YÜKSELİŞ

Par nursu_cugalir

1.5M 98.8K 22.4K

Fantastik #1 Yeşil Prenses serisinin 1. kitabıdır. Ve şeytan, inini, parçalanmış ruhları koymak için kendis... Plus

Giriş ❋ YÜKSELİŞ
Karakterler
1.Bölüm • Asılsız Suçlama
2.Bölüm • Tanzanit Ejderhası
3.Bölüm • Ölümcül Kılıç
4.Bölüm • Kusurlu Güzellik
5.Bölüm • Kızıl Saçlı Tanrıça
6.Bölüm • Kan Havuzu
7.Bölüm • Cehennem Gibi Dört Gün
8.Bölüm • Suçsuz Masum
9.Bölüm • Banyo ve Temizlik
10.Bölüm • Büyücünün Şimşeği
11.Bölüm • Lordhor'un Kibar Leydileri
12.Bölüm • Nyapuvarus Gecesi
13.Bölüm • Şeytanın Ateşi
14.Bölüm • Davetsiz Takipçiler
15.Bölüm • Ozların Saldırısı
16.Bölüm • Yanık ve Kehanet
17.Bölüm • Ebedi Yemin
18.Bölüm • Tanzanit Armağanı
19.Bölüm • Tehlikeli Hırs
20.Bölüm • Sarayın Dersleri
21.Bölüm • Zehir Ustası
22.Bölüm • Masumların Gerçekleri
23.Bölüm • Şeytanın Mırıltısı
24.Bölüm • Katilin Hikâyesi
25.Bölüm • Kadife Eldiven
26.Bölüm • Lordhor'daki Casus
27.Bölüm • Yeminli Koruyucu
28.Bölüm • Avcıların Merhameti
29.Bölüm • Konseyin Kararı
30.Bölüm • Petronus'a Mektup
31.Bölüm • Oyun Gecesi Hazırlıkları
32.Bölüm • Beklenmedik Gönüllü
33.Bölüm • Düello ve Zafer
34.Bölüm • Taht Anlaşması
35.Bölüm • Acımasız Dövüş
36.Bölüm • Korkutucu Ağıt
37.Bölüm • Şifacıların Yeteneği
38.Bölüm • Kasvetli Oda
39.Bölüm • Asker Ordusu
40.Bölüm • Ölümün Zehirli Tonu
41.Bölüm • Gül Kokusu Hediyesi
42.Bölüm • Canavar Kız
43.Bölüm • Suç ve Zindan I
43.Bölüm • Suç ve Zindan II
44.Bölüm • Yolculuk ve Aşk
45.Bölüm • Karanlık Geçmişler
46.Bölüm • Şeytanın İni I
46.Bölüm • Şeytanın İni II
48.Bölüm • İntikamın Kara Suları
49.Bölüm • Kristal Zehri
50.Bölüm • Müstakbel Kraliçenin Yanışı
51.Bölüm • Sgieen Gizemi
FİNAL • Büyülü Fosil Tırnak
B.K. |Kıyafetler|
E.K. |Kapaklar|
B.K. |Tanrıça ve İnanç|
TEŞEKKÜRLER
2.KİTAP

47.Bölüm • Ölümün Tatlı Şarabı

20.8K 1.3K 583
Par nursu_cugalir

Arkadaşlar, şunu söylemeliyim. Bölümlerin uzun sürede geldiğini, kısa sürede gelmediğini düşünenler olmuş. En fazla 2-3 günde geliyor ve son bölümler en az 5000 kelime. Ki Wattpad yazarlarının çoğu 1-2 haftada -hatta bir ayda- yüklüyor bölümleri. 5000 kelime Wattpad için bayağı yüksek bir rakam. Ben öğrenciyim, sabahın yedisinde gidiyorum ve sırf bölüm yazmak için üçe kadar uyumuyorum. Lütfen siz de biraz anlayışlı olun. Basit bir kurgu da değil yani. Bir paragrafı bile tekrar tekrar gözden geçiriyorum.  

Bölüm Şarkısı: Lana Del Rey - Summer Wine (Sonlara doğru dinlerseniz daha iyi olur) 

Ortalık yavaş yavaş karanlığa bürünüyordu. Ay kendini çoktan açığa çıkarmıştı. Kuzey soğuk bir bölge olduğundan dolayı günlerdir beklenen kar hafifçe yağıyordu. Çok fazla yağmıyordu fakat yine de karın havadaki beyazlığı görülebiliyordu.

Darya hasret kaldığı o saraya baktı. Predezia Sarayı. O kadar özlemişti ki... Buraya hemen gelmek için atlarını hızlı sürmüşlerdi. Çok fazla mola vermemişlerdi ve mola verdiklerinde ise yaptıkları tek şey elma yemekti. Darya gerekmedikçe onlarla konuşmamıştı. Daha çok Pjotr ile Lev konuşmuştu. Ara sıra atışıyor olsalar bile genellikle iyi anlaşıyorlardı. Bu şey onlardan pek beklenmedik bir şeydi. İyi anlaşmaları gerçekten garipti. 

Darya dili tutulmuş gibi yaşamaktan pek haz etmemişti. Özellikle Lev ile neredeyse hiç konuşmamıştı. İkisine de fazla kırgındı. Neyse ki bu sorun saraya geldikleri için son bulmuştu.

Pjotr kendi yoluna, Oblako Ormanı'nındaki kulübesine gitmişti. Birkaç saat boyunca Lev ile Darya atlarını tek başlarına sürmüştü. Şimdi ise tam olarak saray avlusundalardı. Avluda pek insan yoktu. Kar yağdığından mı, yoksa hava kararmış olduğundan mı bilinmez, insanlar içeri girmişti.

Kral Lev ile Darya atından indi. Birkaç seyise atları verip beraber salona yöneldiler. Kapı muhafızları kapıyı açtığında, onları her zamanki büyük kalabalık ve orkestra karşıladı. Viyolaların, kemanların, flütlerin ve trompetlerin güzel melodisi kulakları dolduruyordu. Halk çoktan yemeğini yemiş olmalıydı. 

Darya, Lev'i bıraktı ve odasına çıkmak üzere merdivenlere yöneldi. Odasına çıkmak istiyordu çünkü aşırı derecede yorgundu. Üstünü değiştirip temizlenmesi gerekiyordu.

Merdiven eşiğindeki bir köle elinde tepsi tutuyordu. Darya tepsideki böğürtlenli kurabiyeden ve bal liköründen aldı. Kurabiyeyi ağzına atıp likörü hızlıca içmeye koyuldu. Oldukça acıkmıştı. Bunu karnında hissediyordu.

Merdivenleri çıkıp odasına ulaştığında koridor muhafızından anahtarını aldı ve anahtarı kapıya sokup döndürdü. Kapı gıcırtıyla açıldıktan sonra Darya içeriye girip kapıyı örttü. Odaya baktığında yatak çarşaflarının yenilendiğini ve odasındaki tozların alınıp güzelce toplandığını fark etti. Tüm bunları kendi türündeki insan yapıyordu. İçi nedensizce suçluluk duygusuyla doldu. Çünkü Darya yeşilken bu hayatı yaşayabiliyordu, ancak diğerlerinin hiç böyle bir şansı yoktu. Kölelerin ona kıskançlıkla bakması kaçınılmazdı. O gözler hep Darya'nın üzerindeydi.

Darya kapısını açıp koridor kölesini çağırdı. Kölenin üzerinde klasik köle kıyafeti vardı. Kahverengi bir elbise. Kadın karışık, koyu kumral saçlarının diplerini kaşıdı ve Darya'nın odasına girdi.

"Efendim, leydim?" dedi kadın çekinerek.

"Küvet... Temizlenmem gerekiyor."

"Tamam, ben o zaman kova getirip geleyim."

Genç kadın odadan çıktı. Birkaç dakika içinde ise elinde dumanı tüten iki büyük bir kova suyla geri geldi. Kadın kovayla beraber kapısı açık banyoya girdi ve suyu bakır küvete döktü. Bir kova su, küvetin yarısını doldururken, ikinci kova suyu da küvete boşalttığında küvet iyice doldu.

Köle, "Siz yalnız başına mı yapacaksınız, yoksa ben yardım edeyim mi?" diye sordu. Dudaklarında uçuk bir gülümseme belirirken banyodaki mumun güzel kokusunu içine çektiği, burun deliklerinin genişlemesinden belli oluyordu.

"Teşekkürler, kendim yapabilirim," dedi ve başından savdı Darya onu. Sadece yalnız kalmak istiyordu.

Kadın onu dizlerini bükerek selamladıktan sonra odadan çıktı.

Darya ayağıyla suyu kontrol ettiğinde oldukça sıcak olduğunu fark etti. Kasten mi yapmıştı? Tamam, dayanılmaz değildi, fakat yine de fazlasıyla sıcaktı.

Suyun içine girip iyice temizlendikten sonra ipek havluyla kendini kuruladı. Gardırobundan güzel bir gecelik çıkarıp giydikten sonra yemek yemeyi bile düşünmeden, mumları söndürüp yatağına yattı. Gerçekten yorgundu. Hem ruhen, hem de fiziksel olarak. Yemeği sabah yiyebilirdi.

***

Sabah gözlerini araladığında pencereden sızan güneşin çıplak kolunu hafifçe yaktığını fark etti. Güneş... Bugün hava sıcak olmalıydı. Ama gece kar yağıyordu. Kuzey çok çabuk iklim değiştiriyordu. Dengesi belli değildi.

Yorganını ayağıyla ittirip doğruldu. Gerçekten hâlâ yorgun hissediyordu. Bu fazla rahatsız ediciydi.

Kapısının hızla çalınmasıyla birlikte irkildi. Sabahın köründe kim olabilirdi ki? Söylene söylene kapıyı açtı. Kafasını uzatıp gelene baktı.

Tabii, tahmin etmeliydi. Gelen Zoya'ydı.

Biraz yalnız kalmak istiyordu ama onu gördüğüne sevinmişti. Bunu gülümseyerek ifade etti.

"Gir Zoya," dediğinde, Zoya dişlerini göstererek içeriye daldı. Sabah olmasına rağmen epey iyi görünüyordu. Gri rengi, kabarık bir elbise, dantelli, dirseklerine kadar uzanan eldivenler ve bir çift siyah çizme giymişti. Kahverengi, uzun ve dalgalı saçlarını her zamanki gibi salık bırakıp ince bir taçla süslendirmişti.

Zoya kollarını Darya'ya doladı. Darya buna karşılık verdi. Birkaç saniye sımsıkı sarıldılar fakat Zoya'nın gülümseyerek geri çekilmesiyle beraber bu son buldu. "Seni ne çok özlemişim," dedi Zoya, arkadaşına hasretle bakarken.

"Ben de seni çok özlemişim, Zoya." Darya gardırobuna doğru yürürken, "Geldiğimi nereden biliyorsun?" diye sordu.

Zoya, Darya'nın yatağına otururdu. "Dün seni salonda gördüm ama yorulmuşsundur diye rahatsız etmek istemedim. Şimdi kahvaltıya birlikte gidelim diye geldim," dedi sevecen bir şekilde. "Ee, ne yaptınız? Toplantı nasıl geçti?"

Darya toplantı sözcüğünü duyduğunda duraksadı ve boğazını temizledi. "Güzel geçti," diyerek yalan söyledi. Yalan söylemeyi sevmiyordu ancak son zamanlarda bu işte ustalaşmıştı. "Mükemmeldi."

"Sevindim." Zoya oturduğu yerden kalkıp arkadaşının yanına gitti. "Hazırlanmana yardım etmemi ister misin?"

Darya gardırobunda elbiselerini karıştırırken, "Olur," dedi. "Mesela bu işe, bana elbise seçmekle başlayabilirsin."

"Ah, bu işten cidden anlamıyorsun." Zoya, Darya'nın ellerini gardıroptan çektirdi ve kendisi karıştırmaya başladı. "Epey güzel elbiseler varmış." Ardından dolaptan mavi bir elbise çıkardı. Etek kısmı kabarık, bel kısmında siyah dantelli bir korsaj vardı. "Evet," dedi Zoya, elbiseye zaferle bakarken. "Bunu giy."

Darya itiraz etmeden elbiseyi kızın elinden kaptı. "Arkanı dön," diye homurdandığında, Zoya ona dik bir bakış atıp arkasını döndü. Darya üzerindeki bol geceliği çıkarıp kabarık elbiseyi giydi. Ancak arkasındaki korsajı sıkamamıştı. "Zoya," derken, arkasındaki kurdeleleri sıkmaya çalışıyordu. "Bana yardım et."

Kahverengi saçlı kız gözlerini devirerek Darya'nın yanına vardı. Arkasına geçip korsajın siyah kurdelesini ustaca sıktı ve bağladı. Lakin korsaj o kadar sıkıydı ki Darya nefes almakta resmen zorluk çekiyordu. "Bu çok sıkı!"

"Bir şey olmaz. Alışırsın, Darya." Zoya işaret parmağıyla aynalı masanın önündeki sandalyeyi işaret etti. "Otur. Saçını yapayım."

Darya ağzının içinden belli belirsiz bir şekilde gevelenerek sandalyeye oturdu. Bu sırada masanın eldiven dolu çekmecesinden beyaz bir eldiven çıkarıp ellerine giydi. Zoya, kızın saçlarının birkaç tutamını örüp arkada birleştirdi. Altta ensesini örtecek bukleler kalmıştı.

"Oldu mu?" diye sordu Zoya.

"Beğendim."

"Takıların nerede?"

"Takı mı?"

"Takıların yok mu?"

"Var ama..." Darya kaşlarını kaldırdı. "Pek kullandığım söylenemez."

"Olsun, sen nerede olduğunu söyle, gerisini bana bırak."

Darya derin bir iç çekerek masanın yanı başındaki beyaza boyanmış ahşap komodinin bir çekmecesini çekti. İçindeki küçük sandığı çıkardı. Bu sandık mücevher sandığıydı ve çok da güvenli bir yere koyduğu söylenemezdi. "Al," dedi ve sandığı kıza uzattı.

