Siyahın Vedası | Küller

By AgresifPelinsu

286K 13.3K 4K

Özgürlüğe doğru uçarken kanatlarınız sizi yakan ateşin küllerini savurur. More

Kısım II - Küller
Bölüm 51 - Şerefe
Bölüm 52 - Mühür
Bölüm 53 - Ödül
Bölüm 55 - Kavga
Bölüm 56 - Kaçışın Yok
Bölüm 57 - Vahşi
Bölüm 58 - Sınırsız
Bölüm 59 - Nefret
Bölüm 60 - Neden?
Bölüm 61 - Şehr-i Su
Bölüm 62 - Grup
Bölüm 63 - Uşağın Oğlu
Bölüm 64 - Kurşun
Bölüm 65 - Ara Sokak
Bölüm 66 - Yangın
Bölüm 67 - Minotor
Bölüm 68 - Baskın
Bölüm 69 - "Sebebim"
Bölüm 70 - Güç
Bölüm 71 - Gerçek
Bölüm 72 - Acı
Bölüm 73 - Black
Bölüm 74 - Misilleme
Bölüm 75 - Annem
Bölüm 76 - İntikam
Bölüm 77 - Yeni

Bölüm 54 - Temas

13.1K 727 201
By AgresifPelinsu

Sımsıkı kenetlenmiş parmaklarımı teker teker açıp kapatırken parmak uçlarım dışında bütün bedenim kaskatı kesilmiş, hareketleri kontrolsüz ve sapkındı. Kalbim patlayacak gibi atarken ruhum bir köşesine çekilmiş hıçkırıklarla ağlıyordu. Ne yapacaktım? Aynı soru zikzaklar çizerek beynimin içinde bir sağa bir sola gidiyor, aklımın kalın duvarlarına çarpa çarpa kendi kanını çekinmeden etrafa bulaştırıyordu. Arta kalanımın kendine acıması yoktu.

"Melek,"

Titredim. Doğruydu. O... Aral buradaydı. Peki Black neredeydi? Ashley beni nasıl bu kadar çabuk bulmuştu? Neden kendime bunları soruyordum?

Soğuk parmakları saçlarımın arasına karışıp ensemi kavradığında dokunduğu santimlerden aşağı soğuk ürpertiler ardı ardına acımasız bir celladın elindeki kırbaç darbeleri gibi sırtıma çarptı. Ondan kaçmak ve onun kollarının arasında soluklanmak arasında sıkışıp kalmıştım. Elimi uzatsam tutar mıydı?

"Melek," adımın sonunda havada asılı kalan devam hissi üç noktayı manevi olarak koymuş, teknik açıdan yavan kalmıştı. Parmakları enseme kenetlenip bir parmağını uzatarak çenemin altından bastırdı ve başımı kaldırmaya zorladı. "Beni istedin, işte buradayım. Bak bana," dedi.

Gözyaşlarım yanaklarımdan iznimi istemeksizin süzülürken dirseklerime kenetlediğim parmaklarımı açarak ona gitmesini işaret ettim. Hareketlerini göremediğimden reflekslerimi kontrol edemedim. Hangi ara olduğunu kavrayamadığım bir anda açılan parmaklarımı sımsıkı avcuna hapsedip beni kendine doğru çekti. Aldığım soluk ciğerlerimde takılıp kalamadan ayaktaydım. Tokalaşır gibi ellerimiz ortada birleşmiş, iki hırslı müdür gibi birbirimize bakıyorduk. Onun kahverengi gözlerine asılı kalmış sadece bakıyordum. Gür ve biçimli kaşları çatılmış, gözlerinin kenarlarındaki kaz ayakları üç çizgi halinde ince ince kendini belli etmişti. Gözlerim şakaklarına kaydı. Bir yahut iki tane beyaz saç, yeni çıkmış sakallarının arasında birkaç tutam gizliydi.

Göğsüm sıkışıyordu. Karanlık onun tişörtünün kara renginden etrafa sıçrayıp yıllardır dişimle tırnağımla yarattığım, Black'in bile bozmasına izin vermediğim aydınlığı hançerliyordu. Her bir yandan sıçrayan kırmızı karanlık giderek koyulaşıyor, geceyi gündüze buluyordu. Kirlettiği tek şey dünyam değildi.

Elimi çekmeye çalıştıkça daha sıkı tutundu. Adımlarım geriye doğru sendelerken "Özür dilerim," dedim. Gözyaşlarım ince ince yanaklarımdan süzülürken elimi tekrar bileğime götürmüş, bilekliği çıkarmak için çabalıyordum. Aral'ın yüzüne bakmamın imkanı yoktu. 

"Bunu demek için mi çağırdın beni?" diye sordu üzerime doğru korkusuz tek adımını atarken.

Başımı iki yana salladım "Özür dilerim," dedim tekrar. Ben zavallı bir insan oğluydum. Korkaktım. Aral, nasıl yaklaşırsa yaklaşsın bana onu tek bir yanında görmeye kendimi öylesine koşullamıştım ki üzerini örten perdeleri aralamaya zahmet etmemiştim. Black ile tanıştıktan sonra... Black'i sevebildikten sonra Aral'ın yüzüne bakamıyordum. 

Başını yana yatırdı "Çağırdın," dedi. Kahverengi gözleri birer kor parçası olup göğsümün iman tahtasını paramparça ederek yüreğime düştü. Kalbimdeki sızı öylesine kuvvetliydi ki titredim. Nefesim kesilir gibi oldu. Dudaklarımı aralayıp yüreğime iki dem nefes çekmek uğruna çabalarken elim göğsüme yapıştı. Artık bakıyor ancak karanlıktan başka hiçbir şey görmüyordum. Etrafta karanlık, kanlı ışık birer hançer olup bedenime saplanıyordu.

"Dayanamıyorum," diye mırıldanırken nefessiz kendimi yerde buldum. Kalçalarım ikinci kez soğuk mermerle çarparken göğsümdeki ağrı daha da arttı. Sanki orada manevi değil de daha çok dünyevi bir yara vardı ve ben nefes aldıkça har yanımı kan revan bırakarak kanıyordu. Elimi onun avcundan çekmeye çalışırken "Neden herkes benden bir parça koparmaya çalışıyor. Neden herkes yamyam gibi beni yemeye çalışıyor," dedim bakışlarımı onun spor ayakkabılarından çekmeden.

"Seni yenmeye çalışan kimse yok?" dedi pek de yumuşak olmayan otoriter tonlamasıyla.

Başımı çevirip etrafı kan ve karanlıkla kaplanmış ancak yine de eskimemiş yüzüne bakarak "Niye geldin?" diye sordum. Yaptığım onca haksızlığa, kararsızlığa ve kaçışlara rağmen neden hala buradaydı?

Dizlerinin üzerine karşıma çöktü ve dirseğini yüksekte kalan dizine yaslayarak "Söyle bana, Melek. Gitmek mi istiyorsun yoksa kalmak mı?" diye sorduğunda gözlerimi çıkarmaya uğraştığım bileğimden çekip onun koyu gözlerine çevirdim. Hatırladığım gibi karanlık bakmıyordu.

"Bilmiyorum," dedim gözyaşları içinde hıçkırarak "Çok acı çekiyorum ama senden de korkuyorum," derken gözyaşı ve hıçkırık fırtınasının içinde akıcı cümleler kuramıyordum.

Başını diğer yana yatırdı "Korkma" dedi.

Ondan korkmak istemezdim çünkü beni Black'in gazabından kurtarabilecek biri varsa o da Aral'dı. Başımı önüme eğdim ve gözlerimi kapattım. Yaralı elimi avucuna aldı. Derimi adeta yüzerek elimin ortasına getirdiğim bilekliği narin hareketlerle elimden çıkarıp dizinin yanına bıraktı ve bir kolunu dizlerimin altından diğerini da belimden geçirip beni kucağına aldı. Gariptir, kendime ihanettir ki onun kucağında olmaktan aldığım hazzı bu güne kadar tattığım hiçbir his yaşatamamıştı. Kabul etmemem gerekiyordu lakin bu dünya üzerinde gururu ve merhameti olan kimsenin kabul etmeyeceği yegane gerçekti.

Gözlerimi kapattım, dudaklarımın ve direncimin mühürü eriyip kapılarının eşiğine döküldü ve o açığı yakalan canavar varla yok arası bedenini içeriye sığdırdı.

Başım geriye düştü. Düşen tek şey başım değildi. Her şey canavar kapıdan içeri girip içeriyi işgal ettiğinde yere düşmüş, ezilmiş, kırılmış, parçalanmıştı. Benden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Vazgeçişim, huzuru örten ince zarı yırtmıştı. Geriye bir adım bir de bedenim kalmıştı.

Dudakları saçlarımın arasındayken "Olanları unutup geriye dönemem, yandım çok öylece sönemem. Bir kül kalır illa senden ya da benden," diye mırıldandı. Rüzgar aralanan lavabonun kapılarıyla saçlarımı onun kollarına ve göğsüne doğru savururken fizik ve gerçeklik kullarını silip atarak geriye hisleri bırakmıştı. O ruhumu bir köşeye çekmiş onu okşuyordu ancak bunun tam tersi bedenimde dokunduğu her yer alev alev yanıyordu. "Bu şarkıyı dinlesen seversin," dedi.

Gözlerimi aralayıp altından geçip gittiğimiz kuru yapraklara baktım. Hala kumsaldaydık. Gökyüzü mavi, az uzağımdaydı. Okyanusun kokusu tuzlu, birkaç metre uzağımdaydı. Black'in nefreti acı, az uzağımdaydı... Damağımdaydı.

"Bir kül kalır illa senden ya da benden,"

"İşte bu yüzden beni çağırdın, Melek. O küller için,"

Başımı iki yana sallarken "O külleri savurdum ben," dedim.

"Ve ben her yerden toplayıp buradayım,"

"Yeniden doğmak için mi?" diye sorduğumda sorum havada kaldı. Sessizliğim rüzgarın ve tuzun gölgesinde ıslanırken gözlerim tekrar kapandı ve boynum vücudumun el vermeyeceği ağrılı açısıyla geriye düştü. Teslim oldum. 

Teslimiyetim geçiciydi. Savaşta dosta düşman, düşmana dost olman gereken günlerden birindeydim. Dost olmayacak dostuma düşman, düşmanlığının ebedi kalması gereken düşmanıma dost aksiyle yaklaşıyordum. Aral beni Black'ten kurtaracaktı, tek bir kurşun beni Aral'dan kurtaracaktı. 

Cipin arka kapısını Ashley benim için açana kadar gözlerim kapalı Aral'ın kucağındaydım. Beni koltuğa bıraktığında sımsıkı tuttuğum tişörtünü bırakmak istemedim. Yaşadığım hiçbir şeye açıklama yapamazdım. Hiçbirine. Ancak yine de hepsine, her daim bir bahanem hazırdı. Her zaman, kendime bile yalan söylemeye hazırdım. Kendimi bile yalanlarıma inandırabilecek kadar güçlüydüm ancak bugün, kendime yalan söyleyemiyordum. Black ne kadar bana zarar verirse versin bir yanım onu geride bırakmanın acısını çekiyordu ancak kalan diğer yanım Aral'ı arzuluyor, onu istiyordu. İçimdeki binbir meleğin her biri başka bir şey söylüyordu ancak ikisinin sesi baskındı. Birisi Aral'ı istiyor, diğeri ise Black'i. Bir tarafım ona yaptıklarım için acı çekmemi istiyor ve Black'i istiyordu diğer tarafımsa artık yeterince ceza çektiğimi ve Aral'a gitmem gerektiğini düşünüyordu.

"Christopher geliyor," dedi. Ashley'in sesi endişeli, yoğun olarak paniğin esaretindeydi. Aral arkasına dönmedi, bir elini arabanın tavanına diğerini de arabanın kapısının üzerine koyarak  gözlerini gözlerime dikti. Ashley'in adımlarının daha da sıklaştığını onlarca kişinin kıkırtısının ve müziğin arasından seçip ayıklamıştım. "Yaklaştı," diye uyardı.

Öfkeli canavar mührün kırılmasına öylesine sinirlenmişti ki içeriye sığan ikinci canavarın kinle karşıladı "Aral," diye haykırdı karanlığın içinde her bir zerreyi aydınlatabilecek kadar kuvvetli yıldırımlar çakan sesiyle.

Aral, daha önce hiç görmediğim bir gülümsemesiyle bana karşılık verip dışarıyla tek bağlantım olan arabanın kapısını kapattı, kilitledi ve Black'e döndü.

Continue Reading

You'll Also Like

SEKRETER By Beyza Alkon

General Fiction

1M 12.7K 19
Bacaklarımı araladı. "Ne yapıyorsun?" "Seni içiyorum."
182K 8.5K 21
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

3.7M 174K 9
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
313K 8.9K 38
Mirhan ağa kaşlarını kaldırarak karısının saçını okşayarak kulak arkasına aldı. Karısının öpmekten şişen dudaklarına alayla sırıtıp burnunu çenesinin...