Don't Let Me Forget || Taylor...

By everyheartwillmelt

15.9K 673 366

"O benim büyük aşkım, sevgilim, çocukluk arkadaşımdı. Beni, düşündüklerimi anlayabilen tek insandı. O benim s... More

Part 1
Part 2
Part 3
Part 5
Part 6
Part 7
Part 8
Part 9
Part 10
Part 11
Part 12
Part 13
Part 14
Part 15 olamayan bölüm
Part 15
Başlıksız Bölüm
Part 16

Part 4

889 64 24
By everyheartwillmelt

Bunu yazmam için aradan iki ay geçmesi gerekiyormuş sanırım asdfa Neyse, size iyi okumalar:)

"Durumu stabil"

"Parmağını kipirdattı"

Tanımlayamadigim bu sesler kafamı doldururken ben de daha yeni gözlerimi açmış burada ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.

Ya da niye burada olduğumu.

Ya da kim olduğumu.

Sahi ben kimim ki?

Gözkapaklarimi sırf bu soruların cevaplarını almak için çok zorladım. Ama ilk başımdan başlayıp sinsice bütün vücuduma yayılan o acıyı görmezden gelmek gerçekten büyük bir uğraş gerektiriyordu.

"Uyanmak üzere"

Gözlerimin dışarıdaki o gizemli dünyayla tanışmasına izin verdim. Ama daha yeni misafiri olduğum bu dünyadan daha ilginç çekici bir şey olduğunu fark ettim, yatağın yanında ve camın ardında beni izleyen insanlar. Ben olan biteni, hatta kendimi anlamaya çalışırken iki saattir başımda kavramayı başaramadığım kelimeleri sarf eden o ses düşüncelerimi böldü.

"Merhaba, biliyorum şu an bir şeyleri merak ediyorsun, Taylor. Ama emin ol çok kısa zamanda bütün soruların birer cevap bulacak." dedi ve yanindakileri de alıp gitti.

Bu adam ne diyor? Ben burada ne arıyorum? Dallas mı çeviriyoruz burada ya? Yoks-

Bu seferki düşüncelerimi bölen bir kadın olmuştu, benimkine benzeyen sesi olan kadın. Kafamı sese çevirdiğimde yatağın karşısında bir televizyon olduğunu fark ettim. Kendimi anlamaya çalışmanın hiçbir işe yaramdığını fark edince dikkatimi karşımdaki sarışın güzel ama biraz yorgun kadına verdim.

" Merhaba bayan kim olduğunu bilmeyen. Eee, ben Taylor. Biz aynı kişiyiz. Yani şey, şu an sen kendini izliyorsun aslında, yani beni. Yani ben Taylor'ım ya, sen de Taylor'sın, hani şu Swift olanından. Gerçi sen onu da bilmezsin ya, yani beni, yani kendini, üffff....."

Ya ben ciddiyim, Dallas mı çeviriyoruz burada gerçekten? Ne saçmalıyor bu kadın? Ya da ben mi deliriyorum?

İyi de daha adını bilmeyen biri delirdiğini nasıl anlayabilirdi ki?

Gerçi benim adım Taylor'dıdeğil mi, öyle söylemişlerdi.

Ne saçmaliyorum ben, iyice ekrandaki kadına benzedim, hayret bir şey.

"Bak, beni boş ver tamam mı, sen sadece söyleyeceklerime odaklan. Senin adın Taylor Swift. 23 yaşındasın ve dünyaca ünlü bir country şarkıcısısın."

Efendim? Ya o uçuk, ya da ben.

"Bunlar sana çok saçma geliyor şu an, tahmin edebiliyorum."

Aynı zamanda akıllı, bak nasıl da anlıyor?

"Ama gerçek. Her neyse. 13 Aralık 1989'da doğdun. Annen biraz sonra göreceğin kadın, adı Andrea. Bak fotoğrafa, gördün mü, işte o. Yanındaki baban, Scott. Şu yakışıklı çocuk var ya, işte o erkek kardeşin. Ailen böyle."

İyiymiş.

"Müzik senin tek aşkın. Hayır hayır vazgeçtim aşkın değil, yani öyle de tek değil."

Yine başladı saçmalamaya.

"Senin gerçek aşkın, yani müzik de gerçek de, erkek arkadaşından bahsediyorum. Adı Jake. Bak elimdeki fotoğrafa, gördün mü? Sen onunla beş yaşındayken tanıştın. O senin çocukluk aşkın. Böyle deyince de kendimi kötü hissettim, o hep benim çocukluk aşkım olmuştu."

Burada da "nihaha artık benim olduu" gibi bir şey mi demeliyim?