Zoya takı sandığını alıp içini açtı. İçini görmeyle beraber gözlerinin içi parıldadı. "Bunlar çok güzel!"

Darya alt dudağını ısırarak, "Öyle miymiş?" dedi.

Kız, gözlerini devirdi ve sandığın içini eşeledi. Birkaç dakika sonra sandıktan elbisesiyle neredeyse aynı renkte açık mavi, topaz taşlı, gümüş zinciri ağır bir gerdanlığı eline aldı. Gülümsedi ve dikkatlice güzel gerdanlığı inceledi. "Çok güzel..." Ardından hayranlıkla bakan gözlerini gerdanlıktan ayırıp Darya'nın boynuna dikti. Kızın sarı saçlarını ensesinden çekip boynunun sağ tarafına koydu. Gümüş zincirin ucunu birbirine takarken Darya'nın vücudundaki tüyler kalktı.

Gerçekten gerdanlık güzel görünüyordu. Kalın, parlak bir zinciri vardı ve zincirin alt tarafında iki tane değerli topaz taşı yerleştirilmişti. Gerdanlık, kızın beyaz, pürüzsüz teninde oldukça iyi görünüyordu.

Zoya masadaki bir kutuyu açtı. Gül goncasından ve birkaç şeyden yapılmış bir allığı parmak uçlarına sürttü. Ardından pembe allığı hafifçe Darya'nın elmacık kemiklerine sürdü. Şimdi yüzünü daha iyi bir canlılık gelmişti.

"Tamamdır," dedi Zoya. "Yemeğe gidebiliriz."

Darya sandalyeden kalkarken, "Sağ ol, Zoya," dedi. Ardından dün kapının eşiğinde çıkardığı siyah botları ayağına giydi. "Oldukça açım. Gidelim."

İki kız birlikte odadan çıktı. Muhafızların ve köleler hariç kimsenin olmadığı bu koridorda ilerleyip merdivenden indiler. Beraber yemek odasına girdiler.

Yemek odası her zamanki gibiydi. Sohbet ve eşyaların takırtısı dışında bir ses yoktu. İnsanların sesleri birbirine karışıyor, kulağa boğuk bir uğultu gibi geliyordu. Köleler ise hala yemek getirip götürmekle meşguldü.

Darya ile Zoya yan yana olan iki sandalyeye oturdu. "Bu arada Yelena'dan ne haber?" diye sordu Darya, umursamıyormuş gibi görünmeye çalışarak. Aslında ölesiye merak ediyordu. Sadece bunu gizlemeye çalışıyordu.

"Vera'nın hapse girmesi onu epey yıktı gibi. Kaç günden beri odasından çıkmıyor bile. İnzivaya çekilmiş olmalı. Gerçekten çok garip..."

Darya buna oldukça şaşırmıştı. Kardeşini böylesine sevdiğini bilmiyordu. Hatta onları sadece birkaç kez yan yana görmüştü. "Anladım," dedi, elindeki bakır maşrapadaki kaftonu yudumlarken.

Bu sırada kapıdaki gıcırdamayla beraber o tarafa döndü. Gelenin Lev ile Sergei olduğunu gördüğünde kalbi hızla çarpmaya başladı. Kral Lev saçlarını biraz kestirmişti ve arkaya doğru taramıştı. Beyaz bir gömlek, sırma işlemeli siyah ceket, deri ve siyah pantolon, koyu bordo çizme giymişti. Üstelik tıraş olmuştu. Gayet iyi görünüyordu. Acinaces'inin kabzasını kemerinden görebiliyordu; kabzasının üzerinde küçük bir sard taşı vardı. Kahverengi sardın parlaklığı, bir metre öteden anlaşılıyordu.

Sergei fötr şapka takmıştı ve kahverengi üstlükle deri pantolon giymişti.

"Başlayabilirsiniz," dedi Lev yüksek sesle.

Bunun üzerine tüm salon eski sesine büründü. Çatal kaşık ve sohbet seslerine...

***

Yelena'nın gözaltları morarmıştı. Her şey o kadar sıradan ve anlamsız geliyordu ki... Kız kardeşi şu an ne haldeydi? Zindanda ona su, yemek veriyorlar mıydı? Uyuyabiliyor muydu? Canı çok mu sıkılıyordu? Gece gündüz ağlıyor muydu? Belki de intihar etmeye çalışmıştı. Böyle bir şey olabilir miydi?

İçinden, dayan kardeşim, diye geçirdi. Onu oradan çıkarmanın tek yolu kraliçe olmaktı. Gerçekten tek yolu bu mu? Kraliçe olursa hüküm sahibi olurdu ve onu oradan çıkarabilirdi. Lev ile evlenmesi gerekiyordu. Tahta geçmesi gerekiyordu. Bunun olması için her şeyi yapacaktı. Lev'i sevmiyordu, Lev de onu sevmiyordu. Tek istediği istediği tahta geçmek, eski kral Dmitry'nin ve Anastasia'nın vârisi olmak, ülkeyi yönetmekti. Hayatını buna adamıştı, on sekiz yaşından beri... Bunun olmasının tek yolu Lev'i etkileyip onunla hemen evlenmesiydi. Ancak Kral Lev'i etkilemek o kadar zordu ki, bunu nasıl başarabileceğini hiç bilmiyordu. Bunu yapacaktı. Ne yapıp ne edip başaracaktı. İlk önce onun etrafında dolaşan güzel kadınları yok edecek, sonra onu kendisine âşık edecekti.

Ama henüz intikam almamıştı.

Kardeşine bunu yapanın hesabını ödetecekti. Buna öncelikle Darya'dan başlayacaktı. Vera, Darya yüzünden zindana girmişti. İki yıl boyunca kız kardeşi nasıl dayanabilirdi ki? Vera çok hassastı.

Darya'yı öldürecekti.

Nedimesi Julie'nin sesiyle gözlerini yanmayan mum avizesinden çekti. Yattığı yerden başını Julie'ye döndürdü. Bu sırada yastığının hâlâ gözyaşları yüzünden ıslak olduğunu fark etti. "Efendim, yemek yemeniz lazım."

"Yemek umurumda değil, Julie. Beni eski halime geri döndür," dedi Yelena, keskin sesiyle. Bu sırada yatağında doğruldu ve askısı düşmüş saten geceliğinin askısını elleriyle düzeltti. Omzu ürperdi. "Yapmam gereken işler var. Bu kadar inziva bana fazla geldi."

Julie kıvırcık, topuz halinde toplanmış açık kızıl saçlarını elleri arasına aldı ve gülümsedi. "Zevkle, efendim. Bunu yapmak bana onur verir."

Yelena, bu cevabı duymayla birlikte zeytin yeşili gözlerini kırpıştırıp memnuniyetle ince çenesini kaldırdı. "İyi," diye mırıldandı. "Beni güzelleştir."

