Yıldızlara Tutunmak

sukunettekelimeler tarafından

300K 18.5K 7.3K

Affan kendisiyle evlenmek istediğinde Betül, onun kim olduğunu bile bilmiyordu. Gizemini çözemediği, fakat gü... Daha Fazla

Giriş/Tanıtım
YT1 •Bölüm 1•
YT1 • Bölüm 2 •
YT1 • Bölüm 3 •
YT1 • Bölüm 4 •
YT1 • Bölüm 5 •
YT1 • Bölüm 6 •
YT1 • Bölüm 8 •
YT1 • Bölüm 9 •
YT1 • Bölüm 10 •
YT1 • Bölüm 11 •
YT1 • Bölüm 12 •
YT1 • Bölüm 13 •
YT1• Bölüm 14 •
YT1• Bölüm 15 •
YT1 • Bölüm 16 •
YT1 • Bölüm 17 •
YT1 • Bölüm 18 •
YT1 • Bölüm 19 •
YT1 • Bölüm 20 •
YT1 • Bölüm 21 •
YOL AÇIN GÖNLÜNÜZE
YT1 • Bölüm 22 •
YT1 • Bölüm 23 •
YT1 • Bölüm 24 •
YT1 • Bölüm 25 •
YT1 • Bölüm 26 •
YT1 • Bölüm 27 •
YT1 • Bölüm 28 •
YT1 • Bölüm 29 •
YT1 • FİNAL • Bölüm 30 •
Kitap önerileri
YT2 • Giriş/ Tanıtım•
YT2 ▪︎ Bölüm 1▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 2▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 3▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 4▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 5▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 6▪︎
YT2 ▪︎ Bölüm 7 ▪︎
YT2 ▪︎ Bölüm 8 ▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 9▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 10▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 11▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 12▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 13▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 14▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 15▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 16▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 17▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 18▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 19▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 20▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 21▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 22▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 23▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 24▪︎
YT2 ▪︎Bölüm 25▪︎
YT2 ▪︎ Bölüm 26▪︎
YT2 ▪︎ Bölüm 27 ▪︎
YT2 ▪︎ Bölüm 28 ▪︎
YT2 ▪︎ Bölüm 29 ▪︎
YT2 ▪︎ Bölüm 30 ▪︎ FİNAL
Film Önerileri
DUYURU
HARİKA BİR HEYECAN/HABER
Fikir -

YT1 • Bölüm 7 •

9.7K 551 347
sukunettekelimeler tarafından

*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*
Betül İlgüz
*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆*☆

Kızlarla tatlı yemeye gidecektik bugün. Eylül iki gündür bizdeydi fakat Cumartesi günü eve dönecekti. O zamana dek; yani kalan iki günümüzü de okula gitmem haricinde eğlenceli şeyler yaparak değerlendiriyorduk. Okullar haftaya da vardı, sonra kapanıyordu.

Nihayet Eylül hazırlanıp yanıma ulaştığında ikimiz de arabaya bindik. Amcam şoför koltuğunda, ben yanında, Eylül de arkada oturuyordu. Aslında onunla arkada oturmak isterdim, fakat önde oturmak kuralımı kolay kolay yıkabileceğimi sanmıyordum.

Amcam bizi uygun bir yerde indirip uzaklaştı yanımızdan.
Biz de Süheyla'nın bizi beklediği kafemsi şirin yere doğru gitmeye koyulduk. Bizi görünce ayaklanan Süheyla'ya sarılıp karşısındaki iki sandalyeye oturduk Eylül'le. Az sonra yanımıza gelip ne istediğimizi soran garson abiye de siparişlerimizi verip sohbet etmeye başladık.

Elindeki tepsiden tek tek tabakları ortaya koyan aynı garson abi başka bir isteğimiz olup olmadığını sorup uzaklaştı yanımızdan. Tabaklara uzanıp önümüze çektikten sonra yemeye giriştik.

''Dondurmadan daha güzel bir şey söyleyin bana kızlar?''

Anlaşılan yine Eylül'ün dondurma sevdası tutmuştu. Tam bir dondurma hastasıydı. Kışın satılsa kışın da yerdi. Buluyordu da satan bir yer. Maalesef her şeyin sonu olduğu gibi dondurmaların da sonu gelmişti ve kalkıp yürümeye başlamıştık meydana doğru.

Reklam panolarında asılı olan yazıları incelerken gözüme bir konferans takıldı. Telefonumun kamerasını açıp fotoğrafını çektim. Gitmeyi düşünüyordum.

'' Gidecek misin?''

''Gitmek isterim. İlgimi çekti.'' dedim ve Süheyla'ya döndüm. ''Sen de gelirsin.''

'' Müsait olursam gelirim.''

Vitrinlerin önünden geçerken Eylül eliyle bir elbiseyi işaret etti. ''Şuna bakar mısınız ya? Buna insanların para verdiğine inanamıyorum. Resmen kumaştan tasarruf. Elbise boyları küçüldükçe fiyatları da büyüyor, garip olan bu.''

'' Tıpkı kanatları yaralanmış Müslüman ülkelerde tabut boylarının küçüldükçe, zulmün büyümesi gibi...'' diye mırıldandı Süheyla.

Çok doğru söylemişti. Bu cümleyi gittiğimiz bir konferansta konuşmacıdan duymuştum ilkin.
'' İnsan aklı...'' dedim oradan uzaklaşırken. ''Çözmeye ne hacet.''

Bir süre etrafa bakınıp devam ettim konuşmaya. ''Mesela şu yeni moda yırtık kıyafetler. Eskiden fakirlerle dalga geçiyorlardı elbiseleri yırtık olunca, şimdi belki de bunun cezası olarak kendileri 'onca parayı verip ' aynı kıyafetleri giyiyorlar. Hatta daha beterlerini. ''

''O yırtıklar bana Cehennem zebanileri tarafından yapılmış gibi geliyor. Sanki insanların sonunu görüyoruz gibi.'' diye devam ettirdi cümlemi Süheyla.

''Allah akıl fikir versin. Bu zamandaki giyinmek değil, çıplaklık yarışı.''

'' Aynen öyle Eylül,'' dedim ve gözüme ilişen dondurmacıyla aklıma öğrencilerime verdiğim söz geldi.

Acaba matematik sınavları nasıl geçmişti? İyi de not alsalar, kötü de alsalar onlara dondurma ısmarlayacaktım. Ve bunun için acele etmem gerekiyordu. Aksi takdirde ramazan gelecekti ve oruçlu olacaklardı. Bunu aklımın bir köşesine not alıp elinde tuttukları bir şalın fiyatını soran kızların yanına vardım.

Eve döndüğümüzde aynanın karşısında aldığı başörtüyü deneyen Eylül mırıldandı, ''Babam görse kızacak yine mi örtü diyerek.''

'' Haklı.'' dedim gülümseyerek ve son olarak başımdaki tülbenti sandalyenin başlığına bırakıp kendimi yatağa attım. Namazım da bittiğine göre dinlenebilirdim.

