Sokağın Sonu

By ssipahiogluu

79.5K 6.7K 5.2K

Wattys2017 Kazananı Lacender Goldberg, yedi kişilik ailesinin ortanca çocuğudur. Cehennemin en kuytu köşeleri... More

Sokağın Sonu
BÖLÜM -1- "PSİKOPAT"
BÖLÜM -2- "BAŞLANGIÇ"
BÖLÜM -3- "JONATHAN"
BÖLÜM -4- "VUSLAT"
BÖLÜM -5- "KÖLE"
BÖLÜM -6- "FIRTINA"
BÖLÜM -7- "SIR"
BÖLÜM -8- "ADALET"
BÖLÜM -9- "GÖLGE"
BÖLÜM -10- "GÜNAH"
BÖLÜM -11- "YANKI"
BÖLÜM -12- "SİGARA"
BÖLÜM -13- "GECE"
BÖLÜM -14- ve -15- "YÜKSELİŞ"
BÖLÜM -17- "BABAMIN GÖZYAŞLARI"
BÖLÜM -18- "FİNAL"
HİÇLİĞİN SINIRINDAKİ GEMİ

BÖLÜM -16- "İHANET"

1.6K 144 242
By ssipahiogluu



Arkadaşlar ilk öncelikle herkesten büyük bir özür diliyorum. Bu kadar beklettiğim için üzgünüm, fakat o kadar çok problemler yaşadım ki size anlatamam. Okulda arkadaşlarımla evde ailemle, hastalıklar sınavlar ve tabi ki benim ihmalkârlığım ve üşengeçliğim de buna dahil. Sizden beni affetmenizi ve bir özür hediyesi olarak bu bölümü almanızı istiyorum. Unutanlar bir önceki bölümün sonlarını okursa neler olup bittiğini hatırlayacaktır. Şimdiden herkese iyi okumalar, beni bırakmayan herkese teşekkürler.

Bu bölüm, tüm okurlarıma ithafen, kitabımı gönülden seven, heyecanla okuyan ve desteğini esirgemeyen herkes için.

Bölüm Şarkıları;
Aurora - Hans Zimmer
Drean - Cloud Boat
Alice Boman - Waiting
Aquilo - You There
The xx - Angels
Göksel - Kurşuni Renkler

16. BÖLÜM "İHANET"

"Isabella!"

Beynim yaşadıklarımın ağırlığıyla zonklarken bacaklarım beni istemsizce kız kardeşimin yanına doğru sürükledi. O sırada kalabalık hızlıca dağılmaya, herkes başka bir yöne doğru koşmaya başlamıştı. Boğazım korkuyla kuruyor ve dilim damağıma yapışıyordu. Isabella'nın yanına varınca hızlıca dizlerimin üstüne çöktüm, yay ve oklarımı bir kenara fırlatarak başını avuçlarımın arasına aldım. Alnının ortasındaki açık yaradan akan kan, kollarımın ve ellerimin bir kaç saniye içinde kırmızıya boyanmasına neden oldu. Onun canlı olmasını istiyordum, bunun gerçek olması imkansızdı. Sadece imkansızdı, ölmüş olamazdı.

Fakat açık kara gözleri, ruhunun cansız bedeninden geriye bıraktığı tek şey gibi gözüküyordu. Sanki oralarda bir yerde bana boşluğu gösteren aynalar vardı ve o aynalardan, sarsıcı bir terk edilmişliği izliyordum. Bir anda, mutluyken, her şey rayına oturmaya başlamışken Isabella gitmişti. Ablam gitmişti, yeri geldiğinde bana annemden milyonlarca kat daha fazla annelik yapan, her şeyimle ilgilenen, beni düşünen Isabella... şu an kollarımın arasında bana anlatacağı hiçbir şeyi kalmamıştı. Ardına bıraktığı tek şey üzerime bulaşan bu uğursuz kan lekeleriydi.

Titremeye başladım.

Öfkelensem bu onu geri getirmeyecekti, üzülsem de. Kendimi sıfır noktasında hissediyordum; haftalardır bir şeyleri her zaman bir adım ileriye götürmek hayatıma onlarca artı eklemişti. Duygularım iyileşmişti, hislerim, yürüyüşüm, gülüşüm bile değişmişti. Fakat şimdi sıfırdaydım, tekrar geri dönmüş hissediyordum. En kötüsü de buydu, başarısızlık ve yenilgiyle kavrulup durduğum saniyeler. Tam şu an, Isabella'nın bedeninin baş ucu.

Yaklaşık on veya on beş saniye sonra titremelerim irkilmeme neden oldu ve damarlarımın arasında öfkeyi hissettim. Her ne olacaksa, şimdi olmalıydı. Beklemeyezdi. Bardağın son damlası düşeli yıllar oluyordu belkide fakat bardağı dolduran su bir fırtınanın getirdiği dev dalgalar olduğundan; bardak değil de oda dolmuştu artık. Ve pencereler, dalgaları tutamayacak kadar güçsüzdüler.

Zar zor ayağa kalkarak yayımı ve oklarımı aldım. Dişlerimi birbirine bastırırken olabildiğince derin nefesler alıyordum. Bu yorgunluk ve bitmişlik hissi midemi bulandırıp kusma isteği uyandırıyordu. Etraf artık kalabalık değildi, sanki görevleri tamamlanmış gibi tüm kalabalık dağılmıştı. Onlar yaşayan birer insan değildi, Jonathan'ın başına gelen şey onların başına da gelmişti.

Babam alevlerle kavrulan evin verandasının önündeydi. Hemen basamakların önünde, yerde yatıyordu. Aynı zamanda kıpırdanıyordu da, onun ölmediğini biliyordum.

Onu ne kadar uğraşsam da öldüremeyeceğimi biliyordum. Isabella'yı vurmuştu, ona ok fırlatmadan saniyeler önce. Ve Adramelech tıpkı babamın dediği gibi onu saliseler içerisinde korumaya almıştı. Boğazından girip ensesinden çıkan ok bile, onu öldürmeye yetmeyecekti.

Fakat bu denemeyeceğim anlamına gelmiyordu. Sert adımlarla ona doğru yürümeye başladım. Grevor, Nichola'yla birlikte Orchard Circle'nin başından bana doğru koşmaya başlamıştı. Hemen arkalarındaysa Lora ve Rachel onları takip ediyordu. Lora'nın annesi ve Xavier ise evlerinin kapısının önünde şaşkın gözlerle olanları izliyordu. Onlarla birlikte, Orchard Circle'de oturan diğer sakinler de evlerinden çıkmaya başlamıştı fakat sayıları yok denecek kadar azdı.

Okumu yayıma sabitledim. Gözümden istemsizce akan yaşlar yanaklarımdan kaymaya devam ediyordu. Şafak durağan gökyüzüne rengini zerk ederken içimde hiçbir şey durağan değildi. Kavurucu bir yangının sıcaklığı derimin hemen altındaydı.

Babam elini güçlükle boğazına girmiş ok parçasına uzattı ve boğazından çıkarmak için ortadan ikiye kırdı. Ardından saplanan kısmı çıkarmak için elini ensesine götürdü ve ucunu yavaşça çekmeye başladı. Ucunu çektikçe, okun kırık yarısı boğaz tarafından kanlı bir şekilde girip ensesinden çıkıyordu. Tam o anda, yay ipini gerdim ve oku serbest bıraktım.

Bir kurşun gibi sertçe babama doğru giden ok bir anda görünmez bir duvarla karşılaşmış gibi yön değiştirdi ve duvarları yanan eve doğru ivmelendi. Thomas'ın öldüğü gece, Diablo evimize girdiği zaman ve babam Thomas'ı öldürüp kendini korumaya aldığında da elimdeki tabancan çıkan kurşun bu şekilde ivmelenmişti.

"Siktir..."

Ok torbamdan bir ok daha çıkardım ve hızlıca yayıma sabitledim. Tam germeye kalkıyordum ki Nichola yanıma ulaştı ve önüme geçti. Zifiri siyah gözleri tam önümdeydi. Kara saçları dağılmıştı.

"Sakin ol, Lacender! Sakin ol evlat, onu öldüremezsin, şu an değil."

Grevor büyük bir hışımla yanan eve doğru yaklaştı ve hemen üstünde oturur pozisyonda duran babamın yakasına yapıştı. Tam o sırada, babam boynundaki oku çıkarmayı başarmıştı. Fakat kan gelmiyordu. Boşluktan hiçbir şekilde kan akmıyordu.

Grevor Lora'ya dönerek "Eve girin!" diye bağırdı. "Anneni götür buradan."

Yutkundum ve titreyen ellerime mani olmaya çalıştım. Nichola teselli edercesine yayımı ve okumu tuttuğum, gergin ve kasılı bir şekilde duran kollarımı tuttu. "Bu işi düzelteceğiz Lacender, babanı şu an öldürmen imkansız, anlıyor musun? İnsanlar seni izliyor, her şeyi daha da batırmadan gidelim buradan."

"Isabella'yı öldürdü. O... Isaballa'yı öldürdü."

Babam aniden ayağa kalktı ve iki yakasına yapışmış olan Grevor'un ellerini tuttu. Ardından ölümcül bakışlarla ellerini kendinden uzaklaştırdı. İki şeytanın elçileri, şu an yüz yüzeydi. Fakat bir anda aklıma gelen, aslında her şeyin çok ani gelişmesinden ve şok oluşumdan kaynaklanan geç kalmış bir düşünce vardı. Taylor ve Sarah şu an ortalıkta yoktu. Evin içinde kalmış olma ihtimallerini düşünmek dahi istemiyordum fakat şu an olan şey tamda buydu.

Korkuyla "Sarah!" diye sayıkladım. Gözlerim sonuna kadar açılmıştı. "Sarah ve Taylor, onlar içerdeler!"

Nichola gözlerini kıstı ve başını endişeyle arkaya çevirdi. Aynı saniye içerisinde babam, Grevor'un suratına ağır bir yumruk geçirdi. Ve bu yumruk hiçte öyle normal sayılabilecek türden değildi. Grevor metrelerce uzağı fırladı ve yere çakıldı. Orchard Circle'nin neredeyse sonuna. Ardından babam zehir gözlerini bize doğru çevirdi. Damarları belirginleşmiş, göz bebeklerinin rengi koyu bordo renge çatmıştı. Onda tamamen saf öfke görüyordum. Ve Adramelech'in ruhundan gelen gücü.

Lora, Grevor'un metrelerce uzağa fırlayıp yere düşmesi üzerine bir çığlık kopardı ve babasının yanına doğru koşmaya başladı. Xavier de ne olduğunu anlayamamış, öfkeli bir şekilde kafasını durmadan bizim olduğumuz yöne çevirerek babasına doğru koşmaya başlamıştı. Yüzündeki öfkeyle karışık şaşkınlığı görebiliyordum. Bayan Mollis ise korkuyla ağlamaya başlamıştı. "Yeter artık. Rahat bırak bizi! Ailemizden ne istiyorsun aşağılık adam!"

Nichola pozisyonunu korudu ve "Eve gir!" diye bağırdı. "Onları kurtarman için Diablo sana yardım edecektir."

Nichola'nın sözlerini bitirmesini beklemeden evin duman püskürten açık giriş kapısına doğru koşmaya başladım. Evin önünde ayakta duran babamın gözlerinden öfkenin kızıl zehri akıyordu, benimkilerden ise saf nefret. Bir anda bana engel olmak için atıldığı sırada görünmez bir güç tarafından sokağa doğru sürüklendi ve dizlerinin üzerine düştü. Endişeyle arkama baktığımda Nichola'nın kollarını ona doğru uzattığını ve parmaklarını açtığını görmüştüm. Sanki manyetik bir enerji, hemen parmak uçlarından yayılıyor ve babama karşı koyuyordu. Bu gücün Diablo'dan geldiğini biliyordum.

"Herkes seni görüyor Diablo'nun elçisi!" diye bağırdı babam. Gür sesinde hafif bir alay konusu belli oluyordu. "Tarikatının gizlilik kurallarını ihlal ediyorsun."

"Artık uğraşma," diye seslendi Nichola. Sesi oldukça soğukkanlıydı. "Adramelech seni tüketiyor, amacın her neyse başarısız olacaksın. Bu kaçınılmaz."

Babam zorlukla ayağa kalkarken gülümsedi. Ardından sinsi bakışlarını alaylı bir ifadeyle Nichola'ya dikti. "Grevor cezasını çekecek! Tüm aptal tarikatınız, cezasını çekecek!"

