KAYIP VADİ

By uchamayanbalon

1.1K 105 52

-Ne yapıyorsun? Dediğimde acıyla güldü. Sonrasında memnun olmayan bir halde -Gündüzü geceye geceyi gü... More

1-Davet
2-Efsane
3- Alfa
4-İlk Dalga
5-Bedel
6- Delilik.
7- Kaçış
8-Altın
9- Teslimiyet
10-Nefret
11-Siyah ve Mavi
13- Felaket Habercisi
14- Savaş
15- Cehennem
16 - Zaman
17- Sancı

12- Atlantis

21 5 2
By uchamayanbalon


'Bir şeyler hep eksik kalacak içimizde. Ne kadar iyi cümleler kurarsak kuralım, ne kadar iyi anlatırsak anlatalım. Bazı şeyler hiç söylenmemiş olarak kalacak..'

İndiğimiz araç kendine güzel bir park yeri bulmak için uzaklaştığında herkes sessizce etrafa bakıyordu. Uzun bir sessizlikten sonra titrek bir nefes aldım ve

-Pekala..

Diye mırıldandım. Etrafımdaki kalabalıktan gözlerimi kaçırırken

-Son part. Son oyun artık ne derseniz.. Gitme vakti...

Dediğimde babam saatine baktı. Ve hemen sonrasında

-Yirmi dakikaya bir araç gelecek. Radyasyondan koruyucu özel bir kıyafet istettim. Onu getirecekler.. O zamana kadar mantıklı bir plan yaparız.

Dediğinde kendimden emin bir tavırla

-Plan belli. Tek başıma gideceğim.

Dediğimde itiraz dolu cümlelerin ardı arkası gelmedi. Yükselen sesimle

-Üzgünüm! Oraya gelemezsiniz. Radyasyon sizi öldürür. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden ben dönene kadar bekleyin.

Dediğimde gerisine pek kulak asmadan yürümeye başladım. Birkaç saniye sonra hemen yanımda yürüyen Aras'a döndüğümde

-Gelmemelisin.

-Bana bir şey olmaz. Sonuçta mükemmel lanetin bütün evrelerini tamamladık.

Dediğinde istemsiz güldüm. Kızaran yanaklarımı gizlemek istercesine başımı eğdiğimde güldüğünü duydum. Eli elimi kavradığında sıkıca tuttum elini. O puslu yolu yavaş, oldukça yavaş adımlarla yürürken Aras sesindeki tuhaf tonla

-Sence New york mu, İstanbul mu?

Dediğinde ona döndüm ve

-Ne için?

-Yaşamak için?

Dediğinde hafifçe çatıldı kaşlarım.. Tereddütte kalarak

-İstanbul..

Dediğimde uzaklara bakarken

-Yarın sabah erkenden bilet alırım. Aslında bunca yıl bir yanım sanki hep İstanbul'da yaşamak istemiş gibi hissediyorum..

Dedi duraksadı ve sonrasında

-Yerleşik hayata geçmek iyi gelecek gibi. Belki bir ev alırım. Bahçeli..

Dedi. Bana döndüğünde

-Sen ne düşünüyorsun?

Diye sordu. Ne düşünmem lazım? Öyle kapalı konuşuyorsun ki.. Evet gidip bir ev alırsın. Ama kiminle? Ne için? Tek kişilik mi bu düşünceler? Titreyerek derince bir nefes aldım ve

-Şey...

Dediğimde bende şaşırdım. Bunca duraksama bu kelime içindi sanki.. Sonrasında toparlanmaya çalışırken

-Belki eve dönerim. Yani Simi'ye.

Dediğimde durdu. Öylece olduğu yerde durdu. Ve şaşkın bir sesle

-Eve dönersin? Tek başına?

Dedi duraksayarak. Kaşlarım çatıldığında Aras

-Gelmek istemiyor musun? Yani... Benimle...

Dediğinde yüzüme aptal bir gülümseme yayıldı. Şaşkınca bakıyordu. Yaklaşıp sıkıca sarıldığımda bedeninin gevşediğini fark ettim. Kollarını doladığında ise küçücük kaldığımı. Yüzümü göğsüne gömdüm. Derin nefesler aldım. Kokusu ciğerlerimi sararken

-İstiyorum.. Sadece davet edildiğimi fark etmedim..

Dediğimde daha sıkı sarıldı ve

-Davet etmesem kabullenecektin yani? Seni bırakıp gitmeyi düşünsem ısrar etmez miydin? İzin mi verirdin gitmeme?

Dediğinde bedenim kasıldı. Ruhum sertleşti. Ve titreyerek

-Aras ben küçük hissediyorum.. Çok küçük... Peşinden koşacak kadar yürümeyi öğrenmemiş gibiyim.. Adımlarım sana yetişemez gibi.. Ellerim seni kavrayamaz gibi.. Sarıldığıma bakma. Seni bir yerlere sığdırdığımdan değil. Bir yerlere sığdıramayacağım kadar kocamansın.. Sadece kokun bile ciğerlerime sığmıyor... Kattığın anlamlar kelimelere sığmıyor.. İçime sığmıyorsun...

Dediğinde yaşardı gözlerim. Ve ağlayarak

-Gidersen ölecekmiş gibi hissediyorum. Oksijende, su da gidecekmiş gibi.. Onlar yine de gitsin ama sen gitme olur mu?

Dediğimde beni bedeninden uzaklaştırdı ve gözlerime bakarak

-Hayatta kal.. Ne olursa olsun hayatta kalmak için savaş.

Dediğinde itiraz edeceğim an parmaklarını dudaklarıma bastırdı. Şefkatle dudaklarımı okşarken yavaşça alnımdan öptü. Derin bir nefes aldığında kapandı gözlerim. Sonrasında elimi sıkıca tutup

-Hadi..