"Ne saçmalıyorum ben ya, sen yine boş ver beni. Siz, on beş yaşında çıkmaya başladınız. Ve on yedi yaşındayken ilk albümün çıktıTaylor Swift. İki yıl sonra da ikinci albümün. O albümle tam dört tane Grammy kaldırdın, şaka yapmıyorum. İkişer yıl arayla iki albüm çıkardın.Bu videoyu izlediğin günde aslın son albümünün turnesinde olacaktın, The RED Tour. Ama ufak tefek aksaklar çıktı, daha doğrusu ufak tefek tümörler. Yani şey, hafızaya yakın tümörler. Neyse sen bunlara takma ya, hayatına odaklan. Bugünlük anlatacaklarım bu kadar, birazdan sana tanıttığım insanlar odaya girecek. Sen bu anlattıklarıma iyi çalış, yarın daha ayrıntılı anlatacağım. O değil de kendimi öğretmen gibi hissettim, öğrencisi kendisi olan öğretmen. Her neyse, yarın görüşürüz."

Görüşürüz öğretmenim, diye yorum yapamadan odanın kapısı açıldı ve içeriye bir kadın girdi, fotoğraftaki kadın. Acaba diğer saçmalıklar da doğru olabilir miydi?

Yok canım, daha neler.

Kadın, yüzünde kararsız bir ifadeyle ilk önce etrafa, sonra da bana baktı. Ardından yatağın yanına sandalye çekip oturdu. Ne söylemesi gerektiğini bilmiyor gibiydi sanki, sürekli kıpırdanıyordu. Sanırım başlangıcı benim yapmam gerekiyordu.

"Merhaba?" Bir anda büyük bir şakınlıkla bana döndü. Hadi ama, ne vardı bunda bu kadar şaşıracak? Bu kadar mı imkansızdı hiçbir şey bilmeyen kızının -videodaki kadın öyle söylemişti- bir başlangıç yapmak istemesi?

"Şey..ben.." Üzerindeki gerginliği atmaya çalışıyor olsa gerek, bir oh çekti ve bir anda ifadesiz yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi.

"Merhaba, Taylor. Ben Andrea Swift, annen" Bana bakarken gözlerinin içi parlıyordu sanki, ama bir anda o parıltı yerini büyük bir ıslaklığa bıraktı. Yüzündeki o büyük gülümsemeye rağmen ağlamaya başladı, hıçkırarak ağlamaya. Ben ne yapacağımı bilemiyordum. Hadi ama, ilk önce gülüp sonra da ağlayan daha yeni öğrendiğin annene ne söyleyebilirdin ki?

O hâlâ ağlıyordu, ben ise söyleyecek bir şeyler arıyordum. Kadının böyle ağlaması gerçekten üzücüydü.

"Şey.. iyi misiniz?" Sorumla beraber gözyaşlarını sildi ve elimi tuttu.

"Hiç olamayacağım kadar iyiyim" Minnettarca gülümsedi, sonra tuttuğu elimi öptü. Sebebini bilmiyorum ama o an kendimi çok kötü hissettim.

"Peki bana ne olduğunu anlatır mısın?" Kafasını salladı ve beni aklımın alamayacağı bir yolculuğa çıkardı.

***

"Emin ol, o günler hayatımın en kötü zamanları listesinde rahatlıkla birinci sıraya oturabilirdi. Kızım ellerimden kayıp gidiyordu ve benim elimden gelen sadece onun ölümünü izlemekti. Sonra ne oldu bilmiyorum ama birden bire ameliyatı kabul ettin. İşte o an karanlık dünyamda bir ışık geldi Taylor, umut ışığım. Öyle mutluydum ki. Ama birden ameliyatın gerçekten çok tehlikeli olduğunu fark ettim." Gözyaşlarını silip konuşmasına devam etti. "Sen o duvarlar ardında o masada.." Yaşananlar konuşmasını engelliyordu artık. Anlatırken gözleri hep ıslaktı zaten, ama bu sefer ellerime kapanıp hıçkırarak ağlamaya başladı. O ağlarken anlattıklarını düşündüm.

Bütün bunları ben mi yaşamıştım?

Bu muhteşem hayatı unutmayı göze alabilecek kadar güçlü müydüm yani?

Hepsi öyle anlamsız geliyordu ki. Kendimi anlatılan bu karaktere koymak öyle zordu ki.

Kendini hiçbir yere ait hissetmemek öyle garipti ki.

"Ama şimdi buradasın, benimlesin" Yüzüme baktı ve gülümsedi, sanırım bu bir insanın diğerine bakabileceğini en derin şekliydi. Bir annenin kızına gülümseyebileceği en inanılmaz anıydı.