"Seni öldüreceğim!" diye kükredim. "Bunlar gerçekleşirken sen çoktan ölmüş olacaksın!"

Yaklaşık dört-beş saniye gergin ve sessiz bir atmosfer oluştuktan sonra babam beklediği an gelmiş gibi yola doğru atıldı ve Orchard Circle'nin sonuna doğru son gücüyle koşmaya başladı. Aynı saniye içerisinde Sarah'ın sesini duydum. Damarlarıma bir anda feci bir endişe doldu.

"İmdat! Lacender! Hey... yardım edin!"

Kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde Sarah ve Taylor'un çatı katındaki ufak pencereden kafalarını uzattıklarını gördüm. Fakat pencere arka bahçeye bakıyordu bu yüzden kafalarını tam olarak göremiyordum. Aldırmadan arka bahçeye doğru koşmaya başladım ve ufak pencerenin hizasına gelince durdum. Çalılıklar uzun olduğundan beni zorlamıştı ve bir kaç kez yalpalamıştım.

Yukarı bakarak "Atlayın!" diye bağırdım. "Sizi tutacağım!"

"Emin misin?" diye bağırdı Sarah korkuyla. Kumral saçları ve yüzü ateş dumanından simsiyah olmuştu.

"Güven bana! Acele edin!"

Sarah ilk önce Taylor'u kucağına aldı ve pencereden dışarı çıkardı. Ardından hafifçe aşağı eğilip yerle pencere arasındaki mesafeyi kısaltmaya çalıştı. Birkaç saniye düşündükten sonra Taylor'u aşağı bıraktı.

Onu sapasağlam bir şekilde yakaladım ve sımsıkı sarılarak çalılıkların arasına indirdim. "Her şey geçti," diye fısıldadım. "Yanımdan ayrılma."

Tekrar yukarıya, Sarah'ın kahverengi gözlerini çevrelemiş siyah is dolu suratına baktım. "Sıra sende!"

Sarah bir kez arkasına baktı ve pencerenin önünde huzursuzca kıvrandı. "Sanırım yapamayacağım!"

Zaten beynini uyuşturan öfkemin kat be kat arttığını ve endişeyle birleşerek iyice korkunç bir hâl aldığını hissettim.

"Aptallaşma Sarah! Atla şu pencereden, hemen!"

Sarah aşağı doğru korkuyla baktı ve ardından yavaşça gövdesini pencereden çıkarttı. Dizlerini pervazlara yaslayarak bedeninin büyük bir kısmını dışarı çıkarttı ve bir kez daha tereddüt ederek aşağı baktı.

"Atla!"

Sarah şiddetli bir çığlık atarak kendini serbest bıraktı ve bir kaç saniyede kollarımın arasına düştü. Taylor'dan daha ağır olduğundan onu yakalamam daha zor olmuştu fakat sıkıca kavramıştım. Onun kokusunu kollarımın arasında hissettiğimde saniyeler içerisinde aklımdan Isabella'yla ve kardeşlerimle yaşadığımız tüm anılar geçip gitti. Sarah kollarını bana sardı ve ağlayarak kafasını boynuma gömdü. Bende onu teselli etmek istercesine sımsıkı sarıldım, ona güven verdim. Ölümün kardeşlerim için bile, ince bir ipliğin üzerinde dans etmesi bana rüya gibi geliyordu.

"Bana onun ölmediğini söyle," diye fısıldadı Sarah. Sesindeki burukluk, sözlerinin çığlık çığlığa çıkmasıyla eş değerdi. İçinde hissettiklerini anlayabiliyordum.

"O gitti," diye fısıldadım. "O gitti, Sarah."

Sarah'ın kollarımın arasında titremeye başladığını hissettim. Gözyaşları tişörtüme bir çeşme gibi damlarken hazmedemediği acıyla hafif sesli bir inilti çıkarıyordu. Her hıçkırdığında yutkunuyor ve kısık bir sesle sarsılıyordu.

Bedenimi güçlükle ondan ayırdım ve neler olup bittiğine bakmak için arka bahçeden kafamı uzattım. Babam, Grevor ve Nichola ile öldüresiye kavga ediyordu. Yumrukları hiç normal değildi. Hatta her bir darbede, babamın yumruklarından etrafa kara bir balçık sıçrıyor ve seri hareketlerinin ardından siyah bir duman bırakıyordu. Gözleri tüm korneasını kaplayacak şekilde simsiyahtı. Mutasyon geçirmiş, öfkeden deliye dönmüş gibiydi. Ruhunun da bu kara pislikle kaplandığını biliyordum. Üstüne Adramalech'in bir taht kurduğunu, onun hizmetkârı gibi görünürken onu yönettiğini de biliyordum.

Sarah'a yolun kenarında beklemeleri gerektiğini söyledikten sonra hızlıca kavgaya doğru koşmaya başladım. Babam Nichola'yı boğazından tuttu ve bu hareketiyle Nichola'nın boğazından aşağı doğru siyah balçığımsı sıvı akmaya başladı. Nichola kıvrak bir hareketle babamın kolunda eklem yerine vurdu ve karnına ağır bir tekme attı. Her ne kadar Grevor ve Nichola'nın arkasında Diablo'dan gelen güç olsa da babam tek başına onlardan on kat daha güçlüymüş gibiydi. Diğer taraftan gelmekte olan Grevor'un yakasına yapıştı ve o daha hamlesini yapamadan onu havaya kaldırdı. Ardından suratına art arda gelen yumruklar ve hatta Grevor'un hızlı hareketleriyle cebinden çıkarttığı tabancasından çıkan kurşunlar bile onu durdurmaya yetmedi. Babam Grevor'u havaya kaldırdıktan bir süre sonra ona doğru koşan Nichola'nın suratına tekme attı ve Grevor'u kendi evinin penceresinden içeri doğru fırlattı. Grevor pencerenin gürültülü bir şekilde parçalanmasıyla evin içine gömüldü.

Bir anda birkaç saniyelik bir durgunluk oluştu ve babam arkasını dönerek Lora'ların olduğu yöne doğru koşmaya başladı. Sanki vahşi bir hayvan gibiydi, normalde olduğundan çok daha hızlı koşuyor ve arkasında siyah izler bırakıyordu.

Endişeyle onun peşinden koşmaya başladım. Lora, Xavier ve Rachel şu an evlerinin hemen yanında duruyordu. Babam onların yanına ulaşınca gözlerim sonuna kadar açıldı ve damarlarım büyük bir ağrıyla kıvrandı. Adımlarımı hızlandırarak var gücümle yanlarına koştum.

Babam Lora ve Rachel'i tek bir hamlede ittirerek Xavier'in çenesine sert bir yumruk geçirdi. Lora kaldırımın üzerine kapaklanırken Rachel asfaltın üzerine düştü. Xavier ise bu darbeyle kendini kaybederek yere düştü. Babam onu kollarının arasına aldı ve hızlıca ayağa kalktı.

"Seni manyak orospu çocuğu!" diye bağırdım.

Babam kollarında Xavier'le birlikte bir kaç adım ötemde dururken yere kapaklanmış olan Lora'nın yanına eğildim. Saçlarını yüzünden çektim ve onu kaldırmaya çalıştım. "Buradayım! Buradayım güzelim! Kendine gel Lora kalkman gerek!"

Bayan Mollis, oğlunu babamın elinde, kızını yerde görünce kocasından önce buraya doğru koşmaya başladı. Lora yavaş yavaş kendine gelirken babam öfkeyle bu tarafa doğru bakıyordu.

"Hayır!" diye bağırdı Bayan Mollis. "Bırak oğlumu!"

Babam avcunu açtı ve parmaklarını gerdi. Bileğini hafifçe öne uzattı ve kaşlarını öfkeyle çattı. Bununla birlikte bayan Mollis bir anda durdu. Ellerini korkuyla boğazına götürdü, ayakları yerden kesildi ve asfaltın üzerinden yukarıya doğru hafifçe yükseldi. Gözleri sonuna kadar açılmış ve boğazından iniltiler gelmeye başlamıştı. Babam onu şeytani bir güçle boğuyordu. Boğazının çevresinde siyah bir balçık izi oluşmuştu.

Bayan Mollis kıvranmaya devam ederken babam "İntikamımı, seninle almayacağım!" diye kükredi. Sesi şiddetli değildi fakat öfkesi onu bir hayvanmış gibi şiddetli gösteriyordu. "Grevor hiçbir zaman seni Rosalie kadar sevmedi ahmak kadın! Seni öldürmek ona acı vermeyecek bu yüzden! Şimdiyse... onun ölmesini sağlayacağım..."

Babam kahkahayla gülümsedi. Sanki zaferine, gittikçe daha da yaklaşıyormuş gibiydi. Tüm istediklerini elde ediyormuş, her zaman bizden bir adım daha da öndeymiş gibi.

"...Birinden intikam almanın en iyi yolu sevdiğini ondan koparmaktır, evet Scarlett... fakat daha da iyisi sevdiğini kurtarabilme şansı varken kurtarmamayı kendisinin seçmiş olmasıyla duyduğu pişmanlıktır. Bu sadece bizim hikayemizde var! Sadece benim yaşatabileceğim bir ızdırap! Grevor henüz, pişmanlığın asıl ızdırabını çekmedi fakat çok yakında... Hissediyorum!"

Bayan Mollis havada kıvranmaya ve elleriyle boğazını tırmalamaya devam ederken Lora'yı ayağa kaldırmayı başarmıştım. Onu bıraktıktan sonra hızlıca babama doğru koşmaya başladım. Bugün bir kişinin daha ölmesine izin veremezdim.

Babam elini uzatabildiği kadar ileriye uzatarak Bayan Mollis'i metrelerce uzağa fırlattı. Ardından elini bana doğru çevirerek beni boğazımdan yakaladı ve hiç zahmete girmeden yukarı kaldırdı. Hemen sonra, sert bir darbeyle beni asfaltın üzerine vurdu.

"Bu olayın sonunda kazanan ben olacağım benim asi evladım. Ve sen, hep kendi hayallerine aldanacaksın! Her zaman ben önde olacağım! İlkte ve sonda! Her zaman!"

Babam Xavier'i sıkıca tuttu ve arkasını dönerek sokaktan çıktı. Ardında darmadağın bir enkaz bırakarak ve bir kez daha gülümseyerek. Kollarında ilk göz ağrısıyla gidiyordu, onu her ne kadar kaçırmak için kucaklamış olsa da beni o şekilde kucaklamamıştı hiç. Şu an ona duyduğum nefret binlerce dağı dolduracak kadardı bunu asla istemezdim fakat sadece asfaltın üzerinde kendime gelmeye çalışırken gözüme çarpmıştı. Babam aslında Xavier'i, hepimizden daha çok sevmiş gibi görünmüştü. Hissettiğim milyonlarca duygudan biriydi sadece. Öylesine.

Ezilmişlik.

Öksürerek zorla ayağa kalkarken Lora "Xavier!" diye bağırdı. Babamın ardına takılacaktı ki onu kolundan yakaladım.

"Xavier gitti, Lora."

Lora korkuyla ve çaresizlikle etrafına bakındı. Açık renk saçları darmadağınıktı. Dudakları titremeye ve gözleri sulanmaya başlamıştı. Yerinde duramıyordu.

Nichola arkamızdan bağırdı. "Gitmeliyiz!"

-

Isabella'nın ölümü bir çok şeyi değiştirmişti. Adramalech, aileden biri öldüğü zaman babama tüm gücüyle yardım ediyordu. Bir dahaki ölümün sırası bir ay sonraydı. Babam tüm ailesini kurban ettikten sonra Adramelech ona sonsuza dek bağlı kalacaktı. Ve ölümün sıra sıra hepimize geleceğini biliyordum. Bu yüzden babamı durdurmamız gerekiyordu, her ne kadar üst üste aldığım ölüm darbeleri beni nefes dahi alamayacak hale getirse de, bir şekilde dayanmak zorundaydım. Annem, Thomas, Jonathan, Isabella... beni korkutan neredeyse sevdiklerimin ölümü olmayacaktı artık. Beni korkutan onlar öldüğünde duyduğum acının azalması ve bir alışkanlık haline gelişiydi. Hissizleşiyordum.

Hissizleşiyor ve alışıyordum. Bu istemeden gerçekleşen bir şeydi, bir dahaki sefere daha az gözyaşı dökülüyordu gözlerimden, kalbimdeki acı daha da hafif oluyordu.

