yüzden sinirli ile devam edeceğim."

"Zaten biraz daha devam edersen gerçekten sinirli olacağım. "

"Mesaj alınmıştır. " dedi ellerini havaya kaldırarak. Sinirle koluna vurdum. " Ah, bugün ikinci. Şuna bakar mısın? " T-shirtünün kolunu sıyırarak bana morarmaya başlamış kolunu gösterdi. O kadar sert vurmamıştım bile daha önce. "Düşmanın değilim. " dedi

"Gel buraya. " dedim elimi omzunun biraz altına koyarken. Kollarının bu kadar sert olacağını düşünmemiştim. Pis kas yığını. Hala moraran kolu hakkında şikayetleniyordu. Bu kadar kasın altında onu nasıl hissedebiliyordu ki? Vücudumda biriken enerjinin ona doğru akmasına izin verirken üçüncü bir kolu çıkmaması için dua ediyordum. "İşte. Artık sızlanma. " dedim elimi çekerken. Ama o beni duymuyor gibiydi. Bana öyle bir bakıyordu ki. "Atlantis'ten Ethan'a- " elimi yüzünün önünde sallarken bir anda yakalayınca cümlem yarım kalmıştı.

"Hadi gidelim, acıktım. " 

Biz Ahşap Ev'e gittiğimizde içeride çok fazla kişi kalmamıştı. Ethan hemen bir masaya oturdu ve benim yerime de bir şeyler söyledi. Ama bana bakmıyordu. Demir Saray'dan beri göz teması kurmamıştık. Onu korkutmuş muydum? Ona bunu sormak istemiyordum.

Yemeklerimiz geldiğinde Ethan boğulurcasına yemek yedi. Bir saniye olsun bakışlarını yukarı kaldırmamıştı.

O yemeği takip eden üç gün boyunca harika güçlerim ortaya çıkmamak konusunda dirense de benim derdim bu değildi. Çünkü iyileştirme gücünün aksine başarılı olamadığımda kas spazmına sebep olmuyordu. Yani bana bir zararı yoktu. Asıl derdim o günden sonra Ethan'ın bana eskisinden mesafeli davranmaya başlamasıydı. O gün beni odama bırak saniyesine ortadan kaybolmuş ertesi sabah ise buraya ilk geldiğimdeki soğuk Ethan'a dönüşmüş bir halde geri gelmişti. Artık bana bakmıyordu bile. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bir türlü bilemiyordum. Nerede hata yapmıştım? Yanlış bir şey mi yapmıştım?

Kendime yastıkların arasına gömülü bir biçimde yatarken bu soruları soruyordum. Uyuyamıyordum çünkü aramızı düzeltmek için ne yapabileceğimi düşünüyordum. Belki- Belki de güçlerim ortaya çıkarsa aramız düzelirdi. Keşke güçlerimi nasıl ortaya çıkaracağımı bilseydim.

Bunu bu kadar çok istiyorsan eğer.

Yine anlamsız bir rüya görüyordum. Yine siluetler vardı. Ama bu sefer ayrıt edici hiçbir şeyleri yoktu. Anlamlandıramıyordum ne gördüğümü. Sonra karartılardan biri parmaklarını hafifçe oynattığında ellerinin altında su damlacıklarını gördüm. Tıpkı sihir gibiydi. Sadece zarifçe yapılan birkaç hareket bile su damlalarını büyütmeye yetmişti.

" Gördün mü? Bu kadar basit işte. " dedi bir adamın sesi.

" Sihir gibi. " dedi daha küçük bir kızın sesi. " Ama gittikçe büyüyor." Sonrasında görüntüler benim onları ayırt etmem için fazlasıyla hızlı bir şekilde gözlerimin önünden geçti.

Rüya sona ermişti. Gözlerimi kırpıştırıp kendimi devasa pencerelerden gelen ışığa adapte etmeye çalıştım. Bu kadar geç saate kadar uyumamalıydım. Ethan beni öldürecekti. Ama tuhaftır ki sinirli bir şekilde tepemde dikilmiyordu. Neredeydi acaba? Yoksa o da mı uyuyakalmıştı? Odasının nerede olduğunu bilmediğimi fark etmem biraz uzun sürmüştü. Gidip ona bakmaya ihtiyacım olana kadar merak da etmemiştim. İşte öyle de iyi bir arkadaştım. Sonra koridordan sesler gelmeye başladı. Teresa ile konuşuyordu bu yüzden doğal olarak beni unutmuştu. İşime de gelmemiş değildi aslında uzunca bir süre uyumuştum nihayetinde. Ne konuştuklarını anlamak için kulağımı kapıya dayamıştım ama hiçbir şey anlamıyordum.

