wild child | myg

By jisakura

100K 9K 2.2K

Eski BTS üyesi Min Yoon Gi, Kanada'nın ıssız bir tayga ormanında kaybolursa ne olur? Ya anormalliklerle dolu... More

einleitung ✿
eins ✿ welcome to the jungle
drei ✿ who are you?
vier ✿ wolves
fünf ✿ deal
sechs ✿ fishing
sieben ✿ bangtan
acht ✿ army ants
neun ✿ waterfall
zehn ✿ should i go?
elf ✿ let's hunt
zwölf ✿ inspiration
dreizehn ✿ farm in love
vierzehn ✿ illusion
fünfzehn ✿ i'm with you
sechzehn ✿ hurtful truths
siebzehn ✿ chaos in dorm
achtzehn ✿ culpable ones
neunzehn ✿ break apart
zwanzig ✿ final
epilog ✿
photo album

zwei ✿ turtle meat

6.1K 533 123
By jisakura

YOONGI

Küçüklüğümde, sanırım bu hatırlayabildiğim nadir anılardandı, annem sürekli kıyafetlerimizi yoğun defne kokan bir deterjanla yıkardı. Kıyafetlerimizi üzerimize giydiğimiz andan itibaren abimle birlikte bu yoğun kokunun etkisine kapılıp tüm gün sarhoş kafayla gezerdik. Annem bunun bilincindeydi, fakat hiçbir zaman o deterjanı kullanmayı bırakmadı. Sanki onun küçük bir gizemi gibi olan bu koku inatla burnumdan yıllarca sökülmemişken tam şuanda burnumu sızlatan şey onun fazlasıyla benzeriydi.

Yanan gözlerimi açmaya çalıştığım anda irislerime hücum eden yoğun ışık dalgası beni geri durdurdu ve ellerimi refleksif olarak gözlerime götürdüm. Fakat yaptığım şeyin ne denli büyük bir hata olduğunu ancak gözlerimin az öncekine oranla milyon kat daha fazla yanmasıyla anlamış ve koca bir çığlık basıp yattığım yerden kalkmaya çalışmıştım. Tüm olağanüstü haller aynı anda gerçekleşiyormuş gibi kafamın arkasından derin bir sızı yanan gözlerime eklendiğinde hıçkırarak ağlamama ramak kalmıştı. Kör oluyordum sanırım, ya da en azından felç olacaktım.

Ben acımla boğuşurken bir çift el gözlerime su sıçratıp ovaladığında nerede olduğumu ve en son ne gördüğümü kafamda patlayan flaş misali hatırladım.

"Ah, lanet olsun çok acıyor!"

Gözümü biraz daha ovan yabancı eller çekildiğinde gözlerimi hala sıkıca kapatıyor, açarsam cayır cayır yanacak gibi hissediyordum. Fakat duyduğum ince ancak bir o kadar yumuşak ses benim bu öngörümü savuşturdu.

"Gözlerini açabilirsin, artık yanmayacak."

Küçüklüğümden kalan nadir hatıralardan biri de tek başıma yapmaktan korktuğumdan abimle banyo yaparken gözüme kaçan şampuan dolayısıyla acı çekip, abim dakikalarca yıkasa da bir türlü gözlerimi açmak istemeyişimdi. "Korkak tavuğun teksin Yoongi!" diyordu. "Tavuğun gözüne kaçsa senden daha az çile çektirirdi." Haklıydı işte, korkaktım. O zamandan belliydi, üzerime gelen şeylerden sürekli kaçtığım ve kaçacak olduğum.

Beni anılarımın tozlu sayfalarından gerçeğe döndüren "Hadi, yapabilirsin." deyişi oldu yabancı sesin. Neden...sesi bu kadar güzeldi? Ya da neden benim yanımdaydı? Bu daha da önemli bir soruydu değil mi?

