Egoist ♕

By KitapOkuyanSizofren

617K 22.8K 5.6K

Tamam, ben gidiyorum Kaç bakalım Yankı Efendi nereye kadar kaçacaksın Hadi görüşürüz Buse Görüşürüz Echo Echo... More

Egoist ♕
Egoist -1-
Egoist -3-
Egoist -4-
Egoist -5-
Egoist -6-
Egoist -7-
Egoist -8-
Egoist -9-
Egoist -10-
Egoist -11-
Egoist -12-
Egoist -13-
Egoist -14-
Egoist -15-
Egoist -16-
Egoist -17-
Egoist -18-
Egoist -19-
Egoist -20- ♕İtiraf♕
Egoist -21-
Egoist -22-
Egoist -23-
Egoist -24-
Egoist -25-
Egoist -26-
Egoist -27-
Egoist -28-
Egoist -29-
Egoist -30-
Egoist -31-
Egoist -32-
Egoist -33-
Egoist -34-
Egoist -35-
Egoist -36- ♕İtiraf♕
Egoist -37-
Egoist -38-
Egoist -39-

Egoist -2-

23.1K 769 70
By KitapOkuyanSizofren

“Anne biz geldik” dedi Uluç kapıdayken. Melis abla elinde havluyla mutfaktan çıktı ve yanımıza geldi.

“Hoş geldiniz. Naber Buse” dedi sevecen bir tavırla. İlk bana sonra da oğullarına sarıldı. Melis abla beni çok severdi. Ben de onu çok severdim.

“İyiyim Melis abla sen nasılsın” dedim montumu çıkartıp askıya asarken. Uluç dikkatle bizi dinliyordu.

“Çok iyiyim, hadi ben sizi tutmayım. İki saat sonra yemek var, karnınızı doyurmayın” dedi aynı annem gibi. Biz Uluç’la merdivenlerden aşağıya indik. Alt kat Uluç’un odasıydı ve ben hep imrenirdim. Çok güzel bir odası vardı. Kocaman bir yatak, duvar kadar büyük ve her santimi kitaplarla dolu bir kitaplık, çok güzel siyah bir kum torbası –tipik ergen demeyin geçekten sıkı bir sporcudur- ve harika bir bateri. İşte bu odada en sevdiğim şey. Süper bir baterisi var.

Ben yatağına otururken o da bardaktaki kahvelerden iki tane açtı ve kupalara boşalttı. Suyu ısıtıcıda ısıtıp bardaklara boşalttı ve birini bana uzatıp yanıma oturdu. Kahvemi üfleyip bir yudum aldım ve o haz, o tutku, o kıvam… ımm bu tada ölünür ya. İçim geçmiş gibi ses çıkartırken Uluç gülümseyip beni dürttü.

“Buse iyi misin?” hemen ardından da ayağa kalkıp şapkasını çıkarttı. İnanmayacaksınız ama odasında bir lavabo vardı. Yani sırf elini yıkamak için oraya bir musluk taktırmıştı. Neymiş, banyoya gitmeye üşeniyormuş. Orada ellerini yıkayıp gözlüklerini çıkarttı ve lenslerini taktı. Lens takarken çok hijyenik olması gerekiyormuş. O da zaten çok titiz bir çocuktur. Odasını hiçbir zaman dağıtmaz bu çocuk. Ama en çok dağınığım ve benim evime geldiği zaman odayı topluyor. Dağınık ortamları da sevmiyor beyefendi. Aman be benim işime geliyor mu? Evet, kesinlikle. Sorun çözüldü. Ellerini saçlarının arasından geçirdi ve yeniden yatağa oturdu. Ben de kahvemi bitirip yatağın yanındaki çekmecenin üstüne koydum.

“Uluç biliyorum bana kızacaksın ama şu huyundan vazgeç” Uluç bana kızamazdı fakat bu konudan sinirleniyordu.

“Önceden bir şey demiyordum çünkü biraz normal gelmişti fakat şimdi bana bile saçma geliyor. Şu mükemmel suratına bir bak” dedim suratını ellerimin arasına alıp aynaya döndürürken. Yatağın hemen yanındaki boyu boyunca olan aynaya bakıyordu fakat boş bakıyordu.

