Siyahın Vedası | Küller

By AgresifPelinsu

285K 13.3K 4K

Özgürlüğe doğru uçarken kanatlarınız sizi yakan ateşin küllerini savurur. More

Kısım II - Küller
Bölüm 51 - Şerefe
Bölüm 52 - Mühür
Bölüm 53 - Ödül
Bölüm 54 - Temas
Bölüm 56 - Kaçışın Yok
Bölüm 57 - Vahşi
Bölüm 58 - Sınırsız
Bölüm 59 - Nefret
Bölüm 60 - Neden?
Bölüm 61 - Şehr-i Su
Bölüm 62 - Grup
Bölüm 63 - Uşağın Oğlu
Bölüm 64 - Kurşun
Bölüm 65 - Ara Sokak
Bölüm 66 - Yangın
Bölüm 67 - Minotor
Bölüm 68 - Baskın
Bölüm 69 - "Sebebim"
Bölüm 70 - Güç
Bölüm 71 - Gerçek
Bölüm 72 - Acı
Bölüm 73 - Black
Bölüm 74 - Misilleme
Bölüm 75 - Annem
Bölüm 76 - İntikam
Bölüm 77 - Yeni

Bölüm 55 - Kavga

15K 834 162
By AgresifPelinsu

"Cennete ulaşmak için, hiçbir şey çok fazla değil benim için... Tanrı isterse başkaları için hayatımı vermeye hazırım. İnsanın insanından değil Tanrı'nın insanından medet umun."

Annelliese Michel'in annesine yazdığı mektuptan.

Kelimelerin satırlara dizilip hiçbir şey ifade edemediği günlerin son saniyelerinde, güneşin doğumunun günbegün yükselişini izlerken yaşadığım hayranlığı her zerreme tattırırken omuzlarımın üzerinden kayan soğuk esinti gibi titretmiş, yaşanabilecek tüm hayranlığın her zerresini peşinden alıp götürmüştü. Gözlerim gökyüzüne kitlenmiş, parmaklarım çıplak tenimin üzerinde aşağı yukarı usulca kayarak kendine has bir ritim tutturmuş soğuğu soğukla kırarak kendine sıcak bir mesken ilan etme peşindeydi. Ne kadar işe yarayabilirdi? İki buz parçası birbirine yaslandığında eriyen kim olurdu?

Black'in "Benim kadınımı böyle kolayca alıp götürebileceğini mi düşünüyorsun?" diye sorduğunu, dışarıdaki sesleri arabanın üstünde aralık camdan duyabiliyordum. Sesindeki tını kendini tanıma haddini göstermiyordu. Attığı her adım, nefesleriyle vurguladığı harflerin altını net ve kalın çizgilerle belirginleştirir gibiydi. Koyu filmlerle örtülü camdan cesaret alarak, Aral'ın bedeninin arkasından başımı uzatarak Black'e baktım. Yüzü gergindi. Duygularını, mahrem gibi saklayan yüzü hiçbir duyguyu örtmüyordu. Tüm çıplaklığı ve öfkesiyle karşımda Black duruyordu.

Aral tıslar gibi güldü ve kollarını göğsünde birleştirerek arkasına, arkasında durduğum kapıya sırtını yaslayarak durdu. Black, öfkeyle parlayan gözlerini saklamıyordu. Tam karşısında, yumrukları sıkılı ve her an saldırmaya hazır pozisyonunu koruyarak Aral'a gözlerini dikmiş bakıyordu. Aral'ın ona umarsız bakışlarla karşılık verdiğini biliyordum. Birinin öfkesini hissettiğinde Aral her zaman ifadesizliğe bürünürdü. Bu onu kanun gözünde aklayan ve kabaran öfkesini serbest bırakan silahlarından biriydi. 

"Melek nerede?" diye sordu öfkeyle. Aral ve Ashley'i görmüştü ancak tamamen ters açıda kaldığı için arabaya bindirildiğimi görmemişti. Gülümsedim. Bu tamamen istemsiz bir mimikti. Black'ten kurtulacaktım daha önce olduğu gibi ve Aral da yanımda olacağından ona geri dönmek gibi bir ihtimalim söz konusu olamazdı. Tek başıma irademi kontrol edemezdim ancak onlar benim yanımda olup bana destek olabilirlerdi.

