Senden Sonra | KTH ✓

Elyios द्वारा

1.5M 120K 70.2K

Zıtlıklar her zaman uyumsuzluk getirirdi. Mesafeli, idealist ve kalbi buz gibi bir kız, onun aksine sıcacık... अधिक

Tanıtım
İlk karşılaşma
Sinir bozucu
Hırsız
"Gözlerini aç, lütfen"
Kalp Kırmak
Sapık Mısın?
İki Küçük Çocuk
Sana Güveniyorum
Minnettarlık
Şefkat
"Hamilesiniz."
İntikam
Pişmanlık
Ava Giderken Avlanmak
Utangaçlık
Kavga
Rüya
"Seni öpebilir miyim?"
Güven
İtiraf
Yanlış Anlaşılma
Veda
İlk Öpücük
Başlamak
Kıskançlık
Beni Unutma
"Bu Acı Fazla Gerçek"
Sessizlik
Seni Hala Seviyorum
Bizim İçin Savaşacağım
#TaeSun
Tavşan
Sarhoş
İtiraflar
Sevilmemek
Ten Uyumu
Bakıcı
Suçlanmak
Vazgeçemem
Çözüm
Gurur
Yeni Patron
Ait
Gelecek
Hayal Kırıklığı
Seksi
Buz Dağı
Fedakarlıklar
Korku
Tehdit
"Üzülme."
Şüphe
Belki Bir Gün
Tanışma
57
Acı Çorba
Eskisi Gibi
Memories¹ Never | MYG
Seçenekler
Özür Dilerim
"O."
Final 1/3 | Vicdan Yükü
Final 2/3 | Biz Birbirimizi Bulduk
Final 3/3 | Senin İçin Hayatımı Verirdim
Minik Bir Sürpriz & Teşekkürler
Merhabalar
Yeni Kitap : Mighty Fall

Böcek Fobisi

26.1K 2.2K 655
Elyios द्वारा

Çadırları kurmaya başladıklarında bende öylece oturuyordum. Biraz cinsiyetçi bir yaklaşımları vardı, onlar varken benim çadır kurmam onlara pek mantıklı gelmemişti. Israr etsemde çok etkisi olmayınca bende bu işi onlara bıraktım. Başarabileceklerine dair çok bir umudum yoktu, nasıl olabilirdi ki? Şu an Yoongi hariç herkes çadırlara acınası bir şekilde bakıyordu. Toplamda 5 çadır vardı. Ben ve bir üye tek, diğerleri iki kişi kalacaktı. Bunun kararını verecekleri anı merakla bekliyordum, kan falan çıkacak gibiydi.

Bana çadır getirmeyi unutmamaları mutlu etmişti, açıkçası akılları bir karış havada olduğu için unutacaklarını düşünmüştüm.
Onları izlerken ve komik yüz ifadelerine gülerken yavaş yavaş çadırları bir düzene sokmayı başardılar. Çok bir şey kalmamış gibi duruyordu. Çadır kurmak epey vakitlerini almıştı. "Hana, acaba biz bunları yaparken sende çalı çırpı mı toplasan?" diyen Namjoon'u onaylayıp ayaklandığım an bağıran Tae'yle birlikte olduğum yerde sıçradım. "Tek başına ormana mı göndereceksin onu?" diye sorduğunda neredeyse gözlerimi devirecektim. Bana sakatmışım gibi davranıyorlardı, elim kolum var diye bağırmak istiyordum. "Ah, doğru." diyen Namjoon'a ters bir bakış attım.

"Saçmalamayın, çok uzaklaşmam zaten." dediğimde bana pekte güvenmediklerini fark ettim. "Seninle gelmemizi istersen birimiz geliriz, Hana." diyen Yoongi'ye "Gerçekten gerek yok." diye cevap verdim. Sonunda ikna olduklarında küçük sırt çantamı alarak çalının bol olduğu yukarılara doğru yürümeye başladım. Tavırları biraz sinirimi bozmuştu, tamam tek gitmemi istememeleri normaldi ama tüm kamp boyunca öylece oturup onları mı izleyecektim? Canım sıkılıyordu ve daha ilk saatlerinden bu kamp işinin beni sarmayacağı belli olmuştu.

Çalı toplayarak yürüyordum ve arada arkama bakıp geldiğim yeri kontrol ediyordum. Çok uzaklaşmak istemiyordum, karşıma aniden çıkan bir böcek yüzünden bayılırsam çocuklar beni kolaylıkla duysun istiyordum.

Aslında böyle yürümek hoşuma gitmişti, ağaçlar güzel görünüyordu ve hava gerçekten temizdi. Soluduğunuzda ciğerlerinizi temizlediğini hissediyordunuz.

Yeterince çalı topladığıma kanaat getirince geri dönmeye karar verdim. Arkamı döndüğümde üç tane arının arkamda uçtuğunu görmüştüm. Korkuyla yutkundum, kalbimin atışlarını kulaklarımda duyuyordum. Nefes alışverişim hızlandıkça mantıklı düşünme yetimi kaybettiğimi fark ediyordum, ama bir şey yapamıyordum. Bir arı bana doğru uçmaya başlayınca korkuyla bağırdım ve arkamı dönüp koşmaya başladım. Nereye gittiğime bakmıyordum, o an hiçbir şey umrumda değildi. Tek derdim o arının peşimi bırakmasıydı. Arının sesini duydukça daha da hızlanıyordum, nasıl benim kadar hızlı hareket ediyordu bu hayvan? Yıllarca boşuna mı spor yapmıştım?

Peşimde olduğunu düşündükçe daha da panikliyordum, bacaklarımda güç kalmamıştı. Ne kadar süredir koştuğumu ayırt bile edemiyordum. Saatlerdir koşuyor da olabilirdim sadece bir dakikadır da. Beynimin yeterince çalışmadığını hissediyordum. Başım hafif hafif dönmeye başlamıştı. Korku mantıklı düşünme yetimi tamamen elimden almıştı. Arının sesini artık duyamıyordum.

Kontrol etmek için arkama döndüğümde bir anda ayağım bir şeye takıldı ve yere düştüm. Dizimin ve başımın sızladığını hissediyordum. Yavaş yavaş gözlerim ve bilincim kapanıyordu. Bayılmadan önce düşündüğüm son şey o arının nerede olduğuydu.
...

Birinin başımı tuttuğunu hissettiğimde yavaş yavaş bilincim yerine gelmeye başlamıştı. "Hana, Hana uyan. Hana, lütfen uyan." diyen bir ses duyuyordum, Tae'nin sesi gibiydi. "T-Tae?" diye zar zor konuştuğumda yüzüme değen bir el hissettim. "Benim, benim. Buradayım, gözünü aç lütfen."

Kendimi zorlayarak gözlerimi açtım. Çok uyuşuk hissediyordum. Bedenim sert bir yerdeydi ama kafam biraz daha yüksekte ve daha yumuşak bir yerde duruyordu. Biraz etrafa baktığımda, kafamın Tae'nin dizinde olduğunu fark ettim. Yavaşça kalkmaya çalıştığımda bana destek oldu. "Sana ne oldu?" diye sorduğunda biraz düşündüm. Bir an hatırlayamasamda sonradan arı ve ondan kaçmam aklıma gelmişti. "Arıdan kaçarken düştüm, sanırım." dedim ve sızlayan dizime baktım. Biraz kötü görünüyordu ama çok bir şeyi yoktu. En azından dikişlik bir şey gibi durmuyordu. "Arıdan mı kaçıyordun?" diye şaşkınlıkla sormasıyla onu onayladım. "Neden arıdan kaçtın ki?" diye tekrar sorduğunda sıkıntıyla yere baktım. 

Böcek fobimi insanlarla paylaşmak hoşuma gitmiyordu. Ailem dışında kimse bu fobimi bilmiyordu, her duygumda olduğu gibi korkularımıda paylaşmaktan hoşlanmıyordum. "Bende böcek fobisi var, arıyı görünce panikledim." dedim ve duraksadım. Kafamı kaldırıp gözlerine baktım. "Lütfen bundan kimseye bahsetme." dediğimde şaşkınlıkla kafasını salladı.

Ona güveniyordum, gidip bunu arkadaşlarına söyleyecek biri değildi. Yavaşça ayağa kalktığımızda "Hadi çocukların yanına dönelim." dedim. Tae etrafa endişeli bakışlar atıyordu, bu hali beni biraz germişti. "Şey, sen yolu hatırlıyor musun?" dediğinde etrafa baktım. Hiçbir şey hatırlamıyordum. Ne tarafa düştüğümü bile ayırt edemiyordum. Ayrıca hava hafifçe kararmıştı, her yer birbirine benziyordu. "Hayır, neden sordun?" dediğimde yutkunduğunu gördüm. Başımızın belada olduğunu o an anlamıştım. "Ben, seni öyle görünce çok panikledim. Ne taraftan geldim, hiç bilmiyorum."

Gerçekten bu düştüğümüz durum gerçek miydi? Ormanın derinliklerinde ve nerede olduğumuzu bilmeden öylece kalakalmıştık. Çantamı hatırlayınca hemen etrafa baktım. Yerde duruyordu, içinden telefonumu aldığımda hayal kırıklığı ile omuzlarım çöktü. Çekmiyordu, şimdi ne yapacaktık?

Sakin kalmaya çalışarak "Kamp alanından çok uzakta mıyız Tae? Ben koşarken çok ayırt edemedim." dedim. Çok uzak değilsek bağırarak onları buraya getirebiliriz diye düşünüyordum. "Çok uzağız, ben baya yürüdüm. Bu kadar yolu nasıl koştun sen?"
Elimde kalan son umudunda sönmesiyle hayal kırıklığı ile omuzlarım çöktü. "Bilmiyorum, arı beni takip ediyordu. Bende panikle koştum, ne kadar koştuğumu ayırt bile edemedim. Sen beni nasıl buldun?" diye sorduğumda etrafına bakmaya başladı. "Bilmiyorum, çalıları düşürdüğün yer kamp alanına yakındı. Ondan sonrasında sadece yürüdüm, biraz hislerime güvendim." dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Hislerine mi güvendin?" diye sorduğumda kafasını salladı. "Çok fazla bir yere sapmama gerek yoktu zaten, yürürken sadece bir kez iki yol çıktı karşıma. Soldakindeymişsin gibi geldi, doğruymuş." dedi. His dediği şey şanstı demek ki. Onun şansımı benim şansım mı bilmiyordum ama sonuçta en azından tek başıma kaybolmamıştım. Biraz bencillik gibiydi ama bu ormanda tek başıma beş dakika daha kalabilecek gibi değildim. "Şimdi ne yapacağız?" dediğinde kararan havaya ve ona baktım. Yapılacak pek bir şey yok gibi duruyordu. "Tahminen seçtiğimiz bir yoldan yürüyeceğiz, şansımızı denemiş oluruz en azından."

Etrafımıza bakmaya başladık. Her yer aynı gözüküyordu, ne tarafa doğru gidecektik ki? Tae'nin de benden bir farkı varmış gibi durmuyordu, umutsuzca etrafına bakıyordu. "Aşağı tarafa doğru gidelim bence. Sonuçta sen buraya gelirken yukarı çıktın, değil mi?" dediğinde onu onayladım. Elimizdeki en mantıklı şey bu olduğu için yürümeye başladık. Dizim çok sızlıyordu. Şikayet etmek ve sızlanmak bana göre olmadığından dişimi sıkmaya çalıştım. Bu belayı başıma kendim açmıştım, bir de dizim ağrıyor diye yakınamazdım. En başta Jungkook ısrar ederken hayır demem lazımdı, ısrarcı insanlara hayır demeyi öğrenmeliydim. Öğrenmem gereken bir diğer şey ise korku altında mantıklı düşünmeye çalışmak olmalıydı. Kamp alanına doğru koşmuş olsam bunların hiçbiri başıma gelmeyecekti. "Hana, sen iyi misin?" diye sorduğumda hafifçe gülümsedim. "İyiyim, beni aramaya geldiğin için teşekkür ederim. Tek başıma burada fazla kalamazdım."

Bana biraz yaklaştı ve belimden tutarak beni kendine yasladı. Ne yaptığını anlayamamıştım ilk başta, sonradan jeton düştü. Bana destek oluyordu, böylece sol dizime çok yüklenmeden yürüyebiliyordum. "Önemli değil, bu belayı da senin başına biz açmış sayılırız." dediğinde kafamı olumsuz anlamda salladım. "Bu sefer suçun çoğu bende. Ayrıca beni bırakabilirsin, tek başıma yürüyebilirim."