Diye mırıldandı. Gölün yanına varmak için attığım her adımda bedenim yanıyordu sanki. Başlarda umursamadım. Sonra parmaklarımdan akan sıcaklığı hissettiğimde Aras'ta hissetmişti. Bana döndüğünde elimi çekmek istedim. İzin vermedi.. Yürümeye devam ettik.. Bedenimin sıcaklığı dağılmıştı. Ama bastığım her yerde uçuşmaya başlayan cisimler engellenemez bir olay gibiydi. Toprak, taşlar ve etrafta ne varsa herşey etrafıma toplanıyordu.. Mıknatıs gibiydim.. Gökyüzünün rengi değişmeye başladı.. Kırmızı bir huzme üzerimizi kapladığında gölün yanına varmıştık. Aras bana döndüğünde uzunca gözlerime baktı. Sonra şaşkın bir sesle

-Gözlerin...

Dediğinde anlamaya çalışarak bekledim. Aras hayranlıkla

-Daha önce hiç böyle bir mavi görmemiştim.

Dediğinde tebessüm ettim. Bir alkış sesi böldü.. Hızla sesin geldiği yöne döndüğümde içimde dehşetli bir korku patlaması yaşadım. Birinci dereceden akrabam, Aras'ın kabusu olan annesi ve etrafımıza toplanan diğer akbabalar.. Bu düşünce ürpermeme neden oldu. Akbaba leşler için beklerdi.. Zihnim bana kabus dolu oyunlar fısıldıyordu birkaç gündür.. Hızla düşüncelerimi savdım. Alkış tutan kişi annemdi. Alayla

-Çok romantik. Bölüyoruz ama bize ait bir şey vardı sizde.. Onu almaya geldik..

Dediğinde bize doğru yaklaşan bir kadın

-Ne tesadüf.. O halde iyi olan kazansın...

Dediğinde bir anda elindeki enerji topunu bize attı. Müthiş bir refleksle bizi çevreleyen kalkanım enerji topunu kendisine geri gönderdi. Kadın yere düştüğünde geri kalanlardan gelen kıkırdamalar huzursuz olmama neden oluyordu. Elim kolyeye gitti. Aras'a döndüğümde oldukça sakin duruyordu. Ben telaşla

-Mıknatıs gibi hissediyorum..

Dediğimde sakince

-Enerjin çok ağır.. Samanyolu'nun öbür ucundan hissedilebilecek kadar.. Yerimizi bulmalarına şaşırmamalısın.

-Ne yapacağız?

Diye sordum korkuyla. Aras yaklaştı. Kolyeyi boynumdan çıkartabilmek için saçlarımı arkama aldı. Kolyeyi çıkarttığında boynumdan öptü uzunca. Sonra yanağımdan. Kokumu içine çekti.. Sonrasında güçsüz bir sesle

-Efsanenin son taşı Kayla..

Dedi gözlerime bakarak. Ve

-Gündüzün prensesi, gecenin prensi ve anahtar..

Dedi kolyeyi gösterirken. Sonra tekrar gözlerime baktı. Ve

-Eksik olan tek şey nefret.. Onun yerine ise....

Dedikten sonra uzunca duraksadı. Yaklaştı.. Ve

-Aşk var..

Dedi. Dudaklarım istemsiz aralandığında başım dönüyordu. Korkudan çok farklı şeyler vardı ruhumda.. Aras titrek bir nefes aldı ve

-Sonunu bilmediğim bu yola seninle çıktım ben.. Ve hiç cesaret edemeyeceğim şeyleri sana fısıldadım ben.. Kayla...

Diye mırıldandı. Ve sonrasında

-Seni seviyorum...

Dediğinde dudakları dudaklarıma değiyordu.. Elleri ellerimi sıkıca tuttuğunda tekrar

-Seni çok seviyorum...

Diye fısıldadığında düşecek kadar karardı dünyam. Aras'ın dudakları dudaklarıma kapandığında içimde hissettiğim o müthiş patlamaya engel olamıyordum. Ellerini sıktım önce. Ters giden o şeyi çözümleyebilmek istercesine. Sonra kalbim karmaşanın tam ortasına düştü. Delicesine onu isterken mantığım canımın yanacağını fısıldıyordu. Onu itelemek kendimden uzak tutmak istiyordu bir yanım. Korku aktı boğazımdan.. Bulutları hissettim. Ve müthiş bir hızla betona çarptım. Beynim çatladı, zihnim aktı. Mideme yerleştirilen bomba vaadini yerine getirdi sanki. Bedenim parçacıklarına ayrılarak etrafa saçıldı.. Hiçliği tanıdım...

Kulağıma dolan melodi oldukça tanıdıktı. Önce parmaklarımı hissettim. Hissetmek hiç bu kadar basit olmamıştı. Realitenin sancısı girdi kalbime. Ruhum çekilmiş gibisine karıncalandı parmaklarım. Sonra ellerim, kollarım.. Ve hissettiğim kısım bütün bedenime yayıldığında kulaklarım algıladı duyduğu cümleleri. İngilizce bir şarkının ruhuma sancılar salan sözleriydi duyduklarım.. 'Uyumam için bana şarkı söyle. Beni hatırla, temizlenebilmek için zaman yok. Zihnimde fısıldamalarını duyabiliyorum. Sarılamadığın şeye dönüştüm. Hatıralarımız ninnim olacak. Şimdi uyumam için bana şarkı söyle..' Algılarımı kapatmak istediğimde başarısız oldum. Gözlerim aralandı.. Beyaz şeyler gördüm önce.. Giderek netleşen... Netleştikçe kalbimi karartan.. Sonrasında bir adam.. Üzerinde doktor önlüğü olan. Yerimden sıçradığımda kollarımı sıkıca kavradı. Kalkmak istiyordum. İzin vermiyordu. Bir şeyler söylüyordu.. Duyamadığım şeyler.. Karnıma saplanan ağrıyla iki büklüm oldum. Burnumdan akan kan ise hareketlerimi yavaşlattı. Bu yabancı adam ise elindeki sargı bezini burnuma bastırıp kafamı geriye yasladı. Birkaç saniye sonra netleşti sesler

-Nasıl hissediyorsun?

Dediğinde konuşmam oldukça zaman aldı. Ve o da bekledi.. Çatlak ve boğuk sesimle

-Kaybolmuş...

Diye fısıldadığımda başını hafifçe salladı. Bir süre sonra burnuma bastırdığı şeyi çekip çöpe attı. Gözlerime ışık tutup dikkatle baktı. Hemen yanında duran dosyayı aldı. İçine bir şeyler yazdı. Ben ise incelediğim bu ortamı bir şeye benzetemediğim için anlamaya çalışarak

-Neredeyim ben?

