BULUTLAR DA AĞLAR

By Anesrum

574K 48.6K 8.9K

Namverân Somer adının kısaltılmasından nefret eden, insanlarla kolay kolay anlaşamayan ve de kişisel alanının... More

İKİNCİ BÖLÜM: "PROBLEM ÇOCUK VE ISLAK HAVLU"
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "ULAŞ EROLTU"
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "BİR PANDA SAPIK ÇIKIYOR"
BEŞİNCİ BÖLÜM: "HAPİSHANEDE ANLAŞMA"
ALTINCI BÖLÜM: "BİR ARABA DOLUSU DAYAK MI?"
YEDİNCİ BÖLÜM: "UFF ÇOCUK"
SEKİZİNCİ BÖLÜM: "BENİM HAYALİM"
DOKUZUNCU BÖLÜM: "BİR GENÇ GİBİ"
ONUNCU BÖLÜM: "ŞAG"
ON BİRİNCİ BÖLÜM: "ORİON"
ON İKİNCİ BÖLÜM: "NAMVERÂN'IN AFFI"
ON ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "KİŞİSEL ÖĞRETMEN"
ON DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "SEÇİMLER VE GETİRDİKLERİ"
ON BEŞİNCİ BÖLÜM: "BULUTLAR AĞLARKEN VERİLEN KARAR"
ON ALTINCI BÖLÜM: "CENNETTEN DÜNYANIN MERKEZİNE"
ON YEDİNCİ BÖLÜM: "AV HAKKINDA"
ON SEKİZİNCİ BÖLÜM: "ANNE VE BABA"
ON DOKUZUNCU BÖLÜM: "KÖPEK BALIKLARI"
YİRMİNCİ BÖLÜM: "BARİSTA KIZ"
YİRMİ BİRİNCİ BÖLÜM: "ÖĞRETMEN VE ÖĞRENCİ"
YİRMİ İKİNCİ BÖLÜM: "ARKADAŞ OLMAK?"
YİRMİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "İLK ARKADAŞLARIM"
YİRMİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "ÖZÜRLER UTANÇTAN GELMEZ"
YİRMİ BEŞİNCİ BÖLÜM:"ARAMIZDAKİ SINIRLAR"
YİRMİ ALTINCI BÖLÜM: "BELKİ DE İNSANLAR DEĞİŞİR"
YİRMİ YEDİNCİ BÖLÜM: "HER BİRİMİZİN KABUSLARI"
YİRMİ SEKİZİNCİ BÖLÜM: "KURDUĞUMUZ İLK BAĞ"
YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM: "BİR GÜN"
OTUZUNCU BÖLÜM: "SONUN BAŞLANGICI"
OTUZ BİRİNCİ BÖLÜM: "SİZİ BİRLEŞTİREN BAĞ"
OTUZ İKİNCİ BÖLÜM: "BABAMIN MUTLULUK GÖZYAŞLARI"
OTUZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "SU HERKESİ BİRLEŞTİRİR"
OTUZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "ONU TANIMIYORSUN BİLE!"
OTUZ BEŞİNCİ BÖLÜM: "TABULAR YIKILABİLİR"
OTUZ ALTINCI BÖLÜM: "FARKINDALIKLAR VE YENİLİKLER"
OTUZ YEDİNCİ BÖLÜM: "BANA BENZEYEN BİRİSİ"
OTUZ SEKİZİNCİ BÖLÜM: "GİTME O GÜZEL GECEYE USULCA"
OTUZ DOKUZUNCU BÖLÜM: "KALBİMİZDEKİ HİÇ GEÇMEYEN YARALAR"
KIRKINCI BÖLÜM: "ELVEDA VE YENİDEN GÖRÜŞÜRÜZ"
KIRK BİRİNCİ BÖLÜM: "ARKADA BIRAKILAN"
KIRK İKİNCİ BÖLÜM: "CANAVARLARA ACIMA"
KIRK ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "ULAŞ'IN KALBİ"
KIRK DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "SEN GECE MİSİN?"
KIRK BEŞİNCİ BÖLÜM: "FATİH İÇİN, BENİM İÇİN"
KIRK ALTINCI BÖLÜM: "AMA KORKUYORUM"
KIRK YEDİNCİ BÖLÜM: "TEŞEKKÜR EDERİM"
KIRK SEKİZİNCİ BÖLÜM: "BAŞARACAĞIZ"
KIRK DOKUZUNCU BÖLÜM: "IŞIL"
ELLİNCİ BÖLÜM: "YARISI TOPRAĞA GÖMÜLMÜŞ PAPATYALAR"
ELLİ BİRİNCİ BÖLÜM: "SEN ÇOK GÜZELSİN"
ELLİ İKİNCİ BÖLÜM: "HER DEFASINDA BANA GEL"
ELLİ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "ÖLÜM KOKAN ELLERİM"
ELLİ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "GÖRMÜYORUM VE DUYMUYORUM"
ELLİ BEŞİNCİ BÖLÜM: "İSTEDİĞİN NE?"
ELLİ ALTINCI BÖLÜM: "NAMVERÂN OLMANIN KURALI"
ELLİ YEDİNCİ BÖLÜM: "KADER DEDİĞİMİZ O KÜÇÜK ŞEY"
ELLİ SEKİZİNCİ BÖLÜM: "BENDE BİR PROBLEM VAR"
ELLİ DOKUZUNCU BÖLÜM: "KENDİNİ MEMNUN ET"
ALTMIŞINCI BÖLÜM: "SANA GELDİM"
ALTMIŞ BİRİNCİ BÖLÜM: "KALBİMİ KIRMA"
ALTMIŞ İKİNCİ BÖLÜM: "KUKLA"
ALTMIŞ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "HASTALIK GİBİ, SAĞLIK GİBİ"
ALTMIŞ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "MİNİ MİNİ MİNE"
ALTMIŞ BEŞİNCİ BÖLÜM: "BİZ BİR TAKIMIZ"
ALTMIŞ ALTINCI BÖLÜM: "GÜNERİ EVİNDE ACİL DURUM"
ALTMIŞ YEDİNCİ BÖLÜM: "KÖTÜ KADIN MÜZEYYEN"
ALTMIŞ SEKİZİNCİ BÖLÜM: "BU EVDE SAĞ KALMALIYIZ"
ALTMIŞ DOKUZUNCU BÖLÜM: "YAZ KIZIM: KENDİMİZİ NASIL FAKA BASTIRDIK?"
YETMİŞİNCİ BÖLÜM: "TOMBALA"
YETMİŞ BİRİNCİ BÖLÜM: "KALIPLAR KEKLER İÇİNDİR!"
YETMİŞ İKİNCİ BÖLÜM: "SANA ACIYORUM"
YETMİŞ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: "O BENİM ANNEM!"
YETMİŞ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: "AYLİN İLE ENVER"
YETMİŞ BEŞİNCİ BÖLÜM: "YENİDEN ANNE VE BABA"
YETMİŞ ALTINCI BÖLÜM: "HER ŞEY YOLUNDA"
YETMİŞ YEDİNCİ BÖLÜM: "HİKÂYEMİZ DEVAM EDECEK"
YETMİŞ SEKİZİNCİ BÖLÜM: "GÜNEŞLER DE GÜLÜMSER, YILDIZLAR DA!" [FİNAL]
BDA
RUHUMDAKİ LEKELER
BEN DÖNDÜM!