Aral omuz silkti "Bilmiyorum. Buraya çağırdı ancak onu bulamadım," dedi otoriter tonlaması ve becerikli Amerikan İngilizcesiyle.

"Arabana ne koydun, Zümrützade?" diye hırladığında titreyerek camdan uzaklaştım. Sağlam elimle ağzımı kapatmış, korkulu gözlerle ona bakıyordum. Nefesimi duyamazdı ancak duyabilecek olma ihtimali korkutucuydu. 

"Seni ilgilendirmez," diye çıkıştı

Black derin bir nefes alıp öfkeyle suratını gererken Aral'a doğru bir adım attı "Melek nerede?" diye gürledi.

Aral'ın öfkeyle iç geçirdiğini duydum "Anlamıyor musun beni? I don't know. Bilmiyorum. No lo se. Non lo so. La 'adri, la 'aerif. Anlaman için başka hangi dile ihtiyacın var?" diye çıkıştı. Aral'ın bu tavrını çok iyi biliyordum. Şu an istese ona sırtını dönüp gidebilir ve arabaya bindikten sonra isterse önüne çıksın, ezip geçerdi ancak kavga istiyordu. Onunla etin ete değdiği ve kanların döküldüğü bir kavga istiyordu. Mustafa'ya da aynısını yapmıştı. Babasına olan öfkesini, zavallı Mustafa'dan çıkarmıştı.

Başını ürpertici tavrıyla sola doğru yatırırken "Kız benim, ona benden başka dokunacak olan olursa... Elini kırarım," dedi.

Aral başını sola doğru çevirdi. Çenesini kaldırırken kirli sakallarının arasındaki cılız gamzesi bir yanağında belirdi. Kısılmış gözlerle otoparka bakarken "O halde ona sor bakalım, kiminle evliymiş?" diye sorarken aslında Black'in suratına cevabı yumruk misali yapıştırmıştı.

"Bunun bir şey ifade ettiğini mi sanıyorsun?" diye diklendi.

Yeniden başını Black'e çevirdiğinde yüzündeki ifadeyi bilmesem de öfkenin ağzından çıkan her harfe sindiğini duyabiliyordum "Eğer seninle olmak isteseydi, Black, beni çağırmazdı ve şu an senin yanında olurdu. Böylece biz de bu konuşmayı yapıyor olmazdık," dedi.

Black sessiz kaldı ve yüzündeki öfkeyi silerek tekrar ifadesiz haline büründüğünde kısa bir sessizlik kaldı havada. Hiçbirimiz ne yapacağımızı bilmiyorduk. Black'in aklından ne geçtiğini bilmiyordum ancak Aral, istediğini elde edemediğinden öfkeli olduğunu hissedebiliyordum.

"Ashley, gidelim," dedi ve  arabanın kapılarını açarak arabanın önünden yarım bir tur atarken Ashley hemen önümdeki koltuğa oturmuştu. Aral, sürücü koltuğunun kapısını açarken hissettiğim rüzgarla kapıya döndüğümde karşımda Black'in öfkeli suratını görebiliyordum. Kolumdan tutarak beni arabadan dışarıya çektiğinde tökezleyerek yere yuvarladım.

"Benden kaçmaya nasıl cüret edersin?" diye bağırırken dirseklerimden tutarak beni ayağa kaldırmıştı. İki kolumdan tutarak beni sarsarken "Beni bırakmaya nasıl cesaret edersin?" diye bağırıyordu. Gözleri, yüzü, dudakları... Şimdiye kadar tanık olduğum hiçbir öfke, o anki öfkesine denk olamazdı. Karşımda sanki bir insan değil de şeytanı görüyordum.  

Aral, saniyeler içinde Black'in suratına dirseğiyle vurarak beni onun kollarından çektiğinde Black burnundan kanlar akarak geriye doğru sendeliyordu. Başka kollar beni sardığında Black elinin tersiyle burnunu silmiş ve öfkeyle hırlayarak Aral'a doğru koşmuştu. 