Diye sordum. Adam gözlerini yazdığı şeyden ayırmadan

-Hastanede..

Dediğinde çatılan kaşlarımla

-Neden buradayım?

-Annen ve baban kendine zarar verdiğin için seni buraya getirme gereği gördüler..

Dediğinde oldukça sakin ve emin konuşuyordu. Bulanan zihnim korku tanecikleriyle

-Ne?

Dediğimde adam yazma işine son verdi. Dosyayı kapatıp yerine bıraktı. Elindeki kalemin tepesindeki tuşa birkaç kere bastı. Sonrasında

-Önemsiz birkaç sorun. Bazı insanlar diğerlerinden oldukça farklıdır. Bu fark onları kendileri gibi yapar. Seninki de öyle bir durum..

-Ne durumu?

Dediğimde çatıldı kaşları. Sonrasında sakince

-Dinlenmelisin..

Dedi. Ve odadan çıktı. Kapı kapanırken telaşla

-Bekle! Aras nerede? Beni o mu getirdi?!

Dediğimde durdu. Öylece durdu. Bana dönerek

-Uyanma vaktin sence de gelmedi mi artık?

Dediğinde bir an algılayamadım. Ellerime baktım dikkatle. Sonra ona dönerek

-Uyanık olduğumu düşünüyorum.

Dedim sakince. Gülmeye başladığında hızla yanıma geldi. Kollarımdan çektiğinde ona karşı koyacak gücüm yoktu. Odadaki küçük pencerenin önüne sürükledi beni. Elleri omuzlarımı sıkıyordu. Pencereden dışarısı kalbimi sıkıştırdı. Bahçede insanlar vardı. Ve doktorlar.. Onlara yardım eden hemşireler. Oldukça tuhaf davranışlar sergileyen bu insanlar kalbimi acıttı. Korkuyla

-Neden... Şey gibiler...

Dediğimde konuşamıyordum. Doktor

-Ne? Deli mi?

Dediğinde isteksizce başımı salladım. Doktor

-Bunu hiç kimseye yapmadım. Etikte bulmuyordum.. Ama beni zorluyorsun evlat. Altı aydır hiçbir tedavime karşılık vermedin. Bugün daha net baktığını gördüm sadece. Gözlerinde bir tabaka vardı.. Ama bugün o tabakayı göremedim. İyileştiğini düşündüm.. Ama beni gerçekten zorluyorsun. Uyan artık Kayla.. Annen ve baban altı aydır benden iyi bir haber bekliyor. Artık uyanmalısın anladın mı beni?

Dediğinde hızla kollarını ittirdim. Ve dolan gözlerimle

-Uyanığım ben! Deli falan da değilim. Ya ben.. Biz Rusya'daydık. Radyoaktif göl yüzünden oldu. Aras... Aras yanımdaydı. Kolye...

Diye titrediğimde konuşamıyordum. Gözyaşlarım akarken acı ve korkuyla

-Aras nerede?!

Dediğimde doktor öfkeli bir sesle

-Yok! Aras yok! Hiçbir zamanda olmadı! Ağır derecede şizofreni tanısıyla yatırdık seni bu hastaneye! O kafanın içinden buraya dönmen altı ayımızı aldı!

Dediğinde hıçkırıklarımla bir kapıya koşmaya yeltendim. Kapıya varamadan tuttu bileğimi. Çığlıklarım yankılanırken ona ciddi manada vurmaya başladım. Korkularım başıma kayalar halinde düşüyordu sanki. Enerjimi çekmişlerdi sanki. Ona realitelerin dünyasından mantıksal tepkiler veriyordum. Enerji topları, ateşler, görünmez darbeler, kalkanlar yoktu.. Boğazıma saplanan iğne ise Aras'ın yokluğunu haykırdı. Acıyla doktorun kucağına düştüğümde kalbim kanarcasına

-Aras... Aras'ı istiyorum... Lütfen... Bırakın...

Diye sayıklarken silindi herşey..

Bununla beraber yüzlerce kriz gördüm. Deli olduğuma inanmamakta direniyordum.. Verdikleri her ilaç kabullendirdi anlattıklarını.. Birkaç ay olduğuna yemin edebilirim.. Sayamadığım gecelerim oldu. Ellerimin titremesi günden güne arttı. Her krizde vücudumu parçaladım.. Kollarımın her yeri yaralarla doldu. Milyonlarca kez güçlerimi kontrol ettim.. Hiçbiri benimle değildi. Aras benimle değildi.. Kafayı yiyordum.. Her gecenin sonunda buna daha da emin oluyordum.. Hepsi benim kurgum muydu? Şimdi neredesin Aras? Sen sadece hayal miydin? Kafamın içindeki fısıltıları duyuyorum bazı geceler.. Ama hiçbiri realiteye dökülmedi.. Belki de benim dedikleri gibi kafamın içine dönmem lazımdı.. İşin içinden çıkamadığım sabahlarda acı çığlıklarımla ölümü düşünüyordum.. Aklımın bir köşesindeki cümleyi sayıklamaya başlayalı aylar oluyordu belki de.. Tezer Özlü'ye ait olduğunu hatırladığım bu cümle bile bana daha yakın geliyordu. 'Kimse senin kadar güzel, hiç kimse senin kadar canlı gitmedi ölüme.' Başımı duvara vururken daha yüksek sesle sayıklıyordum bu cümleyi. Kimse gelmiyordu.. Kimse açmıyordu bu demir kapıyı. Boş bakışlarımla gidiyordum Simi'ye.. Aras'ı ilk gördüğüm yere.. Ve yine boş bakışlarımla son gördüğüm yere.. Her bir saniyesini parça pinçik ederek irdeliyordum.. Tek bir kusur, tek bir tutarsız nokta bulamıyordum. Öylesine berraktı ki.. Gerçekliklerine inandığım vakit biri giriyordu odaya. Aras'a kavuştuğumu zannettiğim, onu hislerimde bir yerlerde bulduğum vakit ilaç dedikleri zehiri salıyorlardı zihnime. Bulanıklaştırıyorlardı... İzin vermiyorlardı sanki.. Sayamadığım gecelerim oldu.. Sayamadığım günlerim.. Verdikleri ilaç yüzünden..

