Missing

By minelif4

127K 10.1K 12.7K

"Tebrik ederim Bay Oh, hamilesiniz." @minelif4 ® More

Tanıtım
1. Bölüm - Sen geldin ama o gitti -
2. Bölüm - Artık uyanmak istemiyorum -
3. Bölüm - Beni eş olarak görmemiş -
4. Bölüm - Bütün dünyamı param parça ettin -
5. Bölüm - Hoşça kal meleğim, aşık kal -
6. Bölüm - Hani eski zaman masalları anlatır -
7. Bölüm - Sonsuza kadar mutlu yaşadılar -
8. Bölüm - Olmam gereken yerdeymiş gibi bir hissiyatın var -
9. Bölüm - Sen güldükçe bitki örtüm de papatyalar açıyor -
10. Bölüm - Çok güzelsin, miniciksin -
11. Bölüm - Bu gece de sessizce, acı içinde geçip gidiyor -
12. Bölüm - Terk edilmişliğin yalnızlığını yaşıyorum -
13. Bölüm - Gözünde bu denli yok olmak, ruhumu rendeliyor -
14. Bölüm - Bir kelime kadar yakın ama bir ömür uzak -
16. Bölüm - Güzel günler de bir gün gelecek -
17. Bölüm - Bir derin nefeslik meselem var -
18. Bölüm - Benim en büyük pişmanlığım sensin -
19. Bölüm - Biz seninle imkânsız bile değiliz -
20. Bölüm - Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz-
21. Bölüm - Papatya kalplim -
22. Bölüm - Luhan'ı kırsam, kendime küserim -
23. Bölüm Part 1 - Mutlu sonsuz olsun -

15. Bölüm - Acı, herkes için farklı anlam taşır -

3.8K 397 550
By minelif4

Işıklarda durduğum sırada gözümün önünde bazı sahneler gidip geldi ve hepsinin içinde Sehun ve yabancı bir kız vardı. Sehun'un başkasının elini tuttuğu, başkasının saçlarını okşadığı, başkasına sarıldığı... Biraz korku filmi gibiydi ve çok az da dram ama en çok ihanet barındırıyordu. Üstesinden gelmekte zorluk çekeceğim kadar çok ihanet vardı.

. . .

Eve girdiğim an hızla odama ilerledim. Adımlarımı odamda ki banyoya yönelttiğim de evin soğukluğu da, üstümde ki kıyafetlerde umurumda değildi. Duş kabininin içine girip sıcak suyu açtığımda öncesinde üstüme dökülen soğuk su dişlerimi titretmişti. Biraz kenara kayıp suyun ısınmasını bekledim. Hasta olmak istemiyordum.

Sıcak su damlalarının yüzüme çarptığını hissetmeye başladığım da yeniden suyun altına girip tamamen ıslanmaya başladım. Artık kendimi sıkmak zorunda değildim. Arkasına sığınacağım su damlaları vardı şimdi.

Gözlerimden ardı arkası kesilmeden düşen yaşlara hıçkırıklarımda eşlik ettiğinde sırtımı duvara yasladım. Yavaşça kayarak dizlerimin üstüne çöktüğümde elimi saçlarıma daldırdım. Kalbim çok kırıktı, bu yüzden atmam gereken çok fazla çığlık vardı. Sessiz kalıp her şeye sahte tebessüm etmek çok zordu. Bir gün geldiğinde ve iyice dolduğunda bedenin, altından kalkamaz bir girdaba giriyordu. Ne kadar ağlarsan ağla, ne kadar çığlık atarsan at bir türlü kalkmıyordu kalbine atılan taş. Hep nefesini kesiyor, hep canını yakıyordu. Şu an tam da o anlardan birindeydim. Kendimi sıkmam bir işe yaramıyor ama hislerimi serbest bırakmak da rahatlatmıyordu.

Neden beni banyo suyunun altında ağlayacak kadar çaresiz bıraktın, Sehun?

. . .

