Save Me | TAEKOOK |

By Glasting_

5.8M 332K 2.2M

'' Ateşe merak duyan 4 kelebeğin hikayesini bilir misin? '' TaeKook__VKook More

|Korkak|
|Kabuslar|
|Poker face|
|Sessiz çığlıklar|
|Ceza|
|Karşılık |
|Anka kuşu|
|Cehennem |
Kurtar beni..
|Geçmiş|
|Whalien 52|
|Kontrolsüzlük|
Ruh eşi..
|Kelebek|
|Değişim|
|Girdap|
|Karların düştüğü ilk gün|
|Küçüğüm|
|Plan|
Birbirimizindik..
4 kelebek hikayesi..
|İlk yalan|
|Kibrit çöplerinden yapılmış sığınak|
|Deniz feneri|
Fırtına öncesi...
Kırmızı başlıklı kız?
Ressam..
Oyun..
|Kar|
Euphoria | Kalopsia
Cinayet..
İntikam..
|Fanustaki kırmızı gül|
|Geçmişteki masum beni bul|
|Yalancının yarattığı kalopsia|
|Kendine ihanet|
|Kaderin en acımasız cezası|
|7 günlük ömür |
|İstenilen Cesaret|
|Sen ateştin, ben ise bir kelebek|
| Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulurlar|
| ?¿ |

|Güven |

157K 8.5K 58K
By Glasting_

İyi okumalar :)

Gözleri hala gözlerimdeydi ve kahveleri bu sefer gardını indirmişti. Sanırım tanıştığımızdan bu yana gerçek anlamda gözlerinde görebildiğim ilk ve tek şey vardı.

Güven.

Bu duyguyu o kadar net bir şekilde görüp hissedebiliyordum ki, bunun benim umutlu tarafımın uydurduğu bir senaryo olduğunu düşünmekten kendimi alamıyordum.

Güvenmek benim çok yabancı olduğum bir kavramdı. Bu her zaman böyleydi. Birisine güvenmenin ne olduğunu ve gerçekliğini hiçbir zaman öğrenememiş veya hissedememiştim.

Jimin'e güveniyorum ama yaşadığım şeyler beni fazlasıyla tereddütlere düşürüyordu. Korkularım hep ihtimal kırıntılarını önüme göz önüme seriyordu. Basit bir sarılmasında bile vücudum beni uyarıyordu. Kalbim korkuyla çarpıyordu hemen. Ben ona güvensem bile vücudum asla kimseye güvenemiyordu.

Peki Jimin'e bile güvenmeyen bedenim şu an neden onu itmiyor veya neden rahatsızlık duymuyordu? Neden tüm vücudunu bana yaslamış bir şekilde dururken onu itmiyordum? Ve neden yanaklarımda duran elleri için bir şey yapmıyordum?

Yapabileceğimi bildiğim halde yapmıyordum. Gözlerindeki o duyguya daha da dikkat kesilerek baktım.

Ona güvenebilir miydim gerçekten? Ona güvenip bana yardım etmesine izin verebilir miydim? Tüm hayatımı değiştirmesine izin verebilir miydim?

Korkuyorum ama bunu yapmazsam berbat olan hayatım daha da berbat bir hale gelecekti. Bunun olmaması için ona güvenmem gerekiyordu. Onunda bana. Artık kendi benliğimin sonunu göremiyordum. Peki ya bunu yapabilir miydik sahiden?

" Bana, o güveni verebilecek misin? "

Ellerimin altındaki kasları gerildiğinde, bakışlarında ki güven duygusunu daha yoğun hissetmem normal miydi bilmiyorum. Belki şu an aklımı ve kalbimi saran umudum bu duyguya açlığından ötürü bunları bana hissettiriyordu. Belki de gerçekten öyleydi.

" Sana o güveni vereceğim."

Ses tonu söylediğinin aksinin olmadığını düşündüren bir kararlılıktaydı. Bakışları zaten güven duygusuyla sarmalanmış ve beni etkisi altına almış olan umudumu heycanlandırıyordu. Ne demem gerektiğini bilmiyordum ama ne dememem gerektiğini çok iyi biliyordum.

Yanaklarımı okşadığında gözlerimi kapatma istediğimin oluşmasıyla kalbim hızlanmıştı. Bu lanet istekte nereden çıktı şimdi? Onun yanında tepkilerim, isteklerim ve hissettiklerim neden normal değildi?

Gözlerinin içine nasıl bakıyordum bilmiyorum ama o beklentiyle bana bakıyordu. Derin bir nefes alıp gözlerinde görebildiğim tek duyguya odaklandım. Gözlerinde sarmalanmış o duyguyu hissettim. Ve o duyguyu istedim...

" Sana... güveneceğim."

Bunu söylerken ikimizinde kalbinin teklemesi yutkunmama sebebiyet vermişti. Garip bir şekilde bakmaya başlamıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ama anlayamamıştım. O da sanki gözlerime bakarken bir şey anlamak istermiş gibi bakıyordu. Bu farklı bakışları beni de garip hissettiriyordu. Bakışlarını kaçırdığında ilk defa bunu yapmış olduğunu fark etmemle şaşkınca ona baktım. Ama çok fazla uzun sürmedi zaten.

Tekrar bana çevirdi gözlerini. Ellerini yanaklarımdan çekip hala göğüsünde duran ellerimi tuttuğunda ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Onları aramızdan çekip yan taraflara getirerek parmaklarımızı birbirine geçirdiğinde nefesimin kesilip ciğerlerime hava göndermeyi bıraktığını hissedebilmiştim. Parmakları parmaklarımı o kadar çok sıkıyordu ki kalbimin ritimleri tamamen değişmişti. Sanki bana o güveni vereceğinin somut bir kanıtı gibi sıkı sıkıya tutuyordu.

'' O halde bu elleri artık asla bırakamazsın.''

Ona nasıl baktığım hakkında artık cidden bir fikrim yoktu. Çünkü neler hissettiğim hakkında artık hiçbir fikrim yoktu. Ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum ama ellerim istemsizce onun ellerini sıktığında ondan çok ben şaşırmıştım bu hareketime.

Tanrım! Ne yaptım ben az önce öyle? Bunu yapmış mıydım cidden? Neden vücudum ve ben bir türlü anlaşamıyorduk? Neden onu kontrol etmekte bu kadar güçlük çekiyordum?

Bu hareketime gülümsediğinde bakışlarımı dudaklarına indirdim. Buna daha da bir şaşırırken o daha da çok gülümsemişti. Bakışlarımı kaçırıp başka bir yere baktığımda bir elimi bırakıp saçlarımı karıştırdığında bakışlarım anında gözlerini bulmuştu.

'' Çok şaşkınsın gerçekten," diyip gülümsediğinde elleri saçlarımda durmuştu.

Gözlerimi kırpıştırıp bu yaptığı şeyin etkisinden çıkmaya çalıştım ama bu fazlasıyla zordu. Artık hareketlerini ve duygularını takip edemiyordum. Bir an sinirliyken gerçekten serseri olduğunu düşünüyordum, bir an ifadesizliğe büründüğünde psikolog olduğuna kanaat getiriyordum ama bir an ise şu anki gibi fazla samimi oluyordu.

Sanki, bir arkadaş gibi. Hangisinin gerçek karakterini taşıdığını kestiremiyordum. Belki bilsem ona göre davranırdım ve ona göre olan düşüncelerim belirlenirdi ama böylesine değişken bir karakteri olması beni de dengesizleştiriyordu. Tıpkı onun gibi.

Elini saçımdan çekip benden bir iki adım uzaklaşmıştı. Bu uzaklık bir kere daha ne kadar yakın durduğumuzu bana fark ettirmişti. Bakışlarımı hala kenetli olan ellerimize indiğimde onun da bakışları oraya kaymıştı.

Bu... Çok garipti ama ellerimiz o kadar çok, o kadar çok uyumluydu ki kalbimin saçma bir şekilde teklemesine engel olamamıştım. Bakışlarımı ona çevirdiğimde onun hala ellerimize bakıyor olduğunu gördüm ama kaşları çatık bir şekilde?

Neden böyle baktığını bilmesem de rahatsız olup elimi çekmek istediğimde bakışları beni bulmuştu. Ellerimi daha da sıkıp sanki dahası mümkünmüş gibi parmaklarını parmaklarıma iyice geçirmişti.

" Dokunuşlarıma alışmanı istiyorum," dediğinde kendimi sıkmıştım.

" B-bunu neden istiyorsun? "

" Birazdan söyleyeceğim. Önce oturalım," diyip önüne dönerek çekiştirdiğin de bir şey demeden onu takip etmeye başlamıştım.

Önde yürümeye başladığında bakışlarım ellerimize kaydı tekrar. Onun beyaz ten rengine oranla daha koyu olan bir ten rengim vardı. Çok esmer değildim ama onun kadar beyazda değildim. Bu zıtlıklara rağmen neden ellerimiz bu kadar uyumlu durmuştu ki?


Düşüncelerime kaşlarımı çattığım sırada durmuştu. Karşımda durup yavaşça elimi serbest bıraktığında parmaklarımın arasından süzülen hava titrememi sağlamıştı. Bunun sadece çok fazla sıktığı için olduğunu kendime hatırlatıp yerime oturmuştum. O da yerine oturduğunda bakışlarımı yerdeydi.

'' Bana bak."

Bakışlarımı ona çevirmiştim. Bir şey daha söyleyecekken kapı çalmıştı. Bakışları gözlerimde bir süre daha oyalanıp, kapıya doğru dönerek gelmesini söylediğinde bende oraya baktım.

Sekreter içeri girdiğinde bakışlarım bacaklarına kaymıştı direk. Kısacık olan eteği neden sanki daha da kısalmış gibime geliyordu? Belki de ben yanılıyorumdur bilmiyorum.

İkimizde ona bakarken o sadece doktora bakıyordu. Değişik bakıyordu biraz. Sanki... onu etkilemeye çalışırmış gibi?

Birden kendi düşündüklerime kaşlarımı çattım. Bana neydi ki? Ne diye bunu düşünüyordum. istiyorsa üzerine bile atlayabilirdi.

'' Bay Jeon, randevu saatinin geçtiğini söyleyecektim," derken şaşırmıştım. Hiç farkında değildim. Bakışlarımı ona çevirdiğimde kaşlarını çattığını görmüştüm.

'' Farkındaydım. İçeride bir hasta varken sana girmemeni söylemiştim. Bir daha tekrarlamazsan iyi olur. Mesai saatin bitti. Raporları bırakıp çıkabilirsin. ''

Kızın suratını bir şaşkınlık kapladığında kısaca bana bakıp tekrar doktora bakmıştı. Sanırım benim yanımda böyle bir tepki göstermeyeceğini düşünmüş olmalı. Bu biraz garip bir durumdu ama onun bu kaba davranışlarını biliyordum ve alışmıştım da.

Hatta az önce de sırtımı kapıya çarptığında kabalığını bizzat uygulamıştı. O da benim bu kaba hallerini bildiğimi bildiği için gerçek halini yansıtmaktan çekinmiyordu ama tabiiki kız bunun farkında değildi.

Suratını toparlamaya çalıştı ama ne kadar olursa artık. Masaya gidip gerçekten saçma bir şekilde eğilerek dosyaları bırakmıştı. Bu hareketiyle bacakları tamamen açılmıştı. Onu etkilemek için garip bir yaklaşımdı cidden.

'' Yeon-ah yerde ki kalemimi de masama bırakır mısın?"

Kız arkasını dönüp doktora baktı.

'' Tabii," diyip gülümsemişti.

Onunla tekrar iyi bir şekilde konuştuğu için sevinmiş olmalıydı. Ya da belki de bir yerlerini doktora göstermeye fırsat kazandığı için sevinmişti. Böyle diyordum çünkü kız dosyaları bırakıp yere eğildiğinde ciddi anlamda tüm bacakları ortaya çıkmıştı. Kızın iç çamaşırının görünmesine santimler kaldığını rahatlıkla söyleyebilirdim bile.

Hiç utanması yok muydu cidden? Bakışlarımı ondan çekip doktora baktığımda bana baktığını görmemle şaşırmıştım. Dikkatle yüzüme bakıyordu. Bakışları hala bendeyken kızın sesiyle ona döndük.

'' Başka bir isteğiniz var mı?'' deyip yine gülümsemişti.

'' Çıkabilirsin.''

Kız ciddi anlamda afallamış gibi duruyordu. Neden böyle davrandığını sorguluyor olmalıydı. Sahiden neden böyle davranmıştı ki? Cidden çok dengesiz bir adamdı.

'' Peki o zaman... iyi akşamlar.''

Yine doktora bakmıştı. Benim varlığımın haberinde olduğundan bile emin değildim zaten. Doktor sadece başını salladığında kız biraz duraksayıp sonra önüne dönerek çıkmıştı. O gittikten sonra doktor ayağa kalkıp gerinmişti.

'' Kafamı çok karıştırıyorsun Taehyung,"

Hala esnerken bunu söylemişti. Kafamı kaldırıp ona baktım. Ne kafa karışıklığından bahsediyordu? Ne yapmıştım ki ben şimdi?

'' Ne yaptım ki ben?''

Sesimle beraber bakışlarını bana çevirip gülümsemişti. Şaşkın bakışlarım gülümsemesine takılı kalırken birden dudaklarını yalamasıyla gözlerimi kırpıştırdım. Bakışlarımı kaçırdığımda neden bakışlarımı kaçırdığım hakkında salakça bir tartışmaya girmiştim kendi içimde veya neden gülümsediğine?

'' Farkında olmadan birçok şey,"

Söylediğiyle bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Hala ayakta olduğu için başımı kaldırmak zorunda kalmıştım. Ne yaptığımı gerçekten bilmiyordum.

'' Birçok şey?'' derken gözleri üzerimdeydi.

Ellerini siyah, dolgun saçlarının arasına koyup karıştırmıştı. Perçemlerinin alnına düşmesini sağlarken bakışları bendeydi hala ve bu dağınık saçlarının ona yakıştığı-

Düşüncelerimle kaşlarımı çatıp bakışlarımı ellerime indirdim. Tanrı aşkına, bugün düşüncelerimin nesi vardı böyle? Koltuğa oturduğunda ona baktım.

'' Emin olduğumda bunla ilgili de konuşacağız ama önce hastalığın ve tedavinle ilgili konuşalım," dediğinde konunun gerçek anlamda dağılmış olduğunun farkına varmıştım.

Garip sorularından ve tartışmamızdan hemen önce benim farkında olmadığım bir hastalığımdan söz etmişti. Benim farkında olmadığım ne gibi bir hastalığım olabilirdi ki? Bir sorun olsa fark ederdim. Yani, sanırım...

" Farkında olmadığım hastalığımdan bahsetmiştin?"

" Evet. Bahsetmiştim ama bundan hala emin değilim. Senin durumun çok karışık gerçekten."

" Nasıl yani? Dediklerinden bir şey anlayamıyorum. Hastalığın adını söyler misin? " dediğimde durup bana baktı. Emin misin dermiş gibi. Duymak istediğimi anladığında konuşmuştu.

" Tahmin ettiğim hastalık... Cinsel tiksinme bozukluğu."

Bu dediğiyle ne diyeceğimi bilememiştim. O sorduğu saçma sorular bunun için miydi yani? Böyle bir hastalık olduğunu dahi bilmiyordum. Cidden bu konuları hiç düşünmemiştim. Düşünmeyi her zaman reddetmiştim çünkü aklıma dolan o iğrenç şeyler midemi bulandırıyordu. Sadece benim değil eminim bu herkesin midesini bulandırıyordur.

" Cinsellikten insanın midesinin bulanması veya tiksinmesi hastalıktan mı sayılıyor? Bu çok saçma."

" Cevabından da anlaşıldığı üzere sana göre doğru olan bu. Fakat bir insanda cinsellik olması gereken ve normal olan bir şey.''

'' Olması gereken bir şey değil.''

'' Belki ama tiksinç gelmesi de normal değil. Açıkçası bu hastalığın sende ne derece ileri olduğunu bilmiyorum çünkü fobin bunu görmeme engel oluyor."

" Onunla ne alakası var?"

" Şöyle ki, eğer fobin olmasaydı belki de bir ilişki yaşayabilirdin. Yaşadığın şeylerden sonra normal bir ilişki kursaydın ve o halde sana tiskinç gelseydi bu hastalığın olduğunu gösterirdi ve seviyesini belirlememize yardımcı olurdu. Ama dokunma fobin yüzünden normal bir ilişkiye giremedin veya şu an giremiyorsun. Sana bunların aslında normal olduğunu gösterecek birisi olsaydı hayatında belki de hastalığın bu yönde ilerlemezdi. Şu anda da bu hastalığın sendeki varlık derecesini ölçmem gerekiyor. Yani sana tekrar soru sormam gerek."

İlişkiye girmek derken duygusal bir ilişkiden bahsettiğini anlamıştım. Haklı olduğunu kabul etmek istemesem bile haklı olduğu kısımlar vardı. Mesela fobim yüzünden insanlarla normal bir arkadaşlık bile kuramıyordum. Kuramıyorum da hala.

Ayrıca kursam ne değişecekti ki? Bana bu iğrenç şeyleri sevdirecek miydi cidden? Benim dünyamda sadece korkularımın sözü geçerdi. Onun için korkularıma katlanacak birisinin karşıma çıkması imkansız gibi bir şeydi. Daldığım düşüncelerden sesiyle çıkmıştım.

" Açık konuşacağım Taehyung. Bu hastalığın sende olduğunu düşündüğüm için cinsellikle ilgili hiçbir şeyin ilgini çekmediğini hatta tiksindiğini düşünüyorum ve hatta az önce sekreterim yere eğildiğinde ki bacakları çok güzel bir şekilde göz önüne serildi ama sen o kadar boş bakıyordun ki o bakışların bu düşüncemi kanıtlar nitelikteydi. Ve bu tahminime bağlı olarak erektil disfonksiyonun oluşma ihtimalin çok fazl-"

" Bir dakika. Ne fonksiyonu?" dedim sözünü keserek. Sekterini kullanarak yaptığı testi şimdilik es geçmiştim.