Ya ölüm duygularıma bir yuva kuruyordu, ya da Azrail bana annelik yapıyordu. Karardığı kadar uyuyordu kalbim,
Karardığı kadar susuyordu.
Ne kadar kararırsa, kabûslar o kadar gidiyordu.

Ben, Sarah, Taylor, Nichola Volkswagen'in içerisindeydik. Bayan Mollis, Grevor ve Lora ise siyah son model bir Audi'yle hemen arkamızdaydı. Grevor, Rachel'i daha fazla bu tehlikenin içerisine sokmak istemediğinden evine bırakmıştı. Lora'nın söylediğine göre Rachel anne veya babasına hiçbir şey anlatmayacaktı. Ve tabi ki güvenmekten başka çare de yoktu. Grevor oğlu kaçırıldığından, tüm tapınağı yerle bir edeceğini ve tüm üyeleri harekete geçireceğini varsayıyordum.

Isabella'yı ise kardeşimin ve annemin gömülü olduğu mezarlığa gömmüştük. Toprağın, onun bedenine savruluşunu ve koyu renk saçlarının mezarda toprağın içine kıvrılışını seyretmiştim. Gözlerimi kırpmayarak kendime eziyet etmiştim, babamı öldürürken bu anılar bana yardımcı olacaktı. Isabella'nın öldüğünü görmek bile, buna inanmama bir süre yetmeyecekti. Isabella benim annem gibiydi. Bana küçüklüğümden beri annemden milyonlarca kat daha fazla bakmıştı. O benim biricik ablamdı, her şeyime koşan, bütün dertlerimi dinleyen Isabella Goldberg. Toprak bedenini kapladıkça, morarmış göz kapakları da güzelliğini toprağa teslim ediyordu. Sanki yatakta usulca uyuyor gibiydi; ruhuna babamın sıçrattığı günahlardan hiçbiri işlememişti. Tamamen saf, günahsız ve masumdu. Orada yatmayı hak etmiyordu. Hikayesinin böyle bitmesini hak etmiyordu.

Bu yüzden babamı, en küçük hücresine kadar acı çektirerek öldürecektim.

Gözlerimdeki göz yaşları kurumuş, sessizlik tüm ağırlıyla üzerimize çökmüştü. Güneş tüm sıcaklığıyla bulutsuz gökyüzünden Omaha'ya vururken, gittiğimiz yer Elkhorn'du. Orada, Grevor'un başkanlık yaptığı Bohamian tapınağı vardı. Bileklerimize damga vurulan yer. Ayrıca orada, bizi bir şey daha bekliyordu. Yüksek konsey, kıdemliler ve Creda Harper.

Creda Harper, ihanet suçundan idam edilecekti. Nichola tam olarak ne yaptığını söylememişti fakat oraya gittiğimizde bunu öğreneceğimi biliyordum. İlk kez yüksek konseyi görecektim ve onun yanında, kıdemlileri. Gerçi Nichola sınırdaki tapınağa gittiğimizde ordunun başında bulunan kahverengi cübbeli adamın bir kıdemli olduğunu söylemişti. Öyleyse ikinci defa görmüş olacaktım, bu sefer yüzlerini de. Aslında oraya pek gitmek istediğim söylenemezdi fakat ne kadar gidip, ne kadar görür ve ne kadar öğrenirsem bu işin sonuna o kadar da yaklaşacağıma inanıyordum.

Yolculuğun yarısına kadar kimse konuşmadı. Arabanın içinde herkesin hissettiği tek bir şey vardı yalnızca; gerginlik ve umutsuzluk.

"Şimdi ne olacak Nichola?" diye sordum yutkunarak. Gözlerimi yolun kenarındaki bariyellere dikmiştim. Araba hızlandıkça, bariyeller üzerindeki kusurlarda o kadar pürüzsüzleşiyordu. "Şimdi nereye gideceğiz? Xavier ne olacak?"

Nichola derin bir nefes aldı. Aklından geçen şeylerin iyi şeyler olmadığını belli edercesine dişlerini sıktı. "İlk önce Creda Harper idam edilecek..."

"Neden?" diye sordum sözünü keserek. "Bu kadar büyük ne yapmış olabilir?"

Nichola öksürdü. "Bunu duymak hoşunuza gitmeyecek fakat... babanızla iletişime geçtiği hakkında kanıtlarımız var. Ayrıca Adramelech'e bir şekilde bağlı. Diablo evinizi ve sizi koruma altına alırken, tapınaktan bir sızıntı olacağını biliyordu. Babanızın bir şekilde bunu öğreneceğini biliyordu. Çünkü bizden çok daha önce, içerde bir hain olduğunu hissetmişti. Bu yüzden bizim haberimiz bile olmadan bizi takip ettirdi. Haftalardır takip ediliyorduk, neredeyse Omaha'daki tüm güvenlik ve mobese kameralarından ve Kıdemliler tarafından. Evimiz, gittiğimiz yerler; ve beklendiği üzere hain kendini belli etti. Kıdemliler onu ilk önce telefon görüşmelerinden yakaladılar. Bilinmeyen bir numarayla defalarca görüşme yaptığını öğrendik. Sonraysa bir fotoğraf yakaladık.

Nichola elini cebine attı ve telefonunu çıkardı. Tuş kilidini açtıktan sonra fotoğraflara girerek bize iki fotoğraf açtı. İkisi de farklı açıdan çekilmişti.

"Yüzleri net olarak belli oluyor, sarı saçlı kadın Creda Harper... ve diğeriyse babanız."

İlk önce büyük bir korkuyla donakaldım. Sonraysa derin bir nefes aldım.

"Fotoğraflara iki ve telefon görüşmelerine bir gün önce erişildi. Fakat kayıtlar neredeyse 1 ay önceye dayanıyor. Hatta... yeni eve taşındığınız gün. Creda babanızı arıyor ve eve girmesini, böylece koruma altına alınmayacağınız bilgisini sızdırıyor. Babanız daha siz eve ulaşmadan çatıya tırmanıyor ve camdan içeri girip bir çift... ayak izi bırakıyor. Öyle değil mi Lacender?"

"Evet.."

"Fakat bir ay bekledi, her an eve girme şansı varken neden bir ay beklediğini bilmiyoruz. Bildiğimiz şey bu aylarda Omaha'da çocuk kaçırma haberlerinin tavan yaptığı. Babanız ilk başta -kafasını çevirdi ve gözlerimin içine baktı- Jonathan'dan, yani senin arkadaşından başladı Lacender. Sonraysa onlarca çocuk üzerinde ayin yaptı. Onları öldürerek kendi kölelerine dönüştürdü. Kendine bir topluluk hazırladı. Bir ordu. Emin olamasakta bir sonraki adımını tahmin edebiliyoruz. Tapınağa saldırmayı planlıyor."

"Bunun Xavier'le ne alakası var Nichola?" dedim anlam veremeyerek.

Nichola bir süreliğine bana doğru döndü ve ardından tekrar yola baktı. "Kimse Nathan'ın neden Bohamian'ı terk ettiğini bilmiyor. Fakat nefret ettiği kişiler listesinin başını Grevor'un çektiğini biliyoruz. Bu da okları Grevor'a çeviriyor. Babanız içinde bir intikam duygusu var, Xavier'i bu yüzden kaçırmış olabilir."

Bir kaç saniyelik aradan sonra sadece bir anda söyledim. Düşünmedim bile, bu aptal sırrı söylemek için çok gecikmiştim.

"Grevor, babamın aşkı olan, halam Rosalie Goldberg'i öldürdü Nichola. Henüz biz doğmadan. Yıllar önce... Rosalie hamileydi. O öldü fakat bebek yaşamaya devam etti ve babam bu yüzden Grevor'dan intikam almak istiyor."

Arabanın içinde bir anda oluşan şok dalgası herkesin yüzüne yansımıştı. Nichola gözlerini kıstı ve kafasını bana çevirdi. "Bunu... neden daha önce söylemedin Lacender?(!)"

"Evet kızacağınızı biliyorum fakat bilmiyorum sadece... her şey çok iyi gidiyordu. Kardeşlerim Grevor'a güvenmeye başlamıştı... Lora'yı öyle seviyordum ki buna inanmak istemedim... babasının böyle bir şey yaptığını bilmek onu yıkardı. Ve onun ötesinde bir şey daha var."

"Ne var Lacender?" Sarah adeta çığlık atmıştı. Siniri epey bozulmuşa benziyordu. "Roselie'nin katiliyle yaşadığımızı, ona güvendiğimizi bize şimdi söylüyorsun, dahası ne merak ediyorum!"

Yutkundum ve derin bir nefes aldım. "Rosalie öldürüldüğü zaman Grevor'dan hamile değildi. Babamdan hamileydi. Ve o çocuk, Xavier Mollis. Bizim üvey kardeşimiz..."

Sarah bir an yalnızca ağzı açık bir şekilde tam olarak gözlerimin içine baktı. Yeşilden maviye kaçan gözleri güneş ışığında adete şokla parlıyordu.

"Sen neyden bahsediyorsun Lacender? Sen... bunu nerden biliyorsun?"

"Lora vurulmadan yarım saat kadar önce babama sormuştum... beni büyük bir öfkeyle evin üst katındaki küçük depoya götürdü. Sanırım gerçekleri öğrenmenin beni Grevor'dan uzaklaştıracağını düşünmüştü. Orada bir sandığı cebinden çıkardığı anahtarla açtı. İçinde eskimiş, siyah beyaz gazete broşürleri vardı. Bir tanesinde Omaha'da yaşanan korkunç cinayetten bahsediyordu. Damian Mitchell adında birinin, eşi Rosalie Mitchell'i çatal darbeleriyle öldürdüğü yazıyordu. Ad ve soyadların farklı olmasının sebebi Grevor'un bunu Diablo sayesinde örtbas etmiş olmasıydı. Kim bilir belkide herkesin beyninden, öyle bir kadınla evli olduğunu ve isminin Grevor olduğunu sildirdi... Başka gazetelerde ise Rosalie Mitchell'in cinayetinden sağ kurtulan oğlunun, yetimhaneden kaçırıldığı yazıyordu. Onu kaçıran büyük ihtimalle Grevor'du. Daha sonra Grevor, Scarlett'le evlenince soyadını da Mollis'e çevirmiş olmalı."

Sarah öfkeyle "İnanamıyorum," dedi. "Gerçekten Lacender, bunu şimdiye kadar neden söylemedin? Derdin neydi senin? Nichola'yla tanıştığında amacınız zaten Grevor'u durdurmak, Diablo'yu yok etmek değil miydi? Neden ona söylemedin?"

"Nichola amacını bana bir hafta önce belli etti Sarah. Bilmiyorum... bunu bir şekilde gizlemek istedim. Gerçekten çok aptalcaydı kabul ediyorum fakat sanki... bunu gizlemem gerektiğini hissettim. Bunu söylemek her şeyi berbat edebilirdi. Lora'yla aram bozulabilirdi. Siz Grevor'un yardımını reddedebilirdiniz. Bilmiyorum... gerçekten çok üzgünüm."

"Fakat burada bir mantık hatası var," dedi Nichola kaşlarını indirerek. "Grevor eğer, karısının Nathan'dan kamile kaldığını öğrendiği için öldürdüyse bunu Rosalie'nin karnı henüz hafif bir şekilde büyümüşken fark etmiş olması gerek. Veyahutta daha ilk başta görüştüğü doktorlardan, raporlardan ya da hamilelik testinden... Grevor'un, bebek dokuz aylık olmuşken kendisinden olmadığını fark etmesi için aptal olması gerekiyor. Böyle bir şey olamayacağı için de bu da asıl soruyu doğuruyor; Grevor Roselie'yi bebek henüz gelişmemişken öldürdü fakat bebek nasıl yaşamaya devam etti?"

Bu, şu ana kadar gerçekten düşünmediğim bir şeydi ve oldukça mantıklı gelmişti. Bir süre arabanın içinde sessizlik olduktan sonra "Diablo..." dedim. "...Grevor, Diablo'nun bizi koruma altına alması için kanlarımızı ve saçlarımızı alırken Diablo Grevor'un içine girmişti. Ve bana bir daha oğluna zarar vermemem gerektiğini söyledi. Acaba oğlu derken, Xavier'i mi kastediyordu? Bir şekilde onun yaşamasını mı sağladı?"

"Bu gerçekten acayip," dedi Sarah gözlerini bir noktaya sabitleyip konuşarak. "Diablo'nun bunu yapmasının bir amacı olmalı. Ve Xavier hem babamın, hem de aynı anda bir şeytanın oğlu nasıl olabilir?"