Son bir kaç gündür uyumakta çektiğim zorluğun aksine rekor kırarak sadece ve sadece yarım saat döndükten sonra uyuyabilmiştim bugün. Sabah namazına kalkıp namazımı kıldım, Eylül'ü de dürtükleyip kaldırdım zorlansam da.

Yattığı yerden kalkıp yorganı attı yataktan ve köşedeki pufun üzerine koyduğu feracesini giyip, tülbenti de başına taktı. Ben ne yaptığına anlam vermeye çalışırken o seccadeyi de alıp serdi ve başında dikildi.

''Eylül, abdest almadın.'' dedim alarmı öten telefonumu sustururken. Kalkamam diye iki alarm kurmuştum.

''Var abdestim benim..'' diye mırıldanıp başındaki tülbenti düzeltti.

''Eylül uykudan uyandın nasıl var abdestin?!!''

Eylül ellerini kaldırırken yine konuştu. ''Almıştım ben abdest. ''

''Eylülcüm uyuyunca abdest gidiyor yalnız. Tekrar alman gerekiyor hani?!''

Eylül beni dinlemek yerine tekbir alıp namaza durdu. Abdestsiz namaz! Ben kıkırdayıp ''O namaz olmaz yalnız. Abdestin yok. Selam ver de abdest al.'' desem de beni takan kimdi ki?

''Eylül sana diyorum!'' ''Abdestsiz namazı da sen çıkaracaksın insanlığın başına.'' ''Eylül abdest al tekrar kıl. ''

Ve tüm çabalarım sabah Eylül'e ''uyandığında'' gece olanları anlattığıma göre, boşa gittiğini haykırıyordu.

''Ciddi misin sen?! Benimle dalga geçme Betül.'' deyip burun kıvırsa da, ''Öyle bir şey yapmam.'' dese de, daha sonra ciddi olduğumu anlayıp şaşkın bir nida dökülmüştü dudaklarından.

''Demek abdestsiz namaz kıldım ha?''

'' Yataktan çıktığın gibi giyinip namaza durdun. Çok komikti.''

'' Peki sonra abdest aldım mı? Kaza yapıcam ona göre bak!''

''Aldırdım zor da olsa. Anlaşılan yine sen hatırlamıyorsun gece olanları ama..''

'' İyi bari. N'apayım uyuduktan sonra olanları hatırlamıyorum. Üstelik o arada ne yaptığımı da bilmiyorum.''

''Aman dikkat et bir yerde kalırken insanların başına iş açma.'' dedim ve telefonumu çantama atıp son kez aynada şalıma baktım düzgün mü diye. ''Görüşürüz akşama, abdestsiz namaz kılan.'''

'' Ya sus Betül. Hatırlatma. Görüşürüz.''

Evden çıkıp okula yol aldım her sabahki rutinim gibi. Sınıfa girmek yerine kantine girdim ve az sonra çocukları göndereceğimi, hesabı not alıp bana bildirmelerini, ödeyeceğimi söyledim. Sınıfa girdiğimde herkes konuşmayı bırakıp ayağa kalktı.

Selamlaşıp hal hatır sorduktan sonra yoklamayı almak için defterin başına oturdum ve her ismini okuduğum burada dediğinden, tam yazıp konu kısmına da bir şeyler karalayarak elimdeki kalemin kapağını kapatıp fısıltılar gelen sınıfa döndüm.

''Matematik sınavınız nasıldı bakalım?''

Kimisi güzel, kimisi fena değil derken, ben asıl Faruk'tan bekliyordum cevabı. Bana çözdüğü testleri göstermişti ayrıca matematik öğretmeni Gülsüm hocaydı, ondan da anlamadığı yerleri dinlemişti tekrar tekrar. Yani çalışmıştı.

''Faruk sen kaç aldın?''

'' 90 aldım hocam.''

Kaşlarımı havaya kaldırıp kocamanından güldüm.

''Çabalayınca oluyor muymuş ne?'' dedim kalemimi çantama koyup ayağa kalkarken.

''Evet hocam. Oluyormuş.'' dedi Faruk ve gülümseyip sınıftaki arkadaşlarında gezdirdi gözlerini.

''Hocam sözünüzü hatırlıyor musunuz??''

Kafamı çevirip baktım bunu söyleyen kız öğrencime. ''Bizde söz senettir.'' dedim gülümseyip.

''Faruk sana teşekkür ediyor, Betül hocanın da kesesine bereket diliyoruz şimdiden.'''

Sınıftan gelen bu gibi konuşmalara güldüm. Gençlik böyle bir şeydi, her denene alınılmazdı veya kızılmazdı. Kızılmamalıydı. Art niyetle söylenen sözler değildi bunlar.

Tahtanın önünden kapıya doğru yürüdüm boş boş dikilmemek amacıyla. ''Arkadaşlar sizden, size şimdiye dek anlattıklarımı hatırlamanızı istiyorum.'' Biraz bekleyip yürüdüğüm yönün aksine döndüm. ''Ve şimdi herkes kantine inip istediği dondurmayı yiyebilir. Afiyet olsun. Serbestsiniz. Bahçeden çıkmamak şartıyla tabi. ''

'Yaşayın be hocam!' ile başlayıp teşekkürlerle devam eden cümlelere yanıt vere vere sınıfı boşaltmalarını izledim. Etrafta kimse kalmadığında tebessümüm hâlâ dudaklarımda yer eder bir şekilde masaya doğru yürüyüp çantamı aldım ve bahçeye çıktım. Gölgede kalan boş bir banka oturup etrafı seyretmeye başladım. Kendi lise yıllarım gelmişti aklıma ilkin. Hemen sonraysa ortaokul. Ve ilkokul...

İlkokuldayken annemin, babamın ve abimin yokluğunu hâlâ hissediyordum. Küçüktüm. Kocaman bir bahçesi olan, iki katlı bir okulda okuyorduk. Evet, okuyorduk. Fatih abimle aynı okula gidiyorduk. Amcam nedenini çocuk aklımla bilmediğim bir şekilde Fatih abimin de eğitimini üstlenmişti. Bizi aynı okula göndermişti. İlkokulda da ortaokulda da aynı yerde, beraber okumuştuk. Amcamın Fatih abimin eğitimiyle ilgilenme sebebini hiç konuşmamıştık. Tahminimce; hayır yapmak istemiş ve zengin de olduğundan dayımın çocuklarından biri olan Fatih abimin okumasına yardım etmişti. Gönülden gelen bir şeydi. Fatih abimin benimle böyle alakalı olmasının bir nedeni de beraber geçirdiğimiz onca zamandı bana kalırsa.

Okulumu özlemiştim. Belki de anılar kumbaramdan bir kaç bozukluk çıkarmak için orayı ziyarete gitmeliydim. Bu bana iyi gelecekti şüphesiz. Bunu aklımın bir köşesine yazıp telefonumu çıkardım ve saate baktım. Ben düşüncelerde boğulurken, dersin bitmesine henüz on beş dakika kalmıştı.