BİRİNCİ BÖLÜM: "BİR BELAYA ÇEKİLİYORUM"

26.6K 1K 232
By Anesrum



Namverân'ın ne demek olduğunu öğrendiğimde beş yaşındaydım. Ufak tefek, az konuşan ve de sürekli somurtan bir çocuktum, genelde çikolatalarımı kimseyle paylaşmaz, kuzenlerim gelince oyuncaklarımı yatağımın altına saklardım. Bir keresinde Okan arabalarımdan birinin kapısını kırdığında tüm gün yediğim eriklerin çekirdeklerini ona tükürmüştüm. O günden sonra, Okan'ın başlattığı şey hayatım boyunca en nefret ettiğim olay haline geldi. Ben ona çekirdek tükürürken, çocuk aklıyla "Teyzem sana namlı, diyor ama sen namlı değilsin! Ancak Nam olabilirsin! Nam! Nam! Nam!" diye bağırmış ve beni aşağılamaya kalkmıştı. Namlı, meşhur anlamına gelen Namverân bir anda, Nam oluvermişti, üstelik aptal kuzenim bu kısaltmanın da 'ünlü' anlamına geldiğini bilmiyordu. Fakat büyükannemin bu takma adı çok sevmesiyle, bir anda asil Namverân, tatlı Nam'a dönüşüverdi.