1 ay sonra

Usul adımlarla şirket binasından içeri girdiğimde zencefil ve tarçın kokusu burnumu kaşındırmıştı. İşaret parmağım ile burnumu hafifçe ovalayıp katın ortasında dikilen büyük yeni yıl ağacına bakarak ofisime ilerledim. Her zaman ki siyah takımlarının aksine bugün kırmızı ve yeşil giyinen çalışanlarım selamlarını verdikten sonra kendi işlerine yönelmişlerdi. Bir kaçı ise renkli toplar ile süslenmiş sepetleriyle yanıma gelmiş ve kendi elleriyle pişirip, paketledikleri zencefil adam kurabiyelerini elime tutuşturmuşlardı. Demek tatlı kokunun sahibi bunlardı.

Ofisimin önüne geldiğim de Minhyun'u yine kendi yerinde görememiştim. Son zamanlarda devamlı ortadan kaybolması ve olduğu anlarda da yanımdan ayrılmayışı gözüme batmaya başlamıştı. Bir aydır arkamda ki gölgem gibi olmuştu ve tam Chanyeol'den kurtuluyorum derken onun peşime takılması sinirimi bozuyordu.

Elimde ki kurabiye poşetini sallayıp odamdan içeri girdiğim de masaya uzanan beden tanıdık geliyordu. Bir zamanlar eşim olan ama koca bir aydır yüzüme dahi bakmayı reddeden şahıs, Oh Sehun. Seslice boğazımı temizlediğim de tek istediğim burada ne yaptığını öğrenmekti. Ancak o çıkardığım sesten sonra yerinde sıçramış ve masamda ki, kahve dolu bardağı dökmüştü.

Kahve dolu bardağın masamda ne aradığını bilmesem de ve buna şaşırsam da şu an için ilgilenmem gereken başka bir konu vardı.

"Yah! Ne yaptığını zannediyorsun?" Hızla masamın arkasına yürüyüp elimde ki kurabiye paketini rastgele bir yere bıraktım. Yakalanmanın verdiği heyecandan olsa gerek cevap vermemiş ve titrek hareketlerle masa da ki kirliliği temizlemeye başlamıştı. Masadan kalkan buharlar kahvenin hala sıcak olduğunu gösteriyordu ve Sehun'da dosyalara yaklaşmakta olan kahve akıntısını elleriyle durdurmayı denemişti.

Parmaklarından çıkan buharlardan sonra peçete almadığı için ona sinirlenmiştim. Bu yüzden önce çekmeceden küçük bir havlu çıkarıp dağınıklığın üstüne bırakıp kahvenin emilmesini sağladım. Sonra da hızla Sehun'un elini kavrayıp kendi ellerimle ıslaklığı silmeye çalıştım. Dışarıdan yeni geldiğim için ellerim hala soğuktu ve bunun elinin acısını geçireceğini umut ediyordum.

"Hangi akla hizmet sıcak kahvenin akışını elinle engellemeye çalışırsın, Sehun? Aptal falan mısın sen?" Sinirli ve yüksek çıkan sesim beni bile şaşırtmıştı. Sehun büyüttüğü gözleriyle bana bakarken bir süre gözlerinde ki kahveliklerde kaybolmuş sonrasında ise ovalamaya devam ettiğim, avuçlarım arasında kalan, ele bakmıştım. Elektrik çarpmışçasına irkilip elini çektiğin de canım sıkılmıştı. Ancak bu defa, öncekinin aksine beni ittiği için değil, hala onun için endişelendiğim için canım sıkılmıştı.

Acı, herkes için farklı anlam taşır. Tam da bu yüzden insanlar birbirini anlamakta zorluk çeker. Sehun'un yaşadığı fiziksel acı ile benim yaşadığım ruhsal acı, kesinlikle farklıydı ve Sehun, beni anlamıyordu.