“Millet böyle surat için ölürken sen bütün muhteşemliğini kapatıyorsun, adeta… Adeta bir ressamın en büyük başyapıtını beyaz bir örtüyle kapatması gibi. Şuna bir bak. Suratına bak.” Gözlerini bana doğrulttu bu sefer. Bana bakarken elimi indirdim. En yakın arkadaşımın böyle durması beni çok üzüyordu. Tamam kemimi çok düşünüyorum kendimi çok seviyorum ama ben de onu düşünüyorum.

“Tamam, Uluç tamam söylemedim say. Ama bir daha böyle bir saçmalık yapma. Bilmem farkında mısın ama o kız artık yok. 8 yaşındaki tatlı kız artık yok, vanilya kokulu kız yok! O sadece bir hoşlantıydı Uluç. Ama artık onu önemsemeyip hayatına devam etmelisin. Kız arkadaşların olmalı. Seni seviyorum ve senin böyle davranmam senden çok beni üzüyor” kafasını yere eğmiş ellerine bakıp elleriyle oynuyordu. O da haklı olduğumu biliyordu. Ama ben ona ne zaman kızsam beni dinler ama cevap veremezdi. Neden bilemiyorum ama vermez işte.

“Yapma… gel buraya” dedim ve kollarımı açıp boynuna sarıldım. Uluç sen beni öldüreceksin bir gün ama kim bilir ne zaman.

“Bugünkü maça çıkacak mısın?”  konuyu hemen değiştirmem gerektiğini düşündüm. Yoksa bana atarlanır bir hafta konuşmaz.

“Evet, seyretmeye gelecek misin?” dedi ve kollarımdan kurtuldu. Sorularıma soruyla cevap vermesini sevmezdim ama genelde cevaplarını böyle verirdi.

“Tabi ki de. Bu maç kaçmaz Aydınlar Koleji’nin nasıl kaybedeceğini seyretmek gerekiyor. Hem sizi kim motive edecek sanıyorsunuz” dedim yanaklarını sıkarken. Gülümsedi ve dişleri belli oldu. İşte kastettiğim bu, onu hep böyle görmek istiyordum.

“Laptopunu versene bloğuma girmem lazım.” dedim. Kaşlarını kaldırdı ve dikkatlice beni süzdü. Bu değişken hallerime bir türlü alışamamıştı. Neden bilmiyorum ama işte ben de konuyu hemen değiştiren bir tiptim.

“Al hayranlarına benden selamlar” dedi ve laptopu bana uzatıp kendisi de baterisinin başına geçti ve düzenli bir biçimde ritim tutturup çalmaya başladı. O arada ben de ufak bir blog turu yaptım.  Birkaç favorim olan bloğa girip gezindikten sonra yeni bitirdiğim ‘Jamie McGuire - Araf’ kitabına bir yorum yaptım ve anında gelen yorumları okudum. Bloğumun takip edilmesi beni mutlu ediyordu açıkçası. Aradan geçen 1,5 saat sonra laptopu kapattım ve hala baterisiyle yeni şeyler keşfeden Uluç’un yanına gidip puf koltuğa oturdum. Arada bir bagetleri ağzına alıp yanında duran kâğıtlara yeni vuruşlar ekleyip devam ediyordu. Uluç’un ilgi alanı da bateri işte, bir de basketbol tabi ki.

“Uluç, Buse hadi yemeğe gençler” Melis ablanın sesi aşağıya kadar geldiğinde acıktığımı fark ettim. Elimi karnıma götürdüm ve kaşlarımı havaya kaldırdım. Şuan fırlarken ‘Açıığğm uleeeeeyn’ diye bağırasım vardı ama yok göt yemiyor tabi.

“Yukarı çıksak iyi olur. Adı ego olan birileri acıkmış galiba” dedi ve gülümsedi. Pis ibne, bir de piççe gülümsüyor ya. Öldüresim geliyor onu. Son hız basamaklardan yukarı çıktık ve sofraya oturmuş olan Ulaş’a ve yemeklere baktık. O da ne ÇİĞKÖFTE. Hadi canım. Şuna da bakın nasıl bakıyor öyle melül melül.  Oy yerim ben seni. Hemen Ulaş’ın yanına oturdum ve yerime sindim. Normal zamanlarda ‘ÇİĞĞKÖFTEĞĞĞ’ diye anırmam gerekiyor ama yok şuan Melis ablanın yanında kendimi rezil edemem. Aslında o benim ne tür bir rezil olduğumu gayet iyi biliyor. Yani malca hareketlerim var. Bir de çok küfür ederim. Bugün pek etmedim.

“Hadi hemen ye de antrenmana gideceğiz.” Ses Uluç’tan gelmişti. Şimdi eğer diyorsanız ‘salak mısın kızım erkekler oynuyor sen neyin antrenmanına gidiyorsun’ haklısınız,  ama bilmediğiniz önemli bir husus var, ben onların akıl hocalarıyım. Evet, bende beyin var onlarda güç, kuvvet, kas, yakışıklılık, ay gücü, karizma, bokluk, ibnelik, yakışıklılık –sanrım bunu söylemiştim- var. Ve en önemlisi yürek var. Oww buradan kendime 10 puan veriyorum ve bugünkü özlü söz konusunu kapatıyorum. Çiğköfteyi lavaşa sardım –bol acılı ve bol yeşillikli- ve bir ısırık aldım. Bir ısırıkla kendimden geçeceğimi biliyordum ve yine oldu işte. Kendimden geçiyorum ımm, ımm mna mna. Sanırım bu sesleri dışardan da çıkarmış olacağım ki bütün gözler bana dönmüştü.

“Ne? Çiğköfte de mi yemiyahh?” ama azım dolu olduğu için biraz daha farklı çıkmıştı.

“Nı Çğkftığğ dğğ mığğ ymyğğhhh” gibi bir şey olduğunu söyleyebilirim. Evet, herkes bana gülüyordu tekrardan. Alışılmış bir durum genelde bana gülerlerdi. Neden bilemiyorum herhalde böyle güzel bir kız görünce gıdıklanmış hissi uyandırıyorum ve onlar da gülüyor. Evet, bu olabilir.

“Hadi kalkalım” dedi Uluç ve ayranını ağzına dikti. Oyş dikişine gurbağğn.

“Tamam, kalkıyorum” dedim ve tek elimde çiğköfte tek elimde ayran ayağa kalktım. Uluç aşağıya üstünü değiştirmeye gittiğinde bana da elimi yıkamak için zaman tanımıştı. Fakat o aşağıya iner inmez yeniden masama kuruldum ve bir lavaş daha sarıp yemeye başladım. Ne yani açız burada. Ben tam daha yarısındayken merdivenden sesler geldi. Hayır, daha gitmeye hazır değilim. Daha çiğköftemden ayrılamam. Daha çok gencim. Hayır, evlenmek istemiyoru- bir dakika ya ben ne diyorum. Replikler karıştı. Öhöm öhhööm tamam geri geldim hah nerede kalmıştık, ha Hayır ya ben yemeğimle daha sevişmemi bitirmedim, olamaz. Çok ayıp nimet o dedi iç sesim. Galiba haklıydı bu sefer. Ne sevişmesi ya tövbe ya.

“Ben sana ne dedim Buse, git elini yıka demedim mi? Ahh şimdi kalk ve elin yıka çıkıyoruz.” Zorla ayağa kalktım ve son lokmamı da hızlı bir şekilde yutup ayranımı diktim. Koşa koşa banyoya girdim ve elimi ağzımı yıkayıp temiz ve cici kız oldum.

“Şey benim yolda eve uğramam gerekiyor. Antrenmandan direk sonra maç var ve ben hala üstümü değiştiremedim.” Gülümsedi ve –bu evet anlamına gelen 32 diş birden gösterme gülüşü- beraber dışarıya çıktık. Durağa yürürken hoplayıp zıplıyordum. Aydınlar Koleji’yle daha önceden hiç basketbol maçı yapmamıştık. Yani futbol ve benimde kaptanı olduğum voleybol takımları karşılaşmıştı ama onlarla hiç baskette karşılaşmamıştık. Övmek gibi olmasın –aslında olsun- voleybol takımının kaptanıyım. Neden mi?

1-) Mükemmel derecede, çok çok çok güzel oynuyorum

2-) Çok mükemmel biriyim

3-) Çok güzel ve alımlıyım

4-) Bütün maçları kazanma sebepleriyim.