Ashley, beni Aral'dan uzaklaştırırken Black onun belinden kavrayarak hemen yanımızda park halinde olan arabanın kaputuna sertçe çarptı. Çarpmanın etkisiyle arabanın kaputunun şekli bozulmuş ve alarm sesi etrafı dolduruyordu. Aral, kendine gelmeye çalışırken Black onun karnının üzerine çıkmış, başını ellerinin arasına alarak arabanın ön camına vurduğunda arabanın camı çatladı. İkinci kez vurduğunda ise arabanın ön camı neredeyse parçalanmıştı. Aral'ın arabanın üzerinde yarı aralık gözlerle, güçsüz karşılıklar vermeye çabalarken Black bir kez daha başını arabanın ön camına vurdu.

"Hayır," diye çığlık attım. Etraftaki insanlar korkudan bizden giderek uzaklaşıyor ve birisi bile çıkıp onları ayırmaya, Black'i uzaklaştırmaya yardım etmiyordu. Beni sımsıkı tutan Ashley'in kolları arasında çırpındım "Hayır!" diye bağırdım bir kez daha.

Black, elinde Aral'ın başıyla bana kanlı suratını çevirdiğinde kırmızıya boyanmış dişlerini göstererek gülümsedi "Neyin var?" diye sordu.

Yutkundum, gözlerimi onların üzerinden çekmeden "Bırak onu," dedim. Çenem beni bile şaşırtarak titremeye başlarken canımın yandığını hissediyordum. Black defalarca kez canımı yakmıştı ancak bu kez bana dokunmadan ilk defa tüm acılardan daha fazla canımı yakıyordu "Bırak onu, beni al. Lütfen, daha fazla zarar verme," dedim.

Aral'ın hareketsiz bedeninin üzerinden inerken bu kez avcunun içiyle burnundan akan kanı sildi ve burnunu çekti. Elindeki kana bakarken "Bu kadar mı kıymetli?" diye sordu. 

Ashley omuzlarımı sıkarak "Bırak onu, Melek. Başının çaresine bakar, gidelim," diye fısıldadı kulağıma.

Başımı iki yana salladım "Bilmiyorum," diye mırıldandım ve silkinip Ashley'in kollarının arasından sıyrıldım "Sadece ona bunu yapmaya hakkın yok," dedim.

Başını aşağı yukarı sallarken ellerini birbirine sürterek kanı temizlemeye çalışıyor gibi görünüp ellerinin her yerine yayıyordu. Diliyle dudaklarını ıslattığında kırmızıya dönük dili daha da koyulaştı. Black bir kez daha burnunu sildiğinde yanakları tamamen kan içindeydi. Başını kaldırdı ve bana tekrar kırmızı dişlerini göstererek gülerken "Onu öldürmem gerek, Melek," dedi ve ellerini bana gösterdi "Bak, kanımı akıttı," diye bana sanki söyleniyordu. Sanki o beş yaşında bir çocuktu, ben de onun annesiydim ve bana arkadaşını ispiyonluyordu.

"Onu seviyor musun?" diye sordu Black bu kez mavi gözlerini gözlerime dikerek. Omzunun üzerinden arkasında mahvettiği arabanın üzerindeki Aral'a baktığımda başından aşağı süzülen kanlar tişörtünü neredeyse tamamen kırmızıya boyamıştı. Sendeleyerek ayağa kalktığında Black tekrar ona dönmüştü. 

Aral, bugüne kadar ne yaparsam yapayım hayatım boyunca beni bel olduğum gibi kabullenen tek kişiydi. Birçok hatası, birçok kusuru vardı ancak belki de en büyük kusuru beni sevmekti. Onunla iyi günlerim de olmuştu lakin onu sevmek bana küfür gibi geliyordu. Sanki ona teslim olursam, beni mutlu etmesine izin verirsem hata yapacaktım ancak öyle değildi. Aral daha önce hiç sevilmemişti. Kimse ona, Aral olduğu için yaklaşmamıştı. Dedesinin tek mirasçısıydı bu yüzden etrafında yediden yetmişe, babası ve annesi de dahil olmak üzere herkes onu değil de sahip olacağı parayı el üstünde tutarak el bebek gül bebek büyütmüşlerdi. "En kıymetlim," dediği dedesinden bile sevgi görmemişti ancak daha yürümeyi bilmeyen bir bebek gibi sevmeyi öğrenen o adam, gözlerini kırpmadan bana sevgisiyle koşarken defalarca düşmüştü. Her düştüğünde kanattığı dizleri benim dizlerimdi ancak koşmaktan vazgeçmemişti.