Julie kafasını salladı ve ayağa kalktı. Banyoya gitti. Geldiğinde ise elinde küçük bir ibrikte su ve beyaz bir mendil vardı. Oturup, ipek mendili ibrikteki suyla ıslattı. Ardından kadının yüzünü silip ona biraz makyaj yaptı. Beyaz pudra, tozpembe allık, dudaklarını parlatmak için yağ... Sonrasında ise ona siyah korseli, brokar, bordo bir elbise giyindirdi ve boynunu, kulağını renk renk takılarla kuşatıp saçının ön kısmına ince bir toka taktı. Onlarca kokunun içerisinden en pahalısını ve en güzel kokanını, kadına sürdü.

Yelena aynaya baktı. Özüne dönmüştü ve bunun için çok memnundu. Ama sorun olan şuydu ki, yalnızca dış görünüşü eskisi gibiydi; ruh halinin eskisi gibi olacağını artık hiç sanmıyordu. Şimdi eskisinden daha hırslı, daha acımasız, daha fazla kinciydi. Ailesinden tek görüştüğü kişi olan Vera gitmişti; bunu herkese ödetmek istiyordu.

"Güzel," dedi Yelena arkasını dönüp korsesinin iplerine bakarken. Bu sırada masadaki tepsinin üzerinde duran ılık sütün ince kulpunu elinde kibarca tutup maşrapanın bakır ucunu dudaklarının arasına aldı ve sütten birkaç yudum içti. Tam da istediği çok şekerli değildi ve karanfille kaynatılmıştı. Sarayın aşçıları bile onun ne sevdiğini biliyordu.

Ardından sandalyeye oturdu ve tepsiyi daha çok önüne çekip, üzerine dövülmüş şeker serpiştirilmiş şeftali reçelli kekini yemeye başladı. Bir parçasını Julie'ye uzattı. "İster misin?"

Julie minnettarlıkla gülümsedi ama böreği kabul etmedi. "Teşekkürler ama ben kahvaltımı yaptım. Siz yiyin, kaç günden beri ağzınıza tek bir lokma sürmediniz. Kendinizi tazelemenize çok sevindim, efendim."

Yelena kekini yerken kaşlarını çattı. "Julie..." dedi ve tepsiye bırakılan peçeteyle dudaklarının kenarını sildi. "Kral Lev, o köleyle toplantıya gitti ama beni çağırmadı. Haber bile vermedi. Üstelik yanında bir muhafız dahi yoktu. Sence bu neden olabilir?"

"Efendim, orada kimse yoktu. Hiçbir konsey üyesi yoktu."

"Ben de onu diyorum ya, Julie. Neden kimse yoktu? Hiç düşünmedin mi?" Yelena peçeteyi tepsisine koyup yüzünü Julie'ye çevirdi. Kırmızı saçlı nedimesi ayaktaydı ve açık mavi gözlerinde belirsizlik vardı.

"Aslında bakarsanız, merak ettim. Fakat bunu sorgulamak haddime olmadığından dolayı düşünmedim. Düşünecek daha önemli şeylerim vardı."

Yelena dudağını büzdü. "Bu işte bir gariplik var," deyip başını sağ omzuna yatırdı. "Bu küçük kız bir tuhaf."

"O köle mi? Efendim, buna kafa yormayın. O sıradan bir..."

Yelena, kadının sözünü kesti. "Sıradan değil, Julie," dedi sertçe. Sesi yavaş yavaş yumuşarken, "Fosili kullanabilecek tek kişi. Bu yüzden kralın, onun peşinde ne çok döndüğünün farkında değil misin? Onu sözde toplantıya götürmeler falan... O yeşili götürmeyip başka bir konsey üyesini de götürebilirdi. Hem Darya konsey üyesi bile değil. Merak içindeyim."

"Haklısınız. Ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

"Fikirlerimi sana açacak kadar saf değilim."

Julie'nin yüz ifadesi bunu duymayla beraber değişti. "Ben sizin fikirlerinizi ne yapabilirim ki? Onları hangi kötü amaçla kullanabilirim?" diye yakındı kadın.

"İnsanlar her daim kötüdür. Zora sokulduğunda yapabilecekleri şeyleri bir tek ben bilirim."

"Pekâlâ, efendim. Fikirlerinizi benimle paylaşmak zorunda değilsiniz. Ama eğer yapabileceğim bir şey olursa her zaman sizin yanınızdayım, bunu bilesiniz."

"Biliyorum zaten," dedi ve omuz silkti Yelena. "Ama kimseye ihtiyacım yok." Yelena boğazını temizledi. "Fakat senden bir ricam olacak; odamda dur, odama köleler dahi girmesin. Kimse girmesin, anladın mı? Ben gidiyorum," dedi ve ayağa kalktı.

Julie'nin ağzı beş karış açıldı. "Ama..."

"Yapabileceğin bir şey olursa her zaman yanındaydın hani?" deyip onu köşeye sıkıştırdı Yelena. Tek kaşını kaldırdı ve kapıya yöneldi.

Julie derin bir iç çekerek, "Tamam, dururum. Sorun değil," diye mırıldandı.

Yelena, "Güzel..." dedi sözcüğü uzatarak. Ardından kapının altın tokmağını çevirip koridora gitti. Kapıyı örtmedi fakat Julie'nin kapıyı örttüğünü duydu. 

Koridorda köleler ve muhafızlar hariç neredeyse kimse yoktu. İnsanlar salona ya da bahçeye çıkmış olmalıydı. Orkestradaki sesleri duyabiliyordu. Normalde kulağa hoş bir ezgi olarak gelen bu ses, şimdi ona keskin bir demirin mermere sürtüşünün rahatsız edici sesinden başka hiçbir şey gibi gelmiyordu.

Darya için çok iyi planları vardı.

Geniş koridorun altın kaplama sütunlarının arasından geçip gitti. Merdivenleri inip salona geçiş yaptı. Tam da tahmin ettiği gibi, insanlar bahçedeydi. Salonda pek insan yoktu. Onu görenlerin çoğunluğu şaşkınca bakıyordu, çünkü kaç günden beri odasından çıkmıyordu. Hiçbir şey olmamış gibi çıkması, insanlarda ensesine buz sürülmüş gibi bir irkilme etkisi yaratıyordu.

Madam Gina'nın atölyesinin önüne gelince yapacağı şey için kendini hazırlayıp kapıya vurdu. Birkaç saniye bekleyişin sonunda kapı açıldı. Onu Madam Gina'nın somurtkan suratı karşıladı. Kırış kırış olmuş yüzünde bir şaşkınlık belirdi. Ardından kapıyı ardına kadar açıp Yelena'nın girebilmesini sağladı. Yelena küçük odaya girdiğinde, Gina reverans yaptı.

Odada pencere yoktu. Bu yüzden oda, ışığını mumlardan alıyordu. Çok mum olduğu söylenemezdi, bu yüzden ortalık kasvetli denilebilecek bir şekilde loş ışıklıydı. Kazanda kaynatılan sıvının buharından mı, yoksa şöminenin közünden mi bilinmez, ortalık bunaltıcı bir şekilde sıcaktı.