Listem daha beni öven çok şeyle sıralı ama zaman yok işte. Hatırlatın ben yine bir ara sayıyım onları size. Otobüs geldiğinde çantamdan pasomu çıkarttım ve bastım. Uluç da arkamdan bastı ve beraber ayakta durduk. Otobüs çok kalabalıktı. En arkada pis apaçi iğren bir ergen –hani şu saçlarının bir kısmı bir ton jöleyle aşağıya yatırılmış bir tarafı da bin ton jöleyle yukarı kaldırılmış tipler var ya hah işte onlardan- oturmuş mal gibi telefonuna bakıp sırıtıyordu. Hâlbuki yaşlı bir amca zavallı otobüste bir o yana bir bu yana sallanıyordu. Tamam, be egoistiz de cani de değiliz. Bu da günün anlam ve önemini anlatan bir cümleydi.

“Hey pislik herif kalksana oradan” dedim deli cesaretimle. Bu deli cesareti bana nereden geliyor hiç bilemiyorum. Etrafa bakındı ve gözlerini bana dikti.

“Bana mı dedin güzelim” iğrenç bir aksanla konuşmuştu. Hatta bende kusma isteği uyandırmıştı.

“Yok, ebene dedim ama sen duymuşsun bir kere. Ayı kalk lan oradan yoksa…” dedim ama sözümü kesti.

“Yoksa ne yoksa.” Sesinde alayla karışık bir gram beyin içermeyen bir tınıydı. Hafif sarhoş gibi bir şeydi bu.

“Bu olur” dedi Uluç ve onu ensesinden tuttuğu gibi ayağa kaldırdı ve otobüsün diğer köşesine fırlattı. Ayyaş apaçi tam cevap verecekken Uluç öyle bir bakış attı ki oğlan korkup bir şey söyleyemedi. Böyle mallar da hep bizi bulur lan.

“Buyur amcacım geç otur sen şöyle” dediğimde amca kolumu sıvazladı ve

“Sağol evladım siz de olmasanız” dedi ve gösterdiğim yenine oturdu. Birkaç durak sonra evime vardık. Ben indim ve evime girmek için dış kapıyı açtım. Elimi cebime attım ama anahtarı bulamadım. Çantamın çok gizli bölmesinden evin anahtarını çıkarttım ve kapıyı açtım. Ee benim evimde öyle hizmetçiler falan yok. Sıradan bir evde sıradan bir aileye –aşırı salak üvey kardeşimi saymazsak- yaşıyorum. Evet, bu doğru bir üvey kardeşim var. Annem gidip de çok sevgili (!) üvey babamla evlenince benimde aptal, mal, geri zekâlı, manikürüne hasta bir üvey kardeşim oluyor. Aslında bundan 1 ay önce bekâr bir annem vardı fakat kadın azmış. Hemen gitti ve kendine koca yaptı. Umarım bir kardeşim olmaz.

“Kızım sen mi geldin” yok ya ben gelmedim aslında bu benim robotum. Anne ya karşıma dikilmiş ne saçmalıyorsun.

“Ben antrenmana gidiyorum, bizimkilerin maçı var hazırlanmaları gerekiyor. Geç gelirim beni bekleme” dedim ve yukarı çıktım. Çantamı bir kenara fırlattığım gibi dolabıma koştum. İçinden ultra rahat siyah kısa kollu ve karnını açıkta bırakacak, üstünde iki tane iskelet elden rock işareti bulunan tişörtümü aldım ve yatağıma fırlattım. Şortlarıma bakıp iç geçirdim ve kot, mini ve annemin tabiriyle delik deşik olan şortta karar kıldım ve onu da yatağıma fırlattım. Hemen lavaboya girip işimi hallettikten sonra koşarak üstümü giyindim ve aşağıya indim. Portmantodan asılı olan hırkamı alıp üstüme giyindim ve anahtarımı da cebime yerleştirdikten sonra kapıyı çekip çıktım. Basket sahası bize yakındı bu sebeple kulaklığı kulağıma takıp yolda yürümeye başladım.

Yolda yürürken Aydınlar Koleji öğrencileri dağlıyordu. Pis insanlar diye düşünüp hırkamın kapüşonunu kafama geçirdim. Gerçekten hepsi zengin züppelerdi. Hepsinden iğreniyorum. Hele kızlarından ayrı bir iğreniyorum –üvey kardeşim de bunların içinde- bir insan bu kadar, ah nasıl bu kadar burnu havada, her-zaman-benim-dediğim-olur olabiliyorlar. Tamam, ben egoistim ama onlardaki çok daha grip bir şey. Bu olay kesinlikle ego olayı değil. Kendini herkesten üstün görme... Kibir evet. Bu olay kibir oluyor ki ego olayı bundan daha küçük bir makam. Ben kendimi övüyorum başkalarını aşağılamıyorum ama onlar hem kendilerini güzel görüyorlar ki güzel hiçbir tarafları yok hem de başkalarını aşağılıyorlar.  Kafamı yere eğdim, onları görmek bile bende kusma isteği uyandırıyordu. Fakat bugün bizim çocuklar onları gömeceklerdi. İşte bunu büyük bir zevkle izleyecektim, yenilmelerini.