Gülümsemeye çalıştım, sadece onun için. Annem için.

Ama sanırım o benden daha farklı bir tepki bekliyordu. Tam bir şeyler söylemek için ağzımı açarken -planım tamamen doğaçlama yapmaktı- kapı sesini duydum. Kapı açıldı, ardından meraklı bir kafa içeri uzandı.

"Kardeşi, Bayan Swift'in yaşadığından emin olmak istiyor." Yüzünde muzip bir gülümseme vardı.

Sanırım bu o çocuktu, şu yakışıklı çocuk.

***

"... Aklımı kaçıracak gibiydim. Hiçbir şey yazamıyordum. Düşünsene, ne konser verebilen ne de bir iki nota karalayabilen bir şarkıcı. Ne acı verici. Ben anılarımı kendi hayatıma tercih etmiştim, ama artık dünden bugüne hiçbir şey kalmamışt-" Hızlıca dvd'yi kapattım, bunları izlemek, anlatılanları yaşadığını bilmek çok ağırdı.

Derin bir nefes aldım, yatağa uzandım. Uyandığımdan beri iki gün geçmişti. Doktorlara bitmez tükenmez ısrarım sonucunda bu sabah o hastaneden kurtulmuştum. Her taş yavaş yavaş yerine oturuyordu. Herkes ilk andan beri çok yardımcı olmuştu. Annem dakika başı yanıma gelip ihtiyacım olup olmadığını soruyordu. Babam hayranlardan -henüz hiçbiriyle görüşmedim- gelen mektupları, fotoğrafları, videoları vb. gösteriyordu. Austin ise hep yanımdaydı, asla yalnız kalmama izin vermiyordu.

Ama biri eksikti.

Eski 'ben'in tanıttığı biri.

Gördüğüm her fotoğrafta, hayal edilemeyecek kusursuzlukta, tahminde bulunılamayacak imkansızlıkta ışıldayan su yeşili gözlerine rağmen o şanslı kıza sanki hayatında ilk defa parlak bir şey görmüş gibi bakan biri.

İki gündür onu bekliyordum. Kime sorsam saçma sapan cevaplar veriyordu. Gittikçe büyüyen soru işaretlerinin farkındayım ama hayır,bir zavallının o umutsuz aşkını beklediği gibi değildi benim bekleyişim.Ben sadece.. bilirsiniz, merak ediyordum.

Anlatılan onca şeyden sonra onun mümkün olup olmadığını merak ediyordum. Yaşama sebebim dediği biri onu unuttuktan sonra nasıl hissettiğini merak ediyordum. Fotoğraflardaki o gülüşünün gerçek olup olmadığını merak ediyordum.

Ama o gelmediği sürece sanırım amaçsızca merak edecektim.

Ben düşüncelere dalmışken kapı tıklatıldı, içeri doğru meraklı bir baş uzandı.

"Taylor?" Yüzündeki muzip ifade ve sesindeki tonlamaya yine onunkine benzer bir yapma ciddilikle kaşlarımı kaldırıp cevap verdim. "Austin?"

Cevabımla kapıyı sonuna kadar açıp kollarını yukarı kaldırıp elindeki poşetlere -ya da kol kaslarına, o kısımdan pek emin değilim- dikkat çekmeye çalıştı.

"Tahmin et kimin yeni alınmış ilaçlarını içmesi gerikiyooor?" Yüzünde bu sefer de çocukça bir ifade vardı. Bazen bu şapşal çocuk benim kardeşim mi diye düşünmüyor değildim. Yoksa acaba ben de mi öyleydim? Tamam, sustum çünkü tahmin etmek bile istemiyorum.

İlaçlarımı alıp Austin'ın saçmalıklarını dinledikten sonra onu odadan gönderip -teşekkürler Tanrım!- yatağa uzandım.

Çok garipti ya, çok ilginç. Tanımadığım birini merak etmek, onu beklemek çok anlamsızdı.

Ama gerçekten, neden gelmiyordu ki?

***

Gözlerimi açtığımda ortalık karanlıktı. Karanlığa alışmış gözlerimle ilk kendime sonra etrafıma bakındım, üzerimde hatırladığımın aksinme pijamalarım vardı ve pikenin altındaydım. Birileri -yüksek ihtimal annem- uyuduğumu fark edip yatırmış olmalıydı. Saatin kaç olduğunu öğrenmek için elimi komidine attım ama telefonum orada değildi. Yataktan kalkmak için de yeterli güce sahip olmadığımı fark edince tekrar uyuma karar verdim. Ama tam gözlerimi kapatacakken belimde hissettiğim bir dokunuşla aniden irkildim.