Sonunu getirmediğim kararlarım netleşti.. İlk hedefim bu lanet yerden çıkmaktı. Ve bunun için her şeyi yapacaktım.. Yaptımda.. Onlara istedikleri cevapları verdim. İstedikleri davranışları sergiledim. Oyunu onların kurallarına göre oynadım.. Bir süre sonra ilacı kestiler.. Bir hafta sonrasında da rüyalarım geri döndü. Bal rengi saçlara ve mercan mavisi gözlere sahip bir çocuk konuk oldu gecelerime. Dört yada beş yaşlarında.. Belki daha küçük.. Her gece beni çağırmak için korku dolu yollarda koşuyordu. Ağlıyordu.. Yardım çığlıkları beynimi sızlattığında uyanıyordum.. Ama Aras yine yoktu..

Bir ay sonrasında açıldı o kapı. Doktor yine muayene etti. Ben yine çalıştığım cevapları verdim. Doktor memnuniyetle

-Güzel haberlerim var.

Dediğinde istekli görünmeye çalışarak baktım gözlerine. Doktor

-Bu akşam evinde uyuyacaksın..

Dediğinde titredi kalbim. Ve heyecanla

-Bitti mi?

-Şartlı tahliye gibi. Her hafta buraya dönmen lazım. Seninle vakit geçirmek oldukça güzel.

Dediğinde uysalca başımı salladım. O akşam hemşirelerin eşliğinde o hastaneden ilk defa ayrıldım. Kapıda bekleyen araba ve arabanın önünde duran adam ve kadın.. Kadın koşarak yanıma geldi. Sıkıca sarıldığında

-Kızım!

Diye bağırdı. Bedenim taşa dönmüştü. Bir süre öptü. Ve

-Sonunda.. Sonunda iyileştin.

Dediğinde gülümsemeye çalıştım. Ve oyunlarına eşlik ettim. Sonra adam kucakladı beni ve

-Bir buçuk sene oldu.. Sana iyi davrandılar mı? Nasıl hissediyorsun?

Dediğinde kadın kolundan çekiştirirken

-Yorma onu.

Dedi. O zaman üzerimdeki şoku atmaya çalışırken güçlükle

-İyi.. İyiyim..

Dediğimde kadın

-Hadi evimize gidelim bebeğim..

Diyerek arabaya sürükledi beni. Kalbimdeki acı, boğazımdaki yumru ve gözlerimdeki yaşla normal davranmaya çalıştım. Aras'ın özlemi yakıyordu boğazımı.. Canımı parçalama isteğiyle doluyordum.. Ama sabır denen zehiri yudumlamaya devam ediyordum.. Beni götürdükleri evde verdikleri bilgisayarla kaybettiğim geçmişimi bulmaya çalışıyordum.. Ve bunu ilmek ilmek işliyordum.. Kaçışımı milim milim planlıyordum. İnandırıcı performansım geceleri kriz şeklinde canıma okuyordu. Bazı geceler ise bahçelerim yeşeriyordu. Aras'ı hissediyordum zihnimde.. Yaşadığına emin oluyordum.. Ertesi güne daha güçlü uyanıyordum. Sabrım sonuçlanmaya başladığından hastaneden çıkmamın üzerinden altı ay geçmişti. Lise son sınıf eğitimim sonlanmıştı.. Ve ailem olduklarını zanneden bu insanları ikna çabalarımda.. Yurt dışında okumama razı olmuşlardı. Havaalanında vedalaştığımızda yaptığım ilk iş bilet almak oldu. Aldıkları biletin karşılığında Simi'ye bilet aldım. İlk uçakla evime döndüm.. Tamı tamına iki yıl sonra.. Kabus gibi geçen iki yıl.. Ve rüyalarımda hiç büyümeyen o ufak çocuk vardı ellerimde.. Sokaklar öylesine tanıdıktı ki.. Simi'nin her bir karışı beni delirmediğime ikna etti. Tanıdıkça hızlandı adımlarım.. Eve vardığımda koşmaktan nefes alamıyordum. Bahçe kapısını güçlükle açtım. Bir kenarı attığım bisikletim berbat bir halde olsa da yerindeydi. Merdivenleri çıktım. Evin içi, odam ve resimlerim. Herşey olduğu gibiydi..

İçimdeki korku katlanıyordu. Bunca yıl... Neredesin Aras?!

Gözyaşlarıma engel olamıyordum artık. Öylesine tükenmiş, öylesine acı dolu hissediyordum ki.. Soldum.. Belki de gerçekten kayboldum.. Kalbimdeki sızıyla Aras'la karşılaştığımız bütün o yerlere gittim. Simi'den sonra Hindistan'a.. Güney Amerika'ya.. Rusya'ya.. Kurduğu hayal yüzünden İstanbul'a bile döndüm.. Birkaç kere birileri tarafından takip ediliğim hissine kapıldım. Sürekli birilerinden kaçarcasına devam ettim yoluma.. Yolumu bulamıyordum.. Nefesim giderek tükeniyordu. Dünyanın her yerini karış karış dolaşma fikrini kafama yatırdığımda parmaklarımın ucundaki toprağın hareket ettiğine şahit oldum.. Zihnimin en derinlerinden çığlıklarım Aras şeklinde yankılandı. Boşluğa çarpıyordu.. Yollarda geçen günlerim oldu. Kaybettiğim enerjim için çırpınmıyordum bile.. Sadece Aras'ı arıyordum. Kaybettiğim hislerimi..

Bedenim serin suların vurduğu kızgın kumlara dönmüştü onun yokluğunda.. Her bir zerrem bir kum tanesi gibi dağılıyor, parçalanıyor ve kendine has yaralar alıyordu. Her gece, her sabah ve keşfedilmemiş her bir zaman diliminde onu arıyordum. Zihnimdeki ufak silüeti bile yetecekti. Gölgesini görsem sarılacaktım.. Ondan sonra hiç kimse o ses tonuna sahip olamadı.. Hiç kimse onun gibi kokmadı. Bana hiç kimse onun gibi dokunmadı.. Gelmeyecek olan bir cennet gibiydi.. Benir korkutan şey onun hiç varolmamış olma ihtimali değildi. Beni korkutan şey bu ihtimali düşünmeye başlamamdı.. Yüzünün her bir hattını, sesinin her bir tınısını hafızamı parçalarcasına hatırlamaya çalışıyordum.. Giderek siliniyordu bütün her şey.. Ve ben giderek ölüyordum.. Hayır hayır. Ölüm böyle azap vermez. Ölüm korkutur ama bir anlık korkudan sonra sonra insan soluklanır. Bu öyle bir şey değildi. Bu geçmeyen bir sancıydı. Kafamı kemiren bir korku... Neredesin Aras? Gittiğim her şehirde adını haykırdım. Krizlerime konu oldun. Duymadın mı? Hissizleşiyorum... Giderek sönüyorum. Bir daha açmamak üzere soluyorum.. Sensiz nefes alamıyorum.. Seniz özlüyorum... Dokunduğun her bir hücrem birer birer intihar ediyor.Bu eşsiz davetleri canımı sızlatıyor. İnancımı kaybediyorum.. Davetlerine icabet etme mantıklı gelmeye başlıyor. Seni bir kere görebilme ihtimalim engeller koyuyor önüme.. Bizim yaşanmamışlarımız var.. Ne oldu bilmiyorum bir açıklama bulamıyorum bütün bunlara. Ama sen biliyorsundur, sen her bir nefesimi hatırlıyorsundur. Vazgeçmemen için... Benden vazgeçmemen için ne gerekiyor Aras? Her hangi bir zamanda , herhangi bir yerde senin için herhangi bir şeyi yapabilirim.. Senin için herşeyi yapabilirim.. Hiçliğin sancılı solukları beni Atlantise hapsediyordu.. Okyanusun dibi evim oluyordu ama yine de sevgim acıyor... Halamın kitaplarında kalan cümlelere tutunuyordum.. 'Kimse aramıyorsa belki de kaybolmamışsındır.'

Yazdığım milyonuncu kağıdı da buruşturup bir köşeye fırlattığımda elimdeki kalemi çantama attım. Sırt çantam ve ben akla gelebilecek her yerde onu arıyorduk. Aldığım ve daha sonrasında buruşturup bir yerlere fırlattığım bu notlar az da olsa rahatlatıyordu içimi. Yapayalnız kalmıştım bir anda.. Kimsesiz.. Tren gara girdiğinde koltuklardan birine yerleştim.. Bu bu hafta beşinci tren yolculuğuydu.. Sırt çantamdan çıkarttığım ufak bilgisayarı açıp aklıma gelebilecek kilit kelimelerle haberleri arattım. Her zaman yaptığım rutin şekilde.. Gözüme ilişen bir haber yüreğimi kabarttı. 'Esrarengiz genç kız' şeklinde başlıyordu. Başında kapşonu olan Elis'in boylarında bir kız.. Elis.. Belki gerçekten o dur.. Çin'de gerçekleşen esrarengiz bir olay. Kız enerji huzmesini kontrol edemeyince avuçları parlıyordu. Ve hemen yanındaki karartı.. Ve sonrasında gözden kayboluşu.. Haberle ilgili daha detaylı şeyler aramaya başladım. Trenden iner inmez kalabalığa karışıp havaalanının yolunu tuttum. Bu hafta ikinci uçak seferi...

Hava alanındaki kalabalıkta yine aynı şey oldu. Zihnim öylesine yorgundu ki.. Sürekli oyunlar oynuyordu bana.. Aras'ı görür gibi oluyordum. Birilerinin peşinden koşuyordum. Gördüğüm yüzler gökyüzünü başıma geçiriyordu.. Boğazıma yapışıyordu gerçek.. Güçlü durmaya çalışarak devam ediyordum...

Çinde geçirdiğim ikinci haftanın sonunda kabuslarım dayanılmaz bir boyut kazandığında gecenin bir yarısı çıktım sokağa.. Kalabalık sokaklardan geçtim.. Ara sokaklara girdiğimde düşünemiyor gibiydim. Düşünmeden hareket ediyordum. Sanki birileri sürüklüyordu.. Görünmeyen birileri.. Esen rüzgar üşümeme neden olduğunda kapşonumu başıma geçirdim. Saçlarım omuzlarımın iki yanından dökülüyordu.. Rüzgarın uğultusu kulaklarımı acıtıyordu.. Ve giderek yükselen bir ses vardı. Ayırt edemediğim bir ses.. Birkaç bina geçtim.. Yerdeki ıslaklık vuran loş ışıklarla parlıyordu.. Ses zihnimce ayrıştı. Bir çocuk ağlaması yankılandı beynimde.. Hıçkırıkları öylesine hisliydi ki.. Algıladığım şeyle dondu adımlarım. Bir süre etrafıma bakındım öylece. Hıçkırık sesleri tekrar duyuldu.. O zaman koşar adım ilerledim. Etrafa dikkatle bakınıyordum.. Gecenin bu vakti bu virane de bir çocuk olamazdı. Zihnim yine bana oyunlar düzenlemişti sanki.. Ama görmem lazımdı. Yokluğunu bile olsa..

Birkaç bina daha.. Ve yanılan bu sefer bendim. Zihnim bana gerçeği sunmuştu.. Kabuslarımla bağdaştırdığı gerçeği. İki yıldır her gece kabuslarıma giren çocuk çöp konteynırlarının yanına oturmuş ayaklarını karnına çekip minik ellerini etrafına dolamıştı. Bal rengi saçları bu karanlıkta bile ayırt edilebilecek derecedeydi. Başını dizlerine doğru gömmüş ağlamaya devam ediyordu. Titreyen parmaklarım ona ulaştığında sıçradı. Bir anda düşecek gibi oldu. Duvara çarptı. Korkuyla baktı.. Ben o zaman panikle

-Dur.. Dur korkma. Sana zarar vermeyeceğim..

Dediğimde İngilizce konuşmuştum. Bir süre gözlerime baktı. Öyle dikkatle baktı ki.. Boynundaki yaraları gördüm o an.. Elimi uzatıp onu incitmeden bakacağım an köşeyi birileri döndü. Kalabalık bir ses duyuldu. Çocuk o zaman panikle tuttu montumu. Beni çekiştirmeye başladığında anlamaya çalışıyordum. Ve

-Nereye?