" Erektil disfonksiyon. Yani sertleşme problemi." dediğinde garip bir şekilde ona baktım. Midem ezilirken vücut ısımın yükseldiğini hissedebiliyordum. Tepkimi biraz bile takmayıp kaldığı yerden devam etmişti.

" Bu ihtimal fazla olduğu için bunları ve daha başka birçok soru sormam gerekiyor ama bugün değil. Bugünlük sadece şunu sormak istiyorum. Hiç... Sertleştiğin bir an oldu mu? "

Hala ona garip bir şekilde bakıyordum. Ne diyeceğimi cidden bilemiyordum. İster istemez kendimi tuhaf hissediyordum. Midem bulanıyordu. Bu konuları daha önce hiç kimseyle konuşmamıştım. Jimin'le bile bu konuları konuşmazdık. Hatta bir keresinde evde bir kızla beraber olduğunda onunla bir hafta gibi bir süreliğine konuşmamıştım. Barıştığımızda ise birkaç kez konuyu açıp soru sormaya çalışmıştı ama katı bir dille uyararak konuyu kapatmasını sağlamıştım.

Hala benden bir cevap beklerken bakışlarımı odanın içinde gezdirdim istemsizce. Kaçamak bakışlarla ona bakarken konuşmuştum tekrar.

" B-ben, bilmiyorum. Yani hayır."

Dediğimde tek kaşını kaldırmıştı. Anladım der gibi başını salladığında bakışlarımı tamamen ondan çektim. Sesini duymamla bakışlarımı tekrar ona çevirdim.

" Karmaşık bir hastalığın olduğunu biliyordum ama,  neyse. Şimdi sana bundan sonra yapmamız gereken şeyleri anlatacağım. Tedavini iki şekilde yürüteceğim. Psikolojik tedavi ve fiziksel tedavi."

" Fiziksel tedavi?"

" Fiziksel tedavi."

" Fiziksel tedavi de ne demek?"

" Demek oluyor ki... Fobinin üzerine gideceğim. Az önce de elini tuttuğumda dokunuşlarıma alışmanı söylemiştim. Bu yüzdendi. Bu fobilerin tedavisinde kullanılan tek tedavi yöntemi. Korkuların üzerine gitmek. "

" S-saçmalama. İ-ilaç falan yok mu? Veya başka bir şey? "

" Buraya gelirken ne sanıyordun ki? Bu hastalığını ilaçlarla es geçeceğimi mi?"

" B-ben..." deyip sessiz kaldığımda tekrar konuştu.

" Bak, fobilerin tek tedavisi bu ve hastalığın yüzünden diğer hastalıkların türüyor. Buna engel olmazsak diğerlerini tedavi etmem mümkün değil. "

" Bu da ne deme-.. Tanrım!.. Bir dakika! Diğer hastalığımda da mı fiziksel tedavi olacağım? " derken gözlerim istemsizce büyümüştü. Ne dediğimi anlayıp bu tepkime güldüğünde kaşlarımı çattım. Neye gülüyordu yine bu?

" Tanrım! Ne kurguluyorsun sen aklında öyle? Elbetteki hayır. Eğer bu problemin ortadan kalkarsa ilaç tedavine başlayacağım ve birkaç bir şey daha yapacağım ama kesinlikle düşündüklerini yapmayacağımdan emin olabilirsin," diyip tekrar gülmüştü.

Bu dediğiyle rahatlarken hala gülüyordu. Benimle bu kadar rahat olması garip bir şekilde beni de rahatlatıyordu. Yanımda kendini değiştirmeden benimle konuşması veya hareketlerini değiştirmemesi yabancılık çekmememi sağlıyordu. Eğer kasıntı, ciddi veya yapmacık bir şekilde dursaydı rahatsız olup ona anlatamazdım büyük bir ihtimal. O da bunun farkındaymış gibi fazla rahattı.

Söylediklerini düşünmeden söylemesi cidden beni sinir etsede en azından aklından geçenleri söylüyordu. En azından ben öyle düşünüyordum.

Bunu az önce yapmamda düşüncelerime çok ironik kaçmıştı. Cidden neden bu kadar aptalca bir şey dedim ki? İstemsizce yaptığım aptallığa gülümsemiştim. Gözleri gülüşüme kaydığında gülmesini durdurmuştu. Hafif bir tebessüm ve şaşkınlıkla bakıyordu.

Rahatsız olup yüzümdeki saçma gülümsemeyi sildiğimde bakışlarını gözlerime çıkarmıştı. Bir süre anlayamadığım bakışlarla gözlerime bakmıştı ama hemen tekrar bakışları ifadesizliğe bürüyüp boğazını temizleyerek gözlerini kaçırdığında bunu ikinci defa yapması garibime gitmişti.

" Neyse, devem ediyorum. Dediğim gibi tedavini iki şekilde yapacağım. Psikolojik tedavi ve fiziksel tedavi şeklinde. Onun için tedavinin saat süreleri değişebilir. Bu değişiklik psikolojik tedavilerini etkilemez ama fiziksel tedavilerini yapmak zor olacak. Çünkü gerçekten çok fazla hastam var. O yüzden fiziksel tedavilerini mesai saatlerimin dışına almayı düşünüyorum. Yani mesela... Iımm bu saatlerde. Ve ayrıca senden yapmanı istediğim şey, o zorla getirildiğin arkadaş ortamına elinden geldiğince daha fazla girmen."

" Bir dakika, bir dakika. Ne demek mesai saatlerimin dışında ve ne demek arkadaş ortamına fazla girmen?"

" Dediğim gibi çok fazla hastam var ve senin için iki seans yapmam çok zor ki; geliştirdiğin özgül fobin ve buna bağlı olarak emin olmadığım hastalıkların konusunda hassas olmak zorundayım. İlk defa böyle bir fobiyle karşı karşıyayım. Ne olduğunu dikkatle öğrenmem, incelemem gerekiyor ve gün içinde de buna ayırabileceğim vaktim çok az."

Kafam karışık bir şekilde onu dinlerken anlamış gibi daha yavaş ve daha dikkatli konuştu.

" İlgilenemeyebilirim. O yüzden mesai saatlerimin dışında yapacağım. Ve ikinci 'ne demek?' adlı sorunun cevabı ise belli. Bizimle beraber takılmanı istiyorum. Bunu yapmak istemezdim ama başka seçeneğimiz yok. Elimizden geldiğince fobinin üzerine gitmeliyiz. Öyle bakma. Elbette bunu senden hemen istemeyeceğim. Tedavilerimiz ilerlerken yavaş yavaş onlarla iletişim haline gireceksin. Diğerlerini bilmem ama Mark ve Yoongi cidden iyi birer arkadaş. Endişelenme. Zaten, ben orada olacağım. Jimin de olacaktır. "

Ben bu saatlerde nasıl gelecektim ki? Arabam bile yoktu. Ki olsa bile işten çok yorgun bir şekilde geliyor-Tanrım tamam!

Bunlar bahaneydi. Kabul. Cidden bu tedaviyi yapmak istemiyordum. Hem de bu saatte ve ne kadar süreceğini bilmediğim bir tedavi. Kim kabul ederdi ki?

Ayrıca onun arkadaş ortamına girmemi söylüyordu. Arkadaşlarını kullanarak korkularımın üstüne gitmeyi planlıyor ve ben bunu istemiyordum ama yapmaktan başka çarem de yoktu.

'' Bunu yapmam gerekli mi gerçekten?''

'' Gerekli olmasa söylemezdim.''

'' Jimin olmayacak ve ben o olmadan yapamam. Bunun için biraz bekleyelim.''

'' Jimin neden orada olmasın ki?''

'' Babasından dolayı. Onların yanında olması gerekiyor ve gece geç saatlere kadar şirkette oluyor. Onun için, Mark'ın ve diğerlerin yanına gittiğimde o orada olamayacak ve ben bunu yapabilir miyim bilmiyorum.''

'' Anladım. Babasının durumunu Mark'tan öğrenmiştim. Fakat dediğim gibi o yoksa ben varım. Sürekli yanında olacağım. Sana yardım edeceğim. Sana zarar gelmesine izin vermem. O yüzden endişelenme," dediğinde biraz olsun rahatlasam da bunu yapmak istemiyordum.

Hem de hiç. Daha tedaviyi kabul etmek benim için zorken birde daha fazla insanla bunu sürdürmek çok daha zor olacaktı. Derin bir nefes alıp verdiğimde bakışlarımı ondan çekip etrafta gezdirdim ama sesiyle ona baktım.

'' Bu günlük bu kadar. Çok değişik bir gündü gerçekten. Seni normal bir hastam olarak görmek çok zor. Yine de, eğer biz o partide karşılaşmasaydık bile seninle en az bu kadar garip bir seansımızın olacağını düşünüyorum nedense," dedi.

Herbir cümlesi buram buram ima kokuyordu. Ne diyebilirdim ki? bende onun gibi düşünüyordum ama bu benden kaynaklı olan bir şey değildi. Kesinlikle onun dengesizliğinden çıkan bir gariplikti.