Kimdi ki bu? Annem, babam olamaz. Austin gece gece yanıma da gelmez. Evde başka kimse yok. Acaba..

Gözlerimi kapattım, içimdeki anlamsız umut ve -her zamanki gibi- biraz da merakla yavaşça arkama döndüm. Verdiği nefes boynuma değiyordu. Hazır mıydım değil miydim bilmiyordum. Sonuçta bütün bunlar hala kendini toplayamamış beynimin bir oyunu olabilirdi. Ya da daha da basit olarak bir rüya.

Yine aynı yavaşlıkla gözlerimi açtım ve bir çift ışıltı gördüm. Ne olduğunu anlamaya çalıştım, gerçek olduğunu. Ama değildi, gerçek olamayacak kadar güzeldi.

Kendimi inandırmaya çalıştım, bu gördüklerim sadece bir rüyaydı.

Hem gözlerimi kapatıp eski pozisyonuma döndüğümde de arkadan belimi saran uykunun kollarıydı zaten.

***

"Merhaba Taylor, dün hatırlarsan yakın zamandan bahsetmiştim. Şimdiyse daha gerilere gidiyoruz,eee, yaklaşık on dokuz-yirmi yıl geriye. Aslında daha da geri gitmeyi isterdim ama oraları ben de hatırlamıyorum.

"Sen, çok güzel, çok mutlu bir çocukluk geçirdin. Annen, baban, kardeşin hepsi yanındaydı. Kim bilir, belki de en güzel yıllarındı. Ama daha sonra hayatına yepyeni bir heyecan geldi. En ufak sözüyle yıkabilecek, tek bir gülümsemesiyle hayata bağlayabilecek bir heyecan."

Onu anlatırken yüzünde tarif etmeye dünyadaki bütün kelimelerin yetersiz kalacağı bir ifade vardı. Daha yeni anlıyordum neden ameliyatı ilk önce reddettiğimi. Aklı başında hiçbir insan bu duyguları unutmak istemezdi sonuçta.

"Sen zirvedeyken sert zemine indirebilecek, kendinden bile şüphe duymana sebep olabilecek bir heyecan. En büyük 'asla'larında bile fikrini değiştirecek, günah işlemeyi hayatının olağanı kılacak bir heyecan." Ama neydi bu hissettiğim, kıskançlık mı? Yine mi? Hadi ama, bu çok saçmaydı, tanımadığım birini kendimden kıskanmam, onu rüyalarımda görmem, amaçsızca beklemem.. Hepsi birer saçmalıktı.

"Sana aşkın en derinlerdeki anlamlarını öğretecek, aldığın nefesi bile ona adayacağın, senin için sonsuzluğun tek temsilcisi olacak bir heyecan." Kapı açıldı ve annemin sesi bu düşünceleri kısa bir süreiğine de olsa unutmamı sağladı.

"Bir misafirin var, tatlım" Annem misafirimin odaya girmesi için kapıyı açıp bırakıp giderken ben de içimden lütfen o olsun diye bağıran sesleri susturmaya çalışıyordum. Acaba gerçekten gelen o muydu?

Kapı sonuna kadar açıldı, ve son iki dakikada gizemiyle bana kalp krizi yaşatan misafirim odaya girdi. Ben onun yeşil gözlerine odaklanmışken arkadan gelen kendi sesim odayı dolduruyordu.

"Jake geldi Taylor, yaşamının tek sebebi geldi..."

Umarım sevmişsinizdir, bu partı ben pek sevmedim, hatta hiç sevmedim ama daha fazla bekletmek istemedim. Benim için bunu yazmak diğerlerine göre çok daha zor oldu. Sonuçta kendini her şeyini unutacak birinin yerine koymak, hiçbir şeyini bilmeyen birinin yerine koymak kadar çaba gerektirmiyordu. Zorlasam hikaye en fazla onuncu bölümde final olur ama benim bu uyuşukluğumla o da gelecek yılı bulur herhalde asdsf Her neyse. Bunu, diğer partları, diğer hikayeyi okuduğunuz, oy verdiğiniz/beğendiğiniz, yorum yaptığınız için çok çok çok çok teşekkürler:)

Continue Reading

You'll Also Like

101K 11.8K 51
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
152K 13.7K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
168K 7K 35
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
104K 3K 65
Aşk güzeldir. Onun yanı sıra felakettir. Evet, felaket. En büyük felaket aşk... Baktığın her yönde onun yüzü vardır. Deli olmamak elde değildir. Ama...