Dediğimde durdum. Çocuk uzakta olsa görülen birkaç kişilik gruba baktı. İçlerinden biri

-Atlas?! Çık ortaya oyun oynama! Bu sefer elimde kalırsın! Elini yakmaktan daha beterini yaparım sana!

Diye bağırdığında Türkçe duyduğuma şaşırma işini sonralara erteledim. Şaşırmam gereken bu çocuğun ağır işkence gördüğüydü. Ve onun bu minik yaşında onlardan kaçma çabası.. Çocuk ağlayarak montumu çekiştirdi. O zaman düşünmeden onu kucağıma aldım. Boynuma sıkıca sarıldı. Montumun iki yakasını kapattım. Şapkamı başıma geçirdim ve Türkçe bir şekilde

-Korkma.. Seni onlara vermeyeceğim..

Dediğimde daha sıkı sarıldı. Karanlık ruhlardan diğeri

-Eğer sen ortaya çıkmadan seni bulursam doğduğuna pişman ederim seni velet!

Dediğinde cümlesine küfürlerle devam etti. Ve bende hızla ayrıldım o sokaktan. Kollarımın arasında titreyen minik bedene sıkıca sarılıyordum. Başını boynuma gömmüştü. Öylesine üşümüştü ki bu soğukta. Montumun ve bedenimin sıcaklığında gevşeyen vücuduna odaklandım. Ve bir süre sonra dinen hıçkırıklarının yerini derin nefesleri almıştı. Uyuduğunu anladığımda onu uyandırmadan daha sıkı sarmaladım. İlk gelen otobüse bindiğimde arka koltuklardan birine geçtim. Kimseler görmesin onu istiyordum. Herkesten saklama ihtiyacı duyuyordum.. Sebebini bilemediğim bir sıcaklık yüreğimi sarmalamıştı.. Bu ufak bedendeki minik kalp çırpınışlarını zihnimde hissediyordum.. Otobüs şehrin diğer ucunda aydınlık bir caddede durduğunda indim. Cadde üzerinde bulunan otellerden birine giriş yaptım. Odaya çıktığımda ilk işim yatağı açıp onu güzelce yatırmak oldu. Boynuma dolanan kolları gevşemek istemiyor gibiydi. Güçlükle yatırdım onu yatağa.. Sonrasında montumu hızla çıkartıp gördüğüm yara izlerine doğru eğildim. Boynunda kesikler vardı. Korkarak dokunuyordum. Üzerindeki kazak oldukça eskiydi. Ve onu ısıtmayacak kadar ince. Üşüdüğü her halinden belliydi. Bilekleri, elleri ve ayakları da yaralıydı. Kim bilir bedeninde bunlardan daha ne kadarı var.. Yaşaran gözlerim ve sıkışan yüreğimle örttüm üzerini. Sonra sessiz hıçkırıklarımla ışığı kapatıp hemen yanına uzandım. Kaybettiklerime yaklaşmışçasına sızladı kalbim. Özlemek daha da ağırlaştı.. Ama bütün bunlara rağmen onunla beraber uyudum. Sabah uyandığımda mercan mavisi ve yeşil arası bir renge sahip gözler yüzümü dikkatle inceliyordu.. Gözlerimi açtığımı gördüğünde titreyen elini yüzüme değdirdi. Gülümsediğimde hayranlıkla

-Sonunda geldin...

Dediğinde çatıldı kaşlarım. Toparlanıp kalktım. Ve merakla

-O ne demek?

-Seni bekliyoydum.. Çok zaman geçti.. Biy süyü gece oydu.

Dedi bozuk Türkçesiyle. Dili dönmüyordu çoğu kelimeye. R'ler l'ler ve bazı harfler ara ara y'ye dönüyordu. Onu ne kadar şirin yaptığını anlatabilmem için yüzlerce kitap okumam lazımdı... Ama ben bununla uğraşmadım. Gözlerimi karşımdaki mükemmelliğe dikerek

-Beni nereden tanıyorsun?

Omuz silkti. Ve

-Sen pyenses deyiy misin? Pyensesi heykes tanıy.

Dediğinde titreyen sesimle

-Sen... Sen bunu nereden biliyorsun?

Dediğimde etrafına bakındı. Ve

-Acıktım ben..

Diye mırıldandı. Uzunca bir süre ona baktım. Sonrasında derin bir nefes alıp telefona yürüdüm. Resepsiyonu arayıp yemek söyledim. Yanına döndüğümde yatağın üzerinde zıplıyordu. Her çocuk gibi. Beni gördüğü an yerine oturup üzgün gözlerle bakarken

-Özüy diyeyim. Sadece ne kaday zıpyadığını meyak ettim..

Dediğinde kalbim acıdı. Ve bu burukluğu bırakması için

-Özür dilememelisin. İnsanlar bazı şeyleri istedikleri için yaparlar. Ve bunun için özür dilememeliler. Sahip olduğumuz hayat bir daha geri gelmeyecek.

Dediğimde donuk bakışlarla

-Onu biy keye göydüm. Kafasındakiyeyi duydum. Pyensesi ayıyoydu.. Çok üzgündü.. Ben böyye üzgün biy kafa göymemiştim.

Dediğinde kurduğu komik cümlelere başka zaman başka yerde oturup saatlerce gülerdim. Ama şimdi ciğerimi parçalayan şeye odaklanarak

-Kim?

Dedim çıkamayan sesimle. Gözlerim çoktan dolmuştu. Atlas benden başka her yere bakarak

-Seni göydüm onun kafasında. Acı vaydı kafasında.. Daha fazya göyemedim. Ben sadece yaydım etmek istedim. Benim annem gitti. Ben onu buyamadım ama seni buyuyum sandım. Buydum da.. Sen beni duydun. Kafamdaki sesyeyime geydin.

Dediğinde akan gözyaşlarımla

-Kimi gördün? Nasıl biriydi.. Bir şey anlat bana.. İki yıldır nefes alamıyorum.. İki yıldır kafayı yiyorum ben..