Ortaya tütsü bir koku hâkimdi. Bunun dışında kereviz, meyve ve zehirlerin kötü ve baydırıcı kokusu vardı. Büyük masanın ortasında bakır bir şeyin içinde olan, ateşi yanan ocak vardı. Ocağın üzerinde ise beyaz bir şey kaynıyordu. Masanın arka tarafında bir sürü sandalyeler vardı. Bu, öğrencilerine ders vermek için olsa gerekti. Ama bugün tatil günü olduğundan dolayı sandalyeler masanın altına sıkıştırılmıştı.

"Kraliçem," dedi Madam Gina. "Neye bakmıştınız?"

"Biraz nezle oldum, Gina. Şifalı bir şeylerin var mı?"

Kadın başını onaylarcasına salladı ve odanın duvarındaki kapıyı işaret etti. Kapı, içinde közler olan şöminenin yanı başındaydı. "Girin buraya. İstediğiniz şeyden bolca var."

Yelena tatmin olmuşçasına gülümsedi ve sandalyelerin arasından geçip aralık kapıya ulaştı. Odaya girdiğinde karşılaştığı güzel manzarayla mest oldu. Odanın dört bir yanı ahşap vitrinlerle kuşatılmıştı ve vitrinlerde, içinde çeşitli renklerin olduğu, düzenli bir şekilde yerleştirilmiş küçük cam şişeler vardı. Oldukça iyi görünüyordu.

Yelena'nın arkasından Madam Gina geldi. Gina karşıdaki rafa gitti ve şişeleri incelemeye koyuldu. Yelena çenesini kaldırıp arkasındaki rafa baktı. Eline bir şişe aldı. Kırmızı zehir... Ölümcül olmalıydı; bu, şişenin yapısından bile belli oluyordu. Bunun için Madam Gina'ya seslendi. "Gina!" Kadın ona doğru döndüğünde Yelena elindeki şişeyi ona gösterdi. "Bu ne işe yarıyor?"

Madam Gina'nın gözleri, şişeyi görmeyle beraber büyüdü. "Aman, aman! Bırakın onu, efendim. Çok ölümcül o!"

Yelena şaşırmış ve korkmuş gibi bir yüz ifadesi takındı. "Ah, Katiyaslavi aşkına!" dedi ve elindeki şeyi vitrine geri koydu.

Madam Gina, Yelena'nın zehri bıraktığını izlediğinde rahatlamış gibi göründü. Ardından kambur sırtıyla beraber yeniden vitrindeki şeyleri incelemeye devam etti.

Yelena bu boşluktan yararlanarak az önce bıraktığı vitrin rafındaki kırmızı zehri eline aldı ve hızlıca göğsündeki iç çamaşırına soktu. Ardından onu aldığı belli olmasın diye, rafa sırtıyla çarpmış gibi yaptı. Bunu yapmasıyla birlikte raftaki onlarca cam şişe yere düştü ve buna kırılma sesleri eşlik etti.

Madam Gina hışımla arkasına döndü. Gözleri koskocaman olmuştu. "Aman!" diye bağırdı yüksek sesle. "Hemen çıkın, hemen oradan gidin! Dikkat edin!"

Yelena bunu duymayla beraber koşarak karşı taraftaki vitrine gitti. Zehirlenmek istemezdi, değil mi? "Ah!" dedi ve elini başına koyup yerdeki sıvılara ve cam parçalarına baktı. "Birden başım döndü ve rafa çarptım. Lütfen kusura bakma. Dedim ya, hastayım, böyle oluyor işte. Başım dönüyor. Tanrım... Gina, beni bağışla. Verdiğim zararı ödeyebilirim," dedi Yelena dehşete düşmüş gibi yaparak.

Kadın safça baktı. "Hayır, sorun değil. Yenilerini yaparım. Size bir şey olmadı, değil mi?" deyip Yelena'yı süzdü.

"Olmadı, Gina. Ben gidip bir köle çağırayım. Burayı temizlesin."

Madam Gina elinde sıkıca tuttuğu şişeyi Yelena'ya uzattı. İçinde baloncuklu, gök mavisi bir sıvı vardı. "Efendim, bunu alın. Nezleye çok iyi gelir."

Yelena şişeyi aldı ve, "Tamam, ben parayı yollarım. Teşekkürler," dedi. Yere dökülen zehirlere basmamaya özen göstererek odadan ve atölyeden çıktı. Sarayın ferah, geniş salonuna ulaştığında derince bir nefes çekti. Burnunu artık rahatsız edici tütsü koku yerine güzel ve temiz hava dolduruyordu. Ciğerlerinden gelen sevinç çığlıklarını duyar gibi oldu.

Koridordaki bir köleye gidip, "Madam Gina'nın atölyesine git. O sana yapman gereken işi söyleyecektir," dediğinde genç kız ürkekçe başını sallayıp atölyeye koşturdu.

Ağır adımlar ile yemek merdivenleri çıktı. Bu sırada arkasını dönüp saray kapısına göz ucuyla baktı; insanlar toplanmıştı, güneşli havanın sefasını sürüyorlardı. Piknik yapanlar, dans edenler, oyun oynayanlar... "Aptallar..." diye geveledi Yelena ağzının içinden. Gözlerini devirip suratını kırıştırdı.

Odasına girdiğinde, Julie aynı bıraktığı gibiydi. Tek fark sandalyeye oturup aynaya hayranlıkla bakarak kırmızı saçlarıyla oynamasıydı. Kapının sesini duyduğunda hızla ayağa kalktı ve gözlerini aynadan çekip Yelena'ya çevirdi. Yavaş bir reverans yaptı. "Efendim..."

Yelena keyifli bir şekilde gülümsedi. "Julie. Senden bir şey istemem gerekiyor."

"Tabii."

"Bana şarap getir. Böyle güzel bir güne kadehlerimizi tokuşturmak yakışır, değil mi?" dedi ve beyaz yatağına uzandı. Ayakları hâlâ yatağın dışındaydı. Çizmeleriyle bembeyaz çarşafları kirletmek istemezdi.

Julie bunu duymayla beraber tatlı bir şekilde tebessüm etti. "Hemen, efendim," dedi ve odadan çıktı.

Yelena, nedimesini yatağında beklerken bir an yapacağı şey yüzünden içi ufak bir azapla doldu. Ama sonra bu azap yerini öfkeye bıraktı. Yapacağı şeyden gram pişmanlık duymayacağına emindi. Darya'yı zehirleyecekti. Şarabına zehir katacak, ne yapıp ne edip o şarabı ona içirecekti. Onun cesedini görmek zevk verici olacak gibiydi. Ölü halinin, canlı halinden daha iyi olduğu kesindi.

Birkaç dakika sonra nedimesi Julie kapıyı tıklattıktan sonra içeriye tepsiyle girdi. Tepsinin içerisinde iki kadeh, bir tane de ibrik vardı. 

"Pekâlâ," deyip gülümsedi. Uzandığı yerden doğruldu ve Julie'ye yanına gelmesini işaret etti. Julie, kadının yanına oturdu ve aralarındaki boşluğa tepsiyi koydu. "Doldur," diye emir verdi Yelena.