Nichola sert yüz ifadesiyle dişlerini sıktı. "Grevor bir şeyler planlıyor demiştim. Her neyse... daha sonra bu bilgi işimize yarayacak mı öğreneceğiz. Ve eğer Xavier Nathan'ın oğluysa, bu onu kaçırmasını mantıklı hale getirir. Ne amacı olduğunu bilmesekte."

"Neden bunu daha önce yapmadı?" diye sordum. "Neden şimdi?"

"Bir şekilde harekete geçtiği için olabilir."

Sarah'ın derin nefes alış verişleri ön koltuktan duyuluyordu. Üst üste gelen şeylerin onu yıprattığı ve sinirlerini bozduğu kesindi. "Babam zeki," dedim gözlerimi ovuşturup kafamı iki yana sallayarak. "Grevor'dan her zaman bir adım önde olduğunu söyledi. Bu da Grevor'un bazı planlarını bildiğini gösterir. Creda Harper'in bundan çok daha fazlasını yaptığını varsayıyorum."

"Grevor eğer Creda'yla benim bilmediğim bilgi paylaşımlarında bulunduysa baban benim de bilmediğim bazı şeyleri öğrenmiş olabilir."

Bir süre düşündükten sonra öfkeyle "Anlayamıyorum!" diye bağırdım. "Tanrım aklımı kaçıracağım, artık bazı şeyleri çözmek istiyorum!"

"Sabret, evlat," dedi Nichola beni sakinleştirmeye çalışarak. "Yakında her şey çözülecek ve bitecek."

Gözlerimi araba camından dışarıya doğru çevirdim ve hemen yanımızdan giden cipe baktım. Arka koltukta oturmuş Lora, bir film izler gibi beni izliyordu. Gözlerinde yaşına rağmen çok yorgunluk birikmişe benziyordu.

Gözlerimi ona diktiğimde, kalbimde duyduğum öfkenin bir yatıştırıcıya maruz kalmış gibi dindiğini hissettim. Onun gözlerine baktım. Güneş ön camdan, açık renk saçlarına çarptığında kusursuz güzelliğinin nasıl parladığını izledim. Kafamı cama daha da çok yakınlaştırdım, sanki aramızdaki mesafeyi azaltmak onun sevgisini hissetmeyi kolaylaştırıyor gibiydi.

Sessizce, yalnızca dudak hareketlerimle belli etmeye çalışarak ve kafamı milimlerle iki yana sallayarak "Seni kaybetmek istemiyorum," dedim.

Lora bir an beni izledikten sonra ağzımı okuyup anladığını belli edercesine sahte bir sırıtış attı. "Ben de."

-

Elkhorn'da ıssız bir mahalleden, yakınlarında bir ormanın içinden geçen patika yola girip bir kaç kilometre daha gitmiştik. Sık ve uzun ağaçların güneş ışığını kapadığı, karanlığın hakim olduğu ormanda patika yolu bizden başka kullanan kimseyi görmemiştim. Nichola küçük, neredeyse enkaz haline dönüşmüş bir kulübenin önünde durdu. Camları epey tozlu ve kırıktı. Çatısı sağlam olmasına rağmen kirişlerinin arasında bir sürü örümcek ağı durduğuna yemin edebilirdim.

Arabadan indiğimde gözüm ilk başta Lora'ya ilişti. Morali oldukça bozuk görünüyordu. Neşeli halinden hiçbir eser yoktu ve kendimi yanına gidip ona sarılmamak için öyle zor tutuyordum ki dişlerimi sıkmaktan ağzım ağrımaya başlamıştı. Bayan Mollis benim yüzüme bile bakmıyordu, aradan geçen haftalar boyunca ısınmamız şimdi bir işe yaramıyordu.

Grevor sinirli bir şekilde arabanın kapısını kapadı ve büyük bir hışımla kulübeden içeri daldı. Onun arkasından Bayan Mollis, Lora'nın elini tutup çekiştirerek onu içeri soktu. Lora kulübeye girmeden son anda arkasını döndü ve gözlerime baktı.

"Ne bekliyoruz?" diye sordum hemen ardından Nichola'ya dönerek.

"Hiçbir şey," diye yanıtladı Nichola. "Gir hadi."

Yere düşmüş ve sararıp solmuş yaprakların üzerinde onların hışırtılarını duyarak kapıya kadar yürüdüm. Hava hafifçe soğuk gibiydi. Ayrıca ağaçların arasından kuş cıvıltıları ve çekirgelerin sesleri geliyordu.

Kulübenin içi, yalnızca iki kısımdan oluşuyordu. Mutfak ve salon. Salon oldukça geniş olmasına karşılık eski püskü bir yatak, komodin, masa, Milas halısı, büyük bir dolap ve birkaç koltuk dışında başka bir şey yoktu. Perdeler koyu krem rengindeydi ve tavanın neredeyse tüm köşeleri ağlıydı.

İşin ilginç kısmı, dolabı ittirince ortadan ikiye ayrılıp yanlara doğru akordiyon kapı gibi katlanmasıydı. Dolap açılınca, karşımıza uzun bir dehliz çıkıyordu. Tıpkı sınırdaki tapınakta olduğu gibi. Grevor dolabı neredeyse birkaç saniyede açarak dehlizden içeri daldı. Uzun paltosu her adımında sallanıyordu. Hemen arkasında ise hem endişeli hem de korku dolu bakışlarla etrafı süzen Bayan Mollis vardı. Sanırım kocası onu buraya ilk defa getiriyordu. Onunla ilgili bazı şeyleri muhtemelen öğrendiğini varsayarsak aslında kocasının çalıştığı yer onu büyük bir şoka uğratmıştı.

Nichola ile yan yana yürürken Sarah ve Taylor'da hemen arkamızdaydı. Dehliz bittikten sonra Grevor hışımla büyük Bohamian kapısından içeri daldı. Kapı bu kadar büyük olmasına rağmen kolaylıkla açmayı başarabilmişti.

İçerisi oldukça büyüktü. Beyaz ve temiz mermerlerle işlenmiş duvarlar, yerler ve beyaz sütunlar. Hemen ortada büyük bir havuz vardı. Havuzun içinde yüzen bir kaç kişi bizi görünce bakmak için arkalarını döndüler. Grevor sert adımlarla havuzun yanına yaklaştı ve "Çıkın şu siktiğimin havuzundan hemen!" diye bağırdı.

Havuzun yanından geçtikten sonra siyah cübbeli bir üye Grevor'un yanına yaklaştı. Ellerini hemen önünde saygısını belli edecek şekilde birleştirmişti. "Hoşgeldiniz efendim."

"Bana hemen bir arama grubu oluşturun. Hiç kimsenin boş durmasını istemiyorum!"

"Arama grubu için konseyden izin gerekiyor efendim. Fakat şu an konsey, baş üyenin idamıyla meşgûl."

"Hangi salon?" Grevor adeta sinir tükürüyordu.

"Traîtrise"

Grevoru takip ederek gittiğimiz salon, oldukça kalabalık olmasının yanında büyük ve ihtişamlıydı. Oldukça yüksek, geniş işlemeli camlar ve yukarıdan salona sarkan onlarca lamba vardı. Lambalar odanın diğer kısımlarında çokça kullanılan mumlara rağmen elektrikliydi. İçerisi odanın her tarafında yanan mumlar yüzünden duman ve tütün kokuyordu.

Gözlerimi kalabalığın içerisinde gezdirdim. Onlarca insan siyah cübbeler içerisinde oldukça düzgün bir sırayla dizilmiştiler. Hemen ortalarındaysa geçmek için bir boşluk bırakılmıştı, boşluktan doğruca odanın ilerisindeki işlemeli, şatafatlı kürsüye gidiliyordu. Kürsünün üzerinde beşi sağda beşi solda olmak üzere on tane kahverengi cübbe giymiş kıdemli, omuzlarının üzerinden zincir geçirmiş bir biçimde bekliyorlardı. Hepsinin elinde uzun, mızrağa benzeyen oraklar vardı. Hepsinin cübbelerinin şapka kısmı açıktı. Saçları yok denecek kadar azdı ve oldukça ciddiydiler. Hemen onların üzerindeyse kürsünün bir üst katı daha vardı. Üst kat daha çok bir balkon gibiydi ve üçe ayrılıyordu. Balkonların korkulukları yerine kürsüden yükselen duvar, korkuluk görevi görüyordu. Her bir balkonda ise bir kişi oturuyordu. Üçünün üzerinde de gri kapüşonlu pelerin vardı. Bu gri pelerinliler tahminime göre yüksek konseydi.

Ve kürsüde, ikiye ayrılmış kıdemlilerin arasında masaya benzer beton bir blok önüne oturtturulmuş sarı saçlı bir kadın daha vardı. Ortamda en fazla dikkat çeken oydu. Oldukça pürüzsüz bir yüzü ve mavi gözleri vardı. Yetişkin bir kadına benziyordu ve herkesin aksine o beyaz giyinmişti. Elleri ve ayakları bağlanmıştı. Yüzü oldukça ciddi görünüyordu fakat gözlerinde bir bitmişlik ve yorgunluk vardı. Biz içeri girince, konseydekilerden biri "Hoş geldiniz," dedi.

Grevor öfkeli bir şekilde kürsünün merdivenlerinden yukarı çıkmaya yeltendi. Fakat kürsünün iki yanında bekleyen kıdemliler onun önünü kestiler.

"Bir kaç dakika sonra ölmüş olacaksın!" diye tısladı Grevor. Gözlerinden adeta öfke fışkırıyordu. "Sen olmasaydın şu an oğlum yanımda olacaktı! Ölmeye değer miydi aşağılık kadın! Ölmeye değer miydi!"

Creda, kafasını dahi çevirmeye tenezzül etmedi. Gözlerindeki boş ifadeyle ileriye doğru bakmaya devam etti. Yumruklarını sıkmıştı, hiçbir şeyi umursamıyor gibi görünüyordu.

"Siktir git Creda! O siktiğimin cehenneminde Adramalech ile buluşacağına eminim!"

Creda'nın boş bakan gözlerinin tekinden bir damla yaş süzüldü. Neden bilmiyorum fakat ona acımıştım. Yaptığı seçimlerin sonucunun ölüm olması berbat bir şeydi. Her ne kadar böyle olsa da masum -ondan ne kadar nefret etsem de- bir çocuğun, Xavier'in hayatını batırmış ve en önemlisi de ablamın ölümüne neden olmuştu. Isabella, biz her şeyi düzeltmek için uğraşırken bu kadın yüzünden ölmüştü. Bir an sonra, damarlarımda hissettiğim öfke bunu hak ettiğini söylemeye başladı. Tapınağın baş üyesinin ölümü; hem de benim ablamın ölümüne neden olmuşken acımamı gerektirmiyordu.

Konsey başkanlarından ortada oturan korkuluğa tutunarak ayağa kalktı. Ak saçları olmasına rağmen çok yaşlı değildi, siyah gözleri ve yüzünde birkaç kırışık vardı.

"Ablam bu kadın yüzünden mi öldü?" diye fısıldadı Sarah.

"Evet, Sarah," diye yanıtladım bir süre kadının boş bakan gözlerine bakarak. "Bu kadın yüzünden."

"Bugün bir süredir sürdürdüğümüz takibin sonuçlarına ulaştık, kardeşlerim," diye gürledi ayağa kalkan konsey başkanı. Ardından devam etti. "Bu gördüğünüz kadın, Diablo'nun baş elçilerinden biriydi. Ona bağlılık yemini eden soylu bir kadındı. Fakat Diablo'ya ihanet etti. Diablo'nun düşmanı Adramalech'e ve adamlarına, tapınaktan bilgi sızdırdı... Ve şimdi kendi ellerinin getirdiği ölümü tadacaksın Creda Harper, cezan idamdır!"

"...Kılıçlarınızı kaldırın kardeşlerim! Ve gördükleriniz size ibret olsun!"

Tüm salon, aynı anda cübbelerinin içine gizledikleri kılıçlarını yukarıya doğru kaldırdı. Aynı anda sağ taraftaki kıdemlilerden biri de grubundan ayrılarak Creda Harper'in yanına gitti. Creda'nın sarı saçlarını kavradı ve kafasını önündeki beton bloğa yatırdı. Creda yanağını beton bloğa yaslayıp yüzünü salona çevirdi. Tam o an, gözleri Lora'ya bakıyordu.

Lora, Bayan Mollis'in hemen yanındaydı. Kontrol etmek için bakışlarımı bir Lora'ya bir de Creda Harper'e çevirdim. Creda, tam olarak Lora'nın gözlerine bakıyordu. Sonra hiç ses çıkarmadan, yalnızca dudaklarını oynatarak "Yardım et," dedi.

"Yaşa Diablo!" diye haykırdı konsey başkanı. Ardından tüm salon aynı anda gür bir sesle bağırdı.

"Yaşa Bohamian!"

Kıdemli, elindeki orağı Creda Harper'in boynuna indirdi. Ve tam bu esnada, Sarah Taylor'un gözlerini kapamıştı. Creda'nın kafası beton bloktan kürsünün zeminine düştü ve orada yarım metre yuvarlandı. Kürsünün ortasında fışkırarak yayılan kan herkes için oldukça normal görünüyordu. Tüm salon, aynı anda bir kez daha bağırdı.

"Yaşa Diablo!"

Tüm salon, aynı anda kılıçlarını kinlerine soktu ve dizlerinin üzerine eğildi. Şu an ayakta duran yalnızca bizdik. Gözlerimi Lora'ya çevirdim. Açık renk saçları dağılmış, gözleri kızarmıştı. Annesinin hemen yanında, büyük bir afallamayla Creda Harper'in ölü bedenine bakıyordu. Gözlerini endişeyle bana çevirdiğinde, bir şeyler olduğunu anladım. Yanlış giden bir şeyler vardı.

"Ne oldu?" diye fısıldadım kaşlarımı indirerek. Ona bakmak böbreklerimin birbiri üstüne binmesine neden olmuştu.

Gözleriyle Creda'yı gösterdi ve ardından "Ellerine bak," diye fısıldadı. Onun yalnızca dudaklarını okumayı başarabilmiş, ne dediğini anlamıştım. Kafamı Creda'nın başından ayrı bedenine çevirdim. Oradan da bakışlarımı ellerine indirdim. Ellerini yumruk yaparak sıkmıştı fakat... avcunun içinde bir şey gizli gibiydi. Bir... kağıt gibi.

Kaşlarımı çatarak kafamı ne olduğunu anlayamadığımı ima etmek istercesine iki yana salladım.

Nichola bir anda yanıma yanaştı. "Gitmeliyiz."

"Nereye?"

"Papillion, Batı Lincoln Caddesi."

"Hemen şimdi mi?"

"Evet, kaybedecek zaman yok. Grevor çıldırmış durumda. Amacı her neyse gerçekleştirmesi çok uzun sürmez."

Dişlerimi sıktım ve Nichola'nın siyah gözlerine baktım. "Peki ya Lora?" diye fısıldadım.

"Annesinin ve babasının şu an bizimle birlikte gelmesine izin vereceğini sanmıyorum."

Yutkundum. Ondan ayrılmak istemiyordum. Onu bıraktığım zaman, sanki korunmasız kalacakmış gibi, her an başına bir şey gelecekmiş gibi hissediyordum.

Nichola ve kardeşlerimin yanından ayrılarak Lora'nın yanına yürüdüm. O sırada salondaki tüm kalabalık dağılmaya başlamıştı. Yanına varınca Bayan Mollis yüzünü ekşiterek bana döndü. Gözleri kızarmıştı.

"Lora, benim gitmem gerek ve diyecektimki eğer istersen..."

"Ne?" diye tısladı Bayan Mollis sözümü keserek. "Onu çağıracak mısın Lacender? Gerçekten? Tüm bu olanlardan sonra?"

"Ben..." dedim kaşlarımı büzerek. Bayan Mollis gerçekten kötü durumdaydı ve böyle davranmasına hak veriyordum. Fakat Lora'yı benden uzaklaştıramazdı. "Ben kızınızı seviyorum Bayan Mollis."

Bayan Mollis'in gözleri dolmuş, yüzü iyice kızarmıştı. Öfkeli bir biçimde yanıma yürüdü. "Senin psikopat ailen ve senin yüzünden şu an oğlum burada değil! Kızıma bir daha yaklaşmayacaksın anlıyor musun! Git buradan!" İşaret parmağını her bir kelimesinde tehditkâr bir biçimde omzuma vuruyordu.

"Bazı şeyleri yanlış anlıyorsunuz," dedim kafamı iki yana sallayıp onu sakinleştirmeye çalışarak. "Kızınız için tehlike barındıran kişi ben değilim, babam. Babam bir kaç saat önce büyük ablamın ölümüne neden oldu. Aynı şekilde annemin ve küçük kardeşiminde. Babamdan nefret ediyorum ve inanın, bu sizin nefretinizden çok daha büyük bir nefret."

"Bu kızımın senin yanında güvende olacağı anlamına gelmiyor. Babanın hedefi... sizsiniz. Lora'nın sizin yanınızda olması onu da açık hedef haline getirir."

Kaşlarımı çatarak anlam veremeyen gözlerle Bayan Mollis'e baktım. "Biz birer hedef tahtası değiliz Bayan Mollis, birer insanız ve aynısı sizin başınıza da gelebilirdi. Ve hatta geliyor, babam oğlunuzu sizin gözünüz önünde kaçırdı, ona ne siz ne de Grevor engel olamadınız."

Bayan Mollis güçlükle yutkundu ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Gözlerini elleriyle sildikten sonra açıp başka yerlere bakarak omuz silkti. Hafif bir sinir krizi geçiriyor gibiydi. "Ben sadece... evlatlarımı kaybetmek istemiyorum anlıyor musun? Artık bıktım bu saçmalıktan. Bu tapınaktan, şeytandan, her şeyden... neden herkes gibi normal bir hayat yaşayamıyoruz ki?"

"Bunun suçlusu siz değilsiniz," dedim Bayan Mollis'in omzunu sıvazlayarak. Omzuna elimi uzattığımda tepki göstereceğini sanmıştım fakat sanki buna ihtiyacı varmış gibi ses çıkarmadı."Bunun suçlusu hiçbirimiz değiliz. Ailelerimizde şeytanlarla bağlantılı insanlar var, suçlu onlar. Ve size söz veriyorum, her şey düzelecek. Her şey eskisinden de daha iyi olacak. Nichola'yla bu işi bitirmek için çalışıyoruz. Kızınızı koruyacağıma söz veriyorum. Onu her şeyden korumaya hazırım... her şeyden."

Bayan Mollis bir süre yere baktı ve ardından burnunu sildi. "Nereye gideceksiniz? Burada kalmanız daha iyi."

"Babam bir ay boyunca bize bulaşmayacaktır. Adramelech'e ailesinden ayda bir kurban veriyor."

"Bunun için gerçekten üzgünüm..." dedi Bayan Mollis dudaklarını birbirine bastırarak. "Umarım o şerefsiz herif bir an önce..."

"Ölür." Sözünü büyük bir soğukkanlılıkla tamamlamıştım. "Ve Xavier'le aramız her ne kadar kötü olsa da bunu asla hak etmedi. Onu kurtarmak için elimden gelen her şeyi yapacağım Bayan Mollis. Onu babamın elinden kurtaracağım."

"Sana karşı çok ön yargılı davrandım," dedi Bayan Mollis gözlerimin içine bakarak. "Ve hâlâ öyle davranıyor olabilirim. Bu geçmişten... Xavier'le kavgalarınızdan kaynaklanıyor daha çok. Neden Xavier'le bu kadar çok kavga ediyordunuz bilmiyorum. Fakat seni tanıdıkça iyi bir çocuğa benzediğini öğrendim. Ama yine de kızımı sana emanet edecek kadar güveniyor muyum bilmiyorum."

"Sorun yok anne," diye araya girdi Lora. "Gerçekten, onunla iyiyim. Lacender asla bana zarar vermez."

Lora'nın elini tuttum. "Ona bir şey olmasına asla izin vermem, asla. Bu işin sonuna çok yaklaştık. Şimdi Nichola'yla birlikte her şeyin cevabını bulabileceğimiz bir yere gideceğiz."

"Bu yeri bilmem gerekiyor mu?" Bayan Mollis kaşlarını çattı.

"Sadece bize güven anne," dedi Lora. Annesine uzunca baktı. "Bize güven."

-

Ölüm, hayatın en kusursuz ve en net cevabıydı. Hayatımızda neler olacağı her saniye değişebilirdi; nereye gideceğimiz, ne yapacağımız, nasıl düşündüğümüz, kimi seveceğimiz veya onu koruyup koruyamayacağımız. Fizik kuralları bile bulunan yeni kuramlarla değişiyordu. Fakat ölüm, en sonunda gelip sizi buluyordu ve bu hayatın en değişmez cevabıydı.

Ölümün ben ve ailem içinde her şeyin en sonunda gelip bizi bulmasını isterdim. Fakat yaşayan her insan için şartlar aynı olmuyordu. Sanırım hayatta başına böyle şeyler gelen ilk ve son insandım. Ve bu sanırım'ın olasılığı %99'du. Hayatım boyunca bir sürü film izlemiştim, haberler duymuştum. Fakat tıpkı benim hayatıma benzeyen hiçbir ize rastlamamıştım. Bu yüzden kendimi amansız bir yanlızlığın içinde hissediyordum. Belki arkadaşlarınız olurdu, onları severdiniz, fakat hiçbiri sizin gibi değilse yine yalnızdınız. Sizi anlamıyorlarsa, yine yalnızdınız. Ve şimdi Lora benim ruhumun ve yalnızlığımın kurtarıcısı olmuştu. Ona bağlanmak sanki yaşamam için bir sebep oluşturuyordu.

Toz ve toprağın pençelerini geçirdiği yarım açık pencereden süzülen soğuk hava pislenmiş saçlarımın ön taraflarını hafifçe dalgalandırıyordu. Papillion'un renksiz sokakları bu havayı biraz daha karartıyordu. Beni rahatsız etmesine rağmen camı kapatmak istememiştim.

Lora'nın saçları tüm bu koşturmaya rağmen elmalı şampuan kokusunu kaybetmemişti. Benimse acil bir duşa ihtiyacım vardı. Üstümdeki lacivert hırka ve beyaz tişörtümle birlikte ben de kirlenmiştim. Ayrıca acıkmıştım. Uzun zamandır bir şeyler yemiyordum. Evimizin yanarak bir harabeye dönüştüğünü düşünürsek bu ihtiyaçlarımı karşılayıp karşılayamayacağım da meçhuldü.

Sarah arabanın ön yolcu koltuğunda oturuyordu. Arkada ben, Taylor ve Lora vardık. Arabayı ise Nichola kullanıyordu. Lora'yla birbirimizin elini öyle sıkı tutuyorduk ki onun elini acıtmaktan korkuyordum. Fakat ne kadar çok sıkarsam, kendimi o kadar iyi hissediyordum. Onun kokusunu içime çektiğim her saniye ruhuma şifa oluyordu. Birkaç dakika sonra Batı Lincoln caddesindeki eğlence merkezine varacaktık. Tapınak için bu kadar önem arz eden bir arşiv deposunun neden böyle bir eğlence merkezinin altında olduğuna anlam verememiştim.

Batı Lincoln'a vardıktan sonra eğlence merkezine girmek için Jackson caddesine giriliyordu. Burası cadde değil de daha çok insanların arabalarını bırakmak için kullandığı bir otopark gibiydi. Ayrıca geniş asfaltın bir kısmında Lunapark'ın sembolü olan dönme dolap bulunuyordu. Arabadan inerken Lora "Lacender," diye seslendi.

Arkamı dönüp onun pürüzsüz ve ufak suratına baktım. "Evet?"

"Tam olarak aradığımız şey nedir?"

Kaşlarımı indirdim ve bir süre takılarak "Sanırım," dedim. "Diablo'yu bitirebilecek şeyi bulacağız. Nichola'nın söylediğine göre Bohamian'ın hazinesinden milyonlarca para bir yere transfer ediliyor. Bunun kaydının tutulduğu tek yer ise bu arşiv deposu. Bununla birlikte işimize yarayacak bir şeyler bulabileceğimizi umuyoruz."

Lora elini kotunun arka cebine attı ve bir kağıt parçası çıkardı. Ardından içini açarak içinde yazanları bana tuttu.

Kağıdın içinde 'Ev' kelimesi ve "3568" rakamları yazılıydı. Bu kağıdın ne olduğunu sormak için kaşlarımı çattım. Sanırım düşündüğüm şeydi.

"Creda Harper'in elinde tuttuğu kağıt."

"Almayı nasıl başardın? Orada onlarca kıdemli vardı. Ayrıca seni görmedim."

"Siz çıkış koridoruna girdiğinizde geri dönüp babamla birlikte kürsüye çıktım. Konsey dağılmıştı. Creda'nın kafasız cesedi korkunçtu. Özellikle ellerine dokunmak birkaç kez öğürmeme neden oldu. Fakat aldım işte."

"Sence bunlar ne anlama geliyor?"

"Bence evine gitmemiz gerektiği anlamına."

"O kadın ablamın ölümüne neden oldu Lora. Ondan nefret ediyorum, bu bir tuzak olabilir. Kağıdı intikam almak için hazırlamış olabilir, tapınağa karşı."

"O zaman neden bana bakıp yardım dilensin?"

"Tabi ki ölmemek için. Her suçlu son anda bir umut arar."

"Onun evine gideceğim."

Bir an onun yüzüne şakasına tepki veriyormuş gibi baktım. "Ciddi olamazsın."

"Ciddiyim Lacender."

"Hiçbir yere gidemezsin. Yanımdan ayrılmıyorsun Lora. Konu kilit."

"Oraya girebilecek miyim?" diye sordu Lora. Sesindeki öfke beni daha da sinirlendirmişti.

"Arşiv deposuna mı?"

"Evet."

"Büyük ihtimalle hayır."

"Yapacak hiçbir şey yoksa..."

Birden Nichola arabadan inip arabanın tavanından bize baktı ve kaşlarını çatarak "Neyi tartışıyorsunuz?" dedi. Kafasına gizlenmek için stetson takmıştı.

Ona söylemek için ağzımı açtım fakat birkaç salisede tekrar kapadım. Nichola'ya bunu söylemeyecektim. Neden bilmiyorum fakat bazı şeyleri kendim çözmem gerekiyormuş gibi hissediyordum. Neşeli bir şekilde "Stetson yakışmış," diye geveledim.

"Creda Harper nerede oturuyordu?" Lora birden bire bu soruyu yöneltince ayağımla çaktırmadan topuğuna vurdum.

"Bunu neden merak ediyorsun?" Nichola arabanın kapısını kapadı ve kollarını arabanın tavan kısmına yasladı.

"Sadece... merak ettim."

"Boys Town, Gölün... Walsh caddesindeydi sanırım gölün hemen kenarı."

Lora bana dönüp usta bir oyunculuk sergileyerek "Zannettiğim kadın değilmiş," diye hayıflandı. Ardından bir şey söylemek için tekrar Nichola'ya döndü. "Babam bir gün aynı Creda Harper'e benzeyen bir kadınla iş görüşmesine gideceğini söylemişti. Annem kendisini aldattığından şüphelenip babamı takip etti fakat... ofis Ralston'daydı."

"Baban iş görüşmeleri mi yapıyordu?" diye sordu Nichola anlam veremeyerek ve yalanın kuyusunu kazmaya çalışarak. "Tamam ama neden?"

"Bilmiyorum..." diye yanıtladı Lora. "Belki de gerçekten Creda Harper'di."

Bir süre sessizlik olduktan sonra Nichola "Öyleyse," dedi. "Hadi girelim artık şu lanet depoya."

"Biz ne yapacağız?" diye sordu Sarah elini Taylor'un omzuna atarak.

"Lunaparkta oturun. İşimiz biraz uzun sürebilir."

"Tamam...," dedi Lora bir süre düşünerek. "Fakat durun! Nichola... bize arabanın anahtarlarını verir misin?"

Nichola kaşlarını çattı. "Neden... Lora?"

"Hayır," diye çıkıştım. "Sana anahtar falan yok." Arabaya doğru yürüdüm ve bagajda duran yayımla ok torbamı alarak sert hareketlerle sırtıma taktım.

"Gerçekten... arabanın içinde oturmak istiyorum."

"Bir yere gitmen başına büyük belalar açabilir. Baban seni bana emanet etti," dedi Nichola kafasını iki yana sallayarak.

"Ona anahtarları verme," dedim öfkeme hakim olmaya çalışarak. Onun bir yerlere gitmesi, başına bir şeyler gelmesi olasılığını bile düşünemiyordum.

"Anahtarları verir misin Nichola? Ciddi olamazsın... nereye gidebilirim ki?"

Nichola bir süre düşündükten sonra anahtarları Lora'ya fırlattı. "Unutmayın... hâla Diablo'nun gücü üzerimde. Sizi izliyor olacağım."

"Lora!" diye yüksek bir sesle bağırdım.

"Lacender, derdin ne senin?"

"Sadece arabada oturuyorsun, anlaşıldı mı?"

"Emredersiniz."

Gözlerimi Sarah'a çevirdim. "Sarah, benim için Lora'ya sahip çıkabilir misin?"

Sarah'ın Lora'dan hoşlandığı pek söylenemezdi. Bana yalnızca bir aptalmışım gibi bakış attı. Ardından "Isabella öleli birkaç saat oldu," dedi. Gözleri dolmuştu. "Sence gerçekten bu saçmalıklarla uğraşacak gibi mi duruyorum?"

Bir süre gözlerine baktıktan sonra kaşlarımı kaldırıp "Tamam," dedim. Ardından bakışlarımı Lora'ya çevirdim. "Yalnızca... dikkatli olun. Telefonunuzun sesini açın."

"Tamamdır."

-

Arşiv deposuna eğlence merkezindeki bilet gişesi kulübesinden gidiliyordu. Kulübe oldukça büyük ve ışıklıydı. Lunapark şu an henüz hava kararmadığı için pek kalabalık değildi fakat yine de çocuk koşuşturmalarının ve bağrışmalarının sesi geliyordu.

Gişe kulübesinden içeri girince, içeride oturan normal giyinimli birkaç kişi kafasını döndürüp bize baktı. İçerisi bir bar şeklinde tasarlanmıştı. İçeride bar masaları, önlerindeki yuvarlak, deri kaplı minderli sandalyeler, loş ışıklandırma, uzun ve genellikle ahşaptan kulübenin sonundaki büyük dolaplar ve ağır viski kokusu vardı. Birden içlerinden saçları üç numara, üzerine lacivert tişört giymiş vücudu yapılı olan "Bayım," diye seslendi. "Biletler kulübenin ön tarafındaki pencereden satın alınıyor. Buraya özel personel harici giriş yasak."

"Bilet için gelmedim," dedi Nichola başındaki stetson'u çıkartarak.

Saçları üç numara olan, Nichola'yı tanıyınca şaşırarak "Efendim?" dedi. "Burada ne işiniz var?"

"Arşiv deposuna gireceğiz."

"Fakat bu yas..."

"Yasak olduğunu biliyorum." Birden bileğime uzandı ve hırkamın kolunu sıyırdı. Sıyırmasıyla kolumdaki avuç içinde triskele işareti meydana çıkmıştı. "Fakat çocuk benimle."

Sanırım artık tahminlerimin ve yaşadığım tecrübelerin sonucu olarak bir kıdemli olduğunu düşündüğüm adam kaşlarını çatarak bileğime baktı. "Diablo'nun mührü mü?"

İçeridekilerden bir diğeri "Orijinal olduğunu kontrol etmemiz gerekiyor," dedi.

"Kontrol mü?" diye sordum. "Bunu nasıl yapacaksınız?"

Öndeki saçları üç numara olan yanıma geldi ve bileğimi kavradı. Bileğimi kavramasıyla gözlerinin bir yere odaklaması bir oldu. Ardından arkasına dönüp arkadaşlarına baktı. "Bu mühür orijinal."

Arkalardan biri "İçeride ne yapacaksınız?" diye sordu.

"Sadece ufak bir araştırma."

"Arşiv deposuna neredeyse bir asırdır hiçbir baş üyenin girmediğini biliyorsun değil mi Nichola?" diye tahditkâr bir şekilde sordu en öndeki.

"Sadece aç şu girişi evlat."

"Yalnızca çocuk girebilir."

"Bak, yalnızca ufak bir araştırma tamam mı? Diablo'nun bundan haberi var."

"Bunu neden direk bize iletmedi?"

"Bilmiyorum," diye çıkıştı Nichola. "Hesabını ona sorarsın."

Arkalarda kendini belli etmeyerek bar sandalyesinde oturan sarı saçlı kıdemli kafasını kaldırdı ve "Bırakın geçsinler," dedi. Bir süre sessizlik olduktan sonra derin bir nefes verdi. "Yıllardır burayı koruyoruz fakat siktiğimin yerinde hiçbir atraksiyon yaşanmıyor. Bir şey yapmaya kalkışırlarsa en azından onları öldürebilirim."

"Sözlerine dikkat et Vladimir," diye çıkıştı en öndeki kısa saçlı. "Burası kutsal bir yer."

"Sadece izin ver girsin," dedi omuzlarını silkerek.

En öndeki dişlerini sıktı ve arkasını dönerek ona baktı. Ardından bir süre düşündükten sonra "Öyle olsun," dedi. Yüzünü bize çevirdiğinde adeta ölümcül bakışlar atıyordu. "Geçsinler öyleyse."

Kıdemliler hep birlikte ayağa kalktılar. İçeride yaklaşık sekiz veya dokuz tane vardı. Hepsi birden barın en arkasındaki dolaba doğru yürüdüler. Ardından teker teker, ellerini dolapların kapaklarına yasladılar. Yaklaşık yarım dakika böyle bekledikten sonra ellerini dolaptan çektiler ve birkaç adım geri yürüdüler. Dolaplar ilk önce büyük bir gürültüyle duvarın içine doğru göçtü. Ardından yanlara doğru, tozlar fışkırtarak açılmaya başladı. Tamamen açıldığında önümüze aşağı doğru inen taş merdivenler çıkmıştı. Yanlarda iki metrede bir asılı duran sarı ampûller ise merdivenleri aydınlatıyordu.

Yürümeye başladığımızda iki yanımızda duran kıdemliler hiçbir şey demeden bizi izlemeye başladılar. Adı Vladimir olan sarı saçlı ve yapılı kıdemli, biz içeri girerken yalancı bir sırıtışla "Boş şanslar!" dedi. Gözlerini sırtımdaki yay ve ok torbama dikmişti.

Merdivenler, aşağıdaki metal, kırmızı bir kapıya iniyordu ve görüntü oldukça ürkütücüydü. Çünkü kapının hemen üstünde bileğimdeki damganın aynısından vardı. Üzerinde ise büyük harflerle Diablo yazıyordu. Ayrıca onun altında latince yazılmış bir cümle vardı; 'palu pluvia occulta inferni'

Kaşlarımı çatarak yüzümü Nichola'ya çevirdim ve "Bunun anlamı ne?" diye sordum.

Nichola gözlerini kıstıktan sonra kafasını kaldırdı ve kapının üzerindeki yazıyı okudu. "Cehennem sırlarının yağmur birikintisi."

Hafif bir alaylı sırıtış attıktan sonra bunun gerçekten saçma olduğunu düşündüğüm için omzumu silktim. "Saçmalık."

"Henüz içeri girmedin, evlat."

Nichola kırmızı kapının kulpunu tuttu ve aşağı indirdi. Ardından kapının paslanmış menteşelerinden çıkan gıcırdama sesi eşliğinde kapıyı sonuna kadar açtı. Açtıkça, kapının ardından gelen yoğun ışık gözlerimi kamaştırmıştı. İçeriye baktığımda gözlerimi bir süre kapatamamıştım.

İçerisi devasa büyüklükteydi. Neredeyse bir buçuk olimpik havuz kadar, içinde yüzlerce tekerlekli raf bulunan ve tavandaki sarı spot ışıklarla oldukça iyi aydınlatılan bir odaydı. En ilgincime giden şeylerden bir tanesi her yerin tertemiz olmasıydı. Tekerlekli rafların her birinde beş kat vardı ve her katta düzinelerce krem renkte, eskimiş dosya bulunuyordu. Buna rağmen raflarda ve dosyaların üzerinde hiçbir toz izine rastlamamıştım. Burası çok iyi korunan, oldukça sık temizlenen bir kütüphaneye benziyordu. Ve arşiv deposundaki kayıt dosyaları yıllara göre dizilmişti. İlk yılın 1689 olması beni epeyce şaşırtmıştı.

"Hazır mısın?" diye sordu Nichola başını iki yana sallayıp kaşlarını kaldırarak.

"Hazır değilim."

"Aramaya 1997 yılından başlayacağız," dedi Nichola rafların arasında ilerleyerek. Sesi boş ve yüksek tavanlı odada epeyce yankılanıyordu. "Belki müzik dinleyebiliriz."