Dediğimde döndü bana. Ağlayarak eğilmiştim ona doğru. Uzunca gözlerime baktı. Ve sonra bilge tavrıyla

-Onunda kafasının içi böyyeydi.. Daha kayanyıktı.. Biyaz daha acıttı.

Dediğinde daha çok ağladım. Atlas akan gözyaşıma dokundu. Sonra kalkıp yaklaştı. Minik ellerini alnıma dayadığında zihnimde canlanan silüet nefesimi kesti. Aras kalabalık bir sokakta savruk adımlarla yürüyordu. Sakalları çıkmış. Saçları birazcık uzamış. Dağınık duruyordu. Başında üzerine giydiği siyah ceketin kapşonu vardı. Altında siyah bir kot pantolon. Etrafına bakınıyordu. Dikkatle insanlara bakıyor yürümeye devam ediyordu.. Gözleri kırmızıydı.. Bakışları titriyordu.. Hıçkırıklarım çığlığa dönüşür gibi olduğunda ellerini uzaklaştırdı benden. Ağlamaktan nefes alamayacak hale gelene kadar ağladım. Gözyaşlarımı sildi. Ve kızaran gözleriyle

-Ağyama...

Dediğinde sesi titriyordu. Ben güçlükle

-Nerede? Nereye gitti? Onu bulmam lazım.. Lütfen bir şey söyle bana..

-Biymiyoyum..

Dedi titreyerek.. O zaman onu korkutmamak adına sakinleşmeye çalıştım.. Kapı çaldığında toparlanarak açtım kapıyı. Gelen kahvaltıyı içeri aldım. Yatağın üzerine bıraktığımda uzunca baktı. Ben hala akmakta olan gözyaşlarımı sildim ve titreyerek

-Yesene..

Diye mırıldandım. Gözyaşı aktığında minicik kalbiyle

-Sen onu çok özyüyoysun.. O da seni özyüyoydu.. Ama ben onu kaybettim.. Özüy diyeyim.. Buyamıyoyum onu...

Dediğinde hızla banyoya geçtim. Daha şiddetli ağladım.. Yaklaşık bir saat sonra sırf içerideki minik kalp için toparlandım. Elimi yüzümü yıkadım. Daha sağlam basmaya çalışarak çıktım banyodan. Kapıyı açtığım gibi gördüm onu. Banyo kapısının hemen karşısına oturmuş. Duvara dayanmış sessizce bekliyordu. Sızlayan kalbimle

-Ne yapıyorsun?

-Kafandaki acıyı aymaya çayışıyoyum.

Dediğinde acıyla gülümsedim. Onu kucağıma alıp yatağa geçtim. Kahvaltıya dokunmadığımı gördüğümde

-Neden yemedin?

Omuz silkti. Ve sonrasında

-İnsanyay acı çekince mutsuz oyuyoyum..

-Olma.. Herkesin acılarını yüklenemezsin..

Dediğimde anlamaya çalışıyordu. Ben o zaman

-Yemeğini yedireyim sana..

Dediğimde itiraz etmedi. Güzelce yedi uzattıklarımı. Sonrasında ona

-Benim dışarı çıkmam lazım. Hemen geri geleceğim. Ben gelene kadar burada bekler misin?

Dediğimde sessizce başını salladı. Tepsiyi işaret ederek

-Daha bir sürü yiyecek var. Acıkırsan ye bunları.. Kimseye kapıyı açma. Camları da açma. Televizyon izleyebilirsin. Ama sakın dışarı çıkma olur mu?

Dediğimde müthiş bir ifadeyle

-Meyak etme.. Kimse buyamaz beni..

Dediğinde titredi kalbim. Bu çocuk kalbime bir anda nasıl bu kadar dokunmuştu. Hızla başımı salladım ve çıktım. Gerçekten koşan adımlarla birkaç mağazaya girdim. Bedenine uygun kıyafetler aldım. Ayakkabı, sırt çantası ve en önemlisi de mont. Onu sıcak tutacak şeyler.. Öylesine hızlı davrandım ki otele döndüğümde nefes nefese kalmıştım. Kapıyı açıp içeri girerken ise onu bıraktığım gibi bulabilmek için dualar ediyordum.. Kapıyı kapattım. Ufak koridoru adımladım. Yatağın olduğu yere çıktığımda korkuyla

-Atlas?

Dediğimde yatak örtüsü hareketlendi. Atlas yatağın içinden çıktığında gülerek

-Başkası sandım..

Dediğinde gülümsedim. Elimdeki poşetleri hızla kenarı bıraktım. Ve

-Banyo yapmak ister misin?

Dediğimde bir süre üzerine baktı. Sonra uysalca başını salladı. Elimi uzattım. Hızla yanıma gelip elimi tuttu. Banyoya yürüdüğümüzde ellerimin arasında minicik kalan elini incitmemeye çalışıyordum. Suyu ayarladım. Ve

-Şampuanı unuttum..

Diyerek içeri döndüm. Poşetleri alıp banyoya geçtim. Atlas bıraktığım yerde duruyordu. Poşetlerden şampuanı ve gerekli şeyleri çıkarttığımda döndüm ona. Koltuk altlarından tutup klozetin üzerine çıkarttım. Boyu biraz daha uzamıştı. Canını acıtmamaya özen göstererek çıkarttım üzerindeki kazağı. Nefesim kesildi. Dolan gözlerimle

-Kaç yaşındasın?

-Üç ama gayiba döyt.. Biymiyoyum. Doğum günyeyim oymadı hiç. Oysaydı sayaydım.

Dediğinde tebessüm etmeye çalışarak

-Sen çok zeki bir çocuksun..

Dediğimde tepki vermedi. Üzerindekileri çıkarttığımda onu duşun içine aldım. Suyun ısısını kontrol ettim. Ve

-Sıcak yada soğuk olduğunu söyle tamam mı?

Dediğimde başını salladı. Su önce eliyle temas etti. Sonra tuttuğum duş başlığının altına doğru yürüdü. Elleri yukarıdan akan suyu yakalamak istercesine açıktı. Bir süre ellerine baktı ve

-Çok güzey..

Dedi hayranlıkla. Gülümseyerek baktım ona. Atlas heyecanla

-Yoygun deyiyim aytık. Uykumda yok.. Başım acımıyoy aytık.