Açık basket sahasına geldiğimde bütün takım oradaydı. Takımın kaptanı Doğaç’tı ve açıkçası kimse üstüne alınmasın ama en güzel oynayan da oydu. Zaten çocukta bir boy var Allah’a emanet yani. Sonra işte Uluç geliyor. Uluç’un da uzun bir boyu var fakat o baskette Doğaç kadar iyi değil. Sonra Emre geliyor ki Emre bizim sınıftan değil. Ve de zaten basketbol dışında da pek konuşmayız onunla. Deniz var onu da biliyorsunuz dağ adamı, öküz hayvan. Bir de ana oyunculardan son olarak Ömer var. O da bizim sınıftan değil ve onunla da pek takıldığım söylenemez. Fakat iyi çocuktur o kadarını bilirim. Yedeklerde ise Güray, Hakan, Kerim, Sercan, Ahmet, Faruk ve Mert var. Tellerle çevrili sahanın telli kapısını açtım ve topu elinde çeviren Doğaç’a baktım.

“Hadi uyuşuklar başlama vakti” dediğimde hepsi önümde dizidirler. Bu hareketleri hep çok hoşuma gitmiştir. Hep kendimi çok önemli biriymiş gibi hissettirirdi.

“Doğaç, Hakan, Deniz, Emre, Kerim ve Mert siz bir takımsınız. Uluç, Deniz, Faruk, Sercan, Ömer ve Faruk, siz de bir takımsınız hadi azla vaktimiz yok.” Dedim bağırarak. Hemen kendi yerlerine geçtiler ve ben de ortaya geçip topu elime aldım. Hava atışına Uluç ve Doğaç çıkacaktı.

“İyi olan kazansın arkadaşlar” dedim ve topu havaya attım. İkisi birden zıplarken topu Doğaç’ın takımı kapmıştı. Ve böylece maç başlamıştı. Bir süre maç yaptıktan sonra 25-20 Doğaçların takımı kazanmıştı. Gerçek maçın başlamasına ise 1 saat vardı. Bu maç onları yormamıştı aslında sadece ısındırmıştı. Hem tek periyotta işi bitirmiştik.

“Hadi şunları yenmeye gidelim.” Dedim ve Uluç’un yanında yürümeye başladım. Maç onların sahasında olacaktı bu yüzden onların okulundan bağımsız fakat okulunun sınırları içerisinde olan spor salonuna yürümeye başladık. Uluç her zamanki gibi beni dinlememiş ve gözlüklerini takmış ve şapkasını da başına geçirmişti. Ama mutlaka yanına lenslerini almıştır. Maçta enayi gibi gözlükle oynamayacaktı değil mi? Umarım öyledir. Spor salonuna geldiğimizde ağzım açık kalmıştı. Bu ne be böyle spor salonu mu olur. Zannedersiniz stadyum. Çüş oğlum tamam para sıçıyorsunuz fakat bu kadarı da fazla yani. Tribünlerin 4/2si dolmuştu. Bizim okuldan gelenler de vardı fakat daha çok onların taraftarları vardı. Gerilmeye başlamıştım, aynı zamanda ellerim de üşümeye aşlamıştı. Heyecanlandığımda genelde bu olurdu.

Saate baktığımda 15 dakika olduğunu gördüm. Tribünler de hemen hemen dolmuştu artık. Gidip kızlara ve bana güzel bir yer buldum. Bizimkiler de soyunma odasına gitmişlerdi. Abi yok böyle bir şey ya. Adamların iki tane soyunma odaları var. Bir tane karşı takım için bir tane de kendileri için. Oha lan bizde soyunma odalarının kapıları bile bozuk hay anasını ya.