Göz kapaklarım yavaşça ve büyük bir dikkatle açılıp önüme önce bulanık ardından netleşen bir görüntü sunduğunda önce hayal gördüğümü sandım. Yeşil ve oldukça detaysız görünen elbisenin içindeki teni sütü, mavi gözleriyse koca dipsiz bir okyanusu andıran, açık karamel saçları griye dönen bir kız, elinde tuttuğu matarayla bana; daha doğrusu tam gözlerimin içine bakıyordu.

Aklım git gide beni şaşırtırken güçlükle yutkunarak ellerimin üzerinde doğruldum ve kendimi ondan birkaç santimetre daha geriye çektim. Çok garip ama bir o kadar güzel görünüyordu, fakat kimdi? Daha da önemlisi insan geçmez ormanlık alanda ne işi vardı bu aptalın? Ben ona hayretle bakarken bir anda elini yüzüme yaklaştırdı ve dikkatimi düşüncelerimden kopararak haykırmama sebep oldu.

"Ödümü kopardın lanet olası! Bu koca ormanda tek başına ne işin var?!"

İstifini bozmayan yabancı kız dediklerimi anlamış mıydı emin olamıyordum. Belli ki Koreli değildi fakat benimle az önce Korece konuşmuştu. Tamam yabancılar da dilimizi öğrenebilirdi fakat bu fazla tuhaf geliyordu kulağa, daha doğrusu fantastik.

"Bu soruyu benim sana sormam gerekiyor. Burada ne işin var? Senin için fazla büyük ve korkutucu değil mi?"

Anlıyor, gayet güzel konuşabiliyor, aksanı bile yerli gibi. Kafam iyiden iyiye sarhoş oluyor tüm bunların egzotik bir rüya olduğunu bana haykırıyordu sanki. Sahi, ben bile bilmiyordum ki neden burada olduğumu nasıl ona derdimi anlatacaktım?

"Kimsin?"

Hala aynı pozisyonda durmuş beni incelerken alaycı bir tavırla dudaklarını kıvırdı. Yoksa aklını kaçırmış bir deli miydi? Belki de antik bir kabiledendi ve birazdan beni pişirip yemek için ailesinin olduğu yere götürecekti! Ama o zaman Korece biliyor olması oldukça garip olmaz mıydı? Ah neler düşünüyordum böyle!

"Asıl sen kimsin? Şuanda evimde izinsiz duruyorsun."

Kaşlarımı çatarak ona tuhaf bakışlar atarken kafamı çevirerek şuanda oturduğum yere ardından etrafa baktım. Devasa bir meşe ağacının üzerinde oldukça güzel inşa edilmiş ağaç ev vardı. Benim oturduğum yerse o evin hemen altındaki, bir sürü odunun dizili olduğu yerin yanıydı. Burası...ev olamayacak kadar garip ama bir o kadar etkileyiciydi.

"Burada kaldığına inanacak kadar aptal değilim."

"Neden kalamazmışım? Sorun mu teşkil ediyor?"

Hazırcevap. Fazla kurnaz ve oldukça gizemli. Karnımdan yeri göğü inletecek kadar büyük bir gurultu kopup günlerdir süren açlığımı bana büyük bir alarmla hatırlattığında derin bir nefes alarak sabretmeye çalıştım. Fazla eforum yoktu ve muhtemelen bir süre sonra tekrar bayılacaktım.

"Kayboldum." dedim artık lafı uzatma gereği hissetmeden. Ne de olsa her türlü ölecektim. Bir yamyamın akşam yemeği olmamda bir sakınca göremiyordum.

"Demek kayboldun..." diye mırıldandı oturduğu yerden kalkarken. Ayağa kalktığında boyunun bir kıza oranla uzun olduğunu fark ettim. "Peki şimdi ne yapmayı planlıyorsun?"

"Nerede olduğumu öğrenebilirsem..." ben de onun gibi ayağa kalkıp arkamdaki tozu silkeledim ve kafamın arkasındaki esrarengiz sızıyı umursamadan devam ettim "bir şeyler yapabilirim sanırım."