Bu yüzden beş yaşından beri bana Nam denilmesinden nefret ediyordum, aslında nefret ettiğim şeyler oldukça fazlaydı ama öldürülecek insanlar listemde başta olan insanların çoğunun suçu ismimi kısaltmaktı.

"Nam," dediğinde büyükannem düşüncelerimden sıyrıldım. Büyükannem yaklaşık bir yıl önce kanser olduğunu öğrenmiş ve bunun sonunca kemoterapi görmeyi reddetmişti. Ona bunun bir saçmalık olduğunu, tedavi görmesi gerektiğini söylemiştim fakat beni dinlememişti. Zaten hiçbir zaman dinlemezdi. "Nam! Nam! Nam!"

"Nam değil, Namverân büyükanne, bunu daha kaç kez söylemem gerekiyor? Adımın kısaltılmasından nefret ettiğimi biliyorsun." Saçlarımı taramaktan vazgeçip büyükanneme döndüğümde, üzerine örtülmüş pikeyle oynadığını gördüm. Her zamanki gibi dudaklarını bükmüştü, gözleri bana incinmiş gibi bakıyordu ama rol yaptığını biliyordum. "Hiç öyle bakma bana, seni de yanlarına alsalardı eminim Viyana'nın kapılarından geriye dönenler bizler olmazdık."

"Bugün ekstra şakacı mısın Nam? Öyleyse büyükanneye birkaç öpücük verebilirsin, ha?" Yanağını bana doğru uzattığında gözlerimi devirdim ama büyükannem pes edecekmiş gibi durmuyordu.

"Öpücük mü istiyorsun?"

"Evet. Hadi, öp beni." Kırmızıya boyanmış tırnağıyla yanağını işaret etti.

"Büyükanne, yine öyle konuşmaya başladın..." İç geçirdim ve aynadan uzaklaşıp onun yanına doğru yürüdüm.

"Belki de bir sevgili bulsaydın bu muhabbetleri benimle yapmak zorunda kalmazdın! Hadi, nazlanma, öp artık." Yatağının içinde bir çocuk gibi kıpırdanınca eğildim ve yanağına ufacık bir buse kondurdum fakat bunu pek beğenmedi. "Hadi ama Nam! Yarım saniye bile dokunmadın, insan büyükannesini doya doya öper, ben sana öğretmedim mi, şap diye ses çıkararak öpeceksin diye! "

"Şimdilik bununla yetineceksin, eğer bugün yemeklerinin hepsini yersen akşama bir şeyler düşünürüm." Kapıya doğru ilerledim ve omzumun üzerinden ona baktığımda gözlerinde heyecanla bana baktığını gördüm.

"Gerçekten mi?"

"Eh," Omuz silktim ama büyükannem mutlulukla el çırptı, ben odadan çıkarken "Oley be!" dediğini duyabildim.

Koridorda ilerleyip dış kapıya vardığımda annemin mutfaktan sesini duydum."Nam, bugün biraz erken gel olur mu, akşama gitmem gereken bir yer var."

"Yine mi son anda gelen çekim haberi?" diye sorduğumda gözümün önünde annemin kafa sallaması canlandı.

"Bir sünnet düğününe gideceğim ama yemin ediyorum biri daha bana çocuklarının pipisini çektirmeye kalkarsa onları sopayla döverim."

"Bol şans, ben çıkıyorum." Çantamı alıp evden çıktığımda annemin arkamdan "İyi dersler!" diye bağırdığını duydum.

Nefret ettiğim çoğu şeyin sebebi, alerjimi arttıran yerin ta kendisi galiba okulumdu. Hormon, aptallık ve de birazcık saflık kokuyordu. Birbirlerine kendi çoraplarını yediren salak oğlanlardan, mesajına beş dakika geç cevap verilen kıza akıl veren kızlar topluluğuna ve de kravatlarını başlarına bağlayıp futbol filesinde sallananlara kadar herkes bir tuhaftı.

Tabii aralarında tek normal de bendim.

Çoğunun bir amacı olduğundan bile şüphe duyuyordum, tabii amaçları yaşlanınca evlenip şişmanlamak ve sonra kolesterolden ölmek değilse. Gerçi söz konusu benim okulum olunca birçok şeyden şüphe duyuyordum ya, neyse!

