İçgüdü

By MrsAuthor_99

120K 8.4K 1.6K

Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek e... More

Vampir Grupları Hakkında
1. Bölüm
2. Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
7. Bölümden Kesit
7. Bölüm
Çok Önemli !
8. Bölüm
Mini Duyuru
9. Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
Flashback
Alıntı ve Birkaç Şey
12.Bölüm
İçgüdü-Alıntılar
13. Bölüm
14. Bölüm
Duyuru
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
Üzgünüm...
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
Flashback 2
30. Bölüm
31. Bölüm
Duyuru
🎄 Yılbaşı Özel Bölümü 🎄
32. Bölüm (1. Kısım)
32. Bölüm (2. Kısım)
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
Kayıp Kardeş (Özel Bölüm)
46. Bölüm
Sorularınız⬇
47. Bölüm
48. Bölüm (1. kısım)
48. Bölüm (2. kısım)
49. Bölüm
Flashback 3
FİNAL (1. kısım)
FİNAL (2. kısım)
Yazardan...
Playlist
İçgüdü: Sofia
Özel Bölüm
50 Bin Özel Bölümü 🥳
75 Bin Özel Bölümü ✨

6. Bölüm

2.4K 175 10
By MrsAuthor_99

Düzenlenmiştir.

Savunmasız, narin bir ruhu yok etmek güç müdür? Yoksa karanlığın en dibine hapsolan bir ruhun son çırpınışları mıdır?

Alex'e göre güç, herkesin önünde diz çökmesi, adını duydukları an çaresizce kaçmalarıydı. Buna güçlü olmak diyordu, ruhundaki karanlığın esiri olduğunu bilmeden... Gerçekten güçlü olmak bu muydu? Öyleyse o kızı öldürdüğüm gece dünyanın en güçlü insanı olmalıydım. Fakat o, ruhuma işleyen bir günahtan başka bir şey olmaktan öteye geçememişti. Asıl güç, birilerinin ruhuna dokunduğunu bilmek değil miydi zaten? Yakıp yıkmak çaresiz bir çırpınıştı.

Fakat söz konusu benim gibiler ise bu durum tamamiyle farklılaşıyordu. Canavarlar asla mutlu olamazdı, olsaydı masallar onları yazardı. Annem cadıların iyilik için savaştığını söylerdi. Vampirlerse tam tersi için. Bu yüzden onlardan hep nefret etmiş, onları düşmanım olarak kabul etmiştim. Oysa şimdi düşmanımla aynı içgüdüleri paylaşıyordum. Bu belki de ödemem gereken bir bedeldi.

Günahlarımın karşılığı olarak.

Alex dikkatle bizi izliyor, gerektiğinde yorum yapıyordu. Gücümü henüz toplamıştım, beni apar topar eğitime sokması pek hoşuma gitmese de karşı çıkamamıştım. Sonuçta Alex ile iyi bir başlangıç yaptığımız söylenemezdi. Daha fazla öfkesini üzerime çekmek istediğimden emin değildim. Çünkü Alex öfkelendiğinde mantıklı düşünmeyi bırakıyordu.

Alex'in bakışlarıyla karşılaştığımda düşüncelerimden sıyrılıp rakibime odaklandım. Daha önce birebir bir dövüşe girmemiş olmak bir yana, dövüşeceğim kişi insan kanıyla besleniyordu. Benden daha güçlü olduğu konusunda herkes hemfikirdi. Üstelik kız asırlardır vücut geliştiriyor olmalıydı.

Percy ise dövüşte yeterince iyiydi, karşılaştığı tüm vampirleri yere sermeyi başarmıştı. Alex sahanın ortasına gelip Percy ve diğer vampiri ayırdıktan sonra bize kısa bir bakış attı. "İsteyen kalıp çalışmaya devam edebilir." diye mırıldandıktan yalnızca birkaç saniye sonra bana seslendi.

"Alexandra, sen benimle geliyorsun."

Benden herhangi bir cevap beklemeden yürümeye başladığında gözlerimi devirdim. Sahanın dışına çıkmıştı, buradan sonra tek tük ağaçlar görünmeye başlıyordu. Hızlı adımlarla peşinden gitmeye başladım. Benden ne istiyor olabilirdi?