''Hocam siz de oynamak ister misiniz!?''

Bana seslenen Begüm'e gülümseyip teklifini reddettim. Aslında severdim valeybol oynamayı --pek beceremesem de-- ama erkek öğrencilerim etraftayken rahat hareket edemezdim. Feracem uçardı falan bir de.

Etrafı seyretmeyi bırakıp tekrar saate baktığımda dört dakika kalmıştı zilin çalmasına. Tam kalkmayı düşünürken yanıma gelen Begümden dolayı kavradığım çantamı bıraktım.

''Hocam müsait bir zamanınızda sizinle bir yerde buluşsak olur mu? Konuşmak istediğim bazı şeyler var ve ben sizinle rahatça paylaşabileceğimi düşündüm.''

Bu tutumu karşısında sevinerek gözlerine baktım onun. ''Tabiiki olur Begüm. Sen ne zaman nerede istersen haber ver bana. Ben gelirim inşaAllah. ''

'' Haftasonu boş musunuz?''

'' Boşum canım.'''

'' Cumartesi günü haberleşip buluşsak?''

'' Uygundur.'' deyip gülümsedim.

'' Tamam hocam çok teşekkür ederim..'' diyen Begüm ona seslenen kızlara dönüp baktıktan sonra tekrar bana hitaben konuştu. ''Ben kızların yanına gideyim hocam. Görüşürüz.''

'' Görüşürüz Begüm.'' dedim ve içime sığmayan heyecanımı dizginleyip kalktım oturduğum banktan.
Bugün Cumaydı. Ve akşama kadar dersim vardı. Bir dersim boştu o kadar.

Bir günün daha sonuna gelmiş ve okulun kapısından çıkıp yürümeye başlamıştım durağa doğru. Buradan geçen arabalarla tek seferde eve yakın bir yerde inip ulaşabiliyordum bizim sitelere. Taksiye sürekli para vermemeye çalışıyordum zaruri bir durum olmadıkça. Yorgun hissettiğimde de taksiye başvuruyordum o ayrı konu.

Otobüs gelip de bindiğimde boş bir koltuğa oturdum. Bir kaç durak sonra binen teyzelere yer kalmayınca ayağa kalkmak üzere hareketlenmiştim ki 19 yaşlarında bir genç kalkıp yer verdi, yine de bir teyzenin daha ayakta kalmasıyla kalkıp demirlere sıkıca tutundum iki elimle. Otobüslerde asla iki elimle de tutunmadan duramazdım, en ufak bir frende veya sallantıda öne veya arkaya doğru uçuşa geçerdim aksi takdirde. Bu huyumdan nefret etmiyor değildim. Ama napacaksın, benim denge problemimdi bu.

Neyse ki bir çok zamanın aksine otobüs boştu. Genelde ayakta duran insanlar tıkış tıkış sürterdi birbirine ve bundan nefret ederdim. Dolu bir otobüs gördüğümde binmek yerine bir diğerine beklediğim bile olmuştu pek çok kez.

İneceğim yerde inip bizim mahalleye doğru yürümeye başladım. Mahalleye varıp --ki mahallelerde artık eski dostluk ve şenlik kalmamıştı-- bayırın başına gelince üçüncü sınıf zamanım geldi aklıma.

Çiftlikten dönüyorduk çünkü yazın bitmesine günler kalmıştı ve okula gidecektik. Bayırın başında inmiştik arabadan, aşağı doğru yürüyorduk anaannemlerle. Fatih abime 'hadi yarış' deyip cevap vermeden koşmaya başlamıştım bayır aşağı. Anaannemin 'durun çocuklar' nidaları eşliğinde Fatih abim de peşimden koşup kolayca bana yetişmişti. Yeri izleyen gözlerimi kaldırıp onun elâlarına bakarken ayağım takılmış ve yüz üstü serilmiştim yere. Gözyaşlarım ânında hücum edip yanaklarımı ıslatırken kalkmaya bile cesaret edememiştim. Fatih abim iyi misin diyerek önüme düşen kahverengi saçlarımı arkaya atmış ve soyulan ellerimi kavrayıp üzerindeki tozları atarken bir yandan da üflemişti.
Anneannem yanımıza gelene dek dizlerimi de kontrol etmiş, beni cesaretlendirip kolumdan tutarak kaldırmıştı.

Beynime hücum eden anı Fatih abimin tebessümüyle sonlandığında çoktan evin kapısını tıklatıyor halde buldum kendimi. Ne çok zamanda destekçimdi Fatih abim. Ona karşı ayrı bir yer vardı kalbimde. Ertuğrul abim veya Eren'den daha fazla bir yer kaplamıştı.

Yengemin kulaklarımı dolduran sesiyle soyutlanmış olduğum diyarlara geri döndüm. Gerçeğe.

'' Kusura bakma yenge dalmışım. Ne demiştin?''

Yengem eliyle yaptığı hareketle içeriye gelmemi işaret ederken bir yandan da şu cümleler döküldü dudaklarından.
'' Sen de son zamanlarda pek bi dalıyorsun. Hayrola, aşık mı oldun?''

Yengemin sözlerine tepkisiz kalıp ikili koltuğa oturdum.

''Sen şimdi Ramazanda düğün istemezsin. Ramazandan sonraya bırakacağız.''

'' İyi olur..'' dedim , aslında düğün olacak olması bile beni biraz geriyordu.

Yengemle bir süre daha konuştuktan sonra izin alıp namaz kılmak için kalktım ve odama çıkıp abdest aldım. Namazımı kıldıktan sonra duamı da edip topladım seccademi. Pazar gecesi sahura kalkacaktık. Hasretle yolunu gözlediğim cânım Ramazan da gelmişti işte neredeyse. Ömrümüz elverirse oruçlu olacaktık bir kaç güne.

Eylül'ün yokluğu dikkatimi çekerken gitmiş olma olasılığını silerek telefona sarıldım. Çünkü bugün gitmeyeceklerdi.
Üçüncü çalıştan sonra açıldı telefon.
'' Alo Eylül? Neredesin sen?''

'' Süheyla'nın yanında. ''

'' Ciddi misin? İnsan haber verir değil mi!?''

'' Ne bileyim kızın, sen okulda olunca sıkıldım. Bir uğrayayım dedim.''

Bir süre sohbet ettik , telefonu kapatıp kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Aslında canım gitmek istiyordu yanlarına ama çok üşeniyordum. Bu kadar üşengeç olmamalıydım.

Eylül'üm yarın sabah gidecekti ve ben buna hiç hazırlıklı değildim. Telefonu kapatırken de geç olmadan gelmesini söylemiştim vakit geçiririz diye.
Son akşamımız da bitip gitme vakti geldiğinde sımsıkı sarıldım ona.

'' Betül bak okullar kapanacak. İtiraz istemiyorum, çiftliğe geleceksin en kısa sürede.'' diye tembihlemeyi de unutmamıştı sarılırken.