" Fazlasıyla garipti," deyip ayağa kalkmıştım. O da benimle birlikte ayağa kalktığında konuşmuştu tekrar.

" Fiziksel tedavi günlerini sana daha sonra söyleyeceğim. 3 gün sonra ki görüşmemiz yani pazartesi günü psikolojik tedavi olacak. 3 gün sonra yine aynı saatte burada ol. O zamana kadar kendine dikkat et."

Bir yandan da yürüyerek kapıya kadar gelmiştik. Ona bakıp kafamı sallamıştım sadece. Bir şey demeden birbirimize baktığımızda sessizlik oluşmuştu. Bugün gerçekten onunla fazla bakışmıştık ve ben onun gözlerindeki boşlukta duygu arama kotamı doldurmuştum.

" İyi akşamlar," dediğimde o da iyi akşamlar dilemişti.

Daha fazla oyalanmadan arkamı dönüp kapıyı açtığımda aklıma dolan görüntüleri es geçmiştim. Çünkü düşündükçe sırtım kendini hatırlatmak istermiş gibi sızlıyordu.

Dışarı çıktığımda sırtımdaki bakışları hissedebiliyordum. Arkamı dönme isteğimi bastırıp koridoru dönmüştüm. Kapının kapatılma sesi geldiğinde onun da içeri girdiğini anlamıştım.

Koridorda yürürken adım seslerimden başka çıt çıkmıyordu ve bu gerçekten korkuyucuydu. Normalde de korkardım ama bu kadar değildi. Bunun sebebi de gayet açıktı. Birkaç gündür Jimin'in evde olmaması duyularımı iki katına çıkarmıştı ve evde tek kaldığımda paranoyağa bağlıyordum. Sanki izleniyormuşum gibi hissetmemin başka açıklaması olamazdı çünkü veya şu anki saçma sapan korkumun.

Sekreterlik masasının boş olduğunu görmemle kızın çoktan gittiğini anlamıştım. Bunu takmayıp cam kapının önüne geldiğimde kulpundan tutup kendime çekmiştim ama bir sorun vardı. Kapı açılmıyordu. Sıkışmıştır diye tekrar tekrar kendime çektim ama olmuyordu. Neden açılmıyordu ki bu lanet kapı?

İçimi bir tedirginlik kaplarken cam kapıdan dışarı baktım. Kara bulutların gökyüzünü kapladığını görmüştüm ve şu an bu karanlık orman, ay ışığının milimini bile üzerinde olmasını istemiyormuşcasına zifiri karanlığa bürünmüştü.

Gelirken bu bulutlar bu kadar değildi. Nereden çıkmıştı ki şimdi? Ormanın içine daha dikkatli baktığımda sanki birisinin geçtiğini görmemle titremiştim.

Yine mi?

Korkuyla kalbim çarparken yapabileceğim tek şeyi yapıp geriye dönerek doktorun odasına hızlı adımlarla ilerlemekti. Sanki arkamdan geliyormuşcasına adımlarım seriydi.

Köşeyi döndüğümde adımlarım o kadar çok hızlanmıştı ki nefes nefese kalmıştım. Korkuyla birden kapıyı sesli bir şekilde açıp hemen kapatmıştım. Yutkunup bakışlarımı etrafta gezdirdim hemen doktoru görebilmek için ama birden bir gürültü kopunca kalbim teklemişti. Gök gürlemişti ve o kadar sesliydi ki büyük cam pencereyi sarsmıştı.

Doktoru ortalıkta göremeyince endişem iki katına çıkarken neler olduğunu sorgulayıp duruyordum. Kapı neden açılmıyordu ve doktor şu an neredeydi? Ve orada gördüğüm kişi gerçek miydi yoksa son birkaç gündür olduğu gibi kuruntularımdan biri miydi?

Ben endişeyle bunları düşünürken birden hemen çaprazımda ki kapı açıldığında yerimden sıçramıştım. Bakışlarımı oraya çevirdim korkuyla.

" Taehyung?"

Şaşkınlıkla bana bakan onu gördüğümde sevinmiştim. Burnumu çekip derin bir nefes vermiştim. Onu göreceğim için sevineceğimi hiç düşünmemiştim cidden.

Hızla yanına gittiğimde bir iki adım mesafe bırakıp yanında durmuştum. Ona bu kadar yaklaşmamdan dolayı daha da bir şaşkınca bakıyordu. Şu an cidden korkmuştum ve birilerinin yanımda olduğunu bilmem iyi hissetirdiği için yakınında durmuştum. Şaşkın bakışları umrumda bile değildi yani.

Bakışlarım üzerine kaydığında şaşkınlığı yaşayan kişi ben olmuştum bu sefer. Gömleğinin önü tamamen açıktı ve karın kaslarının hepsi net bir şekilde görünüyordu. Siyah saçları dağınık duruyordu ve kaslı göğsünün üzerinde tam olarak göremediğim bir dövmesi duruyordu. Bu görüntüsü o kadar... Değişikti ki kasılmama neden olmuştu. Bakışlarımı yüzüne çıkardığımda bu durumu gram takmayıp bana odaklı olduğunu görmüştüm.

" Gitmemiş miydin sen?"

" Gidecektim ama kapı açılmadı," dedim sessizce.

Neden sessizleşmiştim ki? Saçma sapan düşüncelerim aklımda belirmeye başladığında kendime küfredip bunun sebebini korkuma bağlamıştım. Kaşlarını çattığında bir şey söyleyecekti ama kaşlarını birden eski haline getirmesi uzun sürmemişti.

" Ahh tabii ya. Sekretere çıkmadan önce kapıyı kilitlemesini söylerim her zaman. Ondan açamamışsındır," dediğinde tuhaf bir şekilde ona baktım.

" Neden kilitliyorsun ki? "

" Sence? Bir ormanın ortasında klinik açmam yeterli bir cevap olur mu? "

" Yine de ben buradayken kitlemesi çok saçma," diye homurdandığımda bakışlarını yüzümde gezdirip gülümsememişti.

" Korktun mu?"

" Sa-saçmalama. Tabii ki de hayır."

Ben tam bir aptaldım. Kekelemiş olmam resmen ' ben korktum ' diye itiraf edişimdi. Ağzımı açmasaydım daha iyiydi. İçimden kendime küfürler yağdırırken bakışlarımı kaçırmıştım.

" Pekala, öyle olsun," derken bakışlarım ona kaydı tekrar.

Gömleğinin alttaki düğmelerini iliklerken bunu söylemişti. Bakışlarımı ondan kaçırıp bekledim. Hala iliklerken antika çalışma masasının yanına gitti. Çekmeceyi açıp içinden bir anahtar çıkardı. Bakışlarımı ondan çekip önünde durduğum aralık kapıya çevirdim. Pek bir şey görememiş olsam da bir dolap görmüştüm. Kıyafet dolabına benziyordu ama emin de değildim. Doktorun yanıma ne zaman geldiğini bilmiyordum ama kapıyı kapatmasıyla oraya bakmayı kesmiştim.

" Hadi gel. Sana kapıyı açayım."

Üstten üç düğmesi hala açıktı ve dövmesinin küçük bir kısmı görünüyordu. Dövmesine daha dikkatli bakacaktım ama yaptığım şeyin farkına varıp kaşlarımı çattım.

Bugün gözlerime hakim olamıyordum bir türlü. Gözlerimi başka yerde oyalayıp kafamı sallamıştım. Beraber kapıdan dışarı çıktığımızda yakınında yürümeye dikkat ediyordum. O da bunun farkındaydı eminim ama sesini çıkarmıyordu.

Küçük koridoru dönüp uzun koridora gelmiştik yakınında yürürken sessizdik ikimizde ama dışarıdan gelen yağmurun sesi bu sessizliği bozuyordu. Kapının önüne geldiğimizde ikimizde dışarı baktık.

Şaşırmadan edemedim. Daha az önce yağmur yağmıyordu nasıl bu kadar hızlı yağmur yağabilirdi? Birden etrafı beyaz bir ışık kaplayıp anında karanlığa bıraktığında korkuyla doktorun koluna gitmişti elim. Bakışlarımı anında ona çevirdiğimde onunda bana baktığını gördüm. Geri çekecektim ama gök gürleyince elimin altındaki kolunu istemsizce sıkmıştım. Bir şey demeden bekledi öylece. Elimi çektiğimde konuşmuştu.

" Neyle geldin buraya?"

" Taksiyle," derken kaşları hafif çatılmıştı.

" Neyle geri gitmeyi planlıyorsun peki? "

" Taksiyle?"

Yüzünü kararsızlık kapladı.

" Taksilerin bu havada ve bu saatte buraya kadar geleceğini hiç sanmıyorum. Seni ben bırakayım."

" Gerek Yok. Ararım bir taksi durağını gelir. Gelmezse de otobüse binerim."

" Şu saatte bir gelen otobüslerden mi bahsediyorsun? " dediğinde omuz silktim.

" Bekleyebilirim," dediğimde gülmüştü.