"Diyelimki ben bir hava vampiriyim ve beni öldürmen gerekiyor. Ne yaparsın?" dedi Alex büyük bir çınar ağacının gövdesine yaslanıp. Sorduğu soru afallamama neden olmuştu. Kaşlarımı çattığımda amacının ne olduğunu düşünüyordum. "Basit." dedim umursamaz bir tavırla. "Bu şekilde boğazını sıkarım."

Ani bir cesaretle Alex'in yanına ulaşıp boğazını tuttuğumda afallama sırası ondaydı. Fakat bu çok kısa sürmüştü, doğrudan yüzüne bakmasam fark edemezdim. Sonra her zamanki sırıtışlarından birini yüzüne yerleştirdi. Ayaklarımın yerden kesilmesi ile sırtımın toprakla buluşması birkaç saniyeden fazla sürmemişti.

"Sana bir tavsiye." dedi Alex kalkmamı engelleyen kolunu çektikten sonra. "Asla düşmanını hafife alma."

Bozulduğumu belli etmeden yerden kalkıp saçlarıma yapışan yaprakları temizledim. Bu sırada Alex ormanın içine doğru yürümeye başlamıştı, koşarak ona yetiştiğimde bana ufak bir bakış attı. "Bir savaşı kazanmanın en önemli kuralı doğru stratejidir." diye mırıldandı. Sesindeki bilgece tavır dikkatimden kaçmamıştı. Ki davranışları da kendimi onun öğrencisiymişim gibi hissetmeme neden oluyordu. "Doğru strateji içinse..."

"Doğru lider gerekir." diyerek cümlesini tamamladığımda Alex, memnun olmuş bir şekilde gülümsedi. Adım atmayı bıraktığında ben de onu taklit edip durdum ve onu izlemeye başladım. Alex sanki doğa yürüyüşüne çıkmışız gibi bir tavırla hareket ediyordu. Neyseki birkaç saniye sonra geldiğimiz yöne doğru adım atmaya başladı ve sahaya doğru yol aldık. Geri dönüşümüz tahminimden daha kısa sürmüştü. Döner dönmez soluğu Percy ve diğerlerinin yanında almıştım.

Oliver başıyla Alex'i işaret ettikten sonra "Ne istiyormuş?" diye sordu. Umursamaz bir tavırla omuz silkip bakışlarımı Alex'e çevirdim. Kendi dövüşü için hazırlanıyordu. Alex ile dövüşme cesaretini gösterecek bir vampir tanımıyordum, muhtemelen birisini zorlamıştı. Birazdan da onu yere serip bize ne kadar güçlü olduğunu haykıracağından emindim.

Alex üzerindeki siyah tişörtü çıkardığında bakışlarımı kaçırdım. Üstsüz gördüğüm ilk erkek Alex değildi lakin nedensizce utandığımı hissetmiştim. Birkaç dakika sonra sahaya türümüze ait olmayan birinin geldiğini fark edince bakışlarımı o yöne çevirdim. Vampirler sahanın ortasına toplanıp geniş bir çember oluşturmaya başlamıştı. Onları yararak en öne geçmeyi başardığımda gördüğüm şey beni şaşırmıştı. Bu insan formundayken gördüğüm ilk kurttu.

Bu kadar yakınımda olması biraz ürpermeme neden olsa da kurdun bitkin olduğu her halinden anlaşılıyordu. Gücünü ellerindeki zincirleri kırmak için harcamış olmalıydı, bilekleri kıpkırmızıydı ve yer yer kanlar akıyordu. Bu sırada Alex sahaya girip kurda yaklaştı ve kafasını kaldırdı. Kurdun kestane renkli gözlerinden bir öfke ifadesi geçtiğini görebilmiştim.

Kurtlar vampirlerden nefret ediyordu ki karşısındaki vampir Alex olunca bu nefretin ne kadar şiddetli olabileceğini anlayabiliyordum. Alex kurdun başını serbest bıraktıktan sonra çemberin ortasına doğru geldi.

"Çoğunuzun hayatında gördüğü ilk kurt bu olabilir." dedi Alex eğlenir bir tonda.

Cümlesinin sonuna doğru bakışlarını bana çevirmişti. Tekrardan kurdun yanına ulaştığında bu sefer onu ayağa kalkmaya zorladı ve elindeki zincirleri tek seferde kırdı. Hepimiz nefeslerimizi tutmuş, bundan sonra ne olacağını merakla bekliyorduk. "Zavallı John." dedi Alex alaycı bir tavırla. "Sonunun böyle olacağını düşünmemiştin herhalde, değil mi?"

John bakışlarını yerden kaldırıp Alex'e öfkeyle baktı. "Canın cehenneme, kan emici."

John'un bu haliyle bile öfke kusması vampirler ve kurt adamlar arasındaki kavganın ne boyuta ulaştığını anlatmaya yetiyordu. Alex alaycı bir tavırla gülümsedikten sonra John'un kulağına eğildi ve  "Öyleyse seni de yanıma arkadaş olarak almalıyım." diye fısıldadı. Sesindeki iğrenç ton yüzümü buruşturmama neden olmuştu.

Alex cümlesinin sonuna gelir gelmez John'un çenesine dizini geçirdi ve onu yere serdi. John yerden öyle bir hızla kalktı ki çemberin önünde duran vampirlerden bazıları geri çekilmek zorunda kalmıştı. Kurt, Alex'in üzerine atlayıp onu yere serdiğinde nefesimi tutmuştum. Bundan sonrasının iyi olmayacağı kesindi. John bir yandan Alex'in kalkmasını engellerken bir yandan da yüzüne yumruklarını geçiriyordu. Alex'in burnundan akan kan dudağının kenarından çimenlere damlıyordu.

Alex son yumruğunu yiyeceği sırada John'un elini tutup bileğini kırdı. Kemiğin çıkardığı ses yüzümü buruşturmama neden olmuştu. John acıyla haykırarak diğer tarafa yuvarlandığında Alex onu tekmelemeye başlamıştı. Kendini kaybetmiş gibiydi, aniden kendimi çemberin ortasında buluvermiştim.

"Yeter!" diye bağırdığımda tüm gözler bana dönmüştü. "Ne kadar güçlü olduğunu herkes gördü, bırak artık." diye ekledim sakin bir ses tonuyla.

Alex duyduğu cümle üzerine kaşlarını çatmıştı. Beni umursamadan dönüp John'a bir tekme daha attığında kolundan tutup onu çekmek zorunda kaldım. John yerde kıvranıyordu, biraz daha devam etseydi ölecekti muhtemelen. "Ölecek. Bırak onu." diye devam ettim. Alex ani bir hareketle kolumdan tutup beni kendine çekti ve kulağıma eğildi. "Merhamet acizlikten başka bir şey değildir."

Kolumu öyle bir hızla itmişti ki John'un yanına düşmüştüm, Alex ise çoktan gözden kaybolmuştu. Çevremden değişik yorumlar duyuyordum. Fakat hiçbiri umrumda değildi. Göz ucuyla yerde yatmaya devam eden John'a baktım. Durumu çok kötü görünüyordu. Hızlı hızlı nefes almasa yüzünün kan içindeki halinden öldüğünü düşünebilirdim.

Kısa bir süre sonra John, bakışlarını bana çevirmişti. Bu beni ürkütse de onun bana zarar veremeyeceğini biliyordum. Muhtemelen uzun bir süre toparlanamazdı. John ile gözlerimiz kısa bir anlığına buluştuğunda dudaklarını oynatarak "Teşekkür ederim." dedi. Başımı sallayarak düştüğüm yerden kalktım ve Alex'in gittiğini tahmin ettiğim yere doğru hızlı adımlarla yürümeye başladım. Artık ne olacağı umurumda değildi. Eğer Alex benimle müttefik olacaksa yaptıklarına dikkat etmek zorundaydı.

Bu yüzden adımlarımı yavaşlatmadan Alex'in her yüzyıldan izler barındıran evine ulaştığımda onu burada bulacağımı biliyordum. İçeri girdiğimde arkası dönüktü ama üstü hala çıplaktı. Bakışlarım sırtındaki pençe izine takıldı, bunu John yapmış olamazdı, yeni oluşmuş bir yaraya benzemiyordu.

Alex hızla arkasına dönüp elindeki bardağı olduğum yere fırlattığında eğilmesem cam bardak yüzümde patlayacaktı. "Sen." dedi Alex oldukça sakin bir ses tonuyla. Gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Bana doğru yavaş adımlarla gelirken gözlerinin yeşilden kırmızıya döndüğünü görebiliyordum. "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordu birkaç adım önümde durduktan sonra.

Kalbim adrenalindan dolayı deli gibi çarpıyordu. Alex, toprağın bana zarar vermesini engelleyen kolyeme bakmak için boynuma dokunduğunda irkildim. Sonunda az da olsa toplayabildiğim cesaretimle hızlıca konuştum. "Yapmam gerekeni yaptım. Zevk için birini öldüremezsin."

Cümlemi bitirdikten sonra derin bir nefes aldım. Alex bana sonsuzluk gibi gelen bir süre sonunda cevap verdi. "Bilmediğin konulara karışma, Alexandra. Bir daha uyarıda bulunmam, bundan emin ol."

Sonra koltuğun kenarından lacivert renkli bir tişört aldı ve hızla üzerine geçirdi. Masanın üzerinden yeni bir viski bardağı alıp kehribar renkli sıvıyı bardağa doldurdu ve kendini kahverengi deri koltuğa bıraktı. "Toprak vampiri olmak da ne kötü, değil mi Alexandra?" diye sordu bana bakarak. Ben konuşmayınca devam etti. "Sonuçta boynundaki kolyeyi yanlışlıkla düşürsen senin için kötü olur."

Alaylı ifadesinin aslında bir tehdit olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yoktu. Elim istemsizce boynumdaki kolyeye gittiğinde Alex gülümsedi. "Merak etme, önceliğim kendi türüm değil." diye mırıldandı bardağı masaya bırakırken. Daha sonra yavaş adımlarla salondan çıktı.

O gittiğinde uzun zamandır tuttuğum nefesimi serbest bıraktım. Beni düpedüz tehdit etmişti ve ben hiçbir şey yapamamıştım. Onun karşısında aciz görünmek sinirlerimi bozuyordu. Ona burada olduğumu gösterecek bir şey yapmalıydım. Çünkü Alex'in anladığı tek yol buydu.

Güçlü olan kazanır.

Vampirlerin çoğunluğu avlanmak için şehre indiğinden evde yalnızca birkaç kişi kalmıştık. Evin sessizliği ve büyüklüğü içimi ürpertse de onlara katılmak istemiyordum. Uzun zamandan sonra belki de ilk kez yalnız kalabilmiştim. Ne her yaptığımı inceleyen gözler ne de beni tehdit eden bir Alex vardı. Bu an mahvetmek isteyeceğim son şeydi.

Gözlerimi kapattığım sırada oldukça uzaktan gelen zincir seslerini duydum. Sesler oldukça zayıftı fakat kulaklarıma ulaşmayı başarmıştı. Tahminen ormanın içinden geliyordu. Bu John olmalıydı. Yapmam gereken şeyi biliyordum. Alex'e burada olduğumu kanıtlayacak şeyi bulmuştum.

John'u serbest bırakacaktım.

Hızla dışarı çıktığımda bu gece dolunay olduğunu fark ettim. Bunun anlamı John'un dönüşecek olmasıydı. Kurt adamların dönüşüm esnasında çok acı çektiklerini duymuştum, üstelik John'un yaralı olduğu düşünülürse çekeceği acıyı tahmin edemiyordum.

Tekrardan dinlemeye odaklandığımda John'un yalnız olmadığını anladım. Alex onu yalnız bırakacak kadar aptal olamazdı zaten. Onu ne zamandır esir tutuyordu ve kafasında ne gibi bir plan vardı bilmiyordum. Umrumda da değildi. Bu gece John'u serbest bırakmaya kararlıydım.

Rüzgarın hızlanmasından havanın bozacağı anlaşılıyordu. Böyle devam ederse avdan erken dönerlerdi ve John'u kurtarmak için yeterli zamanım olmazdı. Bu yüzden tam anlamıyla plan yapamadan yola koyuldum. Kulübe tahmin ettiğim gibi ormanın ortasındaydı. Tam olarak kulübe de denemezdi, daha çok birkaç tahta ve tuğladan oluşan bir harabe gibiydi. Nöbetçi vampirlerin seslerini duyuyordum, beslenemediklerinden şikayet ediyorlardı. İki kişiydiler. John'un öksürdüğünde kan kustuğunu kokudan anlamıştım.

"Bu gece dolunay var." dedi bir tanesi.

Sonra gelen zincir sesinden John'un zincirlerinin sağlam olup olmadığını kontrol ettiklerini anladım. Zavallılar. Yavaş adımlarla kulübenin kapısına ulaştığımda bir tanesi beni hızla yere serdi. Beni tanıdığında ise kaşlarını çatıp üzerimden kalktı.

"Ne işin var burada? " diye sordu diğeri. "Beni Alex gönderdi." diye yalan söyledim. "Siz beslenirken ona ben bakacağım." Başımla John'u işaret ettiğimde ikisi birbirine baktı. Sonunda daha uzun boylu olan elindeki ucu kanlı mızrağı bana uzattı. "Herhangi bir hareket yaparsa saplamaktan çekinme." dediğinde başımı salladım. Diğeri de elinde tuttuğu bıçağı bana verip gitti. Uzun bir süre geri dönmeyeceklerini biliyordum. Yine de bir süre tetikte kaldım. Fakat ortada herhangi birinin varlığı hissedilmiyordu.

Elimdeki tüm sivri aletleri kulübenin girişinde atıp içeri bir adım attım. John sabahkinden bile kötü görünüyordu, bana bakmak için başını kaldırdığında dudaklarının kan içinde olduğunu gördüm. Aniden gelen kırılma sesiyle John garip bir şekilde büküldü.

"Git buradan." dedi John nefes alıp verişlerinin arasından.

"Seni kurtaracağım." deyip zincirlere uzandığımda John tekrardan kasıldı.

"Seni öldürebilirim."

Cümlesi biraz korkmama neden olsada zincirlerin sağlamlığını kontrol etmeye başladım. "Hayır, öldürmezsin." dedim zincirlerin bir tanesini kırarken. Kırılacak çok zincir vardı ve John dönüşmek üzereydi. Bu yüzden tüm gücümü kullanıp birçok zinciri tek seferde kırdım. John aniden başını kaldırdığında gözlerinin sarıya döndüğünü ve en az benimkiler kadar keskin dişleri olduğunu gördüm. Bu görüntü birkaç adım gerilememe neden olurken John çok daha hızlı şekilde kasıldı ve sonunda dönüştü.

Dönüşmesiyle birlikte kalan birkaç zincir de kırılmıştı. Hayatımda ilk kez bir kurdun bu kadar yakınında duruyordum. Tahminimden çok daha büyüktü. Kahverengi kürkü arasına yıldız serpiştirilmiş gibi parlıyordu. Sarı gözleri ise bal rengine dönmüştü.

John yavaşça bana yaklaşmaya başladığında korkmuştum, sonuçta kurtların amacı vampirleri yeryüzünden silebilmekti. Bana zarar verebilirdi, ki beni bu konuda uyarmıştı. Fakat John yalnızca üzerimi koklayıp hızla kulübeyi terk etti. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Etraf darmadağınıktı, zincirler etrafa saçılmıştı. Kulübenin duvarında pençe izleri vardı. Fakat başarmıştım. Üstelik tahmin ettiğimden daha kolay olmuştu.

John'un nihayet özgürlüğüne kavuşmasına sevinmiştim. Alex'in vereceği tepkiyi düşünmek ürpermeme neden olsa da deli gibi merak içindeydim. Ve şanslı günümde olmalıydım çünkü Alex şu anda tam karşımdaydı. Ve birer yakutu andıran kıpkırmızı gözleri doğrudan bana odaklanmıştı.

Continue Reading

You'll Also Like

12.2M 519K 75
Jenna Collins Gizemli Kasaba'ya taşındığında olacaklardan habersizdir. Birçok yeni insan tanıyacaktır. Peki ya tanıdığını sandığı insanlar gerçekte ö...
5.8M 423K 43
*Tamamlandı* "Sence bizden bir cacık olur mu?" dediğimde önce bana öylece baktı, sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Öyle ki boynumdaki kolunu çekip...
959K 48.5K 33
Teresa Ballantyne, adım buydu. Ben küçükken annemle babam ölmüştü. Onların ölümünden sonra amcam tarafından New York'a götürülmüştüm. O zamanlar 8 ya...