"Sadece dosyaları korumak istedim. O dosyalarda benim geleceğim var." Bizim, demek istedim yüzüne karşı ama sonra artık 'biz' diye bir şeyin kalmadığını hatırladım. Canım yine sıkıldı. Sehun'un eşyalarımın içinde ne aradığını merak etsem de artık gitsin istiyordum. Bilinçli ya da bilinçsiz, bilmiyorum ama beni çok kırıyordu. Koca bir ayda onunla bulunmak zorunda kaldığım her toplantı anlarında canım sıkılıyordu. Üstelik tek sorumlu sadece Sehun idi.

"Geleceğini korudun, aferin. Şimdi odamda ne aradığını söyle." Kızaran parmaklarını pantolonunun cebine sokuşu gözümden kaçmamıştı. Umursamıyormuş gibi bir hava yaymaya çalışsa da başaramamıştı.

Aptal adam, yanık bölgesine baskı yaparak canımı daha çok yakacaktı!

Ellerimi sıkıp ovaladım ve kahveyi farkında olmadan bütün elime bulaştırdım. Geri çekilip masanın önünden uzaklaştığında ona bakmaya devam ettim. Nasıl bir cevap verecek merak ediyordum.

"Dosyayı incelemek istedim ama sonra çiçekleri görünce dikkatim dağıldı. Sen gelince de irkildim ve kahveni döktüm. Hem, neden sana hesap veriyorum ki ben? Burası benim de şirketim!"

"Ama burası benim odam! Çıkar mısın?" Hal ve hareketleri o kadar kabaydı ki, onu boğmak istedim. Belki biraz da öpmek.

"Meraklısı değilim zaten çok değerli odanın. Dedim ya, dosyayı almaya geldim sadece." Nefesini bırakıp saçlarını karıştırdı. Haftalardır benden kaçan bedenin şimdi, çık dememe rağmen inatla karşımda dikilmesi çok komikti. Bütün dengemi ve verdiğim kararları alt üst ediyordu.

"Al ve git o zaman!" Kalın, mavi dosyayı tek elimde tutup uzattığım da kâküllerini savurup elime uzanmıştı. Dosyayı aldıktan sonra hala çıkmamaya devam ettiğin de tek kaşımı havaya dikip ifadesiz yüzüne baktım. Benim aksime o, bana değil de masama bakıyordu.

Bakışlarını takip ettiğim de büyük ve karmaşık çiçek buketinde odaklı olduklarını gördüm. Şaşkınlıkla bukete baktım. Çiçek almayalı çok uzun zaman olmuştu ve şimdi bunları burada, masamın üstünde görmek farklı hissettirmişti. Portakal ve hardal sarısının birleşimi gibi duran kalın saplı çiçeklere, birbirine karışmış pembe minik çiçekler eşlik ediyordu. Görüntü fazla karışık olabilirdi ama kesinlikle göz dolduruyordu.

Beyaz gramofon kâğıdına sarılmış buketi tutup burnuma kadar götürdüm. Oldum olası çiçekleri koklamak hobim olmuştu ve az önce hamile olduğumu, üstelik yoğun kokulara anında tepki veren bir hamile olduğumu unutmuştum.

Burnum yandığında ve midem çalkalandığında demeti burnumda çekip yüzümü buruşturdum. Çiçeği hızla masaya bırakıp Sehun'a baktım, yeniden. Oda sonunda bana baktığında boş bir ifade ile bakışlarımı devam ettirdim. Boğazını temizleyip kolunu dosyaya doladığında sonunda çıkacağı için rahatlamıştım. Ama üzülmüştüm de. Onu gerçekten çok özlemiştim, özlüyordum. Bu yüzden o, kalkıp gitmedikçe ben ondan gidemiyordum. Sonuçta ne kadar süre aynı havayı solursak, kokusunu alırsam benim için kârdı.

"Bekârlık yaramış her halde. Çiçekleri almaya başlamışsın." Çıkmak üzereyken arkasını dönerek yine bana baktı. Bakışlarında ki alaycı ifade kolaylıkla anlaşılıyordu.