'' Merak etme sen. Elimden geldiğince çabuk geleceğim yanına. Tabi beni yine kümese sokmazsan.''

Kümes olayı küçükken yaşanmış komik bir anıydı. Yumurtaları almak için kümese girmiştik beraber. Tavuklar kanat çırpıp havalanınca Eylül korkup kümesten çıkmış, kapıyı da arkamdan kapatmıştı. Kendini tavuklardan korurken, beni onlarla baş başa bırakmıştı.

'' Yok, bu kez havuza düşüreceğim seni.'' Gerçekte havuza düşmemiştim hiç neyse ki. Bu sadece bir dalga konusuydu.

Sonunda Eylül'le sarılmamız bitti ve Fatih abim girdi görüşüme. Kafasını kaldırıp hafif bir tebessümle bana kendime iyi bakmamı söylerken parlıyordu elâ gözleri. Gülmek hatta sadece hafif bir tebessüm etmek bile çok yakışıyordu yüzüne. Ona olan bu sevgim beni umarım ki kötü bir duruma veya günaha sürüklemezdi. Ona kötü niyetle bakmasam da beni kendine çekmesini inkâr etmiyordum. Kendime ve düşüncelerime sahip çıkmalıydım.

''Sen de kendine iyi bak. Bekliyorum tekrar hepinizi.''

'' İnşaAllah.'' dedi ve gri arabanın şoför koltuğuna bindi. Eylül de arka koltuğa geçip camı açarak bize el salladı.

''Herkese selam söyleyin!'' diye seslenip üçüncü kez el sallarken, Fatih abim 'baş üstüne' deyip korna çaldı ve araba uzaklaştı. Görüş açımdan çıkana dek izledim gitmelerini. Sonunda içeriye girip odama çıktım.

Üzerime lacivert bir etek ve bej rengi bir gömlek giyip bonemi taktıktan sonra banyoya gidip dişlerimi fırçaladım. Bu işlem de bitince siyah feracemi giyinip siyah şalımı da taktım. Begüm'le buluşacaktım bugün.

Ona vermek için bir kaç kitap seçme kararıyla kitaplığıma yöneldim. İki kitabı alıp çantama koydum ve telefonumu çantama sokmadan evvel ekran kilidini açıp mesaj var mı diye baktım. Begüm'den ses olmasa da Affan beyimizden mesaj vardı.

Hâlâ arabada beni düşürdüğü durumu unutmamıştım.

Gönderen; Affan

Hemen hazırlanabilir misin, seni almaya geliyorum.
(10:23)

Telefonun üstüne kaydırdım gözlerimi ve saate baktım.
10:30

Gönderilen; Affan

İşim var, müsait değilim.

Dua etsin kibar konuşuyordum. Kızıp bana sormadan beni almaya niye geliyorsun falan demek vardı...

Gönderen; Affan

Müsait olup olmamanı sormadım ki. Seni almaya geliyorum. Vardım sayılır eve. Aşağı in. NOKTA

Sinirle güldüm. Nokta'ymış! Heh!

Gönderilen; Affan

Boşuna zahmet etme. İşim var ve seninle hiç bir yere gelmiyorum VİRGÜL
işim olmasa da gelmezdim ÜÇ NOKTA

Noktalama işaretleriyle girdiğimiz savaşı ben başlatmamıştım, beni kınamayınız!

Telefon ânında titredi.

Gönderen; Affan

Aşağı in. Bekliyorum ÜNLEM

Hırsla kalkıp perdeyi araladım. Siyah araba aşağıda duruyordu.

Gönderilen; Affan

Bana emir veremezsin.
Sana benimle böyle konuşma hakkını kim veriyor SORU İŞARETİ

Aslında beni sinir etmese belki inerdim. En azından kibarca suratına gelemeyeceğim demek için.

Telefonum tekrar titredi.

Gönderen; Affan

Eğer gelmezsen yengenle konuşurum veya kendim oraya gelirim Betül.

Böyle bir şey yapmayacağından takmadım ve telefonu çantaya atıp yatağımın üzerine oturup beklemeye başladım. O gidince çıkacaktım evden.

Şuan beni ne için çağırdığını merak etmiyordum. Aslında biraz meraklı biriydim. Şaşırtıcıydı bu meraksızlık.

Odamın kapısı tıklatıldığında yengem olduğunu düşünerek 'gir' dedim ve içeriye giren kot pantolonu, su yeşili tişörtüyle yengemdi gerçekten.

'' Betül sanırım Affan'la bir yere gidecekmişsiniz. Seni bekliyor aşağıda. Oyalanma da geç kalmayın.''

Ciddi ciddi söylemişti yengeme gıcık!
Koca adama gıcık demek de ayrı bir ironiydi ama gerçekti. Gerçeklerden şaşamazdık ya.

''Yenge benim başka bir işim var. Onunla gitmeyeceğim, söyledim Affan'a da az önce.''

Doğru diyordum, yalan değildi.

'' Söyledin mi? Tamam o zaman..'' diyen Nesrin yengem çıktı odadan. Kapı kapanınca birazdan gider Affan beyimiz de diye düşünerek bir kaç dakika bekledim. Odamın kapısı tekrar açıldığında kafamı kaldırdım.
Ve dondum. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar baktım, kapıdan içeriye girip bir kaç adım atan adama. Burada ne işi vardı? Gerçekten gelmiş olamazdı değil mi?

Şurada gözlerimi yumup ÜNLEM ÜNLEM ÜNLEM diye bağırasım vardı. Çok komik olurdu gerçekten.

'' Odan güzelmiş. ''

'' Sa-sağol da napıyorsun sen burada?! Bir kızın bulunduğu odaya da kapıyı tıklatmadan girilmeyeceğini öğrenememişsin anlaşılan.''

'' Odasına girdiğim 'bir kız' değil. Bu yüzden sorun teşkil etmiyor.'' diyen Affan önüme doğru yürüyüp bir kaç adım ötemde durdu.

''Burada naptığıma gelirsek! En son sana aşağı inmeni söylediğimi hatırlıyorum. Ama sen davetiye bastırmamı bekliyordun sanırım.''

'' Ben de seninle gelemeyeceğimi söylediğimi hatırlıyorum.'' derken ayağa kalktım.

''Ben de inmezsen kendim yukarı çıkarım dediğimi hatırlıyorum. Ve yukarıdayım gördüğün gibi.'' diyen Affan'ın gözleri ben gözlerimi kaldırınca benimkilerle buluştu.

'' Şimdi, zorla aşağı mı indireyim, bana zahmet çektirmeden kendin iner misin?''

'' İnerim.'' deyip zoraki tebessüm ettim yapmacıklığını belli etmekten sakınmayıp ve odadan çıktım. Merdivenleri inip siyah ayakkabılarımı da giydikten sonra evden de çıktım. Hızlı adımlarla siyah aracın yanından geçip bayır yukarıya yürümeye başladım.

'' Betül! Biner misin şu arabaya!''