"Müzik mi?" dedim midemdeki kusma isteğini atmaya çalışarak. "Kız kardeşim öleli bir gün bile olmadı."

"Pek üzgün gözükmüyorsun."

Durdum ve kaşlarımı bükerek ona baktım. Parmak uçlarımda öfkemin esirine düşen bir karıncalanma hissetmiştim. "Canın cehenneme, Nichola."

"Zaten cehennemdeyim," dedi alaya alarak. "Sadece... daha çok üzülmeni beklerdim, o kadar."

Dişlerimi ve yumruklarımı sıkıp onun tam olarak gözlerinin içine bakmaya devam ettim. Sözleri öfkeden deliye dönmeme neden oluyordu. Isabella'nın ölümüne ne kadar üzüldüğümü diğer ölümlere kıyasla dışardan daha az belli ettiğim doğruydu fakat bu içimde açılan yaranın ne kadar küçük olduğunu göstermezdi.

"Isabella benim annem gibiydi," dedim göz yaşlarımı öfkemin büyük dalgaları arasına karıştırırarak. Adeta beynimin kaynadığını hissediyordum. "Onun hakkında hiçbir şey bilmiyorsun! Ne kadar acı çektiği hakkında, neler yaşadığı hakkında bir bok bilmiyorsun! Onun ölümüne üzülmediğimi mi sanıyorsun? -Nichola'ya doğru tehditkâr bir adım attım- Ablamın ölümüne neden olan şerefsizin işini bitirebilmek için gece gündüz dinlenmeden, yemek yemeden ve hatta tuvalete bile gitmeden, etrafta bok gibi kokarak dolaştığımı görmüyor musun? Gece nerede kalacağımı bile bilmiyorum fakat burada, ablamın ve babamın öldürdüğü diğer herkesin intikamını alabilmek için uğraşıyorum! Ağlayıp zırlamanın bir boka yaramadığını öğrendim çünkü!"

Nichola dirseğiyle beni ittirerek tekerlekli raflardan birine yapıştırdı. "Sesini alçalt!" diye emretti. Ardından gözlerimin içine baktı. "Sadece bir şakaydı, ahmak."

Beni bıraktığında hızlıca üzerimi düzelttim ve ona sert bakışlar atmaya devam ettim. Bana rahat ve hüzünlü bir bakış atmıştı. "Sevdiğin birini kaybetmenin ne demek olduğunu biliyorum, evlat. Yalnıcza... gerçekten nasıl hissettiğini öğrenmek istemiştim."

"Öğrendin, şimdi mutlu musun?"

"Araştırmaya başlayalım artık ha," dedi birden konuyu kapatarak. "Nedersin? Müziksiz."

Bir süre daha derin nefesler alarak onun suratına baktım.

"İyi."

Araştırmaya 1997 yılından başlamamızın nedeni babamın o yılda Bohamian'dan ayrılmış olması ve paranında o yıllardan itibaren bilinmeyen bir yere transfer edilmeye başlanmasıydı. İşimize yarayacak bir şeyler bulmak yaklaşık üç saatimizi almıştı. Bu kayıtlarlara, aslında Bohamian'da boş görünen hayatın ne kadar meşakkatli olduğunu anlamıştım. Burada bir çok şarkıcı grubun adını duymuştum. Şarkılarında kullandıkları sözlerin içine gizlenmiş, şeytana eğilim yaratan gizli mesajlar, tapınağı gizlemek adına yapılan anlaşmalar, vukuatlar, giriş yapan üyelerin isimleri, yaşları, hayatının öz geçmişi, Ekonomi ve siyasi hayata yayılma adımları ve stratejileri, Nebraska'da son yılda satın alınan yirmiden fazla restaurant ve arsanın isim ve koordinatları, resmi kurum ve iş yerleriyle kurulan bağlantıların ve toplantıların kayıtları, televizyon programları için seçilen anahtar kelimeler... ve böyle onlarca dosya kaydının ardından en sonunda iki önemli şeye ulaşmıştık.

Şu an elimde tuttuğum 347 numaralı dosya, 1997 yılında porselen üreten bir porselen şirketiyle alakalıydı. Ve diğer dosyalara kıyasla oldukça boştu. Sanki bilginin kaydı arşiv deposundan bile saklanmak istenmişti. Dosya sayfasında aynen şunlar yazıyordu;

11 KASIM 1997: Prouna Fine Bone China şirketi ürünleri, 142 evde üyeler tarafından aynı zaman diliminde Diablo'nun isteğiyle yok edilmiştir.

"Neden tüm dosyada yalnızca bir cümle yazıyor?" diye sordum anlam veremeyerek. "Ve neden Diablo bu kadar saçma bir porselen takımına kafayı takmış olsun?"

Nichola bir an dediklerime kulak verdi ve ağzı hafifçe aralandı. "Siktir... bunu tamamen unutmuştum."

"Neyi?"

"Markayı tekrar et."

"Prouna Fine Bone China"

Nichola yerde oturur bir pozisyondayken heyecanla dosyaların arasından eline bir tanesini aldı ve ayağa kalktı. Hızlıca yanıma geldi.

"Sanırım bazı parçaları oturtmaya başlayacağız."

"Nasıl?" kendimi bir an aptal gibi hissetmiştim.

"Bone China... tabi ya... bunu tamamıyla unuttuğuma inanamıyorum. Bu şirket porselenlerinin yapımında kemik tozu kullanıyordu. Bu formülle ürünleri daha sağlam bir hale geliyordu. 97 yılında kilisemde yanarak ölen insanlar için oluşturulmuş Honor Grave For Aziz Cecelia'dan kemik tozu toplayarak onlarla ölen kişi sayısı adedince porselen takımı üretti. Ardından onları yanarak ölen kişilerin ailelerine hediye etti, bunlardan biri de Alondra'nın ailesiydi. Grevor onunkini yok etmem için gelip bana rica etmişti. Fakat ben... yok etmedim."

"Etmedin mi? Neden? Ve... sebebi neydi tüm bunların?"

"Alondra'dan son kalan hatıralarını anne ve babasından koparmak istememiştim. Bunun yerine tapınağa yalan söylemiştim. Bu tapınağa söylediğim ilk ve son yalanım olmuştu. Sebebiniyse hiçbir zaman anlayamamıştık. Diablo'nun yıllarca göstermediği bir telaş ve endişeyle tüm porselenler yok edildi. Sanırım porselenler bir şekilde...

"Onun için zararlıydı... İyi ama neden?"

Nichola elinde tuttuğu dosyayı açtı ve sesli bir şekilde okumaya başladı.

"13 Kasım 1997: •Fabrikanın ürettiği 143 adet porselen takımından 142'sinin yok edildiği kayıt altına alındı. 143. Porselen takımı Baş Üye Nichola Galea tarafından yok edildiği rapor edildi.
•Fabrika kalıcı olarak kapatıldı ve şirket için internette karalama kampanyası başlatıldı.
•DOLT'ın şeytanı Ashera, Diablo'yla Bohamian'da toplantı gerçekleştirdi. Toplantı vekilleri iki konsey başkanı Gladys Osborne, Launder Ortiz ve tapınak baş üyesi Creda Harper'di.
•Ironrubber firmasından iki bin adet lastik kutusu sipariş edildi.
14 Kasım 1997: •Doğu Omaha Liberal Tapınağı(DOLT)'na beş milyon dolar transfer edildi.
15 Kasım 1997: •Honor Grave For Aziz Cecilia mezarlığı satın alındı.

"Bunlar ne anlama geliyor?" diye sordum anlam veremeyerek. Ruhum gittikçe daralıyordu fakat problemi çözmemize çok yaklaştığımıza inanıyordum. "Doğu Omaha Liberal Tapınağı da nedir?"

"Doğu Omaha Liberal Tapınağı, Ashera adlı güçsüz bir şeytanın 1980 yılında kurduğu bir tarikatın ismiydi. Cennetten kovulmuş fakat pişman olarak bu tapınağı kurmuştu. Amacı insanları şeytanın arzu ve isteklerinden kurtarmaktı. Fakat bunun için bile insanları bir şekilde himaye altına alması gerekliydi. İnsanları himaye altına almak için yeni kovulmuş bir şeytanın bolca insan öldürmesi, toplu katliamlar düzenlemesi gerekiyor. Fakat Ashera bunu istemedi. Bu yüzden hiçbir zaman Diablo veya Adramelech kadar güçlü olamadı. Diablo'nun onu 1990'larda öldürdüğünü sanıyordum fakat... anlaşılan o ki hâla hayatta. Bu maddelerin de aynı dosyada yer almasının bir sebebi var..."

"Aynı dosyada yer alıyor çünkü sizin çözemediğiniz şeyi o çözmüştü. Ashera Diablo'nun neden porselen takımlarını yok ettiğini biliyordu," dedim derdimi hızlı bir şekilde anlatmaya çalışarak.

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Nichola.

Kafamda halâ soru işaretleri olmasına rağmen bir şekilde parçaları birleştirebiliyordum. Derin bir nefes aldım ve anlatmak için iki elimi göğüs hizama kaldırdım.

"Prouna Fine... veya her ne haltsa, şirket porselenleri için kemik tozu kullanıyordu değil mi?" diye sordum.

Diablo kafasıyla onaylayarak "Evet," dedi.

"Porselenin ham maddeleri genellikle her firmada aynıdır, firmayı ondan ayıran özelliği buydu ve bu özellik bir şekilde Diablo'yu rahatsız etti. Çünkü Honor Grave for Aziz Cecilia mezarlığındaki kemikler, bir şekilde Diablo'yla bağlantılıydı."

Nichola düşünmek için çenesini işaret parmağıyla baş parmağı arasına yasladı. Gözleri hafifçe kısılmıştı.

"Kilisedeki yangının nasıl çıktığını hatırlıyor musun Nichola?" diye sordum. "Bohamian'a ondan sonra girmiştin."

"Doğu cephesinde güneş ışığından fazla ısınan ahşap duvarlar yüzünden," diye yanıtladı.

"Peki ya ne kadar zamanda baş üye oldun?"

"Bir yıl, neden bunları soruyorsun, evlat?"

"Bir dakika, yalnızca sorularıma cevap ver, babam, Creda Harper ve Grevor'un ne kadar zamanda baş üye olduklarını biliyor musun?"

"Sanırım... hepsi beş veya altı yıl... Creda yedi yıl."

"Neden en hızlı senin olduğunla alakalı bir fikrin var mı?"

Nichola bir süre gözlerime uzunca baktı. Ve sanki ona vermek istediğim mesajı sadece gözlerime uzun uzun bakarak anlatmıştım. Nichola bir şeyler sezmeye başlayınca gözleri daha da büyüdü.

"Çünkü kiliseyi... siktiğimin Diablo'su yaktı. S-Sadece bana sahip olabilmek için."

"Evet," diye yanıtladım. "Çünkü seni çok öncelerden gözüne kestirmişti. Baş üye olacağını biliyordu. Senin beyninin içini biliyordu. Her ne kadar sıkı dindar ve katolik bir ailede büyüsende aklının içindeki çelişkileri biliyordu. Liderlik vasfını ve dövüş yeteneklerini de. Ve sana sahip olabilmek için kiliseyi yaktı... hem de sevdiğin kız kilisenin içindeyken. Çünkü her şeyi bildiği gibi, Tanrı'yı suçlayacağını da biliyordu. Ardından kukla bir rahip ve kilise, insanların beynini yıkamak için mükkemmel bir araç olacaktı."

"Şu an kafamı parçalamak istiyorum," dedi Nichola öfkeyle. Yüzü kızarmış, boynundaki damarlar belirginleşmişti. "Yıllarca o siktiğimin şeytanı yüzünden Tanrı'yı suçladım. Ondan nefret ettim."

Yutkundum. Nichola'ya acımıştım, her şeyi çok daha öncelerden fark etmesini isterdim. "Kendini suçlama," dedim kafamı iki yana sallayarak.

"Kendimi suçlamayayım mı?" dedi Nichola gözlerinden dökülen göz yaşları eşliğinde ağzını açıp bana doğru birkaç adım yürüyerek. "Bir rahiptim..." dedi parmaklarıyla kafasını kazıyarak. "Şimdi dönüştüğüm şeye bak!"