"Yapma," dedim Black'in koluna sımsıkı tutunurken "Ne olursun ona zarar verme," diye yalvardım. Daha önce kendim için bile gözyaşlarıyla ona yalvarmamıştım. Ya bana reva gördüğü acıyı kabullenmiş ya da diklenmiştim ancak hiçbir zaman kabullenmemiştim.

"Buna izin vermeyeceğim," dedi Aral sendeleyerek bize doğru adımlarken.

Aral'a bakan suratını çenesinden tutarak kendime çevirdim "Lütfen," dedim tutunacak bir dal arayışı içinde. Tekrar öfkeli bakışlarını Aral'a çevirmek üzereyken bir kez daha tuttum çenesinden ve kendime çevirdim "Biz oyun ya da kurgu değiliz. Biz gerçeğin ta kendisiyiz," diyerek yeminin bir kısmını mırıldandığımda yüzündeki gülümseme ağır ağır kaydoldu.

Aral, sarhoş gibi kelimeleri yuvarlayarak mırıldanırken "Seni koruyabilirim," derken Ashley onu kolunun altına girmiş destekliyordu.

"Sadece bekle beni," dedim ve Aral'a doğru yürüdüm. Black'in bakışlarını sırtımda hissediyordum. Eğer, tek bir yanlış hareket yaparsam ölümün eşiğinde dans eden Aral'ı ölüm tarafına gönderebildi. Aral ne kadar güçlü olursa olsun, onu Black'ten ayıran merhameti güçsüz kılmıştı. Ne kadar gözü dönerse döndün, asla Black kadar merhametsiz olamayacağı için onunla olan kavgalarını kaybedecekti.

Uzanıp yanağını okşamak istedim ancak yapamazdım. Bir gözü yarı kapalı ve başından kanlar akarken biran önce hastaneye gitmesi gerekiyordu "Gidin," dedim.

"Bir kez daha gitmene izin veremem, Melek," dedi.

Başımı iki yana salladım "Senin izin verip vermemen önemli mi sanıyorsun? O Christopher Parvis Black. Ve ben onu senden daha iyi tanıyorum," dedim dişlerimin arasından. Tükenen enerjim kalbimin ortasındaki boşluktan titreme hissiyle vücuduma yayılırken ben hapsolduğum kafeste yabani bir kuş gibi çırpınıyordu. Vücudum hala korkuyla kasılmış, şokun pençesine düşmüştü.

Ashley'e doğru bir adım atmaya hazırlanırken önüme geçti. Tıpkı beni o gün aileme teslim ettiğinde olduğu gibi öfkeden deliye dönmüş ve düşüncesiz görünüyordu. Kaşlarının gölgelediği koyu renk bakışlarında yatan intikam hırsını yok saymak imkansızdı "Melek, onunla mı gideceksin?" diye sorduğunda başımı olumlu anlamda salladım "Yaptıklarını gördün, nasıl onunla gitmeyi düşünebilirsin? Madem ona geri dönecektin, bizi niye geri çağırdın?" diye hırladı.

"Hayır," diye mırıldandım. Ağlamak, kaçmak ve bir deliğe saklanmak istiyordum "Ona... Onun oyununa ayak uydurmazsam öldürecek. Şu haline baksana, Aral'ı sadece saniyeler içinde ne halde getirdi. Ölmenizi göze alamam," diyerek cümlemi tamamladım.

"Seni, Ashley'i... Korumamı istediğin kim varsa koruyabilirim, Melek."

"Yapamazsın,"

"Yapabilirim,"

"Hayır. Sen beni düşündüğün için buradasın," dedim ve uzanıp kanlı tişörtünün üzerinden kalbinin üzerine, göğsüne elimi koydum "Yawm akhar , taeal maratan 'ukhraa,"(Başka bir gün, yine geldediğimde başını iki yana sallasa da umurumda değil gibi görünmek zorundaydım "Ona iyi bakar mısın?" diye sordum Ashley'e.

Ashley "Elbete," derken anlamsız bakıyordu. Aral'ın yüzündeki öfke ifadesi belirginleşirken bir adım geriye attı ve kasılmış omuzlarını gevşetirken tek kaşı havalandı. Ashley'i kolunun altından çıkarıp beni bir kenara iterek sırtı dimdik Black'e doğru yürüdü. Bu sırada Black, Aral'ın ona geldiğini fark etmiş, henüz sildiği şeytani gülümsemesini yüzüne yerleştirmişti.

"Hey," diye seslendi Aral. Black yüzünde zafer kazanmış ifadesiyle Aral'a sırıtırken hazırlıklıydı. Aral'ın hangi ara kaldırdığını anlayamadığım yumruğu havada yakalamış ve yakalayamadığım saniyelerin arasında kafasını Aral'ın suratına çarpmaya hazırlanırken Aral onu saçlarından tutarak kafasını dizine vurmuştu. Aral geriye doğru sendelerken Black hala onun sıkılı yumruğunu tutuyordu. Aral, Black'in olunu tersine çevirdi ve bu kez ensesinden tutarak suratını başka bir arabanın kaputuna yasladı. Ensesindeki elinin tutuşunu güçlendirerek Black'in başını kaldırıp suratını arabanın kaputuna çarptığında etraftan ufak çaplı çığlıklar duyuldu. 

Ashley  kolumu tutarak beni çekiştirirken "Hadi, gidelim," dedi.

Başımı iki yana sallayarak "Gelemem, Ash," dedim.

Sıkılı dişlerinin arasından "Ne demek gelemem?" diye sorarken ürkek bakışları arkamda olan kargaşaya çevrilmişti. Birinin birine yumruk salladığını duydum ancak kimin olduğunu bilmiyordum. Ashley'in suratındaki rahatlama ifadesinden yola çıkarak tahmin edebildiğim kadarıyla üste çıkan bu kez Black'ti.

"Melek," dedi bozuk tonlamasıyla "Gitmemiz gerekiyor," dedi.

"Anlamıyorsun, Ashley. Gidersek Aral'ı öldürür. Sizinle gelirsem seni de öldürür," dedim.

Güldü "Bunu yapamaz, Aral var," dedi.

"Onu tanımıyorsun. Onları tanımıyorsun. "

"Melek,"

Alt dudağımı dişlerimin arasına çekerek titreyen çenemi durdurmak adına var gücümle kendimi kastım "Al şunu git başımdan," dedim elimle arkamdaki kargaşayı işaret ederken. "Bana biraz değer veriyorsan, onu da kendini de kurtar. Ben başımın çaresine bakarım," dedim. Bir yerlerden kırılma sesleri ve onları ayırmaya çalışan adamların öfkeli hırıltılarını duyabiliyordum.

"Bu nasıl başının çaresine bakmak?" Alayla güldü "Bırakmıyorum," diye itiraz etti.

"Artık ondan nasıl kurtulacağımı biliyorum," dedim.

Başını sağa doğru hafifçe yatırırken sağ gözü kısıldı "Nasıl?" diye sordu.

"Al onu evime götür ancak o zaman öğrenirsin," dedim.

"Sana güvendiğimi biliyorsun, değil mi?" diye sorduğunda sorusuna huşu içinde başımı aşağı yukarı sallayarak cevapladım "Bu yüzden onları ayıracak ve Aral'ı alacağım," diyerek çocukla konuşur gibi tane tane kelimeleri aktardı.

"Söz veriyorum," dedim ve onun yanından geçerken "Onu al götür," dedim ve korkulu gözlerle onları izleyen, videolarını çekmeye çabalayan yaş skalası geniş izleyicilerin arasından sıyrılıp çıplak topuklarımı yere vura vura belli bir nizama uygun dizilmiş ahşap patikanın üzerinde adımlayarak yürüdüm. Gözlerim önüme kilitlenmiş, sıklaşan nefesim ciğerlerime ettiği işkencenin devamını talep edercesine acıyla kıvranıyordu. Okyanusun tuzlu kokusu daha önce hiç bu kadar yakıcı olmamıştı.

Gözyaşlarım, hiç bu kadar gözpınarlarımdaki demirlerini zorlamamıştı.

Koşar adımlarla beyaz Mercedes ve KIA'nın arasından geçip otoparkın sonuna doğru rotamı belirlemeksizin koşmaya başladım. Kaldırımlar sıcaktı, attığım her adımda tabanlarım yanıyordu. Topuklarım yere çarptıkça yerdeki çöpler, kırık cam parçaları ve ne olduğunu kestiremediğim bir yığın şey ayağıma batıyordu. Nefesimi tuttum ve hangi ara gördüğüm, ona döndüğümü bilmediğim büyük cipin ön tekerleklerine yaslanarak dizlerimi kendime çekip soluklandım. Kaçmıyordum. Black'in beni bulacağını bildiğimden aslında saklanmıyor, sadece bana gelmesi için olta atıyordum. Evet, ben ölmeyi hak etmiştim. Evet, belki o da ölmeyi hak ediyordu ancak Ashley ölmeyi hak etmiyordu. Eğer ben kaçarsam ölecek kişiler listesinin başında Ashley'in adı vardı. Onun ölümüne sebep olmayı benim bedenim kaldırmazdı. Bunu hiçbir zerrem kaldırmazdı.

Benim özgürlüğümün bedelini onun ödemesi adaletsizdi.

Nefesim düzene sokmaya çabalarken siren seslerini duydum. Polis arabası gözlerimin önünden geçerken dişlerimi birbirine bastırarak dizlerimi daha çok karnıma bastırdım ve ağrıyan elimi göğsüme bastırarak sızısını dindirmeye çabaladım. 

Benim için adaletli olan tek duygu acıydı.

Nefesim düzene girerken kulaklarım geride kalan tüm seslere kapanmıştı. Parmak uçlarım yaralarla dolu dizlerimin üzerinde gezinirken her bir yaranın nasıl oluştuğu teker teker gözlerimin önüne geldi. Ruhumun aynası gibi bedenim de yara bere içinde, sendeleyerek hayatına devam etmenin bir yolunu arıyordu. Yollar bitmiş, bataklıklar artmıştı. Kendimi kozama hapsetmiş, dokuz ay ördüğüm duvarların arasında kendimi büyütmüş ve kelebek olarak dünyaya yeniden gözlerimi açmıştım. Doğar doğmaz kanatlarım çamura bulanmıştı.

Uçamazdım.

Kozamdan içeriye sızan çamur güzel olması gereken kanatlarımı griye boyamış, incecik tenimde yaralar bırakmıştı. Kelebekler kırılgandı. Ben... Kanatsız Melek... Kırılgandım. Güçsüzdüm. Acizdim. Beceriksizdim. Daha doğru düzgün adım atmasını bilmeyen, dünyanın adaletsizliğinden bihaber yaşayan bebek ruhlu yetmiş yaşındaki bir bedendim. Kimsenin elimi tutmasına izin vermediğim gibi hiçbir yere tutunmadan yürümeye çalışıyordum. Kimseden görmediğim, öğrenemediğim beceriksizce örülmüş kozamın içine kendimi hapsedip hava alan, çamurla beslenen evrimimi tamamlayıp doğrulmuştum.

Kızdığım çok şey vardı. En başı dizlerimdeki yaralar çekiyordu. Biri intihar meyillisi arkadaşımın peşinden onu hızla gelen arabadan kurtarmaya çabalarken olmuştu. Diğeri arkadaşımın uzanamadığı elmayı çalıp bahçe sahibinden kaçarken... Hep birisi içi bedenim yaralanmıştı. Hep birisi bir şeyler için beni yaralamıştı ve o izler asla silinmemek üzere bedenime, ruhuma ve azap defterime kazınmıştı.

İç geçiriş duydum. Adımlar ağır ağır yaklaştı ve Black yanıma oturdu. Siyah şortundan açıkta kalan bacaklarına kan sıçramış, tıpkı benim gibi ayakları çıplaktı ve plaj kumu yapışmıştı. Donuk bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde bir gözü şişmiş, burnu ve dudağı kanamıştı. Boğazında benim bıraktığım izle beraber göğsünden aşağı sadece burnundan ve dudağından fışkırdığına inanamayacağım kadar çok kan vardı.

"Gidemedim," dedim ona dik dik bakarken.

Omuz silkti "Gidebilirdin," dedi.