" Taehyung dışarıda fırtına var ve sen gök gürültüsünden korkuyorsun. Ne zaman geleceğini bilmediğin bir otobüsü beklerken soğuktan değil korkudan ölürsün. Emin ol. "

Haklı olduğunu bilsem de sinirlenmiştim. Ne diye yüzüme vuruyordu ki? Bir şey demediğim de kabullendiğimi anlamışcasına gülümsemişti.

" Tamam o halde seni ben götürüyorum. Ama önce, duş almam gerekiyor. Beni istersen burada, istersen de ofiste bekleyebilirsin?"

Durup ona baktım düz bir şekilde. Duş mu alacaktı? Ama nerede? Ofisinin içindeki oda aklıma dolunca anlamıştım. Bir kıyafet dolabı vardı ve zaten oradan çıkarken gömleğinin düğmelerini açmıştı. Ben gelmeseydim büyük bir ihtimalle duş alacaktı. Ofisinin içinde bir oda demek? Akıllıcaydı.

Cevap vermediğim aklıma dolunca ne demem gerektiğini bilemedim. Onunla beraber ofise gitmek istiyordum ama az önce resmen bana küçük çocuk muamelesi yapmıştı. Ama bu korkunç yerde beklemekte istemiyordum. Ben yüzüne öylece bakınca bileğimden tutup çekiştirdi.

" Ne çok düşündün öyle. Gel hadi."

Bir şey dememiştim. Bileğimden tutup çekmeseydi orada öylece bekleyebilirdim. Küçük koridora geldiğimizde ofisin kapısını açıp içeriye girerek bileğimi bırakmıştı. Kapıyı ardımdan kapatıp bana baktı.

" 10-15 dakikaya kadar gelirim. Kanepeye geçip oturabilirsin," dediğinde kafamı salladım sadece o da bir şey demeden içeri gitmişti.

Etrafıma bakınıp dediğini yaparak kanepeye doğru ilerledim. Tam önünde durduğumda oturmak yerine ayakta durup tabloya bakmaya başlamıştım. Bu tablonun neden bu kadar ilgimi çektiğini bilmiyorum. Aslında basit bir tabloydu. 4 kelebek ortada yanan bir ateşe bakıyorlardı ama neden bu kadar ilgimi çektiği hakkında bir fikrim yoktu veya doktorun bu basit tabloyu neden buraya astığı hakkında da bir fikrim yoktu ama nedense onun boş şeyler yapacağını düşünmüyordum.

Kollarında ki dövmeler gibi. Zeki birisiydi. Fazlasıyla hem de. Şu kısa zamanda tüm hayatımda şaşırmadığım kadar zekasıyla beni şaşırtmıştı. Bu kadar mantıklı bir adamın buraya astığı bu basit tablonun veya kollarında ki dövmelerin boşu boşuna olduğunu kimse bana inandıramazdı. Merak etmeyi bilmeyen ben bile anlamlarını merak etmiştim istemsizce.

Birden büyük bir gürültü koptuğunda yerimden sıçramıştım ama bunla da kalmayıp elektrikler gittiğinde tedirginlikle etrafıma bakınıp yerimde dönmeye başlamıştım. Kahretsin! Bir bu eksikti.

Korkuyla etrafıma bakındım yine ama o kadar karanlıktı ki bir iki santim ileriyi bile göremiyordum. Yutkunup sakin olmaya çalıştım ama olmuyordu. Doktorun girdiği taraftan kapının sesi geldiğinde hemen oraya baktım ama yine hiçbir bok göremiyordum. Birden tekrar gök gürleyince titremeye başlamıştım.

" Taehyung? İyi misin? "

" İ-iyiyim."

İyi değildim. Bunu o da fark etmiş olmalı ki adım seslerinin yanıma doğru geldiğini hissediyordum. Tanrı aşkına bu karanlıkta nasıl görüyordu o öyle? Yanıma geldiğinde biraz bekleyip elini sol omzuma koyarak aşağıya doğru ilerletip elimi bulmuştu. Ellerimi tutup sıktığında yutkunmuştum.

" Sakin ol. Birazdan jeneratörler çalışır."

" Sakinim."

Sesim tamamen boğuk çıkmıştı. Yine salak gibi kendimi belli ettiğimde gülmesini bekledim ama öyle bir şey olmamıştı. Daha da yakınıma geldiğini hissettiğimde o ferah kokusu daha yoğun bir şekilde burnuma dolmuştu. Garip bir şekilde kalbim teklerken titremelerimin azaltığını hissediyordum.

Kokusu... Cidden beni rahatlatıyordu. İstemsizce gözlerim kapanırken sadece kokusuna odaklanmaya başladım. Koku daha da çok burnuma dolduğunda çok yakımda olduğunu hissedebiliyordum. Kalbimin ritimleri değişirken kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tutuyordum.

Dışarıda yağan yağmurun dışında çıt çıkmıyordu ama bu sessizlik çokta uzun sürmemişti. Tekrar gök gürlediğinde gözlerimi açıp telaşla onun yanımda olduğuna emin olmak için boşta olan elimi öne doğru kaldırıp gelişi güzel savurdum. Ama elim, ıslak tenine değdiğinde durmuştum. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım.

Çıplak mıydı? Kalbim göğüs kafesimi zorlarken şaşkınlıktan ne yapacağımı bilememiştim. Bir süre öylece durduk. Konuşmamıştı. Kendime geldiğimde elimi çekecekken birden elinin içinde olan elimi alıp çıplak ve nemli olan beline koymuştu. Diğer elim hala onun üzerinde olduğu için onuda beline yerleştirmişti. Ellerimi belinin arkasına doğru ilerletirken biraz daha bana yaklaşarak ellerimi belinin arkasında birleştirmişti. Tüm vücudum titrerken ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Nefes alış verişlerim düzensizleşmişti.

" N-ne yapıyorsun?" derken sesim fısıltı denemeyecek kadar kısık çıkmıştı. Yüzünü çok yakımda olduğunu hissetmemle kısa ve sık nefesler almaya başlamıştım.

" Fiziksel tedavine hazır bu kadar yakınken başlayayım istedim," dediğinde nefesi yüzüme çarpmıştı.

Dalga mı geçiyordu yoksa gerçekten tedavim için mi yapıyordu bilmiyorum ama buna çok hazırlıksız yakalanmıştım. Titremelerim artarken tekrar onun sesini duymuştum.

" Şşş... Tamamen çıplak değilim sakin ol. Şu an beni görmemen senin için bir avantaj. O yüzden ben ellerini bıraktığımda yavaş bir şekilde bana sarılmanı istiyorum," derken yutkunmuştum. Terlemeye başlamıştım ve dediği şeylere odaklanmakta zorlanıyordum.

" Bana güven. Bir şey olmayacak."

Gözlerini veya yüzünü göremesem bile sesinden ona güvenmemi istediğini fark etmiştim.

Dudaklarımı ısırdığımda çenemin bile titrediğini fark etmiştim. Derin bir nefes alıp verdiğimde kısık tondaki sesi kulaklarıma dolmuştu.

" Şimdi ellerini bırakacağım. Yavaşça bana sarıl ve elinden geldiğince yakınlaş. Bu süre zarfında sana dokunmayacağım," dediğinde biraz bekleyip eklemişti tekrar. " Söz veriyorum."

" B-ben ya-yapamam."

" Yapabilirsin Taehyung. Güven bana," dedi tekrar.

Bunu yapabilirim. Bunu yapabilirim. Bu basit bir şey. Bir şey olmayacak. Sana zarar vermeyecek.

Derin bir nefes aldığımda sesini duydum tekrar.

" Ellerini bırakıyorum."

Belinin arkasında olan ellerimizi yavaşça ayırmıştı. Ellerini tamamen çektiğinde ellerim belinin arkasında öylece duruyordu hala. Ne yapacağımı bilmiyordum ve bir yandan bir şey olmayacağına kendimi inandırıp sakinleşmeye çalışıyordum.

" Bunu yapabilirsin... Düşünmen gereken tek şey bunun normal bir dokunuş olması ve sana zarar vermeyecek olmam. Sana zarar vermeyeceğim. Sana dokunmacağım Taehyung."

Sesi beni sakinleştirmek için çok dingin çıkıyordu. Söylediği şeylere odaklandım.

" Şimdi... Ellerini belime sar iyice."

Nefes alış verişlerim hızlanırken dediğini yapmaya kendimi hazırlıyordum ama sesini duymamla tekrar ona dikkat kesildim.

" Dokun bana."

Kalbim hızla çarparken ellerimi hareket ettirip nemli olan tenine avuç içlerimi sürterek ona yakınlaştım. Avuç içlerime değen ten çok pürüzsüzdü. Nefeslerim sıklaşmıştı ve şu an tam önünde hissettiğim göğüsüne çarpıyordu. Arkadan ellerimi birleştirdiğimde ona daha da yakınlaşmak zorunda kalmıştım. Burnum tenine değdiğinde onun kokusu ciğerlerime işlemişti adeta. Sanırım yüzüm boynuna denk gelmişti. Ne yapacağımı bilmez bir şekilde öylece kaldığımda sesini duydum.

" Ellerini arkada birleştirme. Sırtıma yerleştir."