Bunun üzerine Julie ibriğin kulpundan tutup içindeki kırmızı şarabı her iki kadehe de doldurdu. Yelena kadehi naifçe tutup dudaklarına yaklaştırdı, ama bardağı henüz dudaklarına sürmeden, oyunculuk yeteneğini kullanarak yüzünü dehşete düşmüş bir ifadeye çevirdi. "Ah!" diye mırıldanıp nedimesinin yüzüne baktığında, Julie'nin şarabını çoktan yudumluyor olduğunu gördü. "Ben ne yapıyorum?"

Julie şaşkınca kadına baktı. "Neden, efendim? Ne yapıyorsunuz?"

"Kız kardeşim şu an aç, susuz bir şekilde zindanda ve ben keyifle şarap içiyorum. Cidden..." Kadehi tepsiye geri koydu. "Aptalın tekiyim." Gözlerini Julie'nin gözlerine dikti. "Çık odamdan, Julie. İnzivaya çekilmek istiyorum."

Julie dehşet verici bir surat ifadesi oluştururken gözleri büyüdü. Ayağa kalkıp, "İyi olduğunuzdan emin misiniz?" diye sordu.

"İyi değilim. Yalnız kalmaya ihtiyacım var. Sana izin veriyorum, avluya gidebilirsin. Bugün istediğin kadar eğlen. Ama giderken bir köleyi buraya yolla. Dolabım çok karışık, onları düzenlettireceğim."

"Efendim..." diye fısıldadı Julie. Ama yüzünden izinli olmanın verdiği mutluluk anlaşılabiliyordu. Kadın daha fazla sorgulamayıp itiraz etmeden, "Tamam," dedi. "Ben gideyim o zaman. Köleyi yollayacağım."

Yelena kafa salladı ve Julie'nin odadan çıkıp kapıyı ardından kapatışını izledi.

Derin bir nefes alıp elini göğsüne soktu. Tenine temas eden zehir şişesini dışarıya çıkardı ve gülümseyerek inceledi. Alt dudağını ısırdı. Darya ölecekti. Bundan şüphesi yoktu. Mükemmel hissediyordu.

Zehrin ahşap tıpasını yerinden çıkardı. Sıvının eline değmesine müsaade etmeden, ağzına bile sürmediği şaraba zehri döktü. Zaten her ikisi de kırmızı olduğundan şarapta belli olmamıştı. Bunun için çok memnundu. Rafta zaten bilerek kırmızı olanını seçmişti.

Köle gelmeden önce elindeki cam şişeyi yatağının yanındaki camekâna attı ve tepsinin içindeki ibriği camekânın üzerine koydu. Gelen kölenin işini birkaç saat sonra bitirecekti. Onu öldürmek zorundaydı. 

Birkaç dakika sonra kapısı çalındı. Yelena derin bir nefes alıp yatağına gözden kaçırdığı bir açıklık var mı diye baktı. Neyse ki yoktu. "Gir!"

Kapı açıldığında içeriye sarıklı, uzun ve kemerli göynekli, yeşil süveterli, cepli şalvarlı olan bir adam girdi. Yaşlı olmadığı aşikârdı ama yine de yüzü buruşuktu. Yılların yorgunluğundan olsa gerek, elleri de kırış kırıştı. Yeşil tırnaklarının üzerindeki deriler soyulmuştu.

Köle dizlerini çöküp hafifçe bir selamlama yaptı. "Ne istemiştiniz, efendim?"

Yelena masum görünmeye çalışarak hafifçe gülümsedi. "Şu şarabı," diye mırıldandı ve kaşıyla tepsiyi işaret etti. "Darya Evpraksiya'ya götürür müsün lütfen?" Alt dudağını ısırdı ve duraksadı. "Ama dikkatli olmalısın çünkü bu şarap çok özel bir şarap. Çok pahalı. Sakın başka birine verme. Ve..." Yelena, köleye gelmesi için eliyle işaret yaptı. Ardından camekânın içini biraz eşeledi. Birkaç dakta bulup adama uzattı. "Ve ona benim verdiğimi söyleme. Tıpkı diğer şaraplar gibi ikram et."

Adam ilk önce paraya, sonra da kadına şüpheyle baktı. "Neden?" diye sordu.

"Nedenini sorgulama. Ben senin efendinim. Al bu parayı ve dediklerimi yap, anlaşıldı mı?"

"Eğer hayatımı tehlikeye atacak bir şeyse..."

"Ne saçmalıyorsun sen?" diye sözünü kesip adama kızdı Yelena. "Bir şarap senin hayatını nasıl tehlikeye atabilir? Bu şarap çok özel yapılma, anlıyor musun? Çok, çok pahalı!"

"O zaman neden sizin verdiğinizi söylemeyeyim?"

Yelena duraksadı ve bir yeşilin bu şeyi bu kadar sorgulamasına endişe duydu. Elindeki parayı hâlâ almamıştı. Bu iş bittikten sonra bu köleyi öldüreceğine kendi kendine söz verdi. "Çünkü..." dedi Yelena bir yalan uydurmaya çalışırken. "Sen neden sorguluyorsun bu kadar, anlamadım. Sadece dediklerimi uygula. Tehlikeli hiçbir şey söz konusu bile değil. Siz yeşiller bazen gerçekten aptallaşıyorsunuz!" dedi ve gözlerini devirdi.

"Kız şarabı almazsa ne olacak? Tüm bu özel yapılmış çok pahalı şarap boşa mı gidecek?"

"Eğer almazsa ona gerçeği söyle. Çok pahalı olduğunu ve sadece onun için yapıldığını söyle."

"O zaman normal olarak kim yaptı diye sorar, değil mi?"

"Yeter, köle! Odamdan çık. Ne yap ne et, bu şarabı ona ver. Sonra beni bul ve olanları söyle."

Adam hâlâ şüpheyle bakarken burun delikleri genişledi. "Bu şeyde bir iş var ama hayırlısı," diye geveledi. Adamın göğsü hızla inip kalkıyordu. Kadının elindeki parayı sertçe aldı ve parayı şalvarının cebine sokuşturdu. Ardından içinde şarap olan tepsiyi kavradı; odadan çıktı.

Yelena, adamın gidişini izlerken hafifçe gülümsedi. Darya Evpraksiya ölecekti! Tabii bu köle işi başarabilirse... Ama Yelena inanıyordu.

Olacaktı.

***

Darya bahçedeki sandalyelerden birinde oturuyor, can sıkıcı keman seslerini dinliyordu. Kaç saatten beri aynı şey çalıyordu ve bu gerçekten berbattı. Ortalıkta oyun oynayan küçük çocukların bağırışları çığırışları cabasıydı. Burada durup öylece beklemek can sıkıcı olmuştu. Zoya, Alek'in yanına gitmişti. Sonja'nın nerede olduğunu zaten bilmiyordu. Kısacası her geçen dakika, kafasını bir yerlere vurma isteği artıyordu.

Hava sıcaktı ve elleri kadife eldivenden dolayı oldukça yanıyordu. Eldivenlerden kurtulmak istiyordu ancak bu pek mümkün değildi. Her an yabancı, davetsiz misafirler gelebilirdi. Bir yeşilin böylesine güzel giyinmesi şüphe oluşturabilecek bir durumdu ve Darya kimliğini saklıyordu. Yabancılar bilmemeliydi.

Bir kölenin yanına gelmesiyle beraber irkildi ve gözlerini kadife eldivenlerinden çekip köleye dikti. İkramlar... Her zamanki gibi şarap dağıtılıyordu. Soğuk, ferah, güzel şarap... Evet, buna kesinlikle ihtiyacı vardı. Kafasında sarık olan köleye baktı ve hafifçe gülümsedi. "Teşekkürler," deyip şarabı eline aldı.

Köle gittiğinde, yanına Lev'in gelmesiyle beraber irkildi. Ayağa kalktı. Reverans yapma gereği duymadı. Fakat Darya, Kral Lev'in onun yanında durmasıyla beraber ürperdi ve başını ona çevirdi. Lev'in yüzü arkaya bakıyordu.

"Bana bakma, bakma..." diye mırıldandı Lev, yalnızca onun duyabileceği bir şekilde. Ağzının içinden konuşuyordu ve gözlerini asla kıza çevirmiyordu. Bunun üzerine Darya gözlerini karşısındaki insanlara dikip, Lev'in ne söyleyeceğini dinlemeye koyuldu. "Benim peşimden, bodrumdaki şarap mahzenine gel."

Darya'nın tüyleri ürperdi. Şarap mahzeni? Neden, diye sormak istedi fakat başını çevirdiğinde Lev çoktan saraya yürümeye başlamıştı bile.

Konuştuklarını kimse anladı mı diye etrafına bakındı. Herkes kendi halindeydi. Kimsenin ona baktığı yoktu. Bu yüzden memnuniyetle gülümseyip elindeki kadehi sandalyesinin kolluğuna koyup hızlı adımlarla saraya yürüdü. Salona girdiğinde etrafına bakındı. Köleler ve muhafızlar vardı ve onlar pek umurunda değildi. Onların hiçbir şey yapmaya hakkı yoktu. Tehlikeli olabilecek insanlar farklıydı.

Salondan geçip bodruma inen merdivenlerden aşağıya inmeye başladı. Bu sırada tırabzanları tutuyordu. Attığı her adımda adımının sesleri git gide yankı oluyordu ve gitgide karanlık artıyor, rutubet kokusu geliyordu buruna. Bu yüzden adımlarını hızlandırıp merdivenleri tamamen indi. Boş koridora geldiğinde buranın fazla kullanılmadığı apaçık ortadaydı. Koskoca koridorda yalnızca birkaç tane şamdan vardı. Ortalık loştan daha beterdi; karanlık bile sayılabilirdi. Fakat bunu umursamadan hızla kapısı aralık şarap mahzenine yaklaştı. Mahzenin içinin aydınlık olduğunu görebiliyordu. Her türlü tehlikeye karşı elini sgian-dubh'a attı. Onu kınından çıkarmadı ama yine de eli hâlâ çekmeye hazır bir şekilde kabzasında duruyordu.

Yavaş adımlarla mahzene girdi ve etrafa göz gezdirdi. Büyük mahzende bir sürü fıçı, ahşap raflarda ise büyük cam şişelerde şaraplar vardı. Ve içerinin yoğun bir şekilde şarap koktuğu inkâr edilemezdi. Lev'in en sevdiği mekânın burası olması muhtemeldi, çünkü Lev'in şarabı ne kadar çok sevdiğini biliyordu.

İçeriye girdiğinde Kral Lev'in bir fıçıya yaslanmış bedenini gördü. Üzerinde siyah pelerin, koyu kahverengi tunik ve siyah pantolon vardı. Çizmeleri bileğinin yukarısına geliyordu. Saçları her zamanki gibi güzeldi ve yüzünde yine o sert sima vardı.

Darya elini hançerin kabzasından çekti ve huzurla dolu derin bir nefes aldı. Sorun yoktu. Lev buradaydı, ama neden? Neden buradaydı?

Kral Lev adım seslerini işitmiş olacaktı ki kafasını Darya'ya çevirdi. Onu görmeyle beraber sırtını, yasladığı fıçıdan çekip ayaklandı. Yüz ifadesinde hiç ama hiç değişim yoktu. Sadece boş bakan gözleri daha derin bakıyordu. Çenesini kaldırıp kıza, kirpiklerinin altından baktı.

Darya hafifçe bir reverans yaptı. "Efendim..." Bunu söyleyince sesinin hafifçe yankı yaptığını hissetti. "Beni çağırdınız. Buraya... Şarap mahzenine?"

Lev'in dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Her zamanki belirsiz gülüşünü sergiledi. "Evet," dedi ve Darya ile arasındaki boşluğu kapattı.

"Neden?" diye sordu Darya şüpheyle. Kalbi öylesine atıyordu ki bir an yerinden fırlayacağını sandı. Ardından arkasındaki taş duvara yaslandı. Bu sırada taşın oldukça soğuk olduğunu fark etti.

"Bilmem." Lev, Darya'nın gözlerinin içine baktı. Gri gözleri ışıl ışıl parıldıyordu. "Sen bana âşıksın ya, görmek istersin diye düşündüm. Bilirsin, çok düşünceliyimdir."

Darya'nın aslında bu cümleye öfkelenmesi gerekiyordu ama öfkelenmemişti. Aksine gülümsemişti bile. Adamın yüz ifadesinden miydi? Neden bu kadar yumuşak oluyordu? "Evet, çok düşüncelisiniz." Darya, Lev'in ona daha fazla yaklaştığını umursamadan, "Ama atladığınız bir şey var," diye mırıldandı. "Ben size âşık değilim."

"Sen öyle san," diye fısıldadı Lev. Bu sırada ılık nefesi Darya'nın yüzünü okşuyordu. "Bana deliler gibi âşıksın."

Darya'nın sevimli gülümsemesi, bu küstah sözlere karşı tatsız bir gülümsemeye dönüştü. "Hayır, deliler gibi âşık değilim. Âşık olmak aptallıktır."

"O zaman sen, dünyadaki en büyük aptallığı yapıyorsun." Lev alnını, Darya'nın alnıyla birleştirdiğinde yüzleri o kadar yakındı ki... "Gitmek istiyor musun?" diye sordu.

Darya hafifçe gülümsedi ve Lev'in dediklerini dedi. "Bilmem, beni görmek istersiniz belki," diye fısıldadıktan sonra dediğinin iddialı olduğunu sonradan farkına vardı. Ama bu pek umurunda sayılmazdı.

Lev geri çekildi ve raftan iki şarap şişesini eline aldı. Birini Darya'ya uzattı. Darya reddetmedi ve büyük şişe şarabı eline aldı. Ahşap tıpayı yerinden çıkardığında garip bir ses oluştu. Yıllanmış kırmızı şarabı kafasına dikti ve içmeye başladı. Bu sırada şarabın, boğazından midesine doğru yol aldığını hissetti. Bu his güzeldi.

Lev elindeki şarap şişesi ile yere oturduğunda Darya ona baktı. Ardından o da yanına oturdu. Birlikte yayılarak oturdular ve cam şişelerindeki şarabı içerek sessizliği dinlemeye koyuldular.

"Dengesiz bir herifin tekiyim, değil mi?" diye sordu Lev, şişeyi başına dikerken.

Darya dürüstçe, "Evet," dedi. Gülümsemesi hâlâ yüzündeydi.

Kral Lev bacaklarını uzattı ve şarabını içmeye devam etti. Bakışları karşısındaki fıçıya sabitti. "Burayı çok severim," diye mırıldandı. "En sessiz, sakin yer burası sarayda. İnsanlar burayı ürkütücü bulur ama benim en sevdiğim yerdir."

"Ürkütücü değil, aksine çok güzel." Darya dudağının kenarındaki şarabı eldivenleriyle tersiyle sildi. Ardından eldivenlerinin anlamsız olduğunu fark ederek elindeki sinir bozucu kumaş parçasını çıkarıp yanına koydu. Yeşil olduğunu gizlemekten hoşlanmıyordu. "Sarhoş olacağımızı biliyorsun, değil mi?"

"Kendi adına konuş," dedi Lev gülerek. "Ben sarhoş olmam."

"Ya olursan?" Darya oturduğu yerden Lev'e doğru kaydı. Ona iyice yaklaştı.

"Her zaman içtiğim şey. Olmam."

"İyi o zaman." Darya elindeki çeyreği bitmiş şarap şişesini yanına koydu. "Ben sarhoş olmak istemiyorum."

"Olsun," dedi Lev. Kendi içtiği şişeyi ona uzattığında Darya şaşırdı fakat itiraz etmeden şaraptan birkaç yudum aldı. Lev geri çekti ve kendi içmeye devam etti. "Bazen çok şirin oluyorsun."

Darya'nın ağzı beş karış açık kaldı. "Ne?" diye sordu. Kahkaha atmamak için kendini zor tuttu.

Lev boştaki kolunu Darya'nın omzuna attı ve onu kendine bastırdı. "Yanlış anlama, sana sarılmıyorum. Sadece omuzunun genişliğini test ediyorum."

Darya'nın dudakları uçuk bir gülümsemeyle yayıldı. İçinde oluşan aşk duygusunu bastırmaya çalışırken sarhoş olmak istememeyi boş verdi ve yere bıraktığı şarap şişesini eline aldı. Kırmızı şarabını sindire sindire yudumlamaya devam etti. Kafasını Lev'in omuz boşluğuna koyup derin nefesler aldı. "Yalancı..." diye geveledi. Bu sırada Lev'e bakmasa da onun gülümsediğini hissedebiliyordu.

Birkaç dakika boyunca sessizce birbirlerine yapışık halde durup içkilerini içtiler. Bu oldukça huzur vericiydi. Darya, Lev'in kalp atışlarını duyabiliyordu ve bu kulaklarına sanki kibar bir çan sesi gibi geliyordu. Lev'in işaret parmağı sürekli Darya'nın sırtında geziniyordu ve bu da Darya'yı gıdıklıyordu. Bu his güzeldi ama konsantrasyonunu bozuyordu. "Şunu yapmasan olmaz mı?" diye yakındı.

"Neyi?"

"Beni gıdıklamayı diyorum, bıraksan olmaz mı?"

"Aa," dedi adam, yapmacıktan şaşırmış gibi yaparak. "Öyle mi yapıyor muşum? Hiç farkında değilim," derken bile yapmaya devam ediyordu.

Darya, Lev'in parmağını avcunun içine aldı ve bastırdı. Gözleri, adamın gözlerine bakıyordu. Lev'in göz bebekleri büyümüştü ve göz bebeğini sarmalayan gri çemberle beraber resmen ateş gibi yanıyordu.

Adamın parmağını bıraktı ve tüm elini onun eliyle bütünleştirdi. Ardından gözlerini onun gözlerinden çekip kalp atışını dinlemek adına kulağını Lev'in göğsüne bastırdı.

Karnında tarifsiz bir duygu vardı. Sanki biri karnını boydan boya kesse, içinden filler çıkacak ve o filler yerde tepinecek gibiydi; masallarda olan kelebekler hafif kalırdı. Kalbindeki duyguyu ise anlatmak zordu. Bazı şeyler dile getirilemez ya, bu da tam öyleydi. Ne hissettiğinden kendisi bile emin değildi. Sanki biri kalbini söküp götürse, bir hayat son bulacakmış gibiydi. O kalpte biri yaşıyordu. Bundan ölesiye nefret ediyordu. Darya sevmek istemiyordu. Zaten güçsüzdü, sevmek onu daha fazla güçsüz kılacaktı.

Sevmek, dünyanın en zayıf şeyiydi.

Bunu istemiyordu, ama yine de Lev'e çekildikçe çekiliyordu. Aralarında görünmez bir damar varmış gibiydi; ne kadar uzak olursalar damar o kadar çekiliyor, çok çekilince de Darya'nın canı yanıyordu. Damar koparsa, hayatı bitecekmiş gibiydi.

Ama bu yalandı. Hayatı falan bitmeyecekti. Hiç kimse olmadan da yaşayabilirdi ama bazı şeyler farklıydı. O farklıydı. Mesela diğerleri gibi kibar olmak için kendini kasmıyordu. Dengesizdi ve o dengesizliği onu daha tuhaf yapıyordu. Adam çok tuhaftı; onu çekici yapan da tuhaflığıydı zaten. Bazı şeylerin farkında olması, tıpkı Darya gibi sevmeyi sevmemesi, hatta sevmeye karşı bir kin beslemesi... Lev'in saf olmaması, hayatı tozpembe görmemesi, sırf istedikleri için her şeyi yapabilmesi çok hoştu. Onun hayalleri vardı; bunu herkes gibi Darya da biliyordu ve tutkularının peşinden gidip pes etmemesi onu hırslı kılıyordu. Hırs ve azim, bazen dünyayı kendi etrafında döndürebilirdi bile.

Ama şu anda dönen tek şey Darya'nın başıydı.

Daha önemli sorunlarının olduğunu biliyordu fakat şu an bunu düşünecek konumda değildi. Beyni zonkluyordu ve bu çok içmenin etkilerinden olsa gerekti. Yanında yatan bedenden başka hiçbir şey düşünemez olmuştu. Şişenin dibini vurmaya az kalmıştı. Kusmak üzereydi ama yine de kusmuyordu.

Lev, "İyi misin?" diye sorduğunda Darya kafasını aniden kaldırıp ona baktı.

"İyiyim." Ardından yaklaştı ve adamın şaraptan ıslanmış dudağına küçük bir buse kondurdu.

Bir gıcırdama sesi tüm kulağını doldurdu ve bu ses beyninde kasırga etkisi yarattı. Kafasını sesin geldiği yere baktı. Sulanmış gözleriyle az çok, bulanık bir şekilde görebildi.

Kapıda Yelena vardı.

Continuer la Lecture

Vous Aimerez Aussi

23.8M 1.4M 79
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
72.8K 4K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
22.6K 62 8
Selam ben Asya 26 Ekim 2008 doğumluyum. doğduğum günden beri bir yurtta kalıyorum, annemi ve babamı hep çok merak etmişimdir. Neden bıraktılar beni b...
16K 704 21
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...