Arkamdan seslenen Affan'ı umursamadım. Ben ona aşağı inerim demiştim değil mi, arabasına binerim değil.

''Betül!''

Son kez adımı seslendiğini duyduğumdan buyana bir kaç dakika geçmişti. Beklediğimin aksine peşimden gelmemişti ve bu beni şaşırtmıştı açıkçası. Hele de arabayla yanımdan geçip kulaklarımı patlatan korna sesine beni mahkum etmesine rağmen durmak yerine bayırı çıkıp gidince daha da şaşırmıştım.

Ben de bayırı çıkıp bir kaç adım attım durağa doğru, beni engelleyense kolumda alarma geçen 'temas var' bildirimleriydi.

''Kızım manyak mısın sen?! Bin işte şu araca güzellikle nolur sanki! İlle zor kullandıracaksın adama yani?!''

Kolumu kurtarıp beni çekeleyen Affan'dan bir adım uzaklaştım. ''Bana dokunma.'' Gayet net bir dille konuşmama karşın beni duymamış gibi tekrar kolumu kavrayıp sürükledi peşinden. Bir yandan da söyleniyordu.

''Dokunmaymış. Sanki ellerimizde zehir var mübarek. Haram desen o da değil. Takıntılı hanım efendi.''

'' Şimdi haram olmasan da, ileride olmayacağın ne malum?''

Söylediğim şey üzerine gözlerime anlam veremediğim bakışlarını yöneltip arabanın kapısını açtı.
Kolumu tekrar kavrayıp içeriye doğru iteledi kim bilir kaçıncı kez 'bin' derken. Derince oflayıp bindim ve kapıyı sertçe tutup çektim. Çıkan sesten ben bile rahatsız olmuştum. Ama bunu haketmişti.

'' Arabama doğru davran!''

'' Çok kıymetli araba, kusura bakma unutmuşum. Kapı kırılır falan sonra nasıl öderim hesabını?!''

Emniyet kemerini takıp bir daha bu arabaya bindiğimde öne oturmayacağıma kendimle karar aldım. Yaklaşık on beş dakikam da bu karar için kendimi cesaretlendirip teşvik etmekle geçti.
''Ölmezsin arkaya otursan.''
''Ölümün zamanı belli kaderinde. Ha önde, ha arkada be Betül. Bunun çenesini çekmezsin en azından.''

'' Nereye gidiyoruz?'' Sonunda sormayı aklıma getirdiğim için kendime kocaman bir alkış tuttum soru dudaklarımdan dökülünce.

'' Basketbol sahasına. ''

'' Basketbol mu? '' Tüm alayvâri şaşkınlığımı ele veriyordu kelimelerim. Ben ve basketbol.

'' Ne yapacağım ben acaba orada? ''

'' Gidince görürsün. ''

Kafamı iki yana sallayıp ofladım. Gözlerini yoldan ayırmayan Affan boştaki elini ensesine götürüp konuştu. ''Bugün çok ofluyorsun.''

''Seninle olduğum zamana özgü, bugüne değil.''

'' Öyle mi?'' derken gözlerini yoldan çekti ve bakışları beni buldu.

'' Öyle.''

'' Demek ki ilerleyen zamanlarda çok oflayacaksın. Şimdiden antreman yap.''

Neden her dediğime karşılık veriyordu da zafer elde etmeme engel oluyordu anlamıyordum! Üstünlük bende kalsındı bir kez de. Hem böyle giderse biz hiç anlaşamazdık ki.

Sonunda gideceğimiz yere varmış olmalıydık ki araba durdu ve indi Affan. Ben de inip takip ettim onu. Çevresi tel örgüyle sarılı yerden içeri girdiğimizde etraf bomboştu. Saha da zaten tenha bir yerlerdeydi. Affan bir şey unuttuğunu söyleyip geldiğimiz yolda geri yürüdü. Yanıma ulaştığında elinde bir poşet ve basketbol topu tutuyordu.

''Sevdiğin için mi oynuyorsun? Yoksa oyuncu falan mısın?'' Sahanın ortasına vardığımda sessizliği bozup bu soruyu yönelttim ona. Sinirli de olsam insan çok fazla sessiz kalamıyordu.

'' Sevdiğim için. Veya sinirlendiğim için. Stres atma konusunda iyi geliyor bana.''

Kafamı sallayıp bana uzattığı poşeti aldım elinden. Onun hakkında bir şeyler öğreniyordum yavaş yavaş. Ve kesinlikle çok az şey biliyordum.

Tam pantolonla nasıl rahat oynayacaksın demek üzere kafamı kaldırmışken siyah bir eşortman ve gri bir tişört giymiş olduğu dikkatimi çekti. İyi ki de hemen konuşmamıştım. Napsaydım yani, onun ne giydiğini incelememiştim ki.

'' Basketbol sever misin?'''

Etrafta benden başka kimse olmadığına göre bu soru da bana yöneltilmişti.
''Oynamayı pek beceremem ama sevmiyorum değil.''

Sektirdiği topu bana doğru atıp 'yakala' dediğinde refleksle tuttum topu. ''Bir kaç adım ileri gelip at.''

'' Yok, kalsın ben almayayım.'' dedim ondan sakındığım bakışlarımı ona yöneltip.

''Betül, at işte.''
Kesin dille söylediği ikazına surat asmıştım ki cümlesine devam etti
''Şurada sakince iki dakika geçirelim, olmaz mı?''

Kafamı sallayıp elimdeki poşeti kenarıya bıraktım ve bir kaç adım ileri gittiğimde o da hemen yanımda durdu. Topu kaldırıp potaya yönelttim , yuvarlak demire çarpıp geri geldi. ''Oynayamıyorum.'' dedim tekrar ve yakaladığım topu ona uzattım.

'' Güzel attın ama topu yanlış tutuyorsun.'' deyip bir adım attığında önüme geçmişti. Ben ne yaptığına anlam veremezken o elini uzatıp topu aldı ve nasıl tutulacağına dair bir şeyler söyleyip topu tekrar bana uzattı. Dediği gibi tutup tekrar attığımda top filenin ağzında yuvarlak çizerek dönse de sonunda kenarıya çarpıp düştü. Hadi ama!! Onun girmesi lazımdı. Resmen fileden çıkmıştı!

'' Güzel!''
Affan tek kelimelik cümlesini bitirip topu sıkıca kavradı, ve yanıma ulaşıp dizlerini hafif kırdı, bileğiyle aynanda hareket ederek doğruldu ve topu attı.
Basket.

Aklıma Begüm gelince ''Buraya bunun için gelmedik değil mi?'' deyip bir nevi huzurlu ortamı bozdum.

'' Hayır. Az sonra arkadaşlarım gelecek. Ve maç yapacağız.''

'' Peki ben senin arkadaşlarını ilgilendiriyor muyum da buradayım?''

'' Sen,'' deyip bana doğru yürürken elindeki topu bıraktı. Top seke seke yuvarlandı bizden uzağa. ''Kimseyi değil, beni ilgilendiriyorsun. Burada olman için yeterli bir sebep.''

Suratıma dolan nanemsi fakat tatlı koku bana biraz fazla yaklaştığını haber veriyordu. Kafamı sallayıp sustum. Dikine gidersem, kötü şeyler olacağından korkuyordum. Ve ben onun çok umrundaymışım gibi 'beni ilgilendiriyorsun' demesi!

Topa doğru yürürken tekrar konuştu.
''Arkadaşlarım yalnız gelmeyecek. Kız arkadaşlarını falan da getirecekler. ''

'' Sen de kız arkadaşını getirseydin.'' Düşünmeden söylediğim sözcükler ağzımdan çıkar çıkmaz elimi ağzıma götürüp kapattım. Bazen cidden aptal olabiliyordum.

'' Bu neyin îması bilmiyorum Betül ama benim kız arkadaşım yok, evliyim. (Derken yüzüğünü gösterdi) Ben de eşimi getirdim. Ve biraz daha burnunun dikine gidip gerekli-gereksiz sözler ederse onun için pek iyi olmayacak.''

Anladığımı belli edercesine kafamı sallayıp telefonumu çıkardım ve Begüm'ü arayıp saati ertelememiz için ricada bulundum.
''Hiç sorun değil hocam. Ne zaman müsait olursunuz?''

Ben de bilmiyordum ki güzelim. Affan'a dönüp baksam da o elindeki topla oynamakla meşguldü. ''Affan.'' diye seslendiğimde bana dönebildi.

'' Yine ne oldu kitap kurdu?''

'' Ne zaman işimiz biter?''

'' En az iki saat.''

Kafamı sallayıp tekrar çevirdim bakışlarımı rüzgardan sallanan ağacı izlemeye.

''Dört gibi buluşmuş olalım biz en iyisi.''

'' Tamam hocam. ''

Begümle vedalaşıp telefonu kapattıktan sonra mavi spor bir araba bizim arabanın arkasına parkedip durdu. Bizim araba mı? !!
İnanmıyordum kendime. Her neyse bu sonuçta sadece bir cümle hatasıydı. Yoksa arabayı benimsediğimden veya Affan'ı 'bizimsediğimden' değil. O arabayla geldiğim için böyle demiştim.

Arabadan ---affınıza sığınarak söylüyorum-- sırık boylu bir adam ve sarışın bir kız indi. O nasıl boydu öyle?? Kız sadece ve sadece omuzlarına geliyordu. En az 15 santim topuklu ayakkabılarla.

''Ne o, uzun boylu erkeklere ilgin mi var?'' Affan'ın kurduğu cümle üzerine çocuğun boyuna çok takıldığımı sezsem de bunu söylemesi yanlıştı. Bu nasıl bir cümleydi böyle! Kaç günlük tanışıyorduk, beni ne kadar tanıyordu da böyle konuşabiliyordu?

''Hiçte yok. Hem sen ne dediğinin farkında mısın Affan?''
Sinirli bakışlarımı ona yöneltmekten çekinmeyip ağzımı daha fazlasını söylemek için açsam da gelenler bize yaklaşmış olduklarından sustum. Yoksa çok fazla kalp kırılacaktı burada.

Affan adının Kutay olduğunu söylediği arkadaşıyla beni tanıştırıp yanındaki elini uzatan kıza verdi elini. Nedensizce bunu yapmasından hoşlanmamıştım. ''Merhaba.''

'' Merhaba Bahar. ''

Kız bu kez bana döndü ve tebessüm etti. Önce selam verip sonra ''Bahar.'' diyerek bana da elini uzattı.

'' Betül.'' Uzattığı elini sıktım. Fakat tebessüm etsem de az önceki Affan'a olan sinirim bunun içtenliğini engellemişti. Kız fark etse de bir şey demedi ve ''Hadi biz oturalım bir yere.'' diyerek benim fark etmediğim banklara doğru yöneldi. Muhtemelen daha önce de burada bulunmuştu.

Karşılıklı oturmuştuk. Bahar, şen şakrak birine benziyordu. Fakat benim sessizliğimden olacak ki konuşmuyordu. Ben de parmağımdaki yüzükle oynuyor, arada bir de Affan'a öfkeli ve kırgın bakışlarımı yolluyordum.

Sonunda Bahar'ın kadifemsi sesi doldurdu kulaklarımı. ''Betül, sen iyi misin?''

Bakışlarımı ona yöneltip kafamı iki yana salladım. ''Pek değil.''

Ona ısınmıştım. Bana kendinden çok farklı olmama rağmen sıcak davranmıştı. Ve bakışları da güven veriyordu. Gözleriyle de beni umursadığını belli ediyordu.

''Affan mı?'' dedi az önce baktığım yere kafasını çevirip tekrar bana dönerek. Affan ve Kutay gülüşerek itekliyorlardı birbirlerini.

Onaylarcasına kafamı öne arkaya salladım. Umarım ne olduğunu sormazdı. Kıza 'sevgilinin boyundan' dolayı bana bunları dedi diyemezdim ya.

''Takma kafana. Erkekler işte. Odunlar. Merak etme fark eder hatasını.''

Güldüm. Çok saf düşünüyordu. Affan mı anlayacaktı hatasını? Her ne kadar onu tanımasam ve beşinci görüşüm olsa da bunu yapmayacak olduğunu biliyordum. ''Bilmiyorum.'' dedim ve hâlâ neden elimde tuttuğuma anlam veremediğim poşeti bankın diğer ucuna bıraktım. ''Dediğin gibi, odunlar. Affan da fazlasıyla öyle. Üstelik bilmeden yargılıyor beni, en hassas olduğum yerden.''

'' En hassan olduğun yer?''

Bir nefes çektim içime ve konuştum : ''Erkekler. Şimdiye dek kimseyle muhattap bile olmadığım halde beni bu konuda direk yargılaması rahatsızlık verici.''

Kafasını salladı anlamışçasına. ''Kıskandığı içindir. Takma kafana.''

'' Kıskandığı için mi?!''

Böyle bir ihtimal yoktu. Bunu bilse ortaya atmazdı. İnsan sevdiğini kıskanmaz mıydı? Değer verdiğini? Oysa Affan beni ne kadardır tanıyordu da sevecekti?

'' Tabi. Neden olmasın?''

Baharla tatlı bir sohbete dalıp dertleşmiştik. Bir psikolog edâsıyla konuşuyordu benimle ve her bir cümlesi insanın yüreğine ferahlık veriyordu. Yaklaşık yirmi dakika sonra peş peşe üç araba daha geldi ve boş buldukları yerlere gelişigüzel parkedildiler. Arabaların birinden yine bir çift indi. Kızıl saçlı bir kız ve eşortman takımı giymiş partneri.
Diğer iki araçtansa toplam sekiz kişi inmişti. Yani dört çift. Arabalara dörder kişi binmiş olmalıydılar.