Dediğinde gözlerime baktı. Ve o zaman iki yıldır görmediğim o şeyi gördüm. Su derisinin altında kendine bir yol çizdi. Ve bütün yaralarını sardı. Su onu iyileştirdi. Hayranlıkla izledim. Kollarındaki yaraları o da fark etti ve

-Gittiler..

Dedi sevinçle. Gülümseyerek

-Evet...

Diye mırıldandım. Atlas yaraların olduğu yerlere dokundu ve inanmaya çalıştı.. Sonrasında ben

-Hadi şimdi seni temizleyelim..

Dediğimde uysalca bekledi. Saçlarını yıkadım birkaç kere.. Bedenini incitmemek istercesine ovaladım. Gerçekten kirliydi.. Ve bu yüzden merakla

-Banyo yapmayı sevmiyor musun?

Dediğimde Atlas

-Banyo yapmayı gösteymediyey bana. Nası yapıyıy biymiyoyum..

Dediğinde sessiz kaldım. Ve sonra kalbimdeki korkuyla

-Senin bu kadar zeki olduğunu biliyorlar mı?

Dedim. Atlas uzun bir süre sessiz kaldı.. Çok uzun bir süre.. Saçlarını duruladım. Temiz olduğuna emin olduğumda onu havluya sardım. Yatağın üzerine geçtiğimizde havluyla saçlarını kuruladım iyice. Gözleri ve saçları bembeyaz teniyle uyum içindeydi. Öylesine mükemmel bir görüntüye sahipti ki saatlerce onu izleyebilirdim.. Üşüyebileceği ihtimaliyle hızlıca aldıklarımı giydirdim ona. Şaşkınlıkla baktı üzerindekilere. Bir süre dokundu.. O şaşkınlıkla izlerken kurutma makinesi buldum. Saçlarını kuruttum özenle. Sonrasında onu izlerken

-Çok yakışıklı oldun.

Dediğimde güldü. Ve

-O abi kaday yakışıkyı oydum mu?

Dediğinde Aras'ı kastediyordu. Dolan gözlerime rağmen gülümseyerek salladım başımı. Atlas kalktı. Yanağımdan öptüğünde sıkıca sarıldım ona. Yanağından ve boynundan öptüm. Sonrasında

-Ne yapacağız şimdi? Bir sürü ülke gezdim. Onu nerede bulacağımı bile bilmiyorum..

Dediğimde geri çekildi. Ve

-Yüya göydüm ben.. Sen gittiğinde uyumuştum. Sonya onu göydüm. Buyadaydı. Ama başka yeyde. Biy süyü insan vaydı.

Diyerek gördüğü şeyleri anlatmaya başladı. Öylesine dikkatli dinledim ki.. Bir süre sonra bilgisayarımı alıp anlattığı şeylerin bulunduğu mekanları aradım. Çin'in bütün şehirlerine baktım. Bütün sokaklarını araştırdım. Gecenin oldukça geç bir saatinde Atlas yanımda uyurken dikkatim dağıldı. Atlas'ın boğazından gelen hırıltı sese dönüştü. Ve güçsüz bir ses

-Gey..

Formuna girerek havada dağıldı. Ve o zaman elimi titrekçe alnına koydum. Hissettiğim şey kalbimi tırmaladı. Gözlerim kapandığında gördüğüm silüet gözlerimi yaşarttı. Tam yüzünü döneceği an sıçradı Atlas. Ve korkuyla

-Bıyakma.. Beni bıyakma...

Dediğinde sıkıca sarıldım ona. Ağladı kollarımda. Saçlarını okşayarak teselli etmeye çalıştım. Ve sonrasında

-Başıma en ağır belalarda gelse bırakmayacağım seni ufaklık...

Dediğimde bende ağlıyordum. Aras'ın ufaklık deyişleri canlandı kafamda.. O gece daha fazla bilgisayarla kalamadım. Ona sıkıca sarılıp uyudum... O minicik bedenin titremelerine tutundum. Daha doğrusu ona sıcacık bir yuva olmayı umdum. Kollarımda yaşadığı ne varsa unutsun istedim. Ben öyle yapmıştım. Aras'ın kollarına sığınırken... Ruhumun yorgunluğu ağırlaşırken zihnimi açık tutma savaşları veriyordum. Kollarımdaki bu mükemmelliyet umut olup kanatlanıyordu. Kaybettim zannettiğim ne varsa geri dönüyordu. Halamın kitaplarında gördüğüm bütün kurgular, bilgelerden dinlediğim bütün efsaneler düşüncelerimi zenginleştiriyordu. Beynimin en derinlerinde çığlıklar kopuyordu. Bir yanım Aras'a ulaşmak adına nerede olduğunu soruyordu her saniye... Diğer yanım başlı başına Atlas'a tutunuyordu. Atlantis denizin dibinde.. Bu çocukta bizim boğulabileceğimiz o derinlikte çıktı geldi. Aras'ı tanıdığını çekinmeden söyledi. Çekinmeden sarıldı bana.. Soyutlaşan zihnimde aynı düşünce parlıyordu. Atlantis denizin dibinde... Belkide hala hayattaydık ve bu yol gerçekten Aras'a çıkıyordu...


****Çok kısa sürede yeni bir bölüm daha.. Ama ne mesaj var ne vote. Eleştirilere oldukça açığım okurcanlar yeter ki muhabbete gelin :D Eee Atlas'ı sevdik mi? O minicik yüreğiyle bulabilecek mi sizce Aras'ı? Aras bizim kayıp prensesi arıyor mudur peki? Aşk mı kazanır sizce? Yoksa bizim kayıp prenses gerçekten adıyla eş bir hayat mı yaşar? Hadi tartışalım bunu :D Çaylar kahveler hazır buyrun yorumlara :D****** 

Continue Reading

You'll Also Like

1.5M 67.1K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
270K 617 19
+18 içerir
146K 4.4K 23
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
396K 2.3K 5
YENİDEN YAZILIYOR 🍷⛓️🌓 Enemies to lovers... ⛓️ ~mafya İyi kalpli ama yaşadığı ilişkiler yüzünden kırık olan Ahu ablası evlenince onunla aynı evde...