"Hey! Hey! Nam! Nam!" Birisi bana yine o şekilde seslenmeye başlayınca zaten hızlı hareket eden ayaklarım bir anda daha fazla hızlandı ama tam merdivenleri çıkıp okul binasına girecekken durduruldum. "Nam! Beni duymuyor musun yoksa?"

Bir kız omzumdan tutup bana bakınca bende ona baktım. Okul kıyafetinin üzerine kedi kulakları olan bir hırka giymişti. Kısa ama kıvırcık olan saçları şapkadan taşmıştı, küçücük, nar tanesi gibi olan gözleri siyah saçlarının aksine gri renkteydi. Neredeyse tüm yüzünü kaplayan çillerle oldukça şirin, olarak tanımlanabilirdi. Uzunca kızın suratına baktıktan sonra, aklımda beliren ilk soruyu sordum.

"Sende kimsin?"

Kız bir anlık şokla gözlerini kocaman açtı ve kendimi geri çekmemle elini omzumdan çekti. Oldukça kırılmış ve şaşkın bakıyordu ama yapabilecek hiçbir şeyim yoktu çünkü kızı gerçekten tanımıyordum; aslında asıl şaşırması gereken kişi bendim hem onu tanımadığım halde bana yakınmışız gibi hitap etmişti hem de dokunmuştu.

"Gerçekten adımı hatırlamıyor musun?" Elini sanki göremiyormuşum gibi gözlerimin önünde salladı. "Benim, benim!"

"Peki." dedim, yapacak işlerim vardı bende yapılabilecek en iyi şeyi yaptım: arkamı döndüm ve merdivenleri çıkmaya başladım. Merdivenleri çıkınca bir el yeniden beni buldu ve ikinci kez durduruldum. Kolumu hızla çekip kıza döndüm ve oldukça sert bir ifadeyle, "Bana dokunmayı kes artık," dedim.

"Üzgünüm..." dedi kedi yavrusu gibi. "Adımı hatırlamıyorsan tekrar edeceğim: benim adım Makber."

Böyle neşe dolu ve sinir bozucu bir kız için ne kadar hüzünlü ve asil bir isimdi böyle. Ailesinin kesinlikle aklı karışık olmalıydı.

"Ne güzel," diyip yeniden arkamı dönmeye kalktığımda bu sefer bana dokunmadı ama önüme geçti.

"Hani geçen gün sana Sıla Hoca'nın coğrafya notlarını getirmiştim, hatırladın mı?" Gözlerime beklentiyle baktığında biraz düşündüm sonra da kafamı salladım. Şimdi bu kız neden bana bunları anlatıyordu hiçbir fikrim yoktu ama parmak uçlarında kalkıp durması şuan bile sinirimi bozuyordu. Onu sarsmak ve durmasını söylemek istiyordum.

"Hatırlamıyorum. Şimdi, işim var, izninle." Bu sefer kendimi kızdan kurtararak binanın içine girdim, arkamdan "Söyleyeceklerim bitmedi!" dese bile umursamadım.

Ben bu kadar sakin mizaçlı bir insanken bu tür kişiliklerin beni durmadan buluyor olması sinir bozucuydu. Lise hayatımın son iki yılının sakinlik, huzur ve IQ seviyesi üç rakamlı olacak şekilde izole edilmiş bir alanda geçmesini istiyordum. Bu tür çocukça oyunlara ya da ilgi alanlarına ayıracak vaktim yoktu.

Sınıfa giderken koridorda dedikodu yapan kızlardan, korkmuş ifadelerle birlikte haftanın dedikodusunu öğrenmiş oldum: Ulaş Eroltu iki kaburga kemiğini kırmış ve bir kulağını kaybetmişti. Okula bile uğramayan, sürekli sorun çıkaran serseri bir oğlandı. Ama...bu kadarı da fazlaydı. Kulağı kopmuştu, ha? Dedikoduları yayanlar da bunu ortaya çıkaranlar kadar aptal olmalıydı. Her ne kadar vurdumduymaz, bir baltaya sap olmayacak biri olsa da kulağının kopabilmesi benim için çok düşük bir ihtimaldi. Aşırı şiddet içeren bir filmde yaşamıyorduk.

Sırama geçip yerleştiğimde kitaplarımı çıkardım ve öğretmen sınıfa girene kadar kafamı kitaplarımın arasından çıkarmadım. Kamufle olmamın tek yolu buydu, böylece gereksiz şeyleri duymuyordum ve zihnim sadece odaklandığım kelimelerde oluyordu.

