8. Bölüm

2K 165 12
                                    

Düzenlenmiştir.

Bölüm şarkısı: Eurielle-City of The Dead

Bir çocuğun hayatında bağlandığı ilk canlı annesidir. Hayata tutunmasını sağlayan varlıktır anne. Öyle ki insan annesinden başka kimseye güvenemez o anda, doğduktan sonra da bu böyle devam eder. Ta ki taraflardan biri bağı parçalayana kadar. 

İşte o an boşluğa düştüğünü hisseder insan, tutunacak dalı kalmamıştır çünkü. Zamanla boşluğa alışır, o boşluğu doldurmak ister başkalarıyla. İşte burada yanılır insan, çünkü bu boşluğun yerini doldurabilecek kimse yoktur hayatında.

"Neden izin verdin ki?" diye mırıldandım. Oturduğum ağacın altında toprak tenime işlerken ağlıyordum. "Beni neden yanında götürmedin?"

Yaşadığım bu sefil hayatın sorumlusu olarak annemi görüyordum. O gün bizi koruyabilecek gücü bulabilirdi, bunu biliyordum. Ama yapmamıştı. Neden? Neden bizi korumak yerine ölümü göze almıştı? 

"Neden, neden, neden? " diye mırıldanarak etrafa bakındım. 

Bu halde olmamın tek sebebi annemdi. O gün bizi kurtarabilmiş olsaydı düzgün bir yaşam sürüp şu anda ölü olmam gerekiyordu. Hem belki de mezarımı ziyarete gelen sevdiklerim de olurdu. Fakat bunların hiçbirine sahip değildim. Aksine annem bana sonsuz bir acı bahşetmişti. Sonsuza kadar sürecek bir ıstırap...

Susuzluktan olsa gerek, etraf kapkaranlık görünüyordu. Sanki dünyada benden başka nefes alan biri yokmuş gibiydi. Burada kalıp toprağın vücuduma onarılamaz derecede hasar vermesini bekleyebilirdim. Ya da kendim için mezar kazıp intihar edebilirdim. Ama ikisini de yapmayacaktım. Çünkü John daha birkaç saat önce beni mahzenden çıkarırken kendime bir söz vermiştim. Her şeye rağmen yaşamak zorundaydım. Bu kadar erken pes etmem mümkün değildi. Ben bu değildim.

Biraz kendime gelince aslında güneşin doğmak üzere olduğunu gördüm. Burada durmamam gerekiyordu, hala mahzene yakındım. Alex her an eserini kontrol etmeye gelebilirdi. Belki de öleceğimden emindi. Ancak yanılmıştı. Çok kısa bir süre sonra ona yaşamakta olduğumu gösterecektim. Şuradan hareket etmeyi başarabilseydim...

Kıpırdayamayacak kadar bitkin hissediyordum. Karanlık yeniden, göz bebeklerimin içine bir mürekkep gibi dağılmaya başlamıştı. Gün ışığına dair izler yavaş yavaş silinip gidiyordu. Kıpırdamaya çalıştım ancak toprak tenimi kavuruyordu. Acıyla inlemekten başka bir şey yapamadım.

Bir ses duyduğuma emindim. Fakat bu gerçek bir ses miydi? Bilmiyordum. Beynimin bana oynadığı oyunlardan biri olabilirdi. Fakat eğer bu ses gerçekse tehlikede olabilirdim. 

"En iyi ihtimalle bir sincaptır." diye mırıldandım ve öyle olması için dua ettim. 

Az da olsa kan içebilecek olmak vücudumu harekete geçirmiş, duyularım keskinleşmişti. Evet, şimdi de kan kokusu alıyordum. Kendimi ayağa kaldırmayı başarıp ağaçtan tutunarak gelenin kim olduğuna bakmaya başladım. 

"Sincap,ha?" 

Duyduğum sesle beraber ağaçtan tutunmayı bırakınca dengemi kaybettim ama o beni yakalamayı başarmıştı. John'u tekrar karşımda görmek beni şaşırtsada gülümsemeye çalıştım. "Bize köpek diyordunuz, şimdi de sincap mı olduk?" diye devam etti John. Ardından bana doğru birkaç adım attı.

"Neden geri döndün?" diye sordum ve ortam bir anda ciddileşti. John bir süre etrafa bakındı. Bir an için cevap vermeyeceğini düşünmeye başlamıştım ki sesi ormanda yankılanarak kulaklarıma ulaştı. 

"Hiç gitmedim ki." 

Cevabından sonra bakışlarımı gözlerine çevirdim. Oldukça ciddi görünüyordu. Yeniden soru sormaya hazırlandığım sırada gömleğini dirseğine kadar sıyırdı ve bileğini dudaklarıma doğru uzattı. Yaptığı şey karşısında kaşlarımı çattım ve soru soran bakışlarımı ona çevirdim. 

İçgüdüWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu