Siyahın Vedası | Küller

By AgresifPelinsu

285K 13.3K 4K

Özgürlüğe doğru uçarken kanatlarınız sizi yakan ateşin küllerini savurur. More

Kısım II - Küller
Bölüm 51 - Şerefe
Bölüm 52 - Mühür
Bölüm 54 - Temas
Bölüm 55 - Kavga
Bölüm 56 - Kaçışın Yok
Bölüm 57 - Vahşi
Bölüm 58 - Sınırsız
Bölüm 59 - Nefret
Bölüm 60 - Neden?
Bölüm 61 - Şehr-i Su
Bölüm 62 - Grup
Bölüm 63 - Uşağın Oğlu
Bölüm 64 - Kurşun
Bölüm 65 - Ara Sokak
Bölüm 66 - Yangın
Bölüm 67 - Minotor
Bölüm 68 - Baskın
Bölüm 69 - "Sebebim"
Bölüm 70 - Güç
Bölüm 71 - Gerçek
Bölüm 72 - Acı
Bölüm 73 - Black
Bölüm 74 - Misilleme
Bölüm 75 - Annem
Bölüm 76 - İntikam
Bölüm 77 - Yeni

Bölüm 53 - Ödül

16.9K 870 190
By AgresifPelinsu

Bu kadın kimdi? Gözlerime bakıyordu. Ağzının kenarında kan ve kusmuk izi olan, gözlerinin feri sönmüş, yüzünde kimsenin kabullenemeyeceği o gülümsemeyle kucaklaşıp gözlerini üzerime diken kadın kimdi? Neden gözlerime bakıyordu? Neden beni taklit ediyordu? Niçin bana bu kadar benziyordu? Neden teni benim tenimden daha solgundu? Neden hastaymış ve her an ölecekmiş gibi görünüyordu.

Ayna bulmam gerekiyordu.

Bu kadın neden başımı çevirdikçe bana bakıyordu? Ayna... Ayna bulmam gerekiyordu. Bu pis kadının gözlerime bakmasından, beni taklit etmesinden bıkmıştım. Yutkundum. Ağzımdaki ekşimsi metalik tat boğazımdan aşağı inerken çalkalanan midem bir takla daha attı.

Sıkılı yumruklarım daha da sıkılırken çenem ağrımaya başlamıştı. Karşımdaki pespaye kadın, Black, Aral... Beni gören tüm insanlardan, bana dokunan bütün günahkarlardan, şaraptan, rakıdan... Bünyeme, bedenime zarar veren herkesten, gözleri gözlerime dokunanlardan... Hepsinden, herkesten nefret ediyordum. Beni bu kadar aşağılık hale düşürdüğü için Black'ten, kendimi ona meydan okumaktan alı koyamadığım için kendimden nefret ediyordum.

Günahkarım. Reddedemem. Günahlarımla yaşamayı, onlarla yanacak cehenneme kendimi hazırlamışken dünyadaki aşağılık insanların beni cezalandırmasından nefret ediyordum. Bana elini uzatacak biri bile yoktu. Tutunduğum tüm dallar kırık, bastığım tüm taşların altı boştu. Kendimi on dördümdeki kadar öfkeli, on sekizimdeki kadar yalnız hissediyordum. Bana kim yardım edecekti? Elimi tutmaya cesareti olan var mı?

"Sen, karşımdaki kadın, elimi tutmaya cesaretin var mı?"

Boğazıma dizilen düğümleri yutmaya cesareti olmayan bedenimi buradan sürükleyip kaçmaya zorlamak, bileğimdeki kelepçeyi kendimi yaralamak pahasına koparıp atmak cesaret isterdi ve ben artık kendimde  cesaretin zerresini bulamıyordum. "Hadi, Melek," diye fısıldadım ruhunun kulağına. Ruh ikna olmadan beden kanmıyordu beynin söylediği ırzına geçilmiş yalanlara. "Kurtar kendini, Melek."

Hayatım boyunca hep insanlar bir şeyler söyledi bana. Bir şeyler fısıldadı, yaptırdı. Kendi kurallarımın dikine ilerlemekten, değersiz bedenimin yaralanmasından gocunmadım lakin tavlada doğru düzgün atılmayan zar gibi bileğim havada, elim tahtanın içindeyken işlediğim en büyük ayıp kendimeydi. Rakibimeydi.

Kadın gülüyordu.

"Neye gülüyorsun?" diye sorarken dizlerimin tehditkar titremesine hakim olamadan öne doğru birkaç adım sendeledi. Dudaklarının kıvrılışı dahi beni taklit ediyor ancak bir türlü bana cevap vermiyordu. Gülümseyişime, bağırışıma, haykırışıma, gözyaşlarıma... Acıma eşlik eden aksim bu kez susuyordu.

"Neden bana cevap vermiyorsun?" diye bağırdım yumruklarım sıkılı. Kulaklarımda Amerika'ya ayak bastığım ilk gün bekleme salonda dinlediğim alelade piyano ve çellonun eşsiz sevişmesinden kalan ışıltılar yankılanıyordu. Cümlelerim kuru, nefesim sığ yere oturmuş, hiç bitmemesini dileyerek üç dakikayı üç asra bölüp dinlemiştim. Avuçlarım parçalanacak kadar alkışlamaktan bir an dahi olsun pişmanlık duymamış, duymayacaktım.

Her sarhoşluğun bir bedeli vardı. Kırk gün kabul olmayan duaların acısı kırk birinci gün çıkar gibi geçirilen her sarhoş vaktin bedelini insanın bedenine, ruhuna kamçılayarak işliyordu.

Yumruğumu bembeyaz mermere vurdum "Söyle hangimiz daha suçlu?" diye bağırdım. Karşımdaki kadın ellerini mermere vurmuş, kusmuk ve kan dolu izlerle kendini mühürlemişti.

"Neden susuyorsun?" diye sordum. Başını yana eğdi. Gözleri mahzun, yüzü kırıklarla doluydu. "Bana neden cevap vermiyorsun?" diye sordum.

Uzanıp ona dokunmaya çabalayan parmaklarıma değdi, gözyaşları yanaklarından süzülürken "Söylesene, Melek... Dudaklarımın, ruhumun, bedenimin anahtarı senken nasıl konuşayım," dedi.

Gözyaşlarını silmek için uzanırken elimi durdur. Mermeri andıracak kadar soğuk ve iki boyutlu ellerini aşıp onu kucaklayamadım. Gözyaşlarını silmedim. "Benim kendime faydam yok," diye fısıldadım başımı öne eğerek.

"İyi misin?" diye tanıdık ancak bir o kadar da yabancılaşmış sesle aksimin dili, ruhu kayboldu. Geriye sadece varlığıyla bir bütün olan benliğim kaldı. Başımı kaldırdığımda aynada, aksimin hemen arkasında Ashley'in yüzünü gördüm. Her zaman olduğu gibi belirgin yüz hatları iyice belirginleştirilmiş, büyük gözleri olduğundan daha iri görünüyordu.

Bana doğru adımlarken biçimli ve dolgun dudakları büküldü "Bu halin ne?" diye sordu. Uzanıp bir kolunu belime dolarken bir elini de musluğun altına tutup suyu açtı.  Ilık suyla ağzımdaki kan ve kusmuğun izlerini tiksinmeden silerken yüzü acımaklı bir ifadeye bürünmüştü.

"Kanıyorum," dedim.

Uzanıp birkaç peçeteyi kopardı ve ağzımdaki ıslaklığı sildi "Saracağım, daha önce yaptığım gibi kanayan yerlerini saracağım. Ben yanındayım, Melek," dedi  ağzımı silerken. 

Ona döndüm. Bir zamanlar dökülmemeye yemin eden gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken kollarımı onun bedenine sımsıkı sarıp başımı çiçek kokulu saçlarının arasına gömerek hıçkıra hıçkıra ağladım. Bu yara eskisi gibi bir yara değildi. Kanamaya yemin etmiş, bağırsaklarındaki tüm pisliği boşaltmaya ant içmiş bir yaraydı. Ruhen, bedenen kanayan...

Titreyen elimi eline aldığında bileğimdeki bilekliği çıkarmaya çalıştığım için baş parmağımı yaraladığımı ve derimi kanattığımı fark ettiğinde "Melek," diye fısıldadı.

"Ölmek istiyorum," dedim.  

"Ölmek kurtuluş değil,"

"Ölmek benim için ceza vaktinin öne çekilmesi demek. Ben artık Allah'ın yarattıklarının bana zulüm etmesinden bıktım, usandım. Benim cezamı artık verecekse yaratıcım versin, Ashley. Tek istediğim bu,"

"O gün gelecek. Sen anlattın bana. Unutuyor musun? Yaratıcının hoşgörüsünü, dünyadaki sınavını..."

"Sikmişim sınavını! Kanıyorum, Ashley! Kanıyorum! Kimse yaralarımı sarabilecek kadar güçlü değil. Kimse beni cezalandıracak kadar merhametli değil. Yeter." Bana sarılmak için uzanan kollarını iki yana attım, parmağımı aynaya karşı sallayarak "O bile yardım edemiyor bana! Anlamıyor musun?" Yaralı elimle aynayı işaret ettim "O, yani ben. Ben kendime yardım edemiyorum, sen neden bahsediyorsun?"

"Geçecek,"

"GEÇMİYOR. SANA ACIMI TARİF EDEMEDİĞİM GİBİ İÇİMDE DE YAŞAYAMIYORUM, ANLAMIYOR MUSUN BENİ? ARTIK TUTUNACAK HİÇBİR ŞEYİM KALMADI,"

"Ama o burada,"

Göğsümün ortasına saplanan bıçak ağır ağır çekilirken soluksuz kaldım "Kim?" diye sordum.

"Aral,"

Dizlerim tekrar titremeye başlamıştı, adımlarım geriye doğru sendelerken "N-Neden?" diye kekeledim.

"Sen çağırmışsın, geldi,"

"Gelmemesi gerekiyordu," dedim arkamdaki soğuk duvara yaslanırken. Ben çağırmıştım ve onun da gelmesi gerekiyordu. Niçin düşündüklerimle söylediklerim birbirini tutmuyordu?

Başını aşağı yukarı sallarken küçük bir çocukla konuşur gibi "Ama onu çağırmıştın, değil mi? O da senin için geldi," dedi yumuşacık tonlamasıyla.

"Gelmemesi gerekiyordu,"

"Geldi,"

"GELMEMESİ GEREKİYORDU, ASHLEY. ONUN BANA NELER YAPTIĞINI BİLİYORSUN, GELMEMESİ GEREKİYORDU." Ben çağırdım.

"Ama onu sen çağırdın,"

"Gelmemeliydi," Gelmesi gerekiyordu.

"Geldi,"

Dizlerimin bağı çözüldü, kıç üstü pis mermere otururken "Sikeyim," diye homurdandım. Dizlerimi kendime çekip sımsıkı ikinci yarıma sarılır gibi kucaklarken başımı küçük sığınağıma saklamıştım.

"Neden onu çağırdın?" diye sordu yanıma dizlerinin üzerine çöküp.

Kuruyan dudaklarım gözyaşlarımla ıslanırken "Başka çarem yoktu. Ondan nefret ediyorum. Ondan korkuyorum ama başka çarem yoktu, Ashley. Onun beni koruyacağını, kurtaracağını biliyordum o yüzden... Başka çarem yoktu," dedim

"O zaman bırak da gelsin,"

"Benden nefret ediyor,"

"Seni kurtarabilir,"

Başımı kaldırıp yüzüne baktım "Sen ciddi misin? Sana onu anlattım. Bana yaptıklarının hepsini anlattım. Nasıl olur da gelsin, dersin," diye ona hırçın kelimelerimle onar onar kırbaç savurdum.

"Senin için başka çarem yok," dedi. Uzanıp yanaklarıma yapışan saçlarımı kulaklarımın arkasına çekerken "Hadi, başka çaremiz yok," dedi.

"Yapamam, onun da bana zarar vermesini kaldıramam,"

"O seni seviyor, sana zarar vermez,"

"Hayır, o töresine karşı gelmez,"

"Senin peşinden gelerek töresine yeterince baş kaldırmadı mı?"

"Hayır,"

"İzin ver gelsin, Melek. Kurtarsın, seni. Bu iş zorla olmasın,"

"Ashley..."

Ayağa kalktı. Topuklarını tıkırdatırken onu izledim. Sırtı dikti ve elleri iki yanından sarkıyordu. Beni dinlemeyeceğini yüzünü görmeden anlayabiliyordum. Uzanıp kapıyı kendine çekti, dışarı çıkmak yerine kapıyı iyice aralayıp sırtını kapıya yaslayarak kapıyı açık tuttu. Tok iki adım duydum. 

O geliyordu.

Üçüncü adım daha yakın ve öfkeliydi. Dizlerimi kendime iyice çekip başımı sığınağıma hapsettim ve hıçkırıklarımı serbest bıraktım. Bedenime taşamayan haykırışlar ruhumu ikiye bölmüştü. Bir yanım gelmesi için bağırıyordu diğer yanım gelmemesi için kendini parçalıyordu. 

Dördüncü adım. 

Artık aynı odanın nefesini paylaşıyorduk, gölgesi üzerime düşüyordu. Elleri bana uzanabilir, beni tutabilir, hırpalayabilirdi. Kaçamazdım. En kötüsü de o benim kurtuluşumdu. Hem cezam hem de ödülümdü.


Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.7M 103K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
946K 56.2K 72
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
345K 27.4K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
5.2M 243K 52
"Ulan bari Polat de." dedi. Sesi yalvarır gibi çıkmış gözleri beklentiyle doluydu. "Mirza demiyorsan deme ama en azından Polat de." "Sen yengeye Eli...