Matematik öğretmeni yoklama alırken kitapta kaldığım yere ayraç sıkıştırdım, tek tek isimleri sayarken acele etmeden kitaplarımı toplayıp camın önüne yerleştirdim. "Namverân Somer?" dediğinde ise elimi kaldırarak, "Burada." diye cevapladım. Birkaç isim daha saydı, sonra da boşluğuna gelerek sınıfa "Ulaş Eroltu?" diye sordu. Birkaç saniyelik sessizliğinden ardından bu durumun gülünçlüğüne kendisi de güldü ve kafasını sallayarak, "Niye soruyorsam..." diye mırıldandı.

Ulaş Eroltu okula gelmezdi, devamsızlıktan kalacaktı. Artık hiçbir öğretmenin umurundaymış gibi durmuyordu bu sorun, herkes bir şekilde buna alışmıştı. Bana sorulsa, ben şimdiden kaydı silinsin derdim ama bana sorulmuyordu. Büyükannem bazen fazlaca acımasız ve soğuk olduğumu söyleyerek hayıflanırdı ama bu tür konularda bende onun çok yufka yürekli olduğunu düşünürdüm.

O günün tüm olayının merkezinde Ulaş Eroltu vardı, neredeyse eve giderken bile onun hakkında dedikodu yapan insanlarla karşılaşacaktım ve bu beni çıldırtacaktı. Kulaklıklarımı takmış, sesi sonuna kadar açmış ve sakinleşmek için aldığım Dido'yu yavaşça yerken evime vardığımda kapıyı çalmak için elimi kaldırdım ama daha ben kapıya vuramadan dış kapı açılıverdi. Annem karşımda mutlu ve tatmin olmuş bir şekilde duruyordu. Hemen kolumdan tutup beni içeriye çekti ve kapıyı ardımızdan kapattı. Kulaklıklarımı çıkarıp, "Yine ne oldu?" diye sorduğumda içeriden gülme sesleri geldi.

"Nam! Sen misin?" Büyükannem salondan bana doğru seslendiğinde çantamı yere bırakıp, "Evet, büyükanne!" diye seslendim. Anneme dönüp "İçeride biri mi var?" diye sorduğumda heyecanla kafasını salladı.

"Cemil Beylerin yeni kiracısı geldi bugün, bizden bir şey istemeye gelince bende çay içsin diye içeriye davet ettim, bir de ne olsun büyükannenin eski öğrencisi çıkıverdi!" Annem kahverengi gözlerini kırpıştırdı. "Hadi yanlarına git, bende çayı demleyip geleyim. İkinci kere demledim, inanır mısın, büyükannenin keyfi pek yerinde."

Kafamı salladım, genelde büyükannem çok fazla yemez ve içmezdi, iştahı pek yoktu bende öpücük karşılığında hep ondan yemek yeme sözü alırdım. Bugünün istisna olmasına sevinmiştim, sonuçta onun yememesi evimizdeki en büyük dertti.

Salona girdiğimde büyükannemi ayaklarını uzatmış olduğu koltukta heyecanla bir şeyler anlatırken buldum. Karşısında orta yaşlarda bir kadın oturuyordu, üzerinde takım elbise vardı sanırım işten çıkıp gelmişti. Açık tonlardaki saçlarını topuz yapmıştı, büyükanneme parıldayan, kocaman koyu kahve rengindeki gözleriyle, sevgisini göstererek bakıyordu.

"Merhaba," diyerek koltuğa geçtiğimde ikisinin de gözleri bana döndü. Kadın gülümseyerek bana kafasıyla selam verdi.

"İşte bu da benim torunum Nam, Laleciğim," dedi büyükannem.

"Namverân." diye düzelttim anında, büyükannem bana doğru bakıp hafifçe gülümsediğinde Lale Hanım kafasını salladı.

"İsmi konusunda oldukça hassas bir genç kıza benziyor," Gözlerime bakıp gülümsedi. "bende büyükannenin eski bir öğrencisiyim. Tanıştığımıza memnun oldum, Namverâncığım!"

"Evet biliyorum," dedim nazik bir tonda. "annem söyledi. Hoş geldiniz."