"En azından hatanı fark ettin!" diye çıkıştım... "Devam edelim Nichola... Diablo kiliseyi içindekilerle yaktı, Omaha Belediyesi kilisede yananlar için özel bir mezarlık kurdu. Honor Grave for Aziz Cecilia. Ve sonra Diablo'yu oldukça rahatsız edecek bir şey gerçekleşti. Bir porselen firması, ölmüş insanların aileleri için mezarlıktaki kemiklerden aldıkları kemik tozlarıyla yüz kırk üç adet porselen takımı üretti. Ardından Diablo tüm porselen takımlarını yok ettirdi. Çünkü onun için zararlı olan şey aslında porselenler değildi... onun için zararlı olan şey, kemik tozlarıydı."

"Kemik tozları mı?" diye sordu Nichola kaşlarını kaldırarak. "Neden özellikle o mezarlıktaki insanlar peki?"

"Çünkü Diablo, o insanları kendi katletti. Cehenneminin alevleriyle. Kendi yaktı. Ve Diablo'nun zayıf noktası da işte bu. Diablo için kendi öldürdüğü bir insanın kemiği veya kemiğiyle yapılmış her şey zararlı, bu yüzden sürekli birilerini öldürmeye kendi hizmetkârlarını gönderiyor, bunu kendi yapmıyor -gözlerimden adeta ışık parlıyordu, içimde öyle büyük bir umut büyüyordu ki konuşmakta güçlük çekiyordum- babamı öldürmesi için Grevor'u göndermesi gibi.... bunu... bunu neden o zamanlar düşünmediniz?"

Nichola omzunu silkti. "O zamanlar sorgulamıyorduk. Sadece itaat ediyordum... deli gibiydim."

"Ve Diablo'yu, işte bu şekilde durduracağız!"

"Nasıl?" diye sordu Nichola kaşlarını çatarak.

"Alondra'nın porselen takımını yok etmediğini söylemiştin..."

"Ailesi onu eski evlerinde bıraktı," dedi Nichola. Sanki her şey ağır çekim ilerliyormuş gibiydi. "Porselen takımını kutusuyla birlikte çatı katında bıraktılar ve... ve o ev sizin oturduğunuz evdi, saatler önce yanarak kül oldu."

"Hayır hayır hayır hayır, siktir!" Beynimden vurulmuşa dönmem yaklaşık on saniyemi almıştı. Sanki bedenimin içindeki tüm organlar aynı anda eziliyordu. Nichola söyleyince daha iyi hatırlamıştım. Çatıda babamın ayak izini gördüğüm zaman... bir şeyi daha görmüştüm. Bir porselen kutusu. Aldırmamıştım bile, ne kadar önemli olduğunu asla bilemezdim. Oradaydı, gözlerimin önünde. Şu an ben de Nichola gibi, kendimi parçalamak istiyordum.

Öfkemi arşiv deposundaki bir kaç rafı yumruklayarak ve tekmeleyerek atmaya çalıştım. Sonra olduğum yere oturdum ve ellerimi başımın arasına koydum. Düşünmekten deliye dönecektim. Öylece ileriyi izledim. Birkaç dakika hiç konuşmadık. Ve uzun bir sessizlikten sonra "Sanırım..." dedim. "Artık Diablo'yu bırakıp Adramelech ve babamı nasıl öldüreceğimizi araştırmanın zamanı geldi."

"Emin ol..." dedi Nichola kaşlarını kaldırarak. "Göremediğin tehlike görebildiğinden daha da tehlikelidir."

"Grevor bir katil olabilir, sen de ondan az sayılmazsın. Diablo için birçok kurban verdiğinin bahsine girebilirim. O olmasaydı başımıza çok daha kötü şeyler gelebilirdi."

"Bir planı var," dedi Nichola. "Çok yakında... bunu hissedebiliyorum."

"Söylesene Nichola," dedim kaşlarımı çatıp hafiften alaya alarak. "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

"Biliyorum işte... o güvenilmez, Diablo'ya hâlâ bağlı ve büyük bir şey planlıyor."

"Bana ne bildiğini anlat," dedim ayağa kalkıp onun üzerine yürüyerek.

"Yine başlamayalım."

"Birbirimize karşı dürüst olduğumuzu zannediyordum."

Nichola bir süre suratıma bakmaya devam etti. Sanki o an siyah gözlerinin ardında sakladığı bir şeyler görmüştüm. Görmekten çok, bunu hissetmiştim.

Birden telefonum çalmaya başladı. Gözlerimi Nichola'nın gözlerinden alarak ondan uzaklaştım ve cebimdeki telefonu çıkardım. Arayan Lora'ydı. Telefonu açtım ve kulağıma yasladım. İlk önce duyduğum ses, derin derin nefes alma ve verme sesiydi. Sanki Lora, koşuyormuş gibiydi.

"Hey, Lora, bir sorun mu var? Lora! Cevap ver!"

"Lacender..."

"Lora, iyi misin? Sana arabada oturman gerektiğini söylemiştim." Kalbim bir anda öyle hızlı çarpmaya başlamıştı ki damarlarımdaki tüm kanın çekildiğini hissettim. Tüm vücudumun üzerine adeta kızgın demir dökülüyordu.

"Dinle beni!" diye bağırdı Lora. Derin nefes alışların ardı arkası kesilmiyordu. Ayrıca yerin altında olduğumuzdan sesi kesik kesik geliyordu.

"Sarah ve b-en C--da Harper'in evine g-ittik."

"Kahretsin! Sana bunu yapmaman gerektiğini söylemiştim! Neden koşuyorsun Lora? Neler oluyor?"

"Sayılar bir ş-freymiş! Burada... Creda'nın evinde bir dol-bın --fresi-- -açma-- -aşardım. İçinde b-r vid-o günlük buld-m."

"Lora, sesin gidiyor, Hey!"

"Cre-- Ha---r teh--t e--lm-ş."

"Ney! Tekrar et Lora!"

"Cre-- Harp-r tehdit edilmiş!" Lora adeta haykırıyordu.

"Tehdit mi edilmiş? Nasıl yani?"

Lora'nın sesi gittikçe azalıyordu ve kafayı yemek üzereydim. "Hey! Lora!"

"Şimdi beni duyuyor musun Lacender?" dedi derin derin nefes alarak. Sanki bir yere saklanmış gibiydi. O sırada ben de o anki adrenalinle deponun ilerisine doğru koşarak telefonun çekmesi için uğraşıyordum.

"Duyuyorum meleğim, söyle hadi!"

"Creda Harper'in çocukları kaçırılmış. Adremelech tarafından. Ve ihan-tçi olarak ölm-si içi- zor-nlu bır---lmış."

"Aman Tanrım Lora! Fakat neden? Şu an neredesin! Neden koşuyorsun!"

"Çünkü bab-nla iletiş-me geçen Cr--- Harper değildi... onunla iş birl-ği içinde olan Nichola Galea! Lacender! Çık oradan, Nichola seni kullanıyor! Creda Harper suçsuzdu. Nichola ve baban onun çocuklarını kaçırdılar çünkü evinizin yanması için birinin suçlanması gerekiyordu! İstihbaratı Creda değil, Nichola sağlıyordu. Nichola babamı suçlamaya çalışıyor çünkü Adramalech'in tarafında. Creda küçük oğulları kaçırıldıktan sonra bir video günlük çekmiş ve her şeyi burada anlatmış. Nichola Diablo'yu öldürerek Adramalech'in güçlenmesini sağlayacak! Sizi yakınında tutuyorki nerede olduğunuzu her zaman babana bildirebilsin. Seni Kansas'a götürmesinin bir sebebi vardı, seni yangında zarar görme diye evden uzaklaştırmalıydı. Çünkü bileğindeki mühür arşiv deposu için gerekliydi! Nichola seni eğitti ve güvenini kazandı çünkü babanın senin için çok daha büyük planları var. Çık oradan ve Nichola'ya hiçbir şey söyleme! Beni takip ediyorlar! Kapatmam gerek, seni seviyorum Lacender...her şeyden çok."

Telefon kapanıp sinyal sesi geldiğinde "Lora!" diye bağırarak tüm depoyu inlettim. "Siktir siktir siktir! Lora! Olamaz! Bu gerçek olamaz! Hayır! Hayır!"

...Ve bıçak, keskin tarafını çaresizliğimin dolup taştığı ruhumun en yaralı köşesine bastırdı. Bu kez doğurduğu tüm cesaret ve iyi duyguların aksine gözlerimin önüne yenilgiyi ve umudun ışık almayan tarafını seriyordu. Her bir çığlığımın ve öfkemin soldurduğu biçare hayatım bir mısraya sığacak olsaydı; mısranın ağırlığının kitabı delip geçeceğine ve tüm kitabı zehriyle yakıp yutacağına yemin edebilirdim. Bıçağın keskin tarafı yarama daha sert bastırdı çünkü acılarını salması gerekiyordu, çünkü çaresizliğin yere damla damla akması gerekiyordu, rizan olan çaresizliğimin, beni öldürmesi ve yeni bir bebeğin bu çaresizliğin içinden doğması gerekiyordu. Bu yeni doğan bebeğin, çaresizlik ve yenilgilerime karşı ruhumu kirletmesi, acıya karşı olan direncimi arttırması ve beni cehenneme sürüklemesi gerekiyordu. Yeni doğan bebek, içimde doğan şeytandı; öfkeyi, nefreti ve umursamazlığı beraberinde getirip benim kirlendikçe güçlenen ruhuma bir şifa olarak...

Nichola "Lacender," diye seslendi. "Neler oluyor? Bir sorun mu var?"

Yüzümü yavaşça ona dönerken içimde milyonlarca fırtına patlıyordu. Onun gözlerinin içine baktım. Siyahın koyu kıvamına ve nefretin bu renge ne kadar yakıştığına uzun bir süre baktım. Onunla geçirdiğimiz anılar zihnimin her bir köşesine sıçrayıp duruyor ve flaş gibi parlıyordu.

Kızılcık ağacından, pürüzsüz ve ince ince işlenerek yapılan tahtanın hissi, sağ elim sırtımda asılı duran yaya gittiğinde tüm parmaklarımı kapladı. Nichola'nın gözlerinin içindeki siyahın, katran kadar zehirli olduğunu anlamak bana acı vermeye başladığında ruhumdaki bebeğin ağlama seslerini duymaya başlamıştım. Birkaç göz yaşı da bu sevinci paylaşmak için göz pınarlarımda birikmişti.

"Neden, Nichola?"

-----------------------------------

Arkadaşlar bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Umarım merak içinde kalmışsınızdır ve diğer bölümü dört gözle bekliyorsunuzdur. Çünkü finale sadece 2 bölüm kaldı. Yani 18. Bölüm final olacak. Artık buradan itibaren işler iyice karışmaya başlıyor ve aylarca hatta yıllarca emek vererek yaptığım kurgunun sonuna yaklaşıyorum. Umarım en son kendimi ve sizi tatmin edecek bir bitiriş yapabilirim ki öyle olacağına inanıyorum. Bu bölümde sizi bayağı bekleten ve beni epey uğraştıran bölümlerden bir tanesi oldu. Kelime sayısı neredeyse 10.000 ve kalan iki bölümde bu sayıya yakın olacak. Bana destek olan ve kitabımı bırakmayan herkesi çok seviyorum. Her okuyucuma ayrı bir değer veriyorum. Eğer ben de biraz olsun sizin sevginizi ve beğeninizi kazanabilmişsem yorumlarınızı ve beğenilerinizi eksik etmeyin lütfen. Bu arada aşağıya da Sokağın Sonu'na özel birkaç fotoğraf bırakacağım. Herkese çok ama çok teşekkür ederim.

Kıdemli

Normal üyeler

Grevor

Lacender

Lora

Ve diğerleri

Continue Reading

You'll Also Like

9.4K 408 21
Bahar en yakın arkadaşının düğününe mardine gider ve oraya damadın en yakin arkadaşı olan ateş'i görür ve o yüz bir daha aklından çıkmazsa ve bir ka...
23.7K 1.8K 20
Buket Ayaz, Kraliçe takma adıyla popüler olmuş bir yazardır. Türkiye'nin en başarılı yazarları arasında parmakla gösterilir. İşinde başarılı olmayı k...
57.2K 3K 16
WATTYS 2020 GİZEM & GERİLİM KAZANANI! "Bu fırtınanın başlangıcıydı," dedi Maskeli. "Ne yazık ki bu fırtınadan sonra geriye yaşanacak bir yer, beraber...
779K 22.6K 24
Sevgiden nefrete dönüşen imkansız bir aşkın hikayesi. "Onlar cehennemi yaşayacak, Aşk cennetin dilinden onlara kalan tek an olarak kalacak, bu aşkın...