Güldüm "Gidebilir miydim?" diye sordum. Birbirine kenetlenen dişlerim gıcırdarken çenemden birkaç çatırtı geldi. Vücudumu ona çevirerek dizlerimin üzerinde durdum. Başımı bir yana yatırarak şişmiş gözüne ve dağılmış dudağına baktım. Gözlerim yüzünün her santiminde dolaşıyor bir açık arıyordu. En sonunda uzanıp elimi yanağına koydum. Tenime batan sakalları bende nefretten başka hiçbir his uyandırmıyordu. Başparmağım dudağındaki patlağa dokundu. Kontrol edemediği şiş gözü acıyla kısılırken vücudunun kontrol edebildiği kısımları katılığını koruyordu. Tırnağımı yarığın üzerine sürdüğümde dişlerini sıktı. Çenesine hareket eden hasların hareketlerini izlerken dudaklarım acı çektirmenin verdiği hazla yukarıya doğru kıvrılmıştı.

İç geçirdim ve parmaklarımı daha da yukarıya kaydırarak işaret ve orta parmağımla şişmiş ve morarmaya yüz tutmuş gözünün üzerinde daireler çizdim. Gözlerini kapatmış, ellerini kucağına düşürmüş ve sırtını serbest bırakarak arabanın çamurlu kapısına yaslamıştı. 

Ona dokunmaktan pişman parmaklarımı geri çekip havadaki elimi yumruğa çevirdim. Hasarlı gözüne bir yumruk daha indirerek onu zayıf noktasından bir kez daha vurabilir, acısını onla hatta binle çarparak dudaklarımda taşmayı bekleyen gülümsemeyi serbest bırakabilirdim ancak gözleri kapalı, yumrukları kucağına düşmüşken... Tamamen savunmasız haldeyken... Bana güvenen birinin nasıl güvenini parçalayabilirdim? Bunu ondan ziyade kendime nasıl yapabilirdim?

"Bana gidebileceğim herhangi bir kapı açmadın," dedim acıyan elimi kucağıma indirirken.

"Ben senin için bütün kapıları açık bıraktım,"

"Hangisini?"

"Hepsini,"

Başımı iki yana sallarken "Senin açtığın hiçbir kapı özgürlüğe çıkmıyor," diye mırıldandım.

"Sen özgürsün, Melek,"

"İzimi sürebildiğin sürece mi?" diye sordum.

Gözleri aralandı "Kontrol, Melek. Kontrol. Vazgeçemeyeceğim tek şey bu," dedi.

"Acı?"

"Acı her zaman hayatımızda, onunla nasıl baş edebileceğimizi öğrenemediğimiz sürece daima onunla yaşamak, onunla uyuyup onunla uyanmak zorundayız,"

Başımı yana yatırırken "Senin acının notası ne?" diye sordum.

İç geçirdi "Si,"

"En incesi,"

Başını iki yana salladı "En derini," dedi. Vücudunu bana doğru çevirdi "Dinlemek ister misin?" diye sordu. Bir an için Aral'ın yumruklarının onda beyin sarsıntısına sebep olduğunu düşündüm ancak hiç olmadığı kadar ciddi ve kararlı görünüyordu. Evet, bana kapılar açıktı ancak fazlalık olan çoğul ekiydi ve zaman kipiydi. Bana bir kapı aralıyordu ve ben içeride neyle karşılaşacağımı bilmeksizin onun yüzüne bakıyordum. İhanet edemediğim adam benim tüm duygularımın ırzına geçmişken ben oturmuş onun tek bir kapısının eşiğinde yağmurdan ıslanmış kedi gibi bekliyordum.

"Sigaranı almamışsındır yanına değil mi?" diye sordum.

İlk defa içten bir gülümsemeyle beni selamladı "Almadım," dedi. Sırtımı arabanın ön tekerine yaslayıp karşımdaki arabanın kırmızı cilasında biçimsizleşen yüzüme baktım. Ben arkamdaki çamurlu arabaydım, Black yarısı içilmiş sigaranın ucunda düşmeyi bekleyen kül.

Aral... 

Aral.

"Bir varmış bir yokmuş..." diye başladı cümlesine. Devamı, içemediğim son rakı yudumu gibi masaya dökülüp etrafa anason kokusu yayarak kalmıştı.




Continue Reading

You'll Also Like

195K 8.3K 24
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...
3M 162K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
5.2M 243K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...
347K 27.5K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...