Ve ardından tekrar büyük bir gurultu ağaçların arasında yankılandı. Ah, açlıktan ölüyordum.Kızarmış tavuklar, baharatlı etler, ddeokbokki, bulgogi, hatta ramen... Bir sürü yiyecek gözümün önünden geçerken ağzımın suyu akacaktı fakat su da içmediğimden akacak bir salyam yoktu.

"Fort Mcmurray yakınlarındasın. Sana verebileceğim tek bilgi bu, daha ayrıntılısını inan ben de bilmiyorum."

"O dediğin yere nasıl gidebilirim peki?"

Önce biraz durup yüzümü inceledi ardından hesaplama yapıyormuş gibi gözlerini kısarak öylece baktı.

"Sanırım oraya gitmen için tüm ormanı aşman gerekiyor. Eh bu halinle de ancak oraya ölün ulaşır."

"Bana yardım et..." kolunu tuttuğumda önce elime ardından bana kısa bir bakış atarak durdu ardından son gücümle devam ettim "Lütfen, yardımına ihtiyacım var. Burada ölmek için çok gencim."

Önce kolunu elimden kurtardı ardından düz bir ifadeyle benden uzaklaşırken "Bence şuan ilk hedefin buradan kurtulmak yerine karnını doyurmak olmalı." diyerek tekrar bana dönüp ellerime işaret ederken olumsuz anlamda kafasını salladı.

"Üstelik ellerine yere düştüğün sırada sarmaşık zehri bulaşmış..." ve o lafını tamamlayamadan yanağım kaşındığı için elimi oraya götürmüştüm ki acıyla çığlık atarak yerimde tepindim. "Bir tarafına sürme, oldukça yakıyor...diyecektim."

➳➳➳

Aramızdaki mesafeyi koruyarak onu oldukça ürkütücü olan bu ormanlık alanda takip ederken henüz adını bile bilmediğim bu yabancıya nasıl güvenebildiğimi sorguladım içten içe. Tamam, belki şuan seçeneklerim çok mükemmel değildi fakat ya daha kötü bir şey yapıyorsam kuşkusu beni oldukça rahatsız ediyordu. Aptal Yoongi, daha kötü ne yaşayabilirsin, yani bundan daha beteri ne olabilir?

"AĞZINA SI-"

Ayağım görmediğim dikenlerin arasına takılıp beni acı içinde bıraktığında iç güdüsel olarak küfrediyordum ki yabancı kız aniden arkasını dönerek ağzıma elini koyunca acımı unutup öylece bakakaldım.

"Burada küfür yasak, doğaya zarar veriyorsun." Yumuşak sesi bir diken kadar batıcı olduğunda kafamı içimi kaplayan tuhaf duygudan dolayı salladım ve elini ağzımdan yavaşça çekişini bekledim. Bana yadırgayıcı ancak bir o kadar farklı anlamlar dolu bakışlarından attığında korksam da o soruyu sormak zorunda olduğumu hissettim.

"Kim olduğunu söylemeyecek misin? Yani en azından sana nasıl seslenmem gerektiğini bilmek isti-"

"Alex." dedi lafımı tekrar bölerek. "Sen de Yoongi'sin."

Ağzım şaşkınlık ve kimliğimin böyle kolay ifşa olmasından dolayı hissettiğim kızgınlıkla o şeklini alırken güçlükle "Sen...nasıl?" diye sordum.

Oldukça olağan bir şeymiş gibi omuz silkerek "Uykuya daldığında sırt çantana baktım. Ne işe yaradığını bilmediğim bir kartın üzerinde yazıyordu."dediğinde anlam veremeyen gözlerle ona bakıyordum.

"Kimlik kartı." Ne yani, bunu bilmeyerek bu yaşına kadar nasıl yaşamıştı? Kesin deliydi ya da yamyam.

"Yamyam veya deli değilim, düşüncelerini de okuyamıyorum. Adım Alex ve burası benim evim. Başka sorun yoksa bayılıp leşini bana taşıtmadan önce seni beslememe izin ver."