"Senin yaşlarında bir yeğenim var, sen böyle usturuplu bir şekilde oturunca imrendim doğrusu, siz gençlerle başa çıkmak o kadar zor ki! Hele ki bir de oğlan çocuğuysa bin kat daha zor."

Büyükannem kafasını salladı. "Değil mi Lale? Bu arada kaç yaşındayım demiştin?"

Kadın koyu kahve gözlerini büyükannemin gözlerine çevirdi ve yeniden gülümsedi. "Yirmi altı yaşındayım Makbule Hoca'm." Sesinden bile büyükanneme nasıl bir saygı beslediğini anlamak mümkündü, gerçi büyükannemin çoğu öğrencisi böyleydi, onu bir yerlerde görünce her zaman yanına gelir ve elini öperlerdi.

"O kadar oldu mu yahu!" Büyükannem keyifli keyifli yerine yayıldı. "Nam, Lale ablan o kadar çok avukat olacağından bahsediyordu ki artık arkadaşları ondan bıkmıştı. Ama bak, şuan da karşımda avukat olmuş Lale duruyor. Duygulandım yine..." Büyükannem hafifçe burnunu çektiğinde gözlerinin dolduğunu anladım, eski öğrencisini görmek zaten hassas olan bünyesini alt üst etmişti. Lale Hanım davranamadan masadaki peçetelerden birini aldım ve büyükanneme uzattım. Teşekkür edip peçeteyi aldığında mahcup bir şekilde öğrencisine bakıyordu.

"Benim kusuruma bakma sen..." Burnunu sümkürüp gülümsedi. "Yaşlılık işte." Lale Hanım kafasını anlayışla salladı ve "Estağfurullah hocam..." dedi, bozuntuya vermiyordu ama büyükannemin kel kafasına baktığını görebiliyordum. Bunu büyükanneme hissettirmese de neler olduğunu büyük ihtimalle anlamıştı ama bunu sormaması bile ona karşı duyduğum saygıyı arttırmıştı. "Söyle bakalım, evlilik, çocuk filan da mı yok?" Büyükannem tipik Makbule sorularına geçtiğinde Lale Hanım kafasını iki yana salladı.

Yavaşça gülümseyerek, "Hayır hocam, ne sevgilim var ne de evliliği düşünecek kadar vaktim. İş hayatım ve yeğenimle uğraşırken pek vaktim kalmıyor aslında..."

Büyükannem kaşlarını çatıp, "Yeğeninle niye sen uğraşıyorsun? Annesi, babası nerede bu çocuğun?" diye bariz belli bir şeyi böyle bir boşboğazlılıkla sorunca kadının gözleri bir an için boşluğa kaydı ama hemen kendisini toplardı. Büyük ihtimal işinin getirdiği bir şeydi bu.

"İki yıl kadar önce bir saldırıda hayatlarını kaybettiler. O zamandan beri yeğenimle ben ilgileniyorum."

"Ah...annen baban, halan, teyzen filan ne güne duruyor kızım? Daha işlerini düzene koymamışsın bir de ergenlik çağındaki bir erkek çocukla başa çıkılır mı?" Kafamı iki yana salladım. Büyükannemin eski cinliği üzerinde kalmamıştı anlaşılan ama kadın bu sefer bir tepki vermedi.

"İkisi de sizlere ömür... Ablam ise hastanede ölmeden önce yeğenimi bana emanet etti, onu başkalarının eline - bu halam veya amca olsa bile - bırakıp gidemem."

Bir an için karşımdaki kadının duruşu beni çok etkiledi. Yirmi altı yaşındaydı, okuldan mezun olmuş ve bir avukat olarak büroya atanmıştı, hayatını düzene sokmaya çalışırken bir yandan da yeğenine bakmaya çalışıyordu. Bu sanki üniversite okurken çocuk sahibi olmak gibi bir şeydi. Hem kendine hem de yeğenine bakmak zorundaydı.

"Bence yaptığınız çok cesurca." dedim yavaşça, kadın bunu duyunca mutlu oldu.

"Teşekkürler Namverâncığım!" Bu sırada annem içeri girdi ve Lale Hanım ile büyükannemin önüne çaylarını bırakıp atıştırmalık bir şeyler hazırlamak için mutfağa geri döndü. Lale Hanım aç olmadığını söylese de sabah börek yaptığını ve eve götürebileceğini söyledi. Birazdan işi dolayısıyla çıkması gerektiğinden elinden geldiğince gitmeden önce büyükannemin misafirini iyi ağırlamak istiyordu. "Yeğenim bu tarafa taşınmak konusunda oldukça isteksizdi ama bu evin kiralık olduğunu duyunca, okuluna da yakın olduğunu görünce direk tuttum." Gözleri bana döndü ve üzerimdeki formayı inceledi. "Aslında bu yeğenimin okulunun üniforması!"

"Demek aynı okulda okuyorlar. Adı ne, kesin Nam onu tanıyordur." Büyükannem bir anda heyecanlandı, hafifçe doğrulup bardağını eline aldığında meraklı gözlerle küçük bir çocuk gibi Lale Hanım'a bakıyordu.

Büyükannemin öğrencisi oldukça kültürlü ve işini tutkuyla yapan birine benziyordu, bu yüzden yeğeninin yaptığı şeylerde oldukça başarılı olma ihtimali vardı. Bende aklıma ilk gelen, okulda alanlarında iyi olan çocukların adlarını saydım.

"Barış mı?" diye fikir yürüttüm. "Satranç takımına katıldığında hepsini yenmesiyle oldukça ses getirmişti, bana soracak olursanız bu yıl okulumuz sonunda bir il birinciliği kazanabilir." Kadın kafasını iki yana sallayınca Barış'ı kafamdan attım. "Ferit mi o halde? Geçen aylarda okulun tekerleme yarışmasını kazandı, münazaralarda ağzı çok iyi laf yapıyor."

"Hangisi Lale, kızım?"

"Aslında...Makbule Hocam..." Lale Hanım mahcup bir şekilde bakındı ve bardağı yavaşça altlığa koydu. "Namverân'ın onu tanıması pek olası değil çünkü yeğenim pek okula gitmiyor."

"Hayırdır inşallah... Bir rahatsızlığı mı var kızım?" Büyükannemin bir anda telaşlandığını bakışlarından anlayabiliyordum.

"Yok, yok... Çok şükür. Ama onu okula yollayamıyorum bir türlü. Biraz asi bir çocuk..."

Bir anda bizim okulda kadının söylediklerine uyan tek bir öğrenci olduğunu fark ettim ve hafifçe, "Ulaş Eroltu?" diye sordum, neden bilmiyorum ama şaşırmıştım.

Lale Hanım da en az benim kadar şaşkın bir şekilde, "Evet o..." dediğinde kaşlarını çattı.

"Sen onu nereden tanıyorsun Nam? Çocuk okula bile gitmiyormuş, baksana." Büyükannem sorusunu yöneltince omuzlarımı silktim.

"Sürekli kavga ettiği dedikoduları okulda dolaşıyor ve okulda onu doğru dürüst gören neredeyse kimse yok." Lale Hanım'a baktım. "Yani sandığınızın aksine yeğeniniz okulda baya popüler. Hatta bugünün dedikodularına göre kaburga kemiğini kırmış ve bir kulağını kaybetmiş."

Ben bunu der demez büyükannem nefesini tuttu ama Lale Hanım elini sallayarak onu sakinleştirdi. "Şuan iyi... Aslında bir kaburga kemiğini kırmıştı ama bu da aylar önceydi... Kulak olayı ise, tahmin edebileceğin gibi sadece abartı."

Tahmin ettiğim gibi.

"Ah kızım!" diye feryat etti bir anda büyükannem. Annem bu feryadın üzerine paketlediği börek poşetiyle içeri girdi, poşeti yemek masasına bıraktı ve yanıma oturdu. "Nelerle uğraşıyorsun sen öyle!"

"Ne oldu? İyi misiniz Lale Hanım?" Annem meraklı bir şekilde bakındığında, kadın iyi olduğunu belli edercesine bir hareket yaptı.

"Ah kızın başında ne problemler var bilsen!" Büyükannem ah'lanıp vah'lanırken Lale Hanım iç geçirdi.

"Sizi yeniden görmek kaderin bir cilvesi mi bilmem ama... Bana akıl vermenize, tavsiyede bulunmanıza çok ihtiyacım var hocam. Okula gitmiyor, derslere girmiyor... Okula gitmek konusunda aklına girmeye çalıştım, nasılsa notu yüzünden kalacağını söyledi bana ki, çok haklı, hiçbir şey bilmiyor. Bu yıl sınıfta kalırsa okuldan atılacak bu ikinci yılı. Çevremizdeki herkes ondan serseriymiş gibi tükürürcesine bahsediyor, neredeyse her hafta birileriyle kavga ediyor, nedenini sorduğumda ya benimle konuşmuyor ya da o gece eve gelmiyor. Psikoloğa götürmeye çalıştım, benimle gelmedi. Ne yapmalıyım hiçbir fikrim yok, bunlara rağmen kötü bir çocuk olmadığını da biliyorum. Yardım edin bana, akıl verin ne olur!"