Burçak ve Cansu da geldiler ve yerlerine oturdular. Bakalım Aydınlar Koleji bizim şakamızı nasıl bulacaksınız ya da bulamayacaksınız. Evet, dün bütün gece kızlarla WhatsApp gurubumuzda bu planı tartıştık ve sonunda onları rezil etmek için bir yok bulduk. Bütün plan benden çıktı kızlar sadece biraz çok az minnacık bir şey ekledi. Yoksa burada olayın beyni benim yani.

Bizimkiler yedek kulübesinin önünde karşı takımı bekliyorlardı. Ben de şunlara biraz taktik vereyim yazıktır bensiz yapamazlar diye yanlarına inmeye karar verdim. Vardığımda zaten hepsinin çok rahat olduğunu gördüm. Zaten hayli hayli alırlardı bu maçı yani şimdiye kadar bir sürü madalyaları vardı. Uluç’un yanına sokuldum. Uluç gözlüklerini çıkartmış ve lenslerini takmıştı. Bu beni bi hayli rahatlatmıştı. Ortada amele gibi gözlüklü olmasını istemezdim. Ellerimi yumruk yaptım ısıtmak için yapıyordum. Ellerimin üşümesinden nefret ediyordum. Hem rahattım –bizim takım kazanacak diye- hem de rahatsız –bunun sebebini ben de bilmiyorum-

“Evet, bu maçı alıyoruz, başka seçeneğiniz yok nokta.” dedim. Onlar da eminlerdi alacağımızdan. Arkamızdan bir ses geldi.

“O kadar emin olmayın bence” hep beraber arkamızı döndük. Arkama dönmemle bir acı hissetmem bir oldu. Neremde hissediyordum tam bilemiyordum, tek bildiğim çok kuvvetli bir acıydı. Bunu daha önce hiç hissetmemiştim. Sanki biri karnıma yumruk atmış ya da arkadan çok sıkı sarılmış ve ciğerlerim nefes için yalvarıyor gibiydi. Onun suratına bakmamla bütün bu hisler geçekleşti. Büyük ihtimalle bu ona duyduğum tiksintidir ama daha önce hiç böyle olmamıştım. Elimi istemsizce kalbime götürdüm ve gözlerimi kıstım. Kalbim yanıyordu, acıyordu, kavruluyordu. Bu da neydi.

“Ne oldu korktun mu? Kız çok korktu gençler” dedi ve arkasındaki erkeklerle beraber kahkaha attı. Bu kalbime batan bıçağı hareket ettirmiş gibi acımıştı. Hala da acıyordu. Ne oluyor ya bana.

“Kapa çeneni. Bakalım bunu yenildikten sonra da söyleyebilecek misin?” dedim bağırarak. Birden gülmeyi kestiler. Bu acıdan sonra nasıl böyle bağırdığımı bilmiyorum ama bağırmaktan çok tıslamıştım. Kalbim hala deli gibi acıyordu. Sadece kalbim de değil her yerim acıyordu neden böyle oluyor bilmiyorum Allah’ım yardım et.

“Kıza bak be, asi şey” dedi o da benden tiksinirmiş gibi. Bu daha da fazla acıtmıştı. Bu gerçekten hoş bir şey değildi. Acıtıyordu, hem de çok fazla.

“Kapa çeneni seni adi şerefsiz” dedi Uluç beni arkasına alarak. Artık midem de bulanıyordu. Harika (!) aslında Uluç’un onlarla konuşmasını istemiyordum.

“Asi ergenler, tamam sizin gibi paçozlarla muhatap bile olmak istemiyorum. O yüzden kazandığımız zaman bu utançla yaşayamayacağınızı haber vermek için gelmiştim” dedi tam gidecekken Uluç sırıtarak onlara cevabını verdi.

“Ne zamandan beri zengin piçleri baskette iyi oldu ki. Siz altınıza altından bez giyerken biz basket oynuyorduk. Yani geçen sene” dedi ve bu sefer gülme sırası bizimkilere geçmişti. Aslında o kadar da komik değildi işte ama gülünecek şeydi. Şuan sadece acıma odaklanmıştım. Bu kesinlikle çok güçlü bir şeydi. Acaba gizli bir hastalığım mı ortaya çıkmıştı. Kendimi şu yakışık piçten alamıyordum. Gözlerim sürekli onun üzerindeydi. Bütün hatlarını aklıma kazımak istiyordum. İyi de neden ki? O muhteşem siyah saçları, dibi gelmeyen garip bir şekilde gri ve kurşun karışımına benzeyen gözleri ve de mükemmel dudaklarını aklıma çoktan kazımıştım. Dudakları, o kadar mükemmeldi ki… Tam öpülecek tarzdan, ne çok kalın ve dolgun, ne de çok ince. Ve de gülümsediği zaman yanağının iki tarafında da belirginleşen gamzesi. İ-NA-NIL-MAZ.