Sesi boğuk çıkmıştı.

Buna takılmadan birbirine bağladığım ellerimi açıp sırtına yerleştirdim ama tam o anda yine gök gürleyince ne yaptığımı bilmeden ona sarılıp yüzümü boynuna gömmüştüm. Ses bir iki saniye daha sürdükten sonra kesilmişti.

Yerini yağmur sesine bıraktığında şaşkınlıkla donup kalmıştım. Onunda benden farkı yoktu. Nefeslerim boynuna çarparken elektiriklerin olmadığına dua etmiştim. Şu an cidden utançtan ölebilirdim. Ondan geri çekilecekken sesini duydum.

" Öylece dur. Biraz böyle kalalım. Alışmanı istiyorum," dedi ifadesiz bir tonda.

Yutkunup dediğini yaptım ama iyi değildim. Hala fazlaca terliyordum ve kalbim normalin üzerinde bir hızda atıyordu. Zaten nefes alış verişlerim boynuna her çarpışında nefes alma isteğim gidiyordu.

" Şimdi sakinleş biraz. Bedensel belirtilerini düşünme. Korkma. Beni görmüyorsun zaten. Sana zarar vermeyeceğimi de biliyorsun?"

" B-biliyorum."

" Güzel. O halde biraz muhabbet edebiliz. Değil mi?"

" Hı-hımm."

" O zaman... şu an aklına gelen güzel bir şey söyle," dediğinde kalbim çok hızlı atıyordu.

Söylediklerine odaklanmak çok zordu. İster istemez sırtında olan ellerim sıklaşmıştı ve boynunda olan yüzümü biraz daha ileri itmiştim ama bu hareketimle dudaklarım boynuna çarpmıştı. Ellerimin altında bulunan kasların kasıldığını fark etmemle yüzümü biraz geriye çektim hızla.

" Gü-güzel bir şey?"

" Iıı evet. Evet... güzel bir şey. "

" Kokun çok-" söylediğim şeyin farkına varıp hemen susmuştum ama maalesef ki duymuştu ve bende yerin dibine girmiştim. Sessizlik olduğunda yine gülmesini bekledim ama yine beni şaşırtarak bir şey dememişti. Bir dakikaya yakın bir sürenin ardından tekrar konuşmuştu.

" Bu normal bir şey Taehyung. Düşüncelerini açıkça söylemen kötü bir şey değil. Onun için çekinmene gerek yok. Ve..." deyip susmuştu. Derin bir nefes bırakıp tekrar konuştu. " Ve bende senin kokunu güzel buluyorum."

Bunu demesiyle karnımın içinde bir şeylerin kıpırdadığını hissetmiştim. Kalbimin hızı azalmıştı hatta durma derecesine gelmişti. Bu tepki diğerlerine benzemiyordu. Atak geçirdiğim zamanlardaki tepkilerime benzemiyordu. Kokumu güzel bulduğunu söylemesi neden bu kadar garibime gitmişti? Neden şu an vücudumu bir sıcaklık kaplamıştı? Ahh nefes alamıyorum.

" O yüzden devam et," dediğinde yutkunup farkında olmadan dişlediğim dudaklarımı serbest bırakmıştım.

" Kokun g-güzel. Ve... Ra-rahatlatıyor"


Yanaklarım birer alev parçasına dönmüştü. Tek yanaklarım olsa oturup dua edebilirdim ama o ateş tüm vücudumu ele geçirmişti. Şu an karanlık olsa da utanıyordum. Neden böyle bir şey söylemiştim ki? Tam bir aptalım. Eğer bir şeyler daha söyleyecek olsa aptallığımdan ve utancımdan şu an burada bayılabilirdim. O da bunun farkındaymışcasına konuşmamıştı.

Uzunca bir süre konuşmadık. Ve bu süre zarfında dediği gibi ona sarılmaya alışmıştım. Ve yine dediği gibi bana dokunmamıştı ama kalbim hala çok hızlı çarpıyordu ve karnımda anlamlandıramadığım bir bulanma vardı. En azından bu belirtilerin olması gerektiğini kendime hatırlatıp duruyordum ama onunda bana bakıyor olduğu gerçeğini es geçemezdim. Fakat ne kadar utanmama sebep olsa da kokusu gerçekten hoştu ve beni rahatlatmıştı.

" Daha çok yaklaş," dediği şeyle kaşlarımı çattım.

" Zaten yapışmış durumdayız. Daha ne kadar yaklaşabilirim ki?"

" O halde ellerini sırtımda gezdir? "

söylediği şeyle kalbim öyle bir çarpmaya başlamıştı ki yerinden çıkacak sandım. Ve elbette bu kadar yanımdayken o da bunu hissetti.

" B-bunu şi-şimdi yapmasak?"

" Hadi ama Taehyung. Sana dokunmuyorum bile. Bu, o kadar zor değil."

Yutkundum. Kalbim delicesine çarparken biraz daha ona yaklaşmamla göğsüm göğüsüne çarpmıştı. Aldığım her nefes, ciğerlerime dolan her bir nefes, onun kokusuyla sarmalanmış bir durumdaydı. Bir yandan kokusuyla rahatlarken bir yandan bir beden gibi oluşumuz beni geriyordu. Ve bu tezatlık aklımı başımdan tamamen alıyordu. Düzgün düşünemiyordum.

Titrek nefeslerim boynuna çarparken sırtında duran ellerimi hareket ettirip yavaşça bir şekilde yukarı doğru çıkardım. Avuç içlerime değen ten fazla pürüzdü ve bu çok- ahh. Derin bir nefes verdiğimde elimin altındaki kasların kasıldığını fark etmiştim. Bir an durunca zorla çıkan sesini tekrar duydum.

" Devam et..."

Derin bir nefes bırakmıştı. Yutkunup ellerimi daha da yukarı çıkarıp avuç içlerimi sürterek ensesinde ki nemli olan saçlarına kadar getirmiştim. Orada bir an durunca o da tepkisizce ne yapacağımı bekliyordu. Sık nefeslerim boynuna çarparken bir elimi nemli olan saçlarının arasına daldırdım. Bunun için kendime sonra kızacağımı biliyordum ama bir kere bunu yapmıştım. Parmaklarım saçlarının arasında gezerken diğer elimi sırtında ki çizgi boyunca aşağı indirmiştim. O elimi orada öylece bırakıp saçlarıyla oynamıştım biraz ama o buna bile sesini çıkarmamıştı. Ellerimi saçından çekip sırtına indirip durmuştum. Artık çünkü daha fazlasını yapamıyordum. Bu karanlık kadar sessizdik ikimizde. Çıt çıkmıyordu. Kalp atışlarım hariç. Ciddi anlamda duyuluyordu ve bu utanç vericiydi.

'' Nasıl hissediyorsun?''derken sesi kısık çıkmıştı. Bir süre bekleyip düşüncelerimi toparladım. Yutkunup konuştum.

'' Bilmiyorum. Garip?''

'' Kötü bir garip mi, iyi bir garip mi?''

'' İkisi de.''

'' Açıklar mısın bunu bana?'' dediğinde gözlerimi kapattım.

Zaten pek fark etmiyordu çünkü gerçekten içerisi fazla karanlıktı. Derin bir nefes alıp verdiğimde nefesim boynuna çarpmıştı ve ellerimin altında olan kasları kasılmıştı. Yine. Sorduğu soruya odaklandım hemen.

'' Ş-şey ben iradesiz bir insanım. Bunu az çok anlamışsındır. İradesizliğimin sebebi ise belkide bende fark edebildiğin en önemli şeylerden birisi. Korku. İçimde hükümlüğünü kurmuş bir korkum var. O korkunun bana yaptığı şeylerden birisi de bu hastalığım. Yani iradesizliğim. Bedenimin, düşüncelerimin ve duygularımın ipleri hiçbir zaman elimde olmadı. Buna izin vermedi hiçbir zaman. Şu anda da olduğu gibi. Eğer bana dokunacak olursan o korkum çok kötü şeylere sebep olabilir o yüzden şu an hala tetikteyim. Fakat, bir yandan da sana güveniyorum. O yüzden hala sana sarılıyorum, dokunuyorum... Buna alışmam da iyi yönü. Hepsine bakacak olursam da, bunlar garip. Y-yani sana dokunabilmek. Atağımın hala harekete geçmemesi falan... Garip işte.''

Sessiz kalmıştı. Verdiğim cevabı düşünüyor olmalıydı. Neyi düşündüğünü merak ediyordum. Çünkü zaten bunları biliyordu. En azından tahmin ediyordu. Onun için başka şeyler düşündüğünü tahmin ediyordum. Zaten onun aklından geçen şeyleri de anca tahmin edebilirdim. Ellerini kollarıma koyarak ellerimi kendisinden ayırmıştı. Derin bir nefes versemde hala fazla yakınımda olduğunu hissediyordum. Çünkü nefesi hala yüzüme çarpıyordu.

" O ipleri eline vereceğim Taehyung. Ama senden sadece bana güvenmeni istiyorum. Biliyorum gerçek karakterimden ötürü sana her an her şeyi yapabileceğimi düşünüyorsundur belki de. Ama bunu asla yapmam. Her şeyden önce ben bir psikologum. Seninle bu şekilde ilerliyor olsak da ben her zaman seni tedavi eden kişi olacağım. O yüzden sana isteyerek asla zarar vermem veya sen istemediğin sürece seni bir şey için zorlamam. Ama senin kendini zorlamanı isteyeceğim anlar olacak. O ipleri elinde tutmanın tek yolu bu. Yani kendin için senden çaba istiyorum. "

Bu doğruydu. Gerçek karakteri yani dengesiz karakteri beni korkutuyordu ama onun bilmediği bir şey vardı ki o da ona gerçek anlamda güvenen bir tarafım vardı. Bunu da bilmeliydi kesinlikle.

" Sana güveniyorum. Elimden geleni de yapacağım bu yüzden, " derken nedense gülümsediğini düşünüyordum. Ama tabiiki bu tahmindi çünkü yüzünü hiçbir şekilde göremiyordum.

Birden elimden tuttuğunda şaşkın şaşkın yüzünü göremediğim ama hissedebildiğim ona çevirdim bakışlarımı. Yine beni bir yerlere çekiştirirken derin bir nefes alıp verdim. Hayır anlamıyorum etraf bu kadar karanlıkken nasıl görüyordu ki? Bir yerde durup çekmeceyi gibi bir şey açtığında masasının önünde anlamam çokta uzun sürmedi. Birden etrafa bir ışık saçıldığında gözlerim acımıştı. Gözlerimi kısıp boş olan elimi gözlerime getirdim. Gözlerimi ovuşturup açtığımda elinde bir fener olduğunu görmüştüm. Ama gördüğüm tek şey bu değildi.

Şu an altında bir kot pantolon ve pantolonundan açıkça görünen boxerının şerit kısmıyla yutkunmuştum. Üzerinde ise hiçbir şey yoktu. Uzun kolyesi dışında. Aklıma gelen şeyle kafamı duvara sürtüp ona üstü çıplak bir şekilde sarıldığım gerçeğini unutmak istiyordum. Ben ona bu haldeyken nasıl sarılabilmiştim ki? Kahretsin! Asıl şimdi neden beni görmemen senin için bir avantaj dediğini anlamıştım.

Lanet. Lanet. Lanet!

Bakışlarımı hızla ondan çekip yere çevirdim. O fenerin düğmeleriyle uğraşırken neyse ki ona baktığımın farkına varmamıştı. Birde onun utancını çekemezdim gerçekten. Zaten bugün hayatımda yine onun sayesinde hiç utanmadığım kadar utanmıştım. Ya da belki benim salaklıklarım yüzünden mi demeliyim?

" Sanırım jeneratörlerde bir sorun var. Çünkü çoktan elektriklerin gelmesi gerekiyordu. Beni birkaç dakika beklersen üzerime bir şeyler giyip geleceğim. Fener yanında kalsın," deyip feneri bana uzattığında bakışlarım göğüsünde ki dövmeye kaydı ama ışığı bana uzattığı için dövmeye vuran ışık bana dönmüştü. Hiçbir şey görememiştim. Bir şey demeden feneri elinden aldığımda o da vakit kaybetmeden karşıdaki kapıdan içeriye tekrar girmişti.

Zaten de dediği gibi birkaç dakikanın ardından elinde mont ve üzeri tamamen giyinik bir şekilde içeri girmişti. Elinde ki montu bana uzattığında bir monta bir de ona baktım.

" Öyle bakma. Üzerinde ki ince hırkayla geldiğine hala inanamıyorum. Cidden de jimin'in dediği gibisin. Kendini düşünemeyecek kadar aptal." dediğinde gözlerimi devirmiştim.

" Montumu kütüphanede unuttum sadece," derken elindeki siyah montu almıştım. Üzerime geçirirken yine kokusu burnuma dolmuştu ve tamamen giydiğimde bana bakıp elimden feneri almıştı.

" Ne zamandır kütüphanede çalışıyorsun? "

Konuşurken ilerlemeye başladı. Bende hemen onun yanında. Kapıyı açarak bana öncelik verdiğinde çıkmıştım o da hemen arkamdan çıkıp kapıyı kapatmıştı.

" Bilmem. Baya oldu ama."

" Jimin neden orada çalışmanı istemiyor peki?"

" Sen bunu nereden bil-" derken aklıma hastanede Jimin'in bu konuyu açtığı gelince devam etmiştim tekrardan.

" O Jimin işte. Her şeyimi dırdır edip durur."

" Her şeyini biliyormuş gibi durmuyor ama," dediğinde duracak gibi olmuştum bir an ama devam ettim tekrar. Küçük koridoru dönüp uzun koridora geldiğimizde konuştum.

" Çünkü bir şey bilmiyor," dediğimde bu sefer geride kalan o olmuştu. Dönüp ona baktım.

" Nasıl yani? Hiçbir şey mi bilmiyor?"

" Neden bu kadar şaşırdın anlamadım. Zaten ona anlatmadığımı az çok tahmin ediyordun?" dediğimde kafasını sallamıştı. Bir şey söyleyecekken konuştum tekrar.

" Jimin hakkında soru sormak istediğini görebiliyorum ama o, ayak üstü anlatamayacağım kadar özel birisi," dediğimde tek kaşını kaldırıp gözlerimin içine bakmıştı. Ama hemen sonra eski haline dönüp omuz silkmişti.

" Sen bilirsin."

İlerleyince bende onu takip ettim. Çıkış kapısının önüne geldiğimizde köşedeki bir kısma gidip bir şeyler yapmıştı. Küçük bir tık sesi geldikten sonra yanıma gelmişti. Anahtarı yerleştirip kilidi açtığında kapıyı çekerek yoğun ve soğuk rüzgarın içeriye dolmasına neden olmuştu. Hala yağmur yağıyordu ve rüzgardan dolayı üzerimize çarpıyordu hepsi. Elini uzattığını fark etmemle eline garip bir şekilde baktım.

" Öyle bakacağına elimi tut. Hızlı olmalıyız. Garaj arkada," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp elimi elinin içine yerleştirmiştim.

Bugün neden bu kadar çok el ele tutuşuyorduk anlamıyordum ki. Dışarı çıktığımızda hemen dönüp kapıyı kilitlemişti. Hızla elimden tutup çekiştirdiğin de artık buna alışmıştım. Cidden. Ama şöyle bir şeyde vardı ki eğer elimi tutmasaydı ya bu rüzgardan uçardım yada korkudan bayılırdım herhalde. Çünkü dışarısı fener ışığımız olmasa bir adım öteyi bile göremeyeceğimiz kadar karanlık ve rüzgarlıydı.

Birkaç dakikanın ardından bir kapının önüne geldiğimizde elimi bırakmıştı. Hemen o kapıyı açıp içeri girdiğimizde derin bir nefes bırakmıştım. Cidden iyi ki beni götürmeyi teklif etmişti. Yoksa bu fırtınada ölebilirdim bile. Islanmış saçlarını karıştırıp ıslaklığı gidermeye çalışırken bir yandan da arabasının yanına gidiyordu. Ya da arabalarının mı demeliyim?

Çünkü geçen sefer gördüğüm arabanın yanında iki tane daha araba vardı. Birisi arazi arabasıydı diğeri de gördüğüm arabası gibi spor bir arabaydı ama bu iki arabanın da plakaları yabancıydı. Yurt dışından geldiğini söylemişti Jimin. Sanırım oradaki arabaları olmalıydı. Arabaları seviyor olduğu çok belliydi. Yoksa bu üç arabanın başka açıklaması olamazdı.

Geçen sefer bindiğimiz arabasına doğru ilerleyince bende onu takip ettim. Kapıyı açıp bindiğinde bende açıp binmiştim. Feneri arkaya atıp arabayı çalıştırırken bir kumandaya basınca garajın kapıları yukarı doğru kalkmaya başlamıştı. Tamamen açıldığında gaza basıp arabayı garajdan çıkarmıştı. Karanlık ormanı arabanın far ışıkları aydınlatıyordu sadece. Birden aklıma ormanda birisini görmem gelince tüylerim diken diken olmuştu. Bunun sadece benim kuruntularımdan ibaret olmasını diliyordum.

" Kemerini tak."

Ormanın patika yolundan çıkıyor olduğumuzu gördüm. Dediğini yapıp kemeri taktığımda o daha da gaza yüklenip ormanlık alandan çıkmamızı sağlamıştı. Yağmur o kadar hızlı yağıyordu ki önümüzü görmek çok zordu.

Telefon sesi duyduğumda bakışlarımı doktora çevirdim o da bakışlarını kısaca bana çevirip önüne dönmüştü. Ahh! Tabii ya. Bu benim telefonumdu. Telefonumun kırılmasıyla yeni bir telefon almıştım ve hala zil sesine alışabilmiş değildim. Hemen hırkamın içinden çıkarıp açtım. Kimin aradığına bakmadım çünkü kimin aradığı belliydi.

" Efendim?"

" Neden geç açıyorsun telefonunu?"

" Alışabilmiş değilim hala. Anla lütfen."