Lale Hanımın resmen yalvarması üzerine büyükannem duraksadı. Annem bile bir tuhaf bakıyordu, kadının konuşmasından Ulaş Eroltu'dan bahsettiğini anlamıştı çünkü onun hovardalıklarından anneme bahsetmiştim, o çocuğu hiç sevmediğimi bilen tek kişiydi. Büyükannem ise suskundu, eski bir edebiyat öğretmeniydi, genelde nerede ne konuşulması gerektiğini bilirdi ama şimdi o kadar çok susuyordu ki, Lale Hanım her geçen saniye omuzlarını daha da alçaltıyordu. Sanki büyükannemin suskunluğu ona yeğeninin tüm hayatı boyunca sokak serseri olarak kalacağını söylüyormuş gibi, buğulu gözlerle halıya bakıyordu.

Kıpırdamadan hemen annemin yanında oturmaya devam ettim, normalde böyle bir durumda Ulaş Eroltu'nun bir serseri olduğunu, okusa da bir şey olamayacağını söylerdim ama Lale Hanım'ın suratına baktıkça dilimi ısırıyordum. Yeğenine verdiği değeri büründüğü bu ruh halinden anlayabiliyordum ve ilk defa birinin umutlarını yıkmak istemiyordum.

"Bak ne diyeceğim..." dedi büyükannem bir anda tüm suskunluğu evden kovarcasına. "Nam... Nam var ya, çok akıllı bir kızdır. Küçük bir dahi olmasa da derslerinde de oldukça başarılı bir öğrencidir, biraz soğuk nevaledir ama insanlarla nasıl konuşulması gerektiğini bazen benden bile daha iyi bilir." Kadın umutla büyükanneme bakmaya devam etti, bir anda beni övmesiyle, annem ile bende ona bakmaya başlamıştık. "Madem aynı okuldalar, madem artık yanı başımızdasınız... Sen yeğenini okula gitmeye ikna et yeter, Nam bir şekilde onun notlarını halleder."

Lale Hanım şaşkınlıkla, "Gerçekten mi?" derken aynı soruyu bende sordum.

"Gerçekten mi?" Gözlerimi kıstım. "Büyükanne?"

Fakat büyükannem beni umursamadan öğrencisine bakıp konuşmaya devam etti. "Çocuk devamsızlıktan kalmasın, Nam ona kaçırdığı konuları özel ders vererek öğretir. Okula düzenli bir şekilde giderse orayı da sevecektir eminim, hem Nam öğretmenlik konusunda baya iyidir, yeğeninin notlarını düzelteceğine eminim. Belki bu süreçte bir düzene oturmak yeğenine de iyi gelir."

"He..." Lale Hanım bir anda bana döndü ve resmen yavru köpek bakışlarıyla bana baktı. "Bunu gerçekten yapar mısın?"

Bana o şekilde bakınca açıkçası birkaç saniye dondum kaldım, ne diyeceğimi bilemedim. Yanı başımda annemin bile şaşkınlıkla olanları izlediğine emindim. Ben ağzımı açıp bir şey diyemeden büyükannem ortaya atladı.

"Yapar! Yapar!" dedi benim yerime ve böylece, Ulaş Eroltu'ya özel ders verip ona sınıfı geçirtmek bir anda benim görevim oldu.

❤️



19.00

11.5.17

ANESRUM.

Continue Reading

You'll Also Like

1.3M 21.9K 31
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
1.5M 80.8K 46
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
1M 35.1K 46
Bardağı geri tezgaha koyduğum esnada ensemde hissettiğim nefes ile çığlık atmak için ağzımı açtım. Ne yapacağımı önceden biliyor gibi eliyle ağzımı k...
10.7K 2.4K 62
Hayatı oyun sanıp belli planlar ve kurallar dahilinde yönetmeye çalışırken farkında olmadan aslında, kendi içimizde kaybolup oradan oraya sürükleniyo...