Bir şey diyemeden azar yemiş küçük bir çocuk edasıyla çoktan harekete geçen adının Alex olduğunu öğrendiğim sırlarla dolu kızı takıp etmeye devam ettim. Ayağıma batan ve diğer ayağım yardımıyla kurtulduğum dikenler ise hala canımı acıtıyordu. Belki de içine birkaç tane girmişti kim bilir. Buraya geldiğimden beri yaralanıyordum. Kafam konusunda hala şüphelerim vardı fakat sorgulamak için fazla çekingen hissediyordum ve sanırım...

Geride kalanlara oranla daha yeşil olan bitki topluluğunun yanına geldiğimizde Alex oraya çömelerek bitkilere uzandı ve ne işe yaradığını bilmediğim birkaç şey kopararak elinde tuttuğunu fark etmediğim kaba koymaya başladı. O öylece onları toplarken ben de etrafımı izlemeye devam ettim.

Dört bir yanımız devasa uzunluktaki ağaçlarla kaplıydı. Her yer...gözün görebileceği her yer koyu yeşildi. Doğayı sevmeyen birine yapılabilecek belki de en büyük işkenceydi bu. Nefes almam için bu kadar oksijen kaynağı varken o kadar nefessiz hissediyordum ki. Buradan kurtulabilecek, asıl sorunlarımla yüzleşebilecek miydim bilmiyordum.

Belki benim sonum da böyle olacaktı. Kariyerimin baharında hak etmediğim şeyler yaşamış ve en sonunda yabancı olduğum bir ülkede daha da kötüsü bir ormanda amaçsız yere yok olup gidecektim. Belki böylesi daha iyiydi kim bilir, değerim daha anlaşılır olur, insanlar biraz vicdan azabı çekerdi.

"Sana et yedirmek isterdim ancak biraz bitki ve kaplumbağayla idare etmelisin."

Şaşkınlık, korku ve alayın muhteşem harmonisiyle kahkaha atarken "Ne kaplumbağası? Ben onu hayatta yemem!" diye büyük bir haykırışla onu reddettim.

Açlıktan ölüyor olabilirdim ancak onu yiyecek kadar düşmemiştim. Henüz değil, hayır.

"Reddedecek durumda mısın? Elimde süt yok ve inekler bugün başka bir otlakta."

İnekler, süt, kaplumbağa...bu kız ne saçmalıyordu? Koca bir ormanın içindeydik, burada ineğin ne işi vardı? Daha da önemlisi, neden kaplumbağa yemek zorundaydık?!

"Bak oldukça farklı görünen ve Koreceyi nasıl söktüğünü anlayamadığım yabancı kız-"

"Alex, yabancı kız değil." diye beni düzelttiğinde derin bir nefes vererek devam ettim.

"Bak adı Alex olan yabancı kız-"

Bu sefer o derin bir nefes verdiğinde sinirden ellerimi saçlarımın arasına daldırarak alt dudağımı dişledim. Bunca yıl her türlü deniz hayvanı ve et yemiştim ama hiçbiri kaplumbağa gibi aşırı tuhaf şeyler değildi. Her zaman ormanda mahsur kalmıyorduk çünkü.

"Yemek yemek istiyorum, tuhaf hayvanlar değil."

Bunu dememle birlikte Alex'in gözleri kısılırken garip biçimde üzüldüğünü hissettim ve içimi suçluluk duygusu kapladı. Bana yardımcı olmaya çalışıyordu ve ben onu terslemekten başka bir şey yapmıyordum. Evet, bana ne dese haklıydı, kafam şuan cidden hiç ama hiç çalışmıyordu.

"Onu öldürmek bile beni ne kadar yaralıyor bilseydin şuan ne kadar büyük bir fedakarlık yapıp bu teklifi sunduğumu anlardın."

Elindeki bitki dolu tabakla yanımdan uzaklaşırken güçsüz çıkan neşesiz sesimle "Özür dilerim, sadece biraz korktum." diyerek durmasını sağladım. Ardından bana dönerek kocaman gülümsedi ve onu ilk gördüğüm andaki kadar enerjik ve güzel kıza dönüştü.

Farklıydı, gerçek anlamda farklı. Onda keşfedilmesi gereken birçok şey vardı fakat ben buna şahit olacak mıydım orası meçhuldü.