" Peki, peki bir şey demedi- Tae nerdesin sen? Sesler geliyor. Dışarıda mısın? "

" Klinikten çıktım eve gidiyorum Jimin. Nerede olabilirim ki?" dediğimde doktorun bakışlarının bana kaydığını fark etmiştim. Ama tekrar önüne dönmüştü.

" Şimdi mi çıkıyorsun? Daha erken çıkman gerekmiyor muydu?"

" Ben biraz geç gittim. Ondan. "

Ona yalan söylemiştim yine. Bu cidden berbat hissettiriyordu. O benim en yakınımdı oysa ki.

" Anladım," deyip sessiz kaldı bir süre. Ne soracağını biliyordum.

" Nasıldı peki? Zorlandın mı?" derken çekingence çıkmıştı sesi.

Ona anlatmasam bir daha sormayacağını biliyordum ama ona biraz da olsa bahsetmek istiyordum. En azından endişelerini gidermek için.

" İyiydi. Çokta zorlanmadım. "

Bakışlarım ona kaymıştı istemsizce. O da birkaç saniyeliğine bana bakıp bakışlarını önüne çevirmişti.

" Keşke birde yalan söylebilsen Tae."

" Eve gittikten sonra konuşsak olmaz mı?"dediğimde derin bir nefes vermişti.

" Sen nasıl istersen. "

" Yapma böyle. "

" Bir şey yapmıyorum. Yorgunum sadece," dediğinde alınıp alınmadığını bilmiyordum. Çünkü cidden de sesi yorgun geliyordu. Zaten şu an istesem de konuşamazdım.

" Tamam o halde... Kendine dikkat et."

" Asıl sen kendine dikkat et. Yemeklerini ye. Uykunu al ve bir şey olursa hemen beni ara. "

" Tamam anne," derken gözlerimi devirmiştim.

" Ha-Ha-Ha. Çok komik. Yapma da gör bak neler oluyor. Ve sakın evi dağıtma. Orada hala bende yaşıyorum."

" Asıl buna bir ' Ha-Ha-Ha ' denir. Evi dağıtan sensin. Ben değilim. Ayrıca sen evde yokken ev o kadar temiz ki eve tekrar geldiğinde kapıyı açmamayı bile düşünüyorum."

" Bakıyordum da bugün çok espirilisin. "

" Ehh... Sizin kadar olamıyoruz ama."

O meşhur kahkahalarından birisini atmıştı. Bende istemsizce gülünce bir çift gözlerin bana döndüğünü hissetmiştim. Yüzümü tekrar eski haline getirip kafamı cama doğru çevirmiştim.

" Neyse benim kapatmam lazım sonra konuşuruz tamam mı? "

" Tamam kendine dikkat- Ahh! Söylemeyi nasıl unuturum! "

" Neyi nasıl söylemeyi unutursun?"

" Bugün şirketten erken çıkabilirsem yanına gelmeyi. "

" Gerçekten mi?" demiştim heyecanla.

" Öyle hemen gülme daha belli değil. Şuan ara verdiğim toplantım uzarsa gelemeyebilirim. Belli değil yani ama gelmeye çalışacağım. Gelemezsem de seni haberdar ederim," dediğinde üzülmüştüm anında. Sessiz kaldığımda hemen tekrar konuştu.

" Tae üzüldüğünü biliyorum. Üzgünüm. Gelmeye çalışacağım tamam mı? Ama şu anda kapatmam lazım. Toplantıya başlamak için beni bekliyorlar. Kendine dikkat et. Seni haberdar ederim. "

" Tamam. Sende," dediğimde hemen kapatmıştı telefonu. Derin bir nefes alıp bıraktığımda camdan dışarıyı görebildiğim kadar şehre yaklaştığımızı görmüştüm.

" Eviniz nerede?" deyince bakışlarımı ona çevirdim. Az önce konuşurken jimin'le aynı evde kaldığımızı anlamış olmalıydı. Takmadım. Zaten öğrenecekti bir şekilde.

Yakın olan evi tarif ederken bir şey demeden sadece dediğim sokaklara girip duruyordu. En sonunda lüks villaların olduğu semte geldiğimizde bir blok ötede ki evimizi görmüştüm. Evin önüne geldiğimizde emniyet kemerini çıkarıp ona baktım. O da bana bakıyordu.

" Teşekkür ederim."

" Önemi yok."

Aklıma montu gelince onu çıkarmak için hareket edecektim ki beni durdurmuştu.

" Sende kalsın. Diğer gelişinde getirirsin."

" Gerek yok zaten evin önündeyiz."

" Emin ol eve gidene kadar mahvolursun. Sende kalsın işte."

Bakışlarım arkasında kalan camdan dışarı kaydı. Cidden de mahvolurdum. Bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Bir şey demeden kabul ettim.

" Tamam o zaman. Teşekkürler ve İyi akşamlar."

" İyi akşamlar Taehyung," dedi ifadesiz bir şekilde. Gözlerine bakıp bakışlarımı ondan çekerek kapıyı açıp indim ama keşke inmeseydim. Bu yağmur da neydi böyle?

Hemen kapıyı kapatıp montun şapkasını kafama geçirdim. Koşarak eve doğru ilerlerken pantolonum ıslanmıştı hep. Sonunda kapının önüne geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Kapının üstünde ki küçük çatıdan dolayı yağmur vurmuyordu pek ama rüzgar mahvetmişti beni. Şapkayı çıkarıp arkama baktığımda arabasının hala orada olduğunu gördüm. Ona baktığımı fark etmiş gibi arabayı çalıştırıp son hızla gaza basmıştı.

Bende önüme dönüp anahtarı çıkarıp kapıyı açmıştım. Hızla içeri girip kapıyı ardımdan kapattım. Işıkları açarak montu ve hırkayı çıkarıp Portmantoya astım. Anahtarları oraya bırakıp saçlarımı karıştırarak içeri doğru adımladım ama içeri doğru adımladıkça farklı bir kokunun havada yayıldığını fark etmemle saçlarımdaki ellerim durmuştu. Salona tam girdiğimde koku daha da çoğalmıştı.

Bu koku... Çok tanıdıktı.

Bu koku, lanet olsun! Gözlerimi kocaman açtığım sırada o berbat sesi etrafta yankılanmıştı. Bakışlarımı korkuyla etrafta gezdirirken kimseyi görememiştim ama sesini çok net duyuyordum. O berbat şarkıyı çok net duyuyordum. Yıllarca bilinçaltıma işlemiş o berbat çocuk şarkısı yine o berbat sesinden kulaklarıma işkence çektiriyordu.

" Bir kü-cü-cük As-lan-cık Var-mış.."

Tanrım hayır! Tanrım lütfen. Lütfen. Lütfen. Lütfen bunu bana yapma!

Adım sesleri kulağıma dolduğunda burada olduğuna emin olmuştum. Kalbim korkuyla can çekişirken kaçacak bir yer aramamı söylüyordu. Kaçıp kendimi kurtarmamı söylüyordu ama korkuyla sarmalanmış bedenim bir milim bile kıpırdamıyordu.

" Ba-ba-sı o-nu..."

Sesini daha yakından duyduğumda bakışlarımı korkuyla o tarafa çevirdim. Onun o iğrenç suratı görüş alanıma girdiğinde tüm vücudumu bir titreme kaplamıştı. Kalbim daha da çarparken o şarkıyı söyleyerek üzerime doğru gelmeye başlamıştı.

" Çok... Çok..se-ver-miş.."

Korkum bu şarkıyla beraber sanki daha da güçleniyormuş gibi bedenimi esir alıyordu. Konuşamıyordum. Susuyordum. Tepki veremiyordum. Tek izin verdiği şey ağlayışlarımdı. Şu anda olduğu gibi. Gözlerimden çoktan yaşlar gelmeye başlamıştı. Bedenim soğuk soğuk terler akıtmaya başlamıştı ve beynim uyuşmaya başlamıştı. Bu işkenceden zevk aldığını belli etmek istermiş gibi şarkıya devam ederek bana iyice yaklaşmıştı.

" Sen be-nim ca-nım-sın der-miş."

Tanrım! Nefes alamıyorum. Çok yakımda! Çok yakımda! Kulaklarımı kapatıp bakışlarımı ondan çektim. Buna dayanamıyordum. Bu berbat sesine dayanamıyordum. Bu lanet şarkıya dayanamıyordum. Bana dokunmasına bile gerek yoktu. Çünkü bu şarkı bana dokunacak olması gerektiğini anlatan bir şarkıydı.

Her dokunuşundan önce bu lanet olası şarkıyı söylerdi, her zorlamasından, her iğrenç sözlerinden önce o beynimi kemiren bu şarkıyı söylerdi. Her... tecavüzünden önce bu lanet şarkıyı söyleyerek bedenimi ve duygularımı ele geçiren korkularıma bir kamçı daha indirirdi.

Korkum onun bu kamçılarıyla daha da hırçınlaşıp bedenimi kontrolü altına alarak bana işkence çektirirdi. Ve şu an ben, çoktan korkularımın kontrolü altına girmiştim. Bundan kurtuluşum yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı. Olmayacaktı da...
















Continue Reading