Bu laftan sonra arkalarına dönüp gittiler. Uluç hemen yanıma geldi.

“İyi misin? Ne oldu sana” dedi endişeli bir sesle. Bir an gözlerimi kapattım ve düşünmeye başladım. Vücudumun neden hala ağrıdığına bir türlü karar veremiyordum. Gitmişti fakat neden hala acı çekiyordum. Özlem Hayır, canım ne münasebet. Ben o piçi mi özleyeceğim? Hah hiç güleceğim yoktu.

“Yok, bir şeyim, sadece bir an dalmışım. Hadi ben yukarı çıkıyorum. İyi şanslar” dedim ve parmak ucuna yükselip onun yanağından öptüm. Hemen koşar adım kızların yanına çıktım. Oturur oturmaz iki takım da sahaya çıktı. Çıkınca tabi tezahüratlar ve anırmalı böğürmeli bağırışlar yükseldi. Bu acıyı kontrol altına almam lazım. Acı biraz hafiflerken maç başlamıştı. İlk basketi o piç attı. Uluç’un kulağına bir şeyler fısıldadığını gördüm. Ne fısıldadıysa artık baya sinirlenmişti. Sonraki basketi Doğaç smaç basarak attı. Bizim okul tezahüratlara başladı. Ve sonraki 5 basketi ardı ardına Uluç attı. Bu kadar hırslanacağını bilemezdim. Ve onların takımından biri basket daha attı. Sonraki basketi Deniz attı. Zengin piçi –yakışıklı olan- sinirlenmişe benziyordu ki takım arkadaşlarının yakalarına yapışış bir şekilde bağırıyordu. Sinirlenince çok korkunç gözüküyordu. İlk devre arasında hemen yanlarına indim. Bizimkiler onlara fark atmıştı. Hem de baya. Alkışlayarak yanlarına indim.

“Süperdiniz. Tek kelimeyle harikaydınız.” Dedim yanlarına giderken.

“Şimdi hepiniz buraya gelin” hepsi yanıma geldiler. Çember oluşturduk. Kafalarımızı eğdik falan. Bunu yapmayı her zaman pek sevmem çünkü hep terli saçları kafama değer. Iyk

“Bakın böyle devam etmelisiniz. Şunlara bir bakın. Afalladılar, şimdi daha hırslandılar. Büyük ihtimalle artık sizi sakatlamayı düşünüyorlardır. Dikkatli olmanız gerekiyor. Hamlelerinizi dikkatli yapın ve kazanın” dedim ve kafamı kaldırdım. Her tarafımın terli erkek koktuğuna 1000 TL’ye iddiaya girebilirim.

“Hadi göreyim aslanlarımı” dedim dalga geçer gibi bir sesle. Sonra çember sarılmamızı yaptık ve ben yeniden yukarıya çıktım. Kızlar sahaya odaklanmışlardı. Ne bekliyordunuz ki bunlar Burçak, Cansu ve Ecmel yani. Erkek kesmekten başka işleri yok. Zaten adi planımı da bu yüzden kabul ettiler. İkinci devre başladığı zaman bizimkiler dikkatli hareket ediyorlardı. Emre bir 3’lük attı. Bizim okul maçı ayakta izleyip tezahürat yaparken ciddi anlamda onların tarafta çıt yoktu. Zengin piçi bir basket attı. Hırslanmıştı bu hoşuma gitmişti. Maç başa baş giderken zengin piçi arkadaşına kaş göz yaptı ve çocuk gidip Doğaç’ın ayağına tekme geçirdi. Doğaç’ın ayağının üstüne düştü ve kırılma sesini ciddi anlamda buradan duydum. Hemen ayağa kalktım ve aşağıya koşmaya başladım. Çocuk oyun dışı edilirken yüzünde haince bir gülümseme vardı. Ben aşağıya indiğimde Doğaç’ı oturtturmuşlar su veriyorlardı. Ayağında acayip bir morluk vardı. Ve de çok kötüydü. Bakamıyordum.

“Doğaç iyi misin?” sorumun saçmalığını yok sayarak gülümsemeye çalıştı. Bir kaç sağlık görevlisi başındaydı ve bacağını inceliyorlardı.

“Kırık var hastaneye gitmemiz lazım” dedi onlardan biri. Ne kırık mı? Adi piçler. Uluç arkamdan Doğaç’ın dizine bakıyordu. Daha da hırslandığını solduğu nefesten anlamıştım. Doğaç’ı ambulansa taşırken sadece arkasından bakakalmıştım. Artık nasıl bir ölüm kalım meselesine dönüştürmüşlerse şu maçı, her şeyi göz önüne alıp çocuğun ayağını kırdı resmen. Ne reşmeni ya bildiğin ayağını kırdı.

“Güray oyuna gir. Uluç takımı yönet. Sakın bir saçmalık yapma, iki yanlış bir doğru etmez. Duydun mu beni!” suratını tutup bağırmıştım. Şuan hiçbir şey düşünmediğine iddiaya girebilirdim. Tek düşündüğü o piçi iyice bir benzetmek. Ama maça olmaması gerekti. Onların istediği de tam olarak buydu.

“Çıkışta tamam mı? Tabi dışarı çıkabilirlerse.” Dedim ve sırıttım. Uluç anlamamıştı ama cidden benim mükemmel bir planım vardı.

“Hadi koçum göreyim seni” dedim ve yukarı çıktım.  Maç çok muhteşem gidiyordu. Uluç’un ardı arkası kesilmeyen basketleri ve hücumları karşı tarafı afallatmıştı. Ara sıra Uluç’a saldırıyorlardı fakat Uluç hepsinden kurtuluyordu. Çok dikkatli oynuyordu. Bu haline bizim takımdakiler bile şaşırmıştı. Ve beklenen sonuç geldi bizimkiler kazanmıştı. Bütün taraftar sahaya inerken biz de hemen sahaya indik. Bu sırada diğer takımdaki bütün herkes sinirle soyunma odasına gidiyorlardı. Taraftarlar bizim 11 dev adamı –maalesef 1 tanesi, biliyorsunuz işte- atıp tutuyorlardı.

“Kızlar hadi çabuk olalım” dedim ve hepimiz beraber onların soyunma odalarına doğru yürüdük. Ben kafamı kapıdan içeri azıcık soktum. Bütün takım dolapları ve duvarı tekmeliyordu. Hah bence birbirilerini dövselerdi daha güzel olurdu. En sonunda hepsi havlularını aldılar ve duşların anındaki yerlere asığa duşa girdiler. Evet, tam sırasıydı. Kızlara sessizce gelmelerini işaret ettim. Ben birkaç kişinin spor çantasını alırken onlar da duşların yanlarındaki havluları alıp ara sıra içeri bir göz atıyorlardı. Salaklar, fark edilirlerse bittiler. Bütün havluları aldılar birazını elime verdiler ve diğer bütün çantaları aldık. Odada kıyafet namına hiçbir şey kalmamıştı. Kızlar kapıdan çıktılar ben tam çıkacakken kulağımı bir ses doldurdu.

“Onları hemen bıraksan iyi edersin” işte şimdi sıçtım.

Sizi merakta bırakmak istedim. Merak iyidir. Görüşlerinizi çok merak ediyorum. Hem hikayenin gidişatını hem de yazım sitilimi nasıl bulduğunuzu cidden çok merak ediyorum. Lütfen oy ve yorumlarınızı benden esirgemeyin :D
Sizi çok sefiyooomm

Continue Reading

You'll Also Like

89.1K 4.7K 24
Hayatımdaki şanslarını hepsini kullanmış olabilirim.Çünkü bunun bir tek böylece açıklması olabilir!. Sıkıntıdan telefonumdan rastgele numara sallarke...
11.9K 739 24
Doğduklarında Kaçırılan ikizler devamı içeride;) Eminim ki beğeniceksiniz şans vermeyi deneyin keyifli okumalar
2.8M 154K 51
✔️ TAMAMLANDI✔️ Siz: Canım sıkılıyorrrrrrrr. Siz: Güzelim nasılsın? Siz: Banu bir bomba var anlatsam var ya ortalık fena karşırrrr... Siz: Uyudun muu...
80.8K 2.9K 21
deli dolu bir asistan doktor, kendinden ve ciddiyetinden asla taviz vermeyen asker...