Hepsi sahaya doğru yürüyüp tek tek Kutay ve Affan'la selamlaştıktan sonra kızlar yanımıza yürürken, erkekler de uzaktan bize selam verdi. Bahar elini sallayıp tebessüm ederek, ben de başımı hafifçe öne eğerek selamlarını aldık. İlk yanımıza varan kızıl saçlı kız olmuştu. Kendini tanıtıp Bahar'ın yanına oturdu. Hemen ardından diğer kızlar da geldiler ve kendilerini tanıttılar, boş buldukları yerlere oturdular. Bir yanıma kısa, kahverengilerin arasında mor ve mavi renkleri karışmış saçlarıyla orta boylu bir kız; diğer yanıma da beyaz sayılabilecek kadar açık renkli olan saçlarını yukarıdan sıkı bir topuzla tutturmuş diğer kız oturmuştu.

Aralarında çok komik kaldığımı tahmin edebiliyordum. Tabiki onları bu durumlarından dolayı yargılamıyordum. Sadece gerçekten komik duruyorduk. Farklı dünyaların insanları gibi.

Kızlar önce havadan sudan başlayan sohbetlerini gittikçe farklı yönlere çekip daldılar konuşmaya. Kimisi gerçekten içten, kimisi yapmacıktı.
Bahar ve ben de elmecbur susmuştuk. Bana sorulan bir kaç soruya yanıt vermiştim onlar da mesleğimle ve nerede oturduğumla falan ilgiliydi.
Kızların konuşmalarından anladığım kadarıyla iki kız kuzendi ve kuzenleriyle gelmişlerdi buraya. Sevgilileriyle veya eşleriyle falan değil.

Bu kızlardan biri de hemen yanımda oturan beyaz saçlı kızdı. Adını hatırlamadığım bu kız Bahar'a dönüp ''Sen Kutay'ın nişanlısıydın değil mi?'' dediğinde Bahar ve Kutay'ın sevgili değil de ciddi bir yolda yürüyor olduklarını yani nişanlı olduklarını öğrenmiştim. Buna çok sevinmiştim. Bahar çok iyi bir kızdı, umarım Kutay da onu mutlu edecek biriydi.

Kız hemen ardından bana dönüp devam etti cümlelerine. ''Sen Affan'ın neyi oluyordun?''

İlk defa bunu dile getirmenin verdiği ağırlıkla cevapladım onu. ''Ben de Affan'ın nişanlısıyım.''

Yanıtımı duyan kızların çoğunun gözleri kocaman açılmıştı ve kimisinin 'ne?' diye şaşkınlıklarını dile getirdiğini de duymuştum. ''Ciddi misin sen?'' Yanımdaki kızın suratını görmek için hafifçe döndüm oturduğum yerde ve onaylayarak kafamı salladım.

Kızların bir kaçı kendi aralarında sohbete dalmıştı bir süre sonra. Diğerleriyse ya telefonlarıyla uğraşıyor ya da ikili sohbet ediyordu.

'' Bu havada zor olmuyor mu?''
Sorunun bana yöneltildiğini anlamak için çaba sarfetmeye gerek yoktu. Bunu söyleyen kızıl kıza tebessüm ettim ve yanıtladım.
''Kendi isteğimle ve severek giydiğim için zor gelmiyor. Hem alışıyorsun. Zaten Rabbim kolaylığını veriyor o yüzden zorlanmıyorum..''

Anladığını belirtircesine kafasını sallamıştı fakat gözleri hâlâ bunun üzerine düşündüğünü belli ediyordu.

Uzun süreden sonra gözlerimi çevirip sahaya doğru baktım. Basketbol oynamaya dalmışlardı hepsi. Hızlıca Affan'ı aradı gözlerim ve sonunda potanın hemen altında buldu onu.
Basket atmaya çalışan Kutay'ın önüne dikilmiş ve engellemeye çalışıyordu. Anlaşılan farklı takımlara düşmüşlerdi. Ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerini kaldırdığında kahvelerimle buluştu gece gözleri. Bir kaç saniye fazladan bana baktığı için dikkatini kaybetmiş, Kutay topu fileden geçirmişti. Kimisi bağırıp sevinirken kimisi de Affan'a kızıyordu. Omzuna vuran Kutay'a döndüğünde çekti gözlerini benden.

'' Bayımız nişanlısını çok sevdiği için biran gözlerini alamadı napsın yani? Kızmayın ona arkadaşlar, hem basketlerinizin çoğunu o attı unuttunuz mu? ''

Affan Kutay'a kaşlarını çatıp baktıktan sonra gri tişörtünün ucundan tutup kolayca üzerinden çıkardı ve alnından damlayan ter damlacıklarını silip buraya doğru gelmeye başladı. Kahverengi saçları nemlenmiş gibiydi. Elini saçlarına geçirip ardından ensesine indirdi. Ensesini ovuşturup bir kaç adım daha attığında yanıma ulaşmıştı.

Elindeki tişörtünü bana uzattığını farkettiğimde uzanıp aldım. Parmaklarım tişörtle oynamaya başlamıştı napacağını bilemeyerek sıkılınca. Islanmış gibi kimi yerinde renk daha koyuydu. Daha fazla koşturmasalar iyi olacaktı çünkü yeterince terlemişlerdi. Tabi ben burada onları değil Affan'ı kastediyorum o ayrı konu..

'' Şu sana verdiğim poşeti ne yaptın?''
Sorduğu soru üzerine gözlerimi elimdeki tişörtten kaldırdım.
Ayakucuma bıraktığım poşeti alıp ona uzattım. İçini karıştırıp siyah bir kutu çıkardı ve poşeti bana geri uzattı. Kutuyu avucuna hapsettiğinde bağdaş kurup yere oturmuş ve dinlenen arkadaşlarının yanına geri döndü.

Dikkatimi tekrar kızlara çevirmeden önce poşetin ağzını araladım ve içine baktım. Siyah bir tişörtle temiz bir atlet vardı şuan içinde. Yedek kıyafet getirmesi düşünceli bir davranıştı. Aferin Affan..

Artık iyice sıkılmıştım burada oturmaktan. Konuşulan konular da beni ilgilendirmediğinden sohbete dahil de olamıyordum. Bir of çekip kafamı Affan'a çevirdiğimde çok şükür ki hepsinin ayaklanıp buraya geldiğini gördüm. Karşımda oturan kızıl saçlı kızın arkasında dikilip elinde tuttuğu ince zinciri boynuna götüren çocuk gülümseyerek zincirin iki ucunu bir araya getirdiğinde kız ayağa kalkıp boynunda sarkan kolyenin ucuna baktıktan sonra teşekkür edip sarıldı. Çocuk elindeki siyah kutuyu Affan'a fırlattığında ben de Affan'a baktım. Sanırım kutuda o kolye vardı ve Affan vermişti arkadaşına.

'' Antikacımız Affan sağolsun, en özelleri alabiliyoruz size. ''

Öğrendiğime göre Affan tarihi ve antika şeylerle uğraştığından, arkadaşları da değerli kolyeleri satın alıp hediye ediyorlardı kızlara.
Ne güzel.

Bence gereksiz şeylerdi. Para harcamayı , boşa harcamayı sevmezdim. Onun yerine yararlı şeyler yapmak vardı sonuçta. Tabi arada bir olabilirdi böyle şeyler, ona bir şey demezdim. Lafım haddi aşanlaraydı.

Herkes birbiriyle vedalaşıp gitmek için kalktığında kimin kazandığı hakkındaki konuşma yeni bitmişti. Hepsiyle uzaktan görüşmüştüm doğal olarak. Beni sevdiğini belli eden tek kişi Bahardı, o da sıkıca sarılmıştı ve telefon numaramı istemişti zaten.

'' Tekrar görüşelim lütfen. Biz Betül'le iyi anlaştık.'' dedi Kutay'a ve yanımıza yaklaşan Affan'a yöneltti bir sonraki cümlelerini. ''Duydun mu Affan, biz iyi anlaştık ve görüşelim diyoruz. Betül'ü alıp gel bir yerlere gidelim..''

Bahar, Affan'a bunun gibi bir çok tembihte bulunduktan sonra ikna olabilip Kutay'ın peşinden arabalarına doğru yürümeye koyuldu. Son kez camdan el sallayıp uzaklaştılar yanımızdan.

Bir tek biz kalmıştık yine. Arabanın yanında dikiliyorduk. Elimde tuttuğum poşeti Affan'a uzattım ve arabaya girmek üzere kapının kolunu tuttum. Açılmadı. Hâlâ kilitliydi.
Arkama dönüp ona açmasını söylemeyi düşünsem de hemen ardından bu fikri defettim çünkü Affan üzerindeki kıyafetini değiştirecekti ve dönersem onu öyle görme ihtimalim vardı. En son istediğim şey.

''Şu kapıyı açsan?''

Arabanın siyah koluna bakarak kurduğum cümlelerden bir kaç dakika sonra kapı açılmış, Affan da diğer tarafa yürümüştü ve şoför koltuğuna geçmişti. Üzerindeki siyah tişörte bakarsak giyinmişti çoktan.

Arkaya oturma kararıma uyarak besmele çektim ve arka kapıyı açtım. Kemeri sıkıca bağlayıp elimle kenarıya da sıkıca tutunmayı ihmal etmedim. Elindeki poşeti yanındaki boş koltuğa atıp arabayı çalıştırdı.

Neden arkaya oturduğuma dair hiç bir şey söylemedi. Sahi neden ben şimdiye dek arkaya oturmamış da öne oturmuştum ki? Arabasına ilk bindiğimde bile! Kendime kızmamalıydım aslında. Bu bende alışkanlık gibi bir şeydi. Normaldi önü boş görünce oturmam. O anlarda bunu düşünmemiştim ya.

^^ '' Yavaş! Önüne bak; araba! ''
Küçük bir haykırış, kulaklarımı dolduran çığlıklar...
Ve ölümün kollarına kendini bırakan gözler..
Kan sızıyor adamın alnından,
Şalının ucu suratını kapatmış kadının..
Üzerine kapanmış ağabeyi minik kız kardeşinin..
Anne yok.
Baba yok.
Ağabey yok artık kız için. Tek nefes alan kendisi. Seslense de duymuyor kendi ağlamasından başkasını.. ^^

Aklıma hücum eden anılarla kafamı iki yana salladım onları başımdan atmak ister gibi. Affan direksiyonu rahatça kavramış ve tüm tecrübesiyle sürüyordu arabasını.

Nereye gideceğimi sorduğunda kısaca bir cevapla tarif ettim ona Begümle buluşacağımız yeri. Yine hiç konuşmadan gittik parka doğru.

'' Sanırım Bahar'la iyi anlaştınız.''

'' Evet. Hoş kız.'' dedim ve kafamı cama çevirip dışarısına baktım. Unutmadım Affan bey kurduğun cümleyi.

'' İyi anlaşmanıza sevindim. Ben de Kutay'ı severim, bundan sonra görüşürüz arada bir hep beraber.''

'' İnşaAllah'' deyip sustum. Benden şu sıralar uzun cevaplar beklemesindi.

Araba durduğunda ''hayırlı akşamlar'' deyip kapının koluna uzandım. Üç kez denesem de açılmamıştı. Gözlerimi önde oturmuş beni seyreden Affan'a çevirdim.

'' Kapı kilitli. '' dedim açmasını istediğimi belli ederek.

'' Biliyorum.'' dedi ve arkaya doğru çevirdi bedenini.

'' Betül, bir an ağzımdan çıktı. Dediğimi büyültme. Altı üstü bi cümle.''

Hah, altı üstü bir cümle mi? Ben dünyada en kuvvetli silahın dil olduğuna inanırım. Dil insanı sultan da yapardı köle de. Altı üstü cümle denilen şey sözcüklerden oluşurdu. Sözcüklerin ise ruhu vardı. Ruhu vardı kelimelerin.. Ve kelimeler kimi zaman göğe çıkarırdı insanı, kimi zaman da yerin dibine sokardı. Basit gözüken o 'kelimeler' kalbimi paramparça da ederdi, ruhumu mest de.

''Altı üstü bir cümle ha?'' dedim dalga geçercesine. Suratıma hüzün ve alay karışımı bir tebessüm yerleşti.
'' Kapıyı açar mısın Affan?''

Kapı klik sesiyle açıldığını haykırıyordu. Kola uzanıp indirdim ve bir bacağımı çıkardım dışarıya. Tamamen inmeden önce arabanın içine doğru eğildim.
'' Gördüğüm en düşüncesiz insanlardan birisin Affan Yılmazkaya. İnsanı tanımadan kalbi ve hisleri hakkında hüküm verecek kadar düşüncesiz. Bunu dile getirecek kadar patavatsız. Aman ha, dediklerime takılma sakın. Altı üstü bir cümle. ''

Cümlelerim bittiğinde diğer ayağım da bastı beton kaldırıma. Kapıyı kapatıp arkama bakmadan hızla yürüdüm Begüm'e doğru.

İnsanlara kötü şeyler söylemekten nefret ederdim. Kelimelerim hançer olup saplansın istemezdim kimseye. Çünkü kesik izi kolay gitmezdi ruhtan. Gerçi şuan dediklerimin onun için önemi olmadığını ve kelimelerimin hançerden çok plastik top görevi gördüğünü düşünüyordum.

Hançer miydiler, plastik bir top mu?

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

770K 33.7K 76
Bir kıvılcım yaktım karakterlere. Dumanı Yiğit oldu, alevi Defne. Defne Tanyeli biraz deli, fakat mekanikte efsane! Beyni kodlarla sarılı ve bunun se...
890K 53.4K 70
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
220K 7.5K 52
Naz sadece biraz kötümser, realist, az buçuk felaket tellalcısı... Kısacası tam bir bela mıknatısı. İroni fabrikası bir adam... Ve okumak için yollar...
462K 32.7K 66
KARA HİLAL Serisinin 2. Kitabıdır.