➳➳➳

Bacaklarımı kendime çekmiş halde oturmuş, ateşin karşısında hem ağlayıp hem de kaplumbağayı mazgallayan Alex'i izliyor fakat neden bu kadar ağladığına anlam veremiyordum. Tabii bundan daha da önemlisi benim neden burada olduğum ve bu aptalca şeyi birazdan ne gibi bir sebep kıtlığıyla yiyecek olduğuma anlam verememem daha güçlüydü sanırım.

Oturduğum yerden kalkarak yanına gittiğimde beyaz teninden usulca süzülen gözyaşını silerek bana gülümsedi.

"Oldukça acıkmış olmalısın, neredeyse pişti."

Kafamı olumlu anlamda sallayıp onu izlerken bir süre tek kelime etmedim. Fakat kafama bir şey takılınca sormadan edemiyordum, tekrar kendime yenik düştüm.

"Rahatsız olmazsan bir şey sorabilir miyim?"

Elindeki çoktan pişmiş garip eti büyük tabağa koyduktan sonra kaşlarını kaldırarak bana döndü ve sor dercesine kafasını oynattı.

"Neden o şeyi pişirirken ağladın?"

Önce yüzüme öylece bakmaya devam etti ardından küçük bir kahkaha atarak burnunu çekti. Hayatım boyunca konser turlarından dolayı birçok yabancı kız görmüştüm fakat Alex onlara benzemiyordu. Kendine has bir aurası ve yüz tipi vardı fakat bundan daha da önemlisi ruhu parlıyordu sanki.

"Sanırım bunu sana söyleyebileceğim kadar yakın değiliz."

"Neyi söyleyebileceğin kadar?"

"Fazla zorluyorsun." diye mırıldandı tabağı bana uzatırken. Kaçamak tavırlar sergiliyor ancak bir o kadar da bana yardım eli uzatıyordu. Tabağı elinden alırken pişmiş et artık kaplumbağaya benzemiyor daha da kötüsü beni sonradan pişman edecek kadar lezzetli görünüyordu.Ya da ben açlığın sınırlarına dayanmıştım, bilmiyordum.

Ağzıma ürkekçe bir parça atıp çiğnerken tepkimi ölçüyormuş gibi dikkatle beni izlemeye devam etti. Ardından heyecanla ellerini çırparak "Nasıl?" diye sordu.

Aslında sandığım kadar kötü değildi, daha doğrusu...güzel denebilecek kadar iyiydi tadı. Fakat az önceki ürkekliğimi boşa yatırmasın diye "İdare eder." diye geveledim ama onun o gülen suratı hala asılmadı.

Ben yemeğe odaklanmış günlerdir açlıktan kavrulan midemi huzura kavuştururken o öylece durup beni izlemeye devam etti. Bakışlarımı ondan itinayla kaçırıp göz temasından kurtulmaya çalışıyordum çünkü mavi irisleri alışık olmadığım şekilde beni tedirgin ediyordu. Evet fazlasıyla güzeldi ancak bir o kadar da korkutucuydu. Yabancı sulardaydım ve her an dibe batabilirdim.

Ben bu düşüncelere boğulmuş tabaktaki adını sanını bilmediğim bitkileri yerken tabağı elimden düşüreceğim kadar şaşkınlık verici bir soru sordu.

"Madem sen bana bir soru sordun, o halde benim de sormama izin ver. Senin suçun olmadığını biliyorum. Fakat neden kaçmayı seçtin?"

Continue Reading

You'll Also Like

187K 19.2K 32
jeongguk: hep hüzünlü şarkılar söylüyorsun jeongguk: sanırım pek mutlu değilsin. (Görüldü ✔️✔️) ancillulaa [2019] ✓
184K 18.1K 21
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
88.8K 6.9K 26
Güldün, ve başladı hikâyem... Gizem/Gerilim içinde #16 Smile içinde #1 Smile içinde #2 [Tamamlandı] İlk kitabım. Acemice yazmış olduğum bir kitap...