"İnsanları bu şekilde dinlemek ayıp bir şeydir. " dedi Ethan kapıyı bir anda açınca göğsüne çarpmıştım. Yukarı bakamayacak kadar utanmıştım. Fena bir şekilde yakalanmıştım ve ona yalan söyleyemezdim. Elini çenemin altına koyup ona bakmamı sağladı. Başımı eğmeye ya da ondan kurtulmaya çalıştım ama ben ne kadar çabalarsam o da o kadar tutuşunu sıkılaştırıyordu. Canımı yakmaya başlamıştı. " Özür bekliyorum farkındaysan. " dedi, sinirli olduğunu duyabiliyordum ama göremiyordum yüzü ifadesizdi. Sesi öte yandan ne kadar soğuk ve duygusuz olursa o kadar sinirli olduğuna işaret ediyordu.

"Kimi dinlediğimin farkında değildim kim olduğunuzu anlamaya çalışıyordum. " diye cevapladım. Çenemi daha da sıkı tutmaya başladı.

"Güzel bir cevap olurdu ancak Claire yalan söylediğini anlayabiliyorum. " dedi doğrudan gözlerime bakıyordu. Midem bulanmıştı.

"Özür dilerim. " dedim dişlerimi sıkarak. 

Çenemi bıraktı, beni birkaç adım geriye ittikten sonra arkasını döndü. "Birazdan geliyorum. "

Kalbim delicesine çarpıyordu. Beni ciddi anlamda korkutmuştu. Gözlerinde Ethan'dan hiçbir şey kalmamıştı. Sakince nefes alıp vermeye çalıştım. Dolabın üzerindeki aynadan Ethan'ın yüzümde bıraktığı parmak izlerinin iyileştiğini görebiliyordum.

Sana zarar veremez.

Hızlı iyileşmem bana zarar vermemesi anlamına gelmiyordu. Sadece çok uzun süre acı çekmeyeceğim anlamına geliyordu, sevgili kafamdaki ses. Yatağın üzerine oturdum ellerim şoktan titriyordu. Kendimi savunamamıştım. Özür dileyebilmiştim yalnızca. Bana öğrettiği o kadar dövüş hamlesi tam da olacağını tahmin ettiğim gibi işe yaramaz kalmıştı. 

Sana gitmeni söylemiştim.

İçimde bir şeyler patlıyordu sanki. Büyük ihtimalle kalbimdi. Başımı ellerimin arasına aldım. Derin nefesler alıyordum.

Korkma.

Ethan gerçekten de dediği gibi yapıp yaklaşık on beş dakika sonra gelmişti. O geldiğinde sakinleşmeyi başarmıştım yine de içeri girince geri çekilme refleksime engel olamamıştım.

"Gidip biraz çalışalım mı yoksa bir şeyler yemek ister misin? " dedi hiçbir şey olmamış gibi. Bu kadar mıydı yani? Hiçbir şey söylemeyecek miydi?

" Aç değilim. " dedim sinirli bir şekilde. Sadece buradan gitmek istiyordum.

"Ne zaman açsın ki zaten?" dedi kapıyı açarken. Neden bu kadar ambivalan bir duygudurumu vardı? Sessizce onu takip etmeyi sürdürürken Demir Saray'a giden yolu kullanmadığımızı fark ettim. Sinirden yönünü bile ayırt edemiyor olabilir miydi? "Yürümek senin için sorun olur mu?" 

En son sefer boynumun kesildiğini hatırlatmak istesem de Ethan bugün şakacı gününde değildi anlaşılan. "Ne dersen yavru ördek gibi seni takip edeceğim." Oflasa da yürümeye devam etti. 

Sessizce Yerleşke'yi terk ettik, ikimiz de bir şekilde birbirimize doğru yürümeyi başarsak da anında aramızdaki mesafeyi korumak için çekiliyorduk. Bedenlerimiz sanki birbirlerinin kütle çekimine kapılıyor gibi sürekli ikimizden biri diğerine çarpacak hale geliyordu. Sonunda çarpışsak belki de sessizliği bozmanın güzel bir yolu olurdu çünkü sessizlik derinleştikçe bozarken kullanabileceğim şeyler gittikçe azalıyordu. 

Sonunda, şansıma, sessizliği bozan Ethan oldu. "Seni bu kadar zorlamak istemem ama güzel bir egzersiz olur diye düşündüm." diye açıkladı. Bir süredir yürüyorduk, hafifçe nefesim hızlanmıştı ama endişelendiği kadar bir zorlanma içinde değildim. Ne kadar uzaklaştığımızı anlayamasam da başımı salladım. "Hemen şehir merkezinin girişinde bu yolun sonunda çok güzel bir çiçekçi var. İstediğin tohumları seçebileceğini düşündüm."

"Çiçek büyütmece oynamadığımızı sanıyordum artık." dedim yüzümün neşe ile dolmasına engel olamayarak. 

Başını yana yatırdı. "Sudan nefret ettin ve canını yakıyor." diye açıklamaya başladı. "En azından biraz bununla eğlenebilirsin. Seni antrenmana zorlamanın yanı sıra bir de güçlerini aceleye getirip senin canını yakmaktan nefret ettim." 

Geleceğini beklediğimden daha içten bir konuşmaydı, ben yalnızca dalga geçmesini beklemişken beni bu kadar düşünmüştü aslında. Engellemeye çalıştığım yarım gülümsememin tam bir gülümseme haline gelmesine izin verdim. Bu adama uzun süre sinirli kalamayacaktım anlaşılan. 

Elini kaldırıp başka bir yolu işaret etti, bizim şimdi yürüdüğümüzden daha kalabalık ve arabaların da olduğu bir yoldu. "Buradan da şehir merkezine inebiliyorsun ama seni daha içeri kısımlara götürüyor, yürürken sorun yok ama arabayla gittiğinde tekrar bu mahalleye kadar gelmek işkence oluyor trafik saatinde." Konuşmaya devam etti ben etrafımızdaki değişmeye başlaya folyajı incelerken. Rakım azaldıkça çam ağaçları da yerlerini daha geniş yaparaklı ağaçlara bırakmaya başlamıştı. Gerçekten bu kadar uzun süredir yürüyor muyduk? Elimi ağaçlardan birine uzattım istemsizce. Geniş yapraklarının üzerinde parmaklarımı gezdirdim. 

"Bu ne ağacı?" diye sordum durmuş beni izleyen Ethan'a. Beni deli sanıyor olabilirdi. 

"Ağaç bilgim çam ağacı ve çam ağacı olmayanlar olarak ikiye ayrılıyor. Üzgünüm." dedi gülerek. 

"Benim sahip olduğum kadar yani." Büyük bir ağaçtı, kırmızı çiçekleri, geniş kalp şeklinde yaprakları vardı. Güzel bir ağaçtı. Çevredekilerden de ayrıydı. Yaprağı ellemeyi bıraktım ve yürümeye başladım tekrardan.

Ethan bana çevreyi anlatmayı sürdürürken yürümeye devam ettik. Çevrede zaten pek de bir şey yoktu, yerleşke alçak bir dağ ya da yüksek bir tepenin üzerine konumlandırılmış ve şehrin diğer kısmından keskin bir sınırla ayrılmış haldeydi. Akşamları devasa pencerelerimden uzak ışıkları görebiliyordum. Arkamı dönüp Yerleşke'nin kaybolmuş duvarlarına baktım, Yalnızca Demir Saray'ın çatısı ve Cam Bina'nın parlayan duvarları görünüyordu. 

"Düşeceksin." diye uyardı Ethan. 

"Bir şey olmaz." İyileşebildiğimi belirteceğim sırada el ele tutuşmuş yürüyen bir çift karşı taraftan gelmeye başlamıştı. Çift gülüşerek birbirlerine bir şey söylediler, Ethan da bunun üzerine başıyla ufak bir selam sundu. "Arkadaşların mı?" diye sordum. Benden başka arkadaşları olabileceğini kabullenmem gerekiyordu.

"Kim olduklarını bilmiyorum ama biz kurucuyuz unuttun mu? Belli bir tanınırlığımız var." Güldüm, hiçbiri benim varlığımı bilmiyordu. "Aramıza daha çok karıştığında insanlar seni de tanımaya başlar. Şimdilik sadece benimle iletişim kurduğun için böyle."

"Ben seninim unuttun mu?" dediğimde şok içinde bana baktı. Suratı bembeyaz olmuş ağzı aralık kalmıştı. Kendini toparlaması ve bu komik yüz ifadesinden kurtulması birkaç uzun dakika almıştı. 

Olduğu yere çakılmış kalmıştı sanki. Etrafa gözlerini gezdirdi ama hala gözlerinde kurtulamadığı bir şok ifadesi vardı. "Cla-"

"Teresa öyle demedi mi? Hani ilk gün? Çok uzun zaman olmadı Ethan bu kadar şaşırmış davranma." Söylemesi iğrenç bir şey olsa gerekti. Beni satılık bir malmışım gibi Ethan'a devretmişti. 

Başını iki yana salladı. "Teresa'nın kusuruna bakma. O gün kaotik bir gündü. Senin kendine gelmeye başladığının haberi geldiğinde ne yapacağımızı şaşırdık." 

"O gün hakkında daha iyi yapabileceğiniz uzun bir liste var zaten." dedim yürümeye tekrar başlayan Ethan'a çaresizce ayak uydurmaya çalışarak. Başta beni zorla meclise götürmesi gibi. 

"Yapmam gerekeni yaptım. Meclis konusunda inatçısın ama yapmam gerekiyordu." dedi paniği öfkeye dönüşmüştü yeniden. "Claire konunun her noktasına hakim değilsin. Sen uyuyordun, aylardır hem de. Hakkındaki spekülasyonlar, tartışmalar hepsinden bihabersin."

"Aydınlat beni o zaman." diyerek sözünü kestim. Hakkımda olan bunca şeyi bilmek zaten istihkakım değil miydi?

Beni kendisine doğru çekerek karşıdan gelenlere yol verdi. "Sonra. " dedi daha sakin bir ses tonuyla. "Gerçekten söz veriyorum, daha uygun bir ortamda sorduğun her şeyi cevaplarım." Belli ki diğer insanların konuştuklarımızı duymasını istemiyordu. Onu onayladım. Bekleyebilirdim bana birtakım cevaplar sunacaktıysa.

Sonunda çiçekçiye ulaştığımızda Ethan'ın beni bu kadar yol yürütmesindeki sebebi anlamıştım. Şehiri merkezi yaftası burası için biraz abartılı bir ifadeydi. İki katlı bir eve benzeyen ve büyük bir bahçesi olan bu çiçekçinin etrafında yalnızca beş bina daha vardı. "Cress, sattığı çiçekleri kendi yetiştiriyor, sera kullanmayı da tüm itirazlara rağmen reddettiği için çiçekleri mevsimlik olarak değişiyor." 

İsmi gerçekten Cress miydi? Gerçekten mi?

Pembe binaya girdiğimizde karşımdaki kişinin kendi ismini seçmiş olabileceği algısına ulaştım. Omzunda siyah dalgalı saçları vardı, bahçıvan tulumu vücuduna sanki özellikle dikilmiş gibi doğru yerlerden oturuyordu. Atlantis'teki herkes bu kadar iyi görünüşlü müydü? Henüz ayna dışında tek çirkin birini görmemiştim. 

"Ethan, merhaba!" diye seslendi Cress.

Ethan kalabalığın üzerinde kule gibi dikildiğinden kolayca geriye selam verdi. Çift kanatlı kapılar açılınca sıra sıra çiçeklere bırakmıştı bizi. Hepsinin ismini öğrenmek istiyordum, beynime sonsuz bir veri akışı olarak ama yalnızca birkaçını tanıyabiliyordum. Pembe beyaz ve mor renklerde açelyalar, büyük mor hydrangealar, dahlialar, parlak kırmızı... Bunlara ne deniyordu? Rose... Hayır o bir isimdi... Kendimi zorladım dilimin ucundaki isim için. 

"Seni gül insanı olarak hayal etmemiştim." Gül, doğru ya. Ethan tekrar yanıma geldi dükkanı gezen birkaç kişinin arasından sıyrılarak. 

"İsmi hatırlayamadım." diye açıkladım. "Ayrıca beni herhangi bir çiçek insanı olarak hayal etmen için sence de fazla..." Sesimi alçalttım yine. "Kişiliksiz değil miyim?"

"Zambakları seviyorsun." diye belirtti. "Şimdiye kadar üç farklı zambak büyüttün. Bir de tabii Demir Saray'daki çalımız var." 

Başımı yana yatırdım yeni öğrendiğim kelimenin heyecanıyla. "Onlar da gül değil mi? Fesleğenden gül büyüttüm." 

Pes bir ses arkamızdan bize yaklaştı. "Güller yeni açmaya başladı. Farklı renkler istiyorsan sana getirebilirim. Biliyorsun, onlar biraz daha gözden ırak olmayı severler." Ethan'a göz kırpan Cress'i görmek için dönmüştüm arkamı. Beni fark edince kaşını kaldırarak bir bana bir de Ethan'a baktı. "Seni hiç burada başka biriyle görmemiştim. Bahar klasiğimizden mi yapayım?"

"Cress, bu Claire." dedi Ethan çiçekçinin daha fazla konuşmasını engellemek için. Sanırım birilerine çok fazla çiçek alıyordu. Teresa'ya çok fazla çiçek alıyordu. Romantik yanının görünmesini neden engellemeye çalışıyordu? "Benim..." Beni tarif edecek sözcüğü bulmak bu kadar zor muydu? Aslan ağızlarını incelerken başımı tekrar konuşma tarafına çevirdim bunun üzerine. "Arkadaşım. " diye tamamladı. 

Elimi uzattım. "Claire." 

"Sadece Claire mi? Şu arkadaş gibi?" Ethan da mı soyadını söylemiyordu? Ben hatırlamıyordum gerçi ya.

Kurucular olarak sadece ismimizle hitap ediliyoruz. 

"Sadece Claire. " dedim gülümseyerek.  Elimi güçlü bir şekilde sıkmaya devam ediyordu.

"Tuhaf bir yüzün var. Seni sevdim." Panikle Ethan'a döndüm. 

Cress, böyledir. Ben de onu severim. İlk defa Ethan'dan sevgi sözcüğünü duymuştum ve neredeyse tamamen platonik olduğuna emindim. 

Biz geldiğimizden beri hızlı bir insan artışı oluyordu dükkanda. Bazıları gerçekten çiçeklere bakıyor gibi davransa da bazılarının direkt Ethan'a baktıklarını fark edebiliyordum. Bakıyor ve aralarında bir şey fısıldaşıyorlardı. Ethan da fark etmiş olacak ki buradan hareket etmeye o da hevesli duruyordu.

"Buketler için gelmedik. Yöntemlerimi ifşa etmezsen sevinirim." dedi yine de flörtöz bir şekilde. Cress karşılığında yine göz kırptı. "Biz aslında tohumlar için gelmiştik." 

Cress kahkahaya boğulunca dükkandaki insanlar bir anda ona döndü. "Yeni bir hobi mi? Korkarım ki çiçeğini kendi büyütenler genelde başka kadınlara veriyor." Çiçeklerimi neden birilerine verecektim ki? Sonra ne demek istediğini anladım. Ben de kahkaha attım. Gül çalımdan birkaç gül hediye etmek isteyeceğim kadınlar vardı kesinlikle bu dükkanda. 

"Claire'e tohum alıyoruz." diye açıkladı. 

"Üst katta. Eşlik etmemi ister misiniz?"

"Ne istediğini biliyor musun?" diye sordu Ethan bana dönerek. 

"Yaklaşık on tane çiçek biliyorum. Ne istediğimi bilebileceğimden emin değilim." 

"Hahahahah, gerçekten yeni bir hobici. Gel benimle doğru pH'ta tıpkı gözlerin gibi çiçek açacak birkaç tane biliyorum." Cress beni kolumdan çekerek üst kata doğru sürüklemeye başladı. Ethan gittikçe artan kalabalığı yararak bize katılmaya çalışsa da birkaç kere etraftaki insanlar tarafından durduruldu. "Buraya getirdiği ilk insansın." dedi Cress boş üst kata çıktığımızda. Bahçecilik malzemeleriyle doluydu. Her bir tohum paketi standının üzerinde küçük resimlerde çiçeklerin açtığında neye benzeyecekelerinin fotoğrafları vardı. Altlarında bir şerit halinde ise bahçe resimleri vardı, beraber ekilmesi önerilen çiçeklerle. Hepsi çok ince ince fotorealistik olarak çizilmişti. Birisi gerçekten bunlara çok özenmişti. Zambak tohumu görünce Cress'in elinden sonunda ayrılıp oraya gittim. Çeşit çeşit zambak vardı. 

"Gerçekten zambak insanısın." dedi arkamdan yaklaşırken. Birkaç türü gözüyle ayırdıktan sonra iki tohum paketini bana uzattı. "Bunlar mavi. Doğru toprakta gözlerinin renginde açarlar." Onları büyütürken salatalık haline getirmeyeceğimin garantisi olsaydı keşke. "Kurtboğanlar, bu tohumları yeni paketledim bak aslan ağzı biraz önce baktıklarından ama bunlar pembe." 

"Aşağıdakiler kırmızı ve turuncuydu sanırım." 

"Bu kadar uzak bir yerde dükkanım varken batmamamın sırrı ne biliyor musun?" Fiyatlara bir göz gezdirdim. Fiyat algım olmasa da bunların normal tohum fiyatlarından daha yüksek olduğunu dükkanın halinden ve paketlerin sergileniş şeklinden fark edebiliyordum. 

"Ethan'ın sezonluk klasikleri olacak kadar buraya çok gelmesi?" diye önerdiğimde kahkahaya boğuldu. 

"Eh, onun da etkisi olabilir." dedi saçıyla oynarken. "Ben genetik mühendisiyim. Özel çiçekler yapıyorum." Bu işte beni heyecanlandırmıştı. Özel çiçekleri seviyordum. Genetik mühendisi olmasam da genetik modifikasyondan anlayabilirdim. "Karanlıkta parlayan nergis ister misin?" 

"Nergis ne bilmiyorum." diye itiraf ettim. 

"Burada bekle." dedi heyecanla giderken. Tek başıma kaldığımda tüm duvarı kaplayan oyuklara yerleştirilmiş tohum standını incelemeye devam ettim. Mor fulyalar ilgimi çekmişti. Kurtboğanı... İsmini yeni öğrendiğim çiçeklerden biriydi ve parlak renkleri beni cezbetmişti.

Ethan ve Cress aynı anda farklı yönlerden geldiler. Cress elinde üç canlı çiçek ve bir kutuya doldurulmuş tohumla geldi. "Bunlar senin için." dedi gülümseyerek. Bana çiçek demetini uzattı. Tereddütle de olsa teşekkür ederek aldım çiçekleri. "Bunlar da senin için ama Claire'e taşıtma. Seveceğini düşündüğüm özel tohumlardan ekledim. İstediklerini bu kutuya atabilirsin."

Aşağıdan bir zil sesi yankılanınca Cress gözlerini kaçırdı. "Benim gitmem gerekli müşteriler Ethan sayesinde akın etmiştir yine. İşiniz bittiğinde aşağıda görüşürüz." Neşeyle koşarak aşağıya indi. 

"Harika bir seçim!" dediğini duydum aşağı kattan. 

Çiçeklere burnumu gömdüğümde neredeyse parfüm kadar canlı kokularının olduğunu fark ettim. Daffodil. Aklıma gelen kelime buydu bu çiçekler için. Nergis mi demişti Cress?

Diğer elimde tuttuğum zambak paketlerine baktım. "Bunları alabilir miyim?" diye sordum Ethan'a. 

Büyülenmiş görünüyordu. "İstediğin her şeyi alabilirsin." dedi bir duraksamanın ardından. O anki bakışları eğer dükkandaki her şeyi istesem alacakmış gibiydi. Tabii ki de Ethan'a bu kadarını ödetemezdim. Normal tohumlar bu kadarken Cress'in hazırladığı o kutudu kim bilir ne kadar tutuyordu? Ethan'a bu kadarını da aldıramazdım. Kendi paramı nasıl kazanacağımı öğrenmem gerekiyordu. 

"Bu kadarı yeter. Cress engin bir seçme hazırlamış gibi görünüyor orada." dedim. 

"O zaman artık seni Demir Saray'a sürükleyerek götürmem gerekmez değil mi?" diye sordu gülümseyerek. Ama belli ki canını sıkan bir şey olmuştu. Belki de elimdekileri bırakmalıydım, fiyat skalamızı aşıyordum. "Sakın bırakma, ne istiyorsan al, prenses." 

"Bana böyle hitap etme." dedim inatla. 


Demir Saray'a kadar olan yürüyüşümüz yokuş yukarı olduğu için zorlu geçmişti. En azından benim açımdan. Uyluk kaslarım yanıyordu. Beni devam etmeye iten tek şey elimdeki üç çiçekti. Cress biz çıkarken de çok şirin davranmıştı ve Ethan'ı beni bir akşam çalışma odasına getirmesi için ikna etmişti. Ne üzerinde çalışıyordu acaba? Heyecanlanmıştım. 

Demir Saray'a gittiğimizde ise yine saatlerce kovaya bakmıştım. Ethan yol boyunca tek kelime etmediği gibi şimdi de sessizce beni izliyordu. Elimi üzerinde gezdiriyordum, suyun içine daldırıp çıkarıyordum ama hiçbir hareketlenme olmuyordu suda. Saniyeler içinde dalgalanmayı bitiren su beni kendi aksımla ve yamuk gülümsememle başbaşa bırakıyordu. Gülümsememin solması da zaten pek zaman almamıştı. Bu nafile çabalarla hem kendimin hem de halihazırda modu yerlerde olan Ethan'ın canını sıkıyordum. 

Sonra rüyamı hatırladım, içimi ani bir huzurla doldu. Parmaklarımın ucunda hafif karıncalanmalar olmasa tamamen uyuşmuş olabilirdim. Hiçbir şey hissetmiyordum.

Bu sefer kovalara baktığımda içimde çakan bir kıvılcım olmuştu. Ellerim ne yapacaklarını biliyordu, beynim tamamen odaklanmış bir haldeydi. İçgüdülerim beni ele geçirmişti yine. İki elimi birden zarifçe yukarı kaldırdığımda yukarı çıkan sadece ellerim değildi. Ethan gülümsüyordu. Gülümsemeye hakkı yoktu. Ellerim titremeye başladı. Sonra kaskatı kesildiler. Yumruk halinde kalmışlardı. Etrafımdaki su artıyordu. 

"Ethan bir şey yap!" dedim etrafımda artmaya başlayan su kütlesi beni korkutmaya başlayınca. Engel olamıyordum su ellerimin üstünden kollarıma doğru çıkarken suyun soğukluğunu hissetsem de ıslanmıyordum. Suyun artışını durduramıyordum. Ne yapacağımı bilemiyordum. 

Oturduğu yerden ayağa fırladı, bugün üzerini bile değiştirmemişti o. "Ben mi? Sen bir şeyler yap!" diye çıkıştı ama onunda yüzüne endişeli bir ifade yayılmaya başlamıştı. Su etrafımı sarmaya başlamıştı. Kalbim patlamak üzereydi. "Suyu kontrol etsene!" Ellerim yine ağrımaya başlamıştı. Parmaklarıma tek tek kramp giriyordu.

"Ne kadar zekice! Durduramıyorum işte! Yardım et!" Birbirimize bağırmamız hiçbir işe yaramıyordu ki.

Dur.

Parmaklarım çözüldü. Su büyük bir şiddetle yere çarptı. Ethan da ben de ıslanmıştık. Parmaklarım gibi dizlerim de çözülmüştü. Bacaklarım beni taşımıyordu. Ethan öne atılarak beni tam zamanında yakalandı. Kollarım boynuna dolanmış bir haldeydi. Tırnaklarımı boynuna geçirmiştim.

"Tuttum seni, sakin ol." dedi ellerini belime sararken. Sorun şuydu ki bugün sakin olamıyordum. Gözyaşlarımın düşmesini engellemek için yukarı bakarken onun gözleri ile karşılaştım. Sakindi. Sakinliği bana da bulaşıyordu. Göğsüm onunkine yaslıydı. Gözlerine bakmaya devam ettikçe nefes alışverişlerimiz senkronize oluyordu. Gözlerimi kapattım.

"Özür dilerim.  Özür dilerim..." dedim daha önceki özür bekleyen tavrını hatırlayarak. Nefes nefeseydim ve donuyordum. Üstüne üstlük onu da sırılsıklam yapmıştım. Güzel kıyafetlerini hem de. Umarım berbat etmemiştim kıyafetlerini yoksa kötü sonuçları olurdu. Benim için bugün çabalamıştı ama ben yine bir şekilde batırmayı başarmıştım. "Berbat bir-"

"Sakın cümlenin " dedi bir eliyle beni tutmaya devam ederken diğerini yine çeneme yerleştirirken. Gerilmiştim. Yine mi patlayacaktı? Ama o daha beklenmedik bir şey yapmıştı. "devamını getirme. " dedi dudaklarını aniden benimkilerin üzerinde bastırırken.

Donup kalmıştım şokun etkisiyle. Onu itip uzaklaşmasını sağlayamıyordum. Ona karşılık veremiyordum. Açıkçası hangisini yapmak istediğime de emin değildim. Kollarım boynuna dolanmış halde heykelleşmiştim resmen. Çiçekler, gülümseyen yüzü aklıma gelen tek şeylerdi... Çatılmış kaşları, gür sesi tamamen uzaklaşmıştı benden. Belimi kavramış güçlü elleri...

Sonra ayak sesleri duymaya başlamıştım. Topukları metal zemine çarparak ritmik sesler çıkarıyordu. Gelen Teresa'dan başkası olamazdı. Üzerime yıldırım düşmüştü sanki. Bir anda geri çekilmiştim. Ethan'ı üzerimden ittim hızla. "Ne yapıyorsun?" dedim beynim kısa devreden kurtulup da mantıklı düşünmeye ve onu sonunda kendimden uzaklaştırmayı  başardığımda. Teresa'yı mı aldatacaktı?

Teresa ben orada yokmuşum gibi doğrudan Ethan'a bakıyordu. Sanki onu elleri ile parçalayabilirmiş gibiydi. Ethan'ın gözleri kocaman açılmıştı.

"Tere-"

"Sakın konuşma. " dedi Teresa bize doğru ilerlerken. "Senden tek bir şey istemiştim ve sen yine de kendi istediğin gibi davrandın. Seni buraya şu kız hepimizin sonunu getirmesin diye gönderiyorum sen- " O kadar hızlı konuşuyordu ki neredeyse imkansızdı. Ama sinirden cümlesini tamamlayamamıştı. Bir şeyleri yumruklamak istiyor gibi görünüyordu. Hayır, hayır bir şeyleri değil spesifik olarak Ethan'ı. "Sizi buraya yiyişmeniz için göndermedim ben." Ellerini yumruk yapmıştı. Ne yapacağından korkuyordum. Ama bize doğru gelmek yerine arkasını dönerek hızla uzaklaştı. Ethan Teresa'nın arkasından bakakalmıştı. Hiçbir tepki vermemişti. Kız sus dediği anda susmuş bir daha ağzını açmamıştı. 

"Neden bu kadar büyük bir tepki verdiğini anlayamıyorum. " dedi Ethan uzunca bir süre ortada boş boş dikildikten sonra.

"Cidden anlayamıyor musun? Biraz önce sevgilin başka bir kızı öperken gördü seni." dedim ona dönerek beni çıldırtıyordu. "Bu aldatmaya ortak olmayacağım." 

"Sevgilim mi? " dedi Ethan kafası karışmış bir şekilde. "Teresa, sevgilim değil, Claire. O benim kız kardeşim." Gerçekten gerçekten nasıl bu kadar kör olabilmiştim? Ethan nasıl bu kadar kör olabilmişti? "Ya-yani öz kardeşim değil ama çok yakınız- Claire, Teresa sevgilim değil." Gerçekten paniklemişti ve kelimeleri birbirine giriyordu.

Aralarında herhangi bir kan bağı bulunmadığı açıktı zaten de. "Kız kardeşin mi? Onun böyle düşündüğünü sanmıyorum." dedim kollarımı göğsümde kavuştururken. " Nasıl bu kadar şaşırabilirsin buna? Teresa seni seviyor. Zihin okuyabildiğini sanıyordum. "

"Teresa'nınkini değil." dedi iç çekerek. Çıkışa doğru yürümeye başladım. Teresa'yı bulmam gerekiyordu. Ondan özür dilemeliydim. Benden daha da fazla nefret etmesi pek işime yaramazdı sanırım. "Nereye gidiyorsun?"

"Teresa'yı bulmaya."

Teresa'yı bulma görevimdeki tek sorun Yerleşke'yi tek başıma daha önce hiç gezmemiş olmamdı. Tek başıma olunca etraf bir anda daha kalabalık Yerleşke bir anda daha büyük bir yer haline gelmişti. Teresa'yı nereye gideceğini bilecek kadar da tanımıyordum işin gerçeği bu yüzden onu bulmaya çalışmanın ne kadar aptalca olduğunu fark etmiştim.

Öte yandan Ethan peşimden gelmemişti. Bu da demek oluyordu ki yaptığım şeyi aptalca bulmamıştı. Ben de bildiğime emin olduğum tek yere, Cam Bina'ya, giderek odasının önünde durdum. Gerçekten kapısını çalıp içeri mi girecektim. Elim havada asılı kalmıştı. Ama Teresa'yı bulmam gerekiyordu. Kapıyı birkaç kez vurdum. Ses gelmiyordu içeriden. Kapısı kilitli değildi. İçeriye baktım ama kimse yoktu.

Peki ne yapacaktım şimdi? Teresa'yı nasıl bulabilirdim? Her karşılaştığım insana onu mu soracaktım? Biraz ileride tanıdık bir yüz görünce biraz da olsun rahatlamıştım. Tom ona baktığımı fark edince bana doğru gelmeye başlamıştı.

"Claire? Burada ne yapıyorsun? Ethan nerede? "

"Demir Saray'da. Ben de Teresa'yı arıyorum ama nereye bakacağımı bilemiyorum." diye açıkladım ve detay istememesi için dua ettim. Dünyanın en anlayışlı insanı olarak Tom neden sırılsıklam olduğumu ya da Teresa'yı ne için aradığımı sormamıştı. Bu çocuğu sevmeye başlamıştım.

"Hımm. Odasında olabilir. " dedi sonra biraz daha düşündü ben başımı iki yana salladıktan sonra. " Ya da- sanırım nerede olduğunu biliyorum. " dedikten sonra tekrardan sustu. Devam edip etmeyeceğini görüşürüz demem gerekip gerekmediğini kestirmeye çalışırken tekrardan söze başladı. "Seni yanına götürebilirim istersen. " diye önerdi.

"Çok mutlu olurum. " dedim aynı anda başımı aşağı yukarı sallarken. Bir anda omzumda elini hissettim. Bu grubun yemek ve omuza el atma konusunda bir takıntısı vardı kesinlikle.

Sanki elektrikli tellerin içinden geçmiştik. Vücudum karıncalanıyordu. Kusmak üzereydim. Ne olduğunu anlayamamıştım. Etrafıma bakındım. Cam Bina'ın önünde olmadığımız kesindi. Ne kadar süredir baygındım acaba? Derin nefeslerle ayağa kalkan midemi sakinleştirmeye çalıştım.

"Daha demin ne oldu? " diye sordum.

"Bütün vücudun karıncalanıyor değil mi? Birazdan geçer." dedi sorumu kulak ardı ederek. Yerleşke'nin derinlerine gelmiştik. Şimdi insan seslerinden çok hayvan sesleri geliyordu. Sadece kuşlardan bahsetmiyordum ve. Kükreme sesi duyduğuma yemin edebilirdim. Ama Teresa'yı etrafta göremiyordum.

"Hadi gel." dedi Tom başıyla sağ tarafı işaret ederken.

המשך קריאה

You'll Also Like

2.1K 622 4
Ruhsuzca sırıttı ve dilini damağına vurarak cıkladı. "Sen bugünden sonra Akrep'in zehrini taşıyan bir Zehre'sin." Beni düzeltirken, elanın mahkûmu ol...
169K 8.2K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...
810K 49.5K 41
Bir yaz günü su ve toprak elementlerini kullanabildiğini öğrenen Anka yeni okul yılında kendi gibi beyni gelişmiş insanların olduğu Akademeia'da okum...
173K 10K 108
Yeni başladığın okulda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği sadece okulun zorbalarıyla takıldığı çocuğu ilk gördüğün an aşık olup yılarca plotonik ol...