"Saçmalamazsan çok sevinirim, ki seni alakadar edeceğini düşünmüyorum. Umurunda değilim nasıl olsa?" Çoktan yüzeyde ki kahveyi çeken havluyu kaldırıp son bir kez masayı toparladım ve kahve damlatan havluyu çöp kutusunu attım. Yeniden ona odaklandığımda karşımda ki yüz ifadesi farklıydı. Sanırım ilk defa daha da yumuşamıştı, sert yüz hattı.

"Aynen öyle! Yalnızca benim özlemimi çekmek yerine başkalarının dikkatini çekecek kadar iyi durman, mutlu etti. Üzülmeni istemediğimi daha önce de söylemiştim."

"Benden giderek beni zaten üzüyorsun, Sehun. Yanımda kalırsan eğer mutlu olabilirim." Beklentiyle yüzüne baktığımda heyecanlanmıştım. İlk defa bu kadar derine inerek konuşmaya başlamıştık.

"Uzatma, Luhan. Eğer seni hala seviyor olsaydım zaten yanında kalırdım! Seninle aynı ortamda bulunmaktan kaçınmam sanırım en mantıklısıymış. İyi insanlarla karşılaş, tek dileğim." Sesi önce sertleşip son cümlesin de yumuşadığın da kalbim çoktan o sertlikle yırtılmıştı. Midem bulanıyordu. Üstelik zencefil kokusu artık, nefret edeceğim kadar şiddetliydi.

Dolan gözlerimle başımı önüme eğdiğimde acele hareketlerle odadan çıkmıştı. Ve şimdi bir yanım beni çoktan terk etmiş, arkasına bile bakmadan kaçıyordu. Ben ise sadece izliyor, gözyaşı döküyordum. O an, eskiden Sehun'un odamdan çıkmamak için uydurduğu saçma sohbet konuları geldi hatırıma. Güldüm.

Oysa şimdi, yanımdan ayrılmamak için saçmalayan adam koşarak uzaklaşıyordu.

Şimdi ondan nefret etsem de hala yanımda kalsın istiyordum. Onu öldürmek istesem de yine de nefesi olabilmek istiyordum. Dengesizdim. Küçük bebeğim, beni dağıtıyordu. Başımı döndürüyor, hormonlarımı alt üst ediyordu. Nerede, ne düşünmeme gerektiğini kestiremiyordum.

Aslında dengesiz olan kalbimdi, tıpkı Sehun'un ki gibi. Ama ben bunu kabullenmek yerine erteliyordum, tıpkı Sehun gibi.

ㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡㅡ
Yine kedicik ve yine kısa bir bölüm... Hayat yoğun olunca zaman kalmıyor ki ㅜㅡㅜ

Buradan 400 kelimeyi bir günde ezberlememi isteyen ve 'sınavı özellikle zor yapacağım' diyerek bütün hayat enerjimi sömüren ingilizce hocama en içten sevgilerimi yolluyorum~ Canım sen~ (20 sayfa ödevi sanki kendi vermemiş gibi bir de tch tch)

Şu an kelime ezberi yapıyorum :') NEDEN LANET OLASICA BİR "ELBİSE" KELİMESİ 7 FARKLI ŞEKİLDE İFADE EDİLİYOR Kİ?! Ne doyumsuz bu ingilizler... ㅡ.ㅡ

Size cidden çok mahcubum... Hem geç bölüm güncelleyip hem de kısa yazmak, canımı sıkıyor ㅠ-ㅠ

Ama söz, diğer bölüm çok entrikalı olacak :)))):)):):))) Uu~~

Ve şimdi gidiyorum~ Ablam canımı almak ister gibi bakıyor djsjdjs

Hepinizi çook seviyor ve sulu sulu öpücüklüyorum 😽

Continue Reading

You'll Also Like

30.5K 1.6K 26
Her şey salak kardeşimin yalanıyla başladı.. Siz: Delikanlıysan konum atarsın...
278K 26.1K 31
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
248K 26.6K 21
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
36.6K 6.1K 28
[🥼🔬] [theoretically lab] kim taehyung, stajyer jeon jeongguk'un tam bir virüs olduğunu düşünüyordu.