Belimi daha sıktı tuttu ve beni biraz daha kendine çekti. Hiç bu kadar güçlü durmuyordu ama beni nerdeyse tek koluyla kaldıracak gibiydi. "Bu konuda konuşursan seni kucağımda taşımak zorunda kalacağım, şikayet etme ve yürü." dediğinde itiraz etmedim. Gerçekten biraz daha rahat yürüyordum ve dizim daha az sızlıyordu. Sessizce yürümeye devam ettik bir süre. Sessizliği bölen o oldu. "Seni öyle gördüğümde çok garip hissettim. Yerde hareketsiz yatıyordun, yüzün toz içindeydi. Yanına geldiğimde ve seni uyandırmaya çalıştığımda çok güçsüz gözüktün gözüme. Yanlış anlama normalde bunun tam tersi olduğun için, o an garip geldi." dediğine bir tepki vermedim. Bayılmış bir insan elbette ki güçsüz gözükecekti, dünyanın en sağlıklı insanı gibi gözükemezdim ya? "O an sanki bir daha uyanmayacakmışsın gibi geldi, ne yapacağımı bilemedim. Sadece bir daha bayılma olur mu? Seni öyle görmek hoşuma gitmedi." dediğinde burukca gülümsedim. Çocuk gibiydi, annesi hastalanmış ve bir daha onun hasta olmasını istemiyormuş gibi konuşuyordu.

Bu hali içime dokunmuştu, beni düşünüyor gibi konuşuyordu. "Söz veremem, bayılıp bayılmayacağıma kendim karar vermiyorum." diyerek güldüm.  İşi şakaya vurmaya çalışıyordum çünkü Tae'nin gerçekten çok endişelendiğini anlamıştım. İlk uyandığım anda ona odaklanamamıştım ama ellerinin ve sesinin titrediğini hatırlıyordum. Adımı söylerken sesi titriyordu ve yüzüme dokunan elleri de öyleydi. Hatırladığım şeyle kaşlarım çatıldı, neden yüzüme dokunmuştu ki?

"Bayılacaksan da benim olduğum bir yerde olsun." dedi ve boştaki eliyle kolumu tuttu. "Neden, hani beni öyle görmek hoşuna gitmemişti?" diye sorduğumda bir süre sessiz kaldı. Sonunda konuşmaya başladığında, beni şaşırtan o şeyleri söyledi. "Gitmedi, ama bensiz o durumda olman daha çok hoşuma gitmiyor."
Bir şey söylemedim, çünkü aklıma buna söyleyebilecek bir şey gelmemişti. Beni korumaya mı çalışıyordu, anlamamıştım. Neden böyle bir şey yapma gereği duyduğunu da anlamıyordum. Ben koruyabileceği bir insan değildim, ben otelden ayrıldıklarında bir daha hayatı boyunca görmeyeceği biriydim. Hayatımızın geri kalanı hakkında konuşmak bu yüzden garip geliyordu, onsuz bayılmamak demek bundan sonra hiç bayılmayacağım anlamına geliyordu yani. Böyle bir şey için söz veremezdim, ama garip bir şekilde bunu düşünmek içimi huzursuz etmişti.

Uzun süre yürüdüğümüzde havada iyice kararmıştı. Göz gözü görmeyecek kadar değildi ama çok görmediğimiz için sürekli bir yerlerimizi çizip duruyorduk. İki kere Tae'nin kolu çizildiğinde durmayı teklif ettim ama kabul etmedi. Üçüncü kaza benim başıma gelmişti, bacağım bir dal parçası yüzünden çizilmişti. Bu sefer durmayı teklif eden Tae olmuştu, reddetmemiştim çünkü başımıza bir şey gelecek diye korkuyordum. "Onları bulamadık,onlarda bizi bulamadı. Şimdi ne yapacağız?" diye sorduğumda etrafa baktı.

Neye baktığını anlamamıştım, her yer ağaçtı işte. "Geceyi burada geçirirsek, sabah bizi bulmaları için bir şeyler yapabiliriz." dediğinde panikle gözlerim irileşti. "Hayır, olmaz. Ben böceklerle dolu bir yerde hayatta bir gece geçiremem." dedim ve ondan bir iki adım uzaklaştım. Tae bu halime gözlerini devirdi. "Yapabileceğimiz bir şey yok, Hana. Ayrıca sen yaralısın, kafanı çarpmış olabilirsin. Seni daha fazla zorlamayı göze alamayız. Hem böcekler seni yiyecek değil ya, vurup öldürürsün olur biter." dediğinde ufak bir çığlık attım. Bana şaşkınlıkla bakıyordu.

Hiç görmediği ve bundan sonra göremeyeceği bir Hana'yla tanışıyordu. Korku beni tamamen değiştiriyordu. "Onlar üstüme çıkabilir, kolumda ya da bacağımda yürüyebilir." diye tiksintiyle konuştuğumda bana cevap vermeden bir ağacın altına oturdu ve sırtını ağaca verdi. "Kalk oradan, ağaçtan böcek gelebilir üstüne." diye uyardığımda bana gözlerini devirdi. "Bir şey olmaz,buraya gel." dedi ve yanını işaret etti. Ona doğru yürüdüm ama gösterdiği yere oturmadım. "Tae, anlamıyorsun. Ben böyle bir yerde oturamam, uyuyamam." diye yakındım. "İyi, ayakta dikil o zaman." dediğinde kafamı sallayarak onayladım. Bir süre öylece ayakta dikildim.

Vücudum sızlıyordu ve aşırı uykum gelmişti. Şu an rahat yatağımda, yumuşacık ve güvenli yastığımla uyumak istiyordum. Esnediğimi gören Tae bana dikkat kesildi. "Hana, bugün çok yoruldun. İnat etme, biraz uyuman lazım. Yine bayılacaksın." diye uyardığında ona çaresizce baktım. Bende istiyordum uyumayı ama elimden bir şey gelmiyordu işte.
Tae kollarını iki yana açtı "İstersen kucağımda yat." dediğinde dehşetle kafamı olumsuz anlamda salladım. O kadar da dememiştim, kucağında falan yatamazdım. Gözlerini devirdi ve üstündeki hırkayı çıkarıp yanına serdi, bana uzandı ve elimden tutarak yanına düşürdü. "Şimdi kafanı dizime koy ve uyu." dediğinde inat edecektim ki zorla beni yatırdı.

Bir süre öylece gökyüzüne bakarak korkumu bastırmaya çalıştım. "Ne düşünüyorsun?" diye sorduğunda alayla ona baktım. "Üstüme çıkabilecek ve düşebilecek böcekleri düşünüyorum." dediğimde güçlü bir kahkaha attı. Bu halimle eğlenmesi sinirimi bozuyordu. "Merak etme, uyanık kalacağım ve üstüne böcek gelmesine izin vermeyeceğim." dediğinde "Tabi tabi." diyerek ona inanmadığımı belli ettim. Tüm gece böcek nöbeti tutacak son insan o olurdu herhalde.

Uykum vardı ama bir türlü uyuyamıyordum, korku sürekli uykumu açıyordu. Sakinleşmeye çalıştıkça daha da kötü oluyor gibiydi.
Tae'nin bana baktığını hissedince kafamı hafif kaldırarak bende ona baktım. Gözlerinde gördüğüm şey şefkate benziyordu, beni korumaya çalışıyor gibiydi. Elini yavaşça kaldırdı ve saçlarıma getirdi. Ne yaptığını anlamamıştım ama uykulu halimden dolayı bir tepki veremedim.

Eli saçlarımda dolaşmaya başladığında yavaşça gözlerimi kapattım. Gerçekten rahatlatıcı bir histi, iyi hissettiriyordu. "Saçların çok yumuşak." dediğinde ona mırıldanmak dışında bir tepki verememiştim çünkü iyice mayışmıştım. Bir şeyler mırıldanıyordu, sanırım şarkı söylüyordu. Ne söylediğini merak etmiştim ama algılayamıyordum. Sadece yumuşak sesi beni biraz daha uykuya sürüklüyordu.

Garip bir histi ama güvende hissediyordum. Bir ormanın ortasındaydık, etrafta böcekler ve başka hayvanlar vardı ama ben gerçekten güvende hissediyordum. Kucağımdaki ellerimde bir ağırlık hissettim, elini elimin üstüne koymuştu. Ondan çok saçlarımdaki ellerine odaklıydım, küçükken abim her uyuyamadığında annem başını okşardı. Bana her zaman saçma gelmişti, bir insanın saçıyla oynanması nasıl onu uyutabilirdi?

Yıllar sonra saçlarla oynamanın insanı uyuttuğunu yabancı bir erkekten öğrenebileceğimi hiç düşünmemiştim.
Garipti, ama Tae'yle karşılaştığımdan beri çocuk tarafımı görmeye başlamıştım. Korktuğunda başı okşanan, sevinçle kucakta döndürülen ve masum biri için üzülebilen bir kız çocuğu vardı içimde. Bu garip çocuk beni içimdeki kız çocuğuyla tanıştırmıştı.

Uykuya tamamen teslim olduğumda hayal meyal "Beni çok korkuttun." diyen bir ses duydum. Rüya mı gerçek mi ayırt edemeden uykaya dalmıştım.

Gözüme gelen ışıktan dolayı rahatsız olup biraz kıpırdandım. Ne tarafa dönsem gitmiyordu, hareket ederken uykum açılmıştı. Gözlerimi yavaşça açtım ve etrafa baktım. Nerede olduğumu idrak edince kafamı kaldırdım ve Tae'yi gördüm. Göz göze geldiğimizde şaşırmıştım. Uyanıktı ve gözleri kıpkırmızıydı. Yorgunlukla bana bakıyordu, yüzünün rengi solmuştu. Gerçekten uyumamış mıydı acaba? Yoksa benden önce mi uyanmıştı? "Tae, uyumadın mı sen?" diye sorduğumda hafifçe gülümsedi. Elimde bir baskı hissedince ellerime baktım. Sağ elim yanımda duruyordu ama sol elim Tae'nin eliyle birleşik bir şekilde benim kucağımdaydı.

Garip bir şekilde o hareket ettirmese ellerimizin bu halinin farkına varmayacaktım. Rahatsız etmiyordu, aksine çok doğal hissettirmişti. Sanki elimin onun elinin içinde olması dünyanın en normal şeyi gibiydi.
Elimi çekip çekmemek arasında kalmıştım. "İyi misin?" diye sorduğunda içimin sızladığını hissettim. Teni buz gibiydi, onun hırkasının üstünde ben yatıyordum. Gözlerinden yorgunluk akıyordu ve o hala beni soruyordu. "İyiyim, merak etme." dediğimde yüzüme gelen saçımı nazikçe çekti ve saçlarımı okşamaya başladı. "İstersen biraz daha uyu, sonra bizimkileri aramaya gideriz." dediğinde sakince kafamı olumsuz manada salladım.

İstemsizce elimi kaldırdım ve yüzüne dokundum. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum, o an bunu düşünmekte istememiştim. Elim yüzüne değince hafifçe kafasını avucuma yasladı. Yüzü çok yumuşaktı, dışardan bakınca da pürüzsüz gözüküyordu ama dokununca iyice emin olmuştum, mükemmel bir yüzü vardı. Hafifçe elimi yukarı çıkardım ve gözlerinin üstüne getirip, gözlerini kapattım. "Asıl sen biraz uyu, uyandığında yola çıkarız." dedim. Elimi çektiğimde gözlerini açmadı. Gerçekten yorulmuş olmalıydı. Bir sürü onu izledim, nefesleri yavaş yavaş düzene girip hafiflemişti.

Gerçekten güzel bir yüzü vardı, insanın bakınca mutlu olacağı cinsten bir yüzdü. Kalbinin temiz olduğunu bildiğim için mi bilmiyorum ama yüzünden kalbinin temizliğini okuyabiliyordum.
Elimi elinden çekmek için hareketlendiğimde elimi daha sıkı tutup kıpırdandı. Uyanmasından korkarak, hareket etmeyi kestim. Öylece ona bakmaya devam ederken gözlerimin yavaş yavaş kapandığını hissettim ve mani olamadım. Etraftaki böcekleri umursamayarak uykuya daldım. Koskoca bir ormanda zeka yaşı beş olan bir çocukla birlikte hayatta kalıp, bir de üstüne uyuyabilmiştim. Dediğim gibi, bana bundan sonra karada ölüm olmazdı.

•140 vote ve 700 okunmada yeni bölüm gelecek. Olumlu-olumsuz yorumlarınızı belirtin lütfen, yeni bölümde görüşmek üzere :)

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

784K 76.9K 59
''Veliaht prens ile evlenmek istiyor musun gerçekten?'' Bana sorulan soru üzerine herkesin bakışları bana kaymıştı. Nedense bütün benliğim bu soruya...
95.2K 12.5K 22
serseri biri ki, biraz da deli.
2.3K 620 8
Why did you leave my heart? En yüksek #poems ~ 3
119K 9.5K 34
❝Sen içimde eskimeyecek en güzel hatırasın❞ Başlangıç:220617 Bitiş: 191